teuhic
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele!” (977
AYLIK İSLAMİ EĞİTİM DERGİSİ | KASIM "19 | YIL: 8 | SAYI: 87 | FİYATI: 9£ | ISSN: 2148
TOPLUM
CINNE :
— HÂLİ
28 |
Men Azze Bezze Terapi! Hem de Bedava! Dı Çarçoveya Tevhide ü Dı
: Maneya Ibadetâ
De Düa İteat
Kerem ÇAĞLAR ELİ i 9 Osman SADIKOĞLU
tevhiddersleri.org/ensa r-ol
ADRESİNDEN İLETİŞİME GEÇEBİLİRSİNİZ.
İDİNKO)»
ARİ yat gil Al) asi
Allah'ın Selamı üzerinize olsun.
Tevhid Dergisi 87. sayısı ile sizinleyiz. Bize tekrar bu güzelliği yaşatan
rabbimize hamdolsun. Birbirinden farklı konularda yazılmış değerli yazıları
istifadenize sunuyoruz. Bu ay Halis Hocamızın yanıtladığı sorular şöyle:
1. Hocam! Bir mezhebe uymak zorunda mıyım? Bir mezhebe uymadığım
takdirde günahkâr olur muyum? Allah sizden razı olsun.
2. Son dönemde sıkça gündeme gelen kadın cinayetleri; yine evladını
katleden ebeveyn ve ebeveynini katleden evlat haberlerini değerlendirir
MİSİNİZ?
3. Hocam! Yenilen yiyeceklerin, bulunulan mekânların veya satın alınan
bir metanın sosyal medyadan paylaşılması şer'an ve edeben sakıncalı
mıdır?
İslam'ın inanç, ahlak, mehneç kaidelerine, çocuk eğitimi ve sağlığa dair
konulara değinen yazılarımız ve Hocalarımız/yazarlarımız ile sizleri baş
başa bırakıyor, faydalı okumalar diliyoruz.
Selamet ve sağlıcakla kalın...
Editör
a“5y
Vİ v4
CA
OX
Ee
>
zaya
le K
ya”
a—S8 za Bp
veee XXX
/)
p,4
za O mz
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Abdullah DEMİR
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Reklam ve Abonelik
www.tevhiddergisi.org
tevhiddergisi(ogmail.com
Adres
Kirazlı Mh. Mahmutbey Cd. No: 120
34212 Bağcılar/İSTANBUL
Abonelik
0 (545) 7621515
Yazışma Adresi
Abdullah DEMİR
Güneşli Merkez Postane PK. 51
Bağcılar/İSTANBUL
Basım
Mavi Ay Ofset, Litros yolu 2. Mat. Sit.
Giriş kat IBF2 Topkapı/İSTANBUL
0 (212) 613 47 65
Dergi içerisinde yer alan
yazılardan ilgili yazar mesuldür.
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Satış Noktaları, Tevhid Kitabevi
İstanbul : Kirazlı Mh. Mahmutbey Cd. No: 120/A 34212 Bağcılar/İSTANBUL O 545 7621515
Ankara o :Piyade Mh. İstasyon Cd. No: 190 Etimesgut/ANKARA O 543 225 50 48
Diyarbakır: Kaynartepe Mh. Gürsel Cd. No: 90/A 21090 Bağlar/DİYARBAKIR O 543 225 50 43
Konya :Mengene Mh. Büyük Kumköprü Cd. No:78/A 42020 Karatay/KONYA O 543 225 50 49
Van :Vali Mithatbey Mh. Koçibey Cd. Armoni İş Mer. No: 14/D 65100 İpekyolu/VAN 0543 225 50 45
İrtibat Büroları
Merkez — : Kirazlı Mh. Mahmutbey Cd. No: 120 34212 Bağcılar/İSTANBUL
Avcılar (— : Firuzköy Mh. Kazım Karabekir Cd. Tütün Sk. No: 2 34325 Avcılar/İSTANBUL
Sultangazi: İsmetpaşa Mh. 95. Sk. No: 41/A 34270 Sultangazi/İSTANBUL
Diyarbakır: Mezopotamya Mh. 327. Sk. Seval Kent Sitesi A Blok No: 1/A Kayapınar/DİYARBAKIR
Konya ( : Mengene Mh. Büyük Kumköprü Cd. No:78/A 42020 Karatay/KONYA
Van : Bahçıvan Mh. Sıhke Cd. Karatekin Sk. Yavuz Canlı Apt. Kat: 2 65040 İpekyolu/VAN
Bursa : Bağlarbaşı Mh. Nilüfer Cd. 2. Fırın Sk. No: 4 16160 Osmangazi/BURSA
Ankara ( : Piyade Mh. İstasyon Cd. No: 190 Etimesgut/ANKARA
Rebiu'| Ewel 1441 | KASIM '19 te U İ
Yıl: 8 | Sayı: 87 | Fiyatı: 9
ISSN: 2148-4635
AYLIK İSLAMİ EĞİTİM DERGİSİ
İÇİNDEKİLER
TOPLUMSAL CİNNET HÂLİ O 4
Halis BAYANCUK (Ebu Hanzala)
İSLÂM İLE MÜSLÜMANLIK ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR? 16
Feriduddin AYDIN
BİSMİLLAH
Özcan YILDIRIM 21
KIBLENİN DEĞİŞME HADİSESİ 25
Enes YELGUN
MEN AZZE BEZZE
Kerem ÇAĞLAR 3 O
TERAPİ! HEM DE BEDAVA!
Mahi 36
DI ÇARÇOVEYA TEVHİDE Ü DI MANEYA İBADETE DE DÜA Ü İTEAT 39
Osman SADIKOĞLU
HİPNOZ
Dr. Seyfullah İSLAM 453
MELEKLER
Ömer AKDUMAN 46
MÜSLÜMANLARIN GERİLEMESİYLE DÜNYA NELER KAYBETTİ 48
Bedirhan EREN
www.tevhiddergisi.org ipi
O
OO
N
NUN AZN NUN NZNUZNUZNUZ KUZ NUZNUZNZNUZNUZNUZNUZNYZ NIZ NUZNUZNUZNUZNUNUZNUZNUZNUZNUZNUZNUZNUZNUZNYINUZNUZNUZNUZNYINUNUZNYINUZNUZNZI
A NİN
YON ; A 0000000000000
İKY KY 4007707 A
VAY YAYAN AAAAAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAY AY A NAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAYAN
KYA NN
EŞ
Biz cemaat olarak; fıkhın canlı/dinamik
olmasını sağlayan, ilim adamlarına
içtihat hakkı tanıyan, ümmetle delil
arasındaki bağı canlı tutan, geçmişin
TOPLUMSAL değil bugünün ihtiyaçları üzerine
CİNNET HÂLİ m yoran delile dayalı tercih fıkhını
enimsiyor ve uyguluyoruz. Her
Halis BAYANCUK (Ebu Hanzala) Müslim'in bulunduğu bölgenin âlimine
soru sormasını ve mümkünse delilin
bilerek amel yapmasını Asr-ı Saadet
ruhuna uygun buluyoruz. Bununla
birlikte bağnazlık/taassup üretmediği
müddetçe bir mezhebe uyulabileceğini
kabul ediyoruz. Allah en doğrusunu
bilir.
Allah'ın adıyla.
Allah'a hamd, Resül'üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu,
perbim sizleri maddi ve manevi afetlerden korusun, rahmetiyle kuşat-
sın. Her birinizin iyi olmasını ümit ediyor, sizler için Rabbimden avf
ve afiyet diliyorum. Sizler için duacıyım ve sizlerden de dua bekliyorum...
Soru: Hocam! Bir mezhebe uymak zorunda mıyım? Bir
mezhebe uymadığım takdirde günahkâr olur muyum?
Allah sizden razı olsun.
Mezhebe tabi olma meselesi veya daha doğru bir ifadeyle bir mezhebi
taklit meselesi, asırlardır İslam ümmeti arasında tartışılmaktadır. Yani konu,
bugüne ait bir tartışma değildir. Köklerini geçmişten alan, dalları bugüne
uzanan ve muhtemelen yarınlara miras bırakacağımız bir tartışmadır.
Bir mezhebi taklit meselesini anlamak için, fıkıh ilminin tarih içindeki
seyrini bilmemiz gerekir. Müsaadeniz olursa kısaca özetleyelim:
KASAR KR Y EYER
40000 SÖR İKOR RİKA 000000000
(SY XXX) 3137113 YY SY YY SY YY YY SYSXXSXX548
| A 04 Ç OO A
RN
YAYA
O
810100 ÖYK
YAYA
/
Y
000 X
ON 00
İÜ OX teuhid
ÖOYNYK
0 İY
SOĞ
W
N
YY SAYA YAAA
GÜNÜN
10000000
YAĞ ÖÖÖKKİNORİRİ
YAAA AAA
O
A OK KOK N,
YASAYA Ya
Allah Resülü «saw hayattayken şer'i ilimlerin -fıkıhta
dahil- tek kaynağıydı. İnsanlar ona soru soruyor, al-
dıkları cevaba göre hayatlarını düzenliyordu. O varsa
hiçbir konuda tartışma yaşanmıyor, onun hükmü
son söz kabul ediliyordu. Ancak onun bulunmadığı
ortamlarda “emir ve yasaklarından” maksadın ne
olduğuna dair tartışmalar yaşanabiliyordu. Örnek
olması açısından Asr-ı Saadet'ten bir tablo aktaralım:
İbni Ömer «a anlatıyor:
"Resülullah Hendek Savaşı bitince bize şu talimatı
verdi: 'Hiç kimse Ben-i Kureyza'ya varmadan ikindi
namazını kılmasın!' Ordu yolda iken ikindi nama-
zının vakti girdi. Bunun üzerine bazıları: 'Biz Ben-i
Kurayza'ya varmadan namazı kılmayacağız.' diyerek
namazı kılmadı. Kimisi de: 'Olur mu öyle şey, biz na-
mazı kılacağız. Bizden namazı kılmamamız istenmedi
ki!' dediler. Bu durum Allah Resülü'ne anlatılınca hiç
birine kızıp serzenişte bulunmadı.” !
Allah Resülü'nün «saw “İkindiyi Kurayza yurduna
ulaşmadan kılmayı” nehyetmesi, fakih sahabiler
arasında tartışmaya neden olmuştur. Bir grup ge-
nel naslara bakıp: “Namaz vakitli bir ibadettir. Allah
Resülü namaz vaktini geçirmeyi emretmez. Onun kastı
aceleyle hareket etmemizdir...” şeklinde yorum yap-
mışlardır. Bir diğer grup: “A/lah Resülü'ne itaat farzdır.
O şu noktaya ulaşmadan namaz kılmayın diyorsa,
kılmayacağız...” şeklinde yorumlamışlardır. Burada
dikkatimizi çeken Allah Resülü'nün iki anlayışa da
ses çıkarmamasıdır. Zira iki yorum da şer'i ölçüler
içinde yapılmıştır. Bir grup nassı mutlak olarak kabul
etmiş ve hususi/özel nasla amel etmiştir. Bir diğer
grup tüm nasları bir araya toplamış ve hususi/özel
nassı tüm naslarla bereber anlamaya çalışmıştır. Ki,
bu anlayış farkı daha sonra ortaya çıkacak rey ve
hadis ehli arasında veya kıyası kabul eden fukahay-
la reddeden zahiriler arasındaki farkın da temelini
oluşturur.?
Allah Resülü zamanında bir diğer dikkat çekici
nokta şudur: O «sav bir yeri fethettiğinde oraya as-
habından birini görevli olarak gönderir, oranın dini,
1. Buhari, 946; Müslim, 1770
2. Maalesefrey ehli ve hadis ehli ashap gibi birbirlerini anlayışla karşıla-
mamış; Allah'ın rahmet ettikleri müstesna birbirlerini en ağır sözlerle
töhmet altında bırakmışlardır. Her konuda olduğu gibi mezhep konu-
sunda da bu ümmeti ıslah edecek şey; ilk neslin kendisiyle ıslah olduğu
anlayıştır.
©OÖÖK 0000
ONU
AAA
Ki
NN ve NN KOKOOK Kİ
YKY
siyasi, askeri ve mali işlerinden o sahabi sorumlu
olurdu. İnsanlar dini sorularını sorumlu sahabiye
sorar ve onun «a) verdiği cevaba göre amel ederdi.
Bir nevi o bölgenin sorumlusu olan sahabinin/âlimin
görüşüyle amel eder, onu taklit ederlerdi.
Bu uygulama Allah Resülü'nden sonra da devam
etti. Raşid halifeler döneminde ilimle uğraşanlar öğ-
rendikleri naslardan hüküm çıkarır, çıkardığı hükümle
amel ederdi. İlimle uğraşmayanlar, ilimle uğraşan
sahabilere sorar, onların verdiği fetvayla amel ederdi.
Yani tabiin, ilim sahibi ashabı taklit ederdi.
İki yorum da şer'i ölçüler içinde
yapılmıştır. Bir grup nassı mutlak
olarak kabul etmiş ve hususi/özel
nasla amel etmiştir. Bir diğer grup
tüm nasları bir araya toplamış ve
hususi/özel nassı tüm naslarla bereber
anlamaya çalışmıştır.
Ki, bu anlayış farkı daha sonra ortaya
çıkacak rey ve hadis ehli arasında veya
kıyası kabul eden fukahayla reddeden
zahiriler arasındaki farkın da temelini
oluşturur.
Ashap arasında ilimle uğraşanlara baktığımızda
iki anlayışın, iki ayrı medresenin olduğunu görürüz:
*Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer ve Ebu Zerr
Gcanhum) gibi; her konuda hususi/özel nas arayan ve
onunla amel eden sahabiler.
* Aişe annemiz, Abdullah b. Abbas «aw ve Abdullah
b. Mesud (ranhum) gibi; bir nassı genel naslarla birlikte
ele alan ve genel naslar ışığında anlamaya çalışan
sahabiler...
Bu anlayış farkını anlamak için bir kaç örnek ve-
relim. İlki Aişe annemiz ve Abdullah b. Ömer «aw
arasında yaşanıyor:
"Mekke'de Osman'ın kızlarından biri vefat etti, Biz de
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
5
Ni
SL
ON
O MY
ÖĞÜN
GYOKKYONN
0000
) NO: İNAN
SOK AYA OX NN / OX N AY YAAA
KK Vİ W SY O SK Kİ 3 ÖKK O 3 Çi
YAYAYA YAAA AAA YAYA
ÖĞÜNE
ÖYOOÜORÜOÜOKORKOKOKK
İNNA NUNUZNZAYZNUZ NU NYZNUZNUZN NU NUZNUZNUZ NA NIZNUZNUZNUZ
GÖLÜNÜN
YÖK CRİÖKİKK ÖÖĞOĞÜ
ANN YAA
YÖ ÖKK O
GOKAN OKOKOK İK AAA KÖK KKK KORK KK KOK KK KÖKE
GYK YAYA
1
Raşid halifeler döneminde ilimle
uğraşan sahabiler usul/anlayış
farklılıklarına rağmen özgürce fetva
vermiş/öğrenci yetiştirmiş; onlara
soru soran insanlar da usul/anlayış
farklılıkları bilinmesine rağmen
aldıkları fetvalarla amel etmiş, yani
taklit etmişlerdir.
onun cenazesine katıldık. Cenazeye İbni Ömer ve İbni
Abbas da katıldı. Ben ikisinin arasında oturuyordum.
Abdullah b. Ömer, Osman'ın oğlu Amr'a şöyle dedi:
'Sen ağlamayı yasaklamıyor musun?" Resülullah şöyle
buyurdu: 'Ölen kişi, ailesinin kendisi için ağlaması
sebebi ile azap görür.
İbni Abbas devam etti: Ömer de (ölenin ailesinin)
bir kısım ağlaması nedeni ile azap göreceğini söylerdi.
Ömer ile birlikte Mekke'den yola çıktık. Beyda deni-
len yere varınca Semure ağacının altında bir kervan
gördük. Ömer bana: 'Git de şu kervanın durumuna
bir bak.'dedi. Ben de gittim, bir de baktım ki Suheyb
orada. Ömer'e Suheyb'in orada olduğunu söyledim.
Ömer: 'Onu bana çağır.' dedi. Suheyb'in yanına gittim
ve ona: 'Devene bin de müminlerin emirinin yanına
gel,' dedim. (O da Ömer'in yanına geldi ve birlikte
Mekke'ye döndük.)
Ömer (ölümüne sebep olacak) yarayı alınca Suheyb
onun yanında:
— Vah kardeşim, vah arkadaşım, diyerek ağladı.
Bunun üzerine Ömer ona:
6 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
KOOĞOONK
JA
Yİ
|
N KK
Kİ
AKKOR
0)
©
XX
YAY
“4
Xi
OOO
MAMAYI YAY YAYVAN YAYAN
ÖĞLE
SYS YY YY YY YY
GEKA YY
— Ey Suheyb! Resülullah: 'Ölü, ailesinin kendisine
bir tür ağlaması nedeni ile azap görür." buyurduğu
hâlde benim için ağlıyor musun? dedi.
Ömer vefat edince bunu Aişe'ye anlattım. O şöyle
dedi: 'Allah Ömer'e rahmet etsin. Allah'a yemin ederim
ki Resülullah ailesinin ağlaması nedeni ile Allah'ın
mümin kişiye azap edeceğini söylemedi. O şöyle söy-
ledi: 'Allah, ailesinin ağlaması nedeni ile kâfir kişinin
azabını artırır." Size Kur'ân'ın 'Hiç kimse bir başkasının
günahını yüklenmez.' ayeti yeter.
İbni Abbas şu ayeti okudu: 'Ağlatan da, güldüren
de odur.
İbni Ebi Müleyke dedi ki: "Vallahi İbni Ömer bir şey
söylemedi.' ” 3
Abdullah b. Ömer «w, duyduğu rivayeti hususi/özel
bir nas kabul etmiş ve diğer naslara bakmaksızın
onunla amel etmiştir. Aişe annemiz ise duyduğu nassı
diğer naslarla birlikte almış, Kur'ân ve sünnet bütün-
lüğünde nassı anlamaya çalışmıştır. Nassa yaklaşım
farkları nedeniyle ortaya farklı iki sonuç çıkmıştır.
Bir diğer örnek Ebu Hureyre ve İbni Abbas çranhuma)
arasında yaşanıyor.
Ebu Hureyre Resülullah'tan rivayet etti:
"'Ateşin dokunduğu şeylerden dolayı abdestalmak
gerekir. Hatta bu bir peynir parçası olsa bile." Bunun
üzerine İbni Abbas, Ebu Hureyre'ye:
— Ey Ebu Hureyre, yağ yesek, sıcak su içsek de mi
abdest alacağız, deyince Ebu Hureyre:
— Ey kardeşimin oğlu, Resülullah'tan bir hadis işit-
tiğinde ona karşı değişik misaller vermeye kalkışma,
dedi.” 4
Muttalib b. Abdullah b. Hantab'den «ww» rivayet
edildiğine göre:
"İbni Abbas dedi ki:
— Allah'ın Kitabı'nda helal olduğunu görüp bildiğim
bir şey ateşte pişti diye abdest mi alacağım?
Bunun üzerine Ebu Hureyre yerden çakıl taşları
topladı ve:
3. Buhari, 1286-1288
4. Tirmizi, 79; İbni Mace, 22
KOKAN
DAKAR ÖKÖKÖKOKOKK,
KAYA
NN
teuhid
GK
NK
OİL
NY
ÖĞÜNÜ
04 00000 YAYA
e e
SKAR REER
ÖÖKKKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİKİK
XY YY YY YY YY YY YY YİYİN YY YY YY YY YİYİN
YOĞUN
ÖĞĞOOOĞOOOOOÜÜÜÜÜÜOÜÜÜÜÜOOÜÜÜÜOCÜÜÖĞOĞÜÜÖÜĞÖÜÜÜCÜĞÜR
<İ
YY YY YY YY
6
A
Ki
— Bu çakıl taşları sayısınca yemin ederim ki, Resü-
lullah: Ateşte pişen bir şey yedikten sonra abdest
alınız.' buyurdu, dedi.” 5
Gördüğümüz gibi Ebu Hureyre ve İbni Abbas çran-
huma) arasında bir usul/metot farkı vardır. Biri Allah
Resülü'nden «san duyduğuyla amel etmekte; diğeri
Allah Resülü'nden nakledileni bütün içinde anlamaya
çalışmaktadır.
Bu iki farklı metoda sahip iki ayrı medresenin
öğrencileri, tabiin âlimlerini oluşturmaktadır. Ho-
calarından aldıkları usul/metot farklılıklarının tabi-
in döneminde devam ettiği görülmektedir. Yazıyı
uzatmamak için örnekleri çoğaltmıyorum. Ancak
raşid halifeler döneminde yaşanan bu duruma dair
dikkat çekici bazı çıkarımlara işaret etmek istiyorum:
* Halifeler döneminde neredeyse bu sahabilerin
tümü görevlendirilmiş, farklı İslam beldelerine emir
olarak tayin edilmişlerdir. Görev almayanlar da Mekke
ve Medine'de ilim talebelerine ders vermiş, İslam
topraklarından Hicaz'a gelen Müslimlerin sorularına
cevap vermişlerdir. Yani raşid halifeler döneminde
ilimle uğraşan sahabiler usul/anlayış farklılıklarına
onlara soru soran insanlar da usul/anlayış farklılıkları
bilinmesine rağmen aldıkları fetvalarla amel etmiş,
yani taklit etmişlerdir.
* Raşid halifeler, istedikleri takdirde insanları belli
mezhepler etrafında toplayabilir; dahası, tek bir mez-
heple insanları ilzam edebilirlerdi. Bunu yapacak dini
karizma, siyasi bütünlük ve askeri güce sahiptiler.
Ancak böyle bir şeye yeltenmemiş, insanları diledik-
lerine soru sorup onunla amel etme özgürlüğüyle
başbaşa bırakmışlardır.
Sahabi ve tabiin döneminden sonra da benzer
bir ortam İslam toplumuna hakim olmuştur. Birçok
insana ilginç gelecek belki; dört mezhep imamı da
bugünkü anlamda bir mezhep taklidi anlayışına karşı
çıkmış; daha ziyade soru sorup deliliyle beraber bir
hükmü öğrenmeyi ve onunla ameli uygun görmüş-
lerdir.
Örneğin, zamanın yöneticisi Harun Reşid, insanları
tek bir mezhep etrafında toplamayı düşünmüş ve bu
5. Nesai, 174
iş için de İmam Malik'in «m Muvatta kitabını gözüne
kestirmiştir. Düşüncesini İmam Malik'e açınca, şu
cevabı almıştır:9
“Allah Resülü'nün ashabı fer'i meselelerde ihtilaf
etmiş ve uzak diyarlara yayılmışlardır. Her biri kendi
yanında (hakka) isabet etmiştir..” 7
Bir başka rivayette şöyle der:
".. Bunu yapma! Çünkü insanlara bir çok görüş
ulaşmıştır. Hadisler işitmiş, hadisler rivayet etmişler-
dir. Her toplum, kendine ulaşan görüşleri almış, onu
bilmiş ve onu din edinmiş (amel etmiş)lerdir. Şüphe
yok ki; inandıkları şeyden onları alıkoymak zordur.
Onları bulundukları hâl üzere terket...” 8
Görüldüğü gibi İmam Malik «m iki gerekçeyle yö-
neticinin talebini reddetmiştir:
» Ashap kendi arasında ihtilaf etmiş ve bu ihtilafı
farklı beldelere taşımışlardır. Ne Resül ne de sonra-
sında raşid halifeler bu duruma müdahale etmiştir.
» İslam toplumu bu uygulamaya alışmış ve yaklaşık
iki asır boyunca bu uygulamaya göre amel etmiştir.
Bu durumu değiştirmeye kalkmak dini zorlaştırmak
olacaktır. (Ki Allah Resülü «san zorlaştırmayı yasak-
lamış, kolaylaştırmayı emretmiştir.)
Şayet İmam Malik «mw, bugün var olan ve uygu-
laması mahza taklide dayanan Maliki Mezhebi gibi
bir mezhep kurmak istese, yukarıda mezkur teklifi
düşünmeden kabul ederdi. Ancak tam tersi yönde
bir tavır takındığını görüyoruz. Demek ki bugün var
olan Maliki Mezhebi uygulaması İmam Malik'ten ba-
ğımsız olarak veya imam Malik'e rağmen oluşmuştur.
Ondan «nh meşhur olan bir diğer söz şudur:
"Allah Resülü'nden sonra her insanın sözü alınır
ve terkedilir.” ?
Bir başka mezhebin imamı olan Ebu Hanife em
şöyle der:
"Bizim bir sözümüzü nereden aldığımızı bilmeden
almak, kimseye helal değildir.”
6. Mezhep imamlarının sözlerinin kaynak tespitini yapan öğrencime
"teşekkür" ediyorum.
7. Hilyetu'l Evliya, 6/332
8. Tabakat, İbni Sad, 5/468
9. ElCami, İbni Abdilber, 2/91
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
7
YK
©
GÖĞÜĞKÜKÖKÜÜÜÜOOOOOCKCOĞKCUUK
v
GR KAKDKKKK KA,
KAYA YAYA YAYA YAYA YAYA YAYA YAYVAN
KONG
AAA NE
ÖGG
GÖL NİKKİ
YAĞ
AAA YAYA YAY YAYA AYYY AYYY YAYAN YAYVAN
W
JM
YA
W
YAYA
KE v
"Benim sözümün delilini bilmeden onunla fetva
vermek haramdır.” 1
Allah'ın rahmet ettiği müstesna, Hanefi Mezhebi'ne
ittiba eden çoğu kimse, delil anlayışından uzaktır.
Mahza taklit üzere mezhebe tabi olmaktadır.
İmam Şafi «m şöyle der:
"Hadis sahih olursa benim mezhebimdir. (Hadise
muhalif) sözümü duvara çalın.” 1
İmam Ahmed «m şöyle der:
"Ne beni ne Malik'i ne Şafi'yi ne Evzai'yi ne de Sev-
ri'yi taklit et! Onların aldığı yerden (naslardan dinini)
aj/”ı2
Bizim fıkhımız kıyamete kadar
insanlığın sorunlarına çözüm
kaynağıdır. Bugün çözüm
üretemiyor oluşu fıkhımızdan
kaynaklanmıyor.
İçtihatla canlı kılınmış bir sistemin
taklitle durgunlaştırılması ve
bugünün sorunlarından ziyade
geçmişin sorunlarını okuyup
okutmasındandır.
Başka bir yerde şöyle der:
"(Gerçekten) bazı topluluklara şaşıyorum. (Bir ha-
disin) isnadını ve sahih olduğunu biliyorlar; (buna
rağmen) Sufyan'ın görüşünü alıyor (onunla amel
ediyorlar).” 5
10. EL-İntika, 145
11. Siyer Alamu'n Nubela, 10/35. Şafi mezhebi muhaddislerinden Beyhaki,
Nevevi (m), İbni Hacer gibi âlimler bu hassasiyeti yaşatsa da, Şafi Mez-
hebi âlimleri genel olarak imamın koyduğu mezkur ilkeye muhalefet
etmiş; mahza taklide dayalı bir mezhep kültürü oluşturmuşlardır.
12. İlamu'l Muvakkiin, 2/302
13. Camiu'l Ulumi'l İmam Ahmed 5/195. Taklide karşı olan Ehl-i Hadis
anlayışı ve selefilik, Hanbeli Mezhebi içinde bugüne geldiğinden "Hadis
Fıkhı/Ahadisu'l Ahkam" geleneğini yaşatmış ve mahza taklide dayalı
8 Rebiu'| Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
KK
G
O
NA
YA
KA 00»
YO
00
AK) AKOKOK
NN
Xi
X
”
N
KA GUN V
NAVY UNUNU NUNUZNNUNUZN
ÖĞÜNÜ
YOĞ UY YZNNUNUNUZ N V
AKİ
ÖLECEK
KOOR OKKA İÖİK ORK KOKİK KKK
00070170 YAYA
KKOKOK İNN
0000010
Dört mezhep imamı olarak bilinen müçtehit âlim-
lerin vefatından sonra, görüşleri tedvin edilmiş ve
mezhep fıkhı kitapları ortaya çıkmıştır. Bu görüşlere
ittiba eden topluluklar meydana gelmiş ve Hicri 3-4.
asır itibariyle Maliki, Hanefi, Şafi ve Hanbeli olarak
anılmaya başlamışlardır. Artık delile dayalı fıkıh an-
layışı, yerini âlimin görüşüne dayalı fıkıh anlayışına,
yani ittiba yerini taklide bırakmıştır. Bu dönemde
delile dayalı fıkıh anlayışını sürdüren âlimler olsa da,
büyük çoğunluk görüşe dayalı fıkıh (mezhepçilik) an-
layışını korumuştur. Mezhepçiliğin başladığı dönemi
öncesinden ayıran bariz özellikler vardır. Bunlardan
bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
*Bir mezhebe intisap eden başka bir müçtehidin
görüşüyle amel edememekte, tüm hayatını bir âli-
min görüşlerine göre düzenlemektedir. Oysa önceki
dönemde her insan yaşadığı bölgenin âlimine soru
sormakta ve onun verdiği fetvayla amel etmektedir.
Örneğin, Medineli bir tüccar, Medine'de bulunduğu
sırada sorularını İmam Malik'e «m sormaktadır. Ticaret
yolculuğuna çıkıp Kufe'ye uğradığında ticaretle ilgili
bir soruyu İmam Ebu Hanife'ye sormakta; yolculuğa
devam ettiği takdirde Mısır'da sorusunu Leys b. Sa'd'a
veya Şafi'ye sormaktadır. Şüphe yok ki bu imamların
usulü birbirinden farklı, vardıkları fer'i sonuçlar da
buna bağlı olarak farklıdır. Bu durum ne müçtehit
imamlar ne siyasi yönetim ne de İslam toplumu
tarafından sorun edilmemektedir.
* Mezhep müntesipleri arasındaki içtihadi farklılıklar
(ihtilaf) içtihadi karşıtlığa (tefrika) dönüşmüştür.
Sözlü sataşmalar yer yer fiili çatışmaya dönüşmüş
ve mezhepler arasında bir çok Müslim'in öldüğü
kavgalar yaşanmıştır. Örneğin İmam Ahmed'i fukaha
arasında saymadığı için meşhur müfessir Taberi'nin
evi Hanbelilerce kuşatılmış ve Taberi'yi «m linç et-
meye kalkmışlardır.*
Önceki dönemde tüm içtihadi farklılıklara rağmen,
farklı görüş sahipleri bir arada huzur içinde yaşamış-
tır. Tartışmalar, reddiyeler ve yer yer sözlü atışmalar
olmamış mıdır? Elbette olmuştur! Ashap arasında
mezhepçilik yerine delile dayalı ittiba (kısmi taklit) şuurunu sürdürmüş-
tür. Günümüz Hanbeli âlimlerinin büyük çoğunluğu, İmam Ahmed'in
görüşlerinden ziyade usulüne bağlıdır. Bu sebeple şer'i ilimleri tahsil
etmiş ve fıkıh melekesi kazanmış bir ilim adamı, delillere bakıp tercih
yapabilmekte ve görüşlerini deliliyle birlikte topluma açıklamaktadır.
14. El-Bidaye ve En-Nihaye, 11/166
y K N
İZ NZNZNU/ NU NUN NZNUZNUZNUZ NY NUZNUZNYNUZNUZNUINUZNNUZNUZNUNUZNUZNUNUZNNUZNUZNUNUZNYANUZNUZNUNUZNUZNUNUZNNUNUZNUNUZNYZNUNUZNUNUZNUZ
RK KKK KKK RR KK YY 0 674070 KKK
V AVNİ UNUN NUNUNUZ UZM NUNUNUZNUZNUZNUNUNZ N
0 K y 0003003034 003 0 X NN vw
ÖK SO & ÖĞR SY K ÖĞR
YAY
ANNAN
KY OOCOKĞK
OOO ÖĞR
00 00: 000000000
W ÇK ÇK KY Çİ AKK UN AKK ) AKAN) W Ç OK © Ç KAYGAYGNN X
YA İN KA KY YY A
TANYA YANYANA YANYAYAYAYAYNYA YANYANA YAYA
93X30 504X150 SKS 30İK Kİ SX 30X5
) ) /
en ÜN
teuhid
a
AN ÖĞODKK UYUN VU KY SL
AYYY YAY YAYA YAYA YY YAY
GÖR Kİ KRON RO RNK KRON KRKOK ÖR ÜRÜÖROKAKİİ
9 NY YAN
W
© AA
SY S787 947800 K
AN V
dahi sözlü tartışmalar yaşanmış, her biri kendi dü-
şüncesinde ısrarcı olmuştur. Ancak bu, hiçbir zaman
kavgaya, çatışmaya, İslam toplumunun huzurunu
kaçıracak taşkınlığa dönüşmemiştir.
»* Kelime anlamı anlayış/derin kavrayış olan fıkıh,
anlama ve düşünmeden uzaklaşmış salt metin ezberi
yapılan donuk bir ilme dönüşmüştür. Zira fıkıh, ona
temel olan nassı metinlerden silmiş, nastan anlaşılan
sonucu topluma aktarmıştır. Kasıtlı yapılmasa da
âlimin içtihadı nassın yerine ikame edilmiştir. Önceki
dönemde durum tamamen farklıdır.
Fıkıh, onu vareden delille beraber topluma aktarıl-
maktadır. Bu da Allah Resülü'nün «say haber verdiği:
"Nice fıkıh taşıyıcısı vardır, ama fakih değildir. Nice fıkıh
taşıyıcısı, kendinden daha fakih olana (fıkıh bilgisi)
taşımaktadır.” “ bereketini canlı tutmaktadır. Nas
canlıdır, dilden dile aktarılmakta, kitap sayfalarında
okunmaktadır. Umulur ki onu nakleden kendinden
daha fakih birine nakleder de, daha fakih olan o nas-
tan daha isabetli bir sonuç çıkarır. Maalesef mezhep-
çilik Allah'ın açtığı içtihat kapısını kapadığından ve
içtihat yetkisini birkaç âlimle sınırlı tuttuğundan, bu
söylenenleri gündemine dahi almamıştır. Mezhepçi
anlayışa göre nassın varlığıyla yokluğu birdir. Zira
nas olsa da onu hakkıyla anlayacak, içtihat edecek
ve çözüm üretecek kimse yoktur. Kapının kapanma
tarihinde tam bir ittifak olmasa da, isteyen istediği
tarihten sonra Allah'ın açtığı içtihat kapısını kimden
aldığı belli olmayan yetkisiyle kapatmıştır. Bu nedenle
insanlık tarihinin gördüğü en muazzam usul ve fıkıh
sistemimiz, modern dünyanın sorunlarına çözüm
üretememiş, modern meydan okuma karşısında
hakkıyla duramamıştır.
Şunu unutmamalıyız: Bizim fıkhımız kıyamete ka-
dar insanlığın sorunlarına çözüm kaynağıdır. Bugün
çözüm üretemiyor oluşu fıkhımızdan kaynaklanmıyor.
İçtihatla canlı kılınmış bir sistemin taklitle durgunlaş-
tırılması ve bugünün sorunlarından ziyade geçmişin
sorunlarını okuyup okutmasındandır.
* Taklit ilk nesilden bu yana mevcut bir uygula-
madır. Bilmeyenler zikir ehline sormuş ve aldıkları
cevapla amel etmişlerdir.
»s Âlime soru sorup onun verdiği fetvayla amel
15. Ebu Davud, 3660; Tirmizi, 2656
etmek anlamındaki ittiba, müçtehit mezhep imam-
larının vefatından sonra mezhepçiliğe dönüşmüş ve
insanlar tek bir mezhebe uymakla ilzam edilmişlerdir.
»* Mezhep imamları müçtehit âlimler olduğundan,
bir Müslim'in bir mezhebe uymasında bir beis/so-
run yoktur. Ancak şuurlu dava adamlarının “delilini
bilerek mezhebe uyma” kültürünü ihya etmeleri, ilk
neslin kendisiyle ıslah olduğu anlayışı canlandırmaları
gerekmektedir.
» Allah Resülü «sav, sahabe çranhum) ve selef-i salihin
dönemine en uygun uygulama mezhepçilik değildir.
Her bölgede bulunan ilim adamlarına soru sormak ve
mümkünse delilini bilerek o konuyla amel etmektir.
Hiç şüphesiz bu da bir taklit çeşididir. Soru sorulan
alimin nastan anladığını taklittir. Ancak bu, ilk nesil-
lerin uygulamasına en yakın olan usuldür.
»Soru sorulacak bir ilim adamının bulunmadığı
ortamlarda, yaygın bir mezhebe ittiba etmek en evla
olanıdır. Zira mezhep imamlarının görüşleri derlen-
miş, tedvin ve tasnif edilmiş (kitaplaştırılmış) her
insanın anlayacağı kolaylıkta topluma sunulmuştur
(ilmihâb.
* Mezhep olgusunu reddetmek de hadis fıkhı di-
yebileceğimiz delile dayalı tercih olgusunu reddet-
mek de anlamsızdır. Her iki uygulama da bize aittir,
bizim tarihimizin bir parçasıdır. Delile dayalı tercihi
reddeden bağnaz mezhepçilik ile mezhep olgusunu
reddeden selefi görünümlü zahirilik, İslam tarihinin
içinden değil, dışından konuşmaktadır.
* Her iki uygulamanın da tarih içinde ürettiği arıza-
lar olmuş, istenmeyen sorunlara sebebiyet vermiş-
lerdir. Mezhep anlayışı bağnazlık/taassup üretmiş,
ümmet arasında tefrika oluşturmuş ve ümmetle
nas arasındaki bağı koparmıştır. Mezhebi reddeden
anlayış fıkhı ayağa düşürmüş, dört mezhep yerine
sayısız mezhep ikame etmiş ve en ilginci son elli yıl
içinde üç veya dört âlim etrafında benzeri görül-
memiş bir taassup/bağnazlık üretmiştir. Bize düşen
tarihimize ait uygulamayı reddetmek değil, ürettiği
arızaları reddetmek ve ıslah çabası içinde olmaktır.
Bu da ümmetin sorunlarını dert edinen, dava adamı,
şuurlu ilim ehlinin vazifesidir.
*Bir âlime soru sorup onun deliliyle birlikte zik-
rettiği fetvayla amel etmekle, kitap karıştırıp her
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
ZANA YANAN AZN NUNUZNUZ AYA NIZ NU NUZNYZNUZ NUN NUZNNUZNUNYNUZAYZI
YAYAYA / A 2
ÖĞÜN ÖĞ
00000100008 OK OK)
GN
SOON
O A ANNAN O
ZN NUN NUZAYNIZAYZNUZ
YOON
Nİ V
i ©
wW
O
“YSA AY OX KY
İN AYVA )
W K
YK KN YA WAY A YAYA
OKKA
aym
Ç K
WAY W
İKY
1
Devlet yetkilileri Allah'ın Kitabı
ile hükmetmeyip Allah'ın
indirdiklerinden işlerine geleni seçip
onları uyguladıklarında Allah onları
kendi içlerinde sıkıntıya sokup fitne
ve anarşi ile azaplandırır.
meselede en uç görüşü bulup amel etmek (telfik/
şaz fetva arayışı) birbirinden farklıdır. Birincisi sonucu
bilmeden bir âlime soru sormak ve çıkan sonuç nef-
se hoş gelse de gelmese de onunla amel etmektir.
İkincisi ise, çıkan sonuçları kontrol edip nefse/hevaya
hoş geleni tercih etmektir. Bu, dine uymak değil
dini hevaya uydurmaktır. Zındıklık kapısını açacak
tehlikeli bir yaklaşımdır.
Bundan olsa gerek selef imamları, âlimlerin şaz/
münferit fetvalarını araştıran ve dinlerini bu fetvalar
üzerine kuranların zındıklaşmasından korktuklarını
söylemişlerdir.
Süleyman Et-Teymi der ki: “Her âlimden ruhsat
verdiği konuları alırsan bütün şerri kendinde toplamış
olursun.”
Bu sözü aktardıktan sonra İbni Abdulberr der ki:
"Bu konuda icma vardır ve ben buna dair -Allah'a
hamdi olsun- bir ihtilaf bilmiyorum.”
16. Camiu Beyani'-İlmi ve Fadlihi, 1767
10 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
NUN
00
v
©
0 N NN
A
NA
wW
30 7 7X0 3 7 YY YY
SY YY İİİ
İNUZNNUZNUZ NUN NZNZNUZNUZNUZNUZ NUZNUZNYINUZNUZNUNUZNYINUZNUZNYINUZNUZNUNUZNUZ,
ÖLECEK
N XXX0117 1013080
| AAA
AYYY YY Yy
& YA ÖK KY XX) OY X
Ka
aa la la
mmm 001000000
YY YY YY YİYİN YYN
NAYAYAYAYAYAYANYAYANYANYANY
İmam Ahmed «m şöyle der: “Sayet bir kimse nebiz
konusunda Kufe ehlinin görüşüyle; sema konusunda
Medine ehlinin görüşüyle; muta nikahı hakkında Mek-
ke ehlinin görüşü ile amel ederse o kimse fasık olur.” 7
Evzai şöyle der: “Her kim âlimlerin (daha önce gö-
rülmemiş) nadir görüşlerini alırsa İslam'dan çıkar.” 8
*Biz cemaat olarak; fıkhın canlı/dinamik olması-
nı sağlayan, ilim adamlarına içtihat hakkı tanıyan,
ümmetle delil arasındaki bağı canlı tutan, geçmişin
değil bugünün ihtiyaçları üzerine kafa yoran delile
dayalı tercih fıkhını benimsiyor ve uyguluyoruz. Her
Müslim'in bulunduğu bölgenin âlimine soru sorma-
sını ve mümkünse delilin bilerek amel yapmasını
Asr-ı Saadet ruhuna uygun buluyoruz. Bununla bir-
likte bağnazlık/taassup üretmediği müddetçe bir
mezhebe uyulabileceğini kabul ediyoruz. Allah en
doğrusunu bilir.
Soru: Son dönemde sıkça gündeme
gelen kadın cinayetleri; yine
evladını katleden ebeveyn ve
ebeveynini katleden evlat haberlerini
değerlendirir misiniz?
Birbiriyle bağlantılı olduğu için, tarafıma ulaştırılan
iki ayrı soruya tek bir başlık altında cevap vermek
istedim. Bu sebeple iki soruyu birleştirip tek soru
hâline getirdim.
Soruda zikredilen “toplumsal cinnet hâli” için bir
çok sebep zikredilebilir. Ben, bu sebeplerden önemli
bulduklarımı üç başlık altında sizlerle paylaşmak
istiyorum:
a. Şer'i Sebepler
Hiç şüphesiz toplum olarak yaşadığımız cinnet
hâlinin ilk sebebi; Allah'ın dininden uzaklaşmamız,
yeryüzünü zulüm ve fesatla kirletmemizdir. Zira İslam
akidesine göre kâinat, bir bütün olarak Allah'a teslim
olmuş ve O'na «co kulluk etmektedir. İnsan, kâinatı
kullukla Allah'a bağlayan zincirin bir halkasıdır. Hâ-
liyle; bu zincirin tek akıllı/iradeli halkası olan insan
kulluktan yüz çevirdiğinde, sistem aksamakta düzen
bozulmaktadır.
17. İrşadu'l Fuhul, 2/253
18. Es-Sünenu'l-Kubra, 20918
KOK Aİ
AYY
AAA
X GOOD
ZANA K NUZNYANNUZN
O lan
OX DKK KK / AA
ÖKK « KA
A
Y
DÜ
İN (XY MN
O OK 0 V€
00
NN N AYN O O YAYA
0 Yİ YAYAN O N Xi KE YK Ç OX
(5403711037115 KS
YAY /
NZNUNZNUZNUNUZ UZ NUZNUZNUZNUZNYZNUNUZNYANUZNUZNN ZN AYA
YY) KİKİ YÜ YA
4000000000000
A NY AAA YAYA AAA YAY YY AA
NK A,
YOLERİ
XY 3 YY YY A SSS SS YY YY YY SS
YAAA N YA YAAA YAYA
YA YAYA © 00000000000 YAAA
KÜRK GÖK ÜNRİRİKOÇİKİKİ
004 KON p 000 AN
ÖĞ ÖİÖKİÖÖKİOÖCRNAK ÖĞÖĞÖN
Ç KORKAK NV V00 N YAYAN X Ğİ YAY KKK KOK N O) O YAYAN
YAYA YA YAYA YA
ik
N
"İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebe-
biyle karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi.
Belki (İslam'a) dönerler diye (Allah) yaptıklarının
(cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.” ©
Ayetin tefsir sadedinde şu nebevi beyanı zikre-
debiliriz:
Abdullah b. Ömer «a, şöyle demiştir:
"Resülullah bir sefer bize yönelerek şöyle buyurdu:
'Ey Muhacirler topluluğu, beş şey vardır ki onlarla
imtihan olunduğunuzda (hiçbir şey kalmaz her şey
bitmiş olur) sizlerin o döneme erişmesinden Allah'a
sığınırım.
Onlar şunlardır: Bir toplumda fuhuş o kadar ileri
gidecek ki gözler önünde yapılmaya başlanacaktır.
Taun hastalığı ve önceki toplumlarda görülmeyen
hastalıklar yaygınlaşacaktır. Ölçü ve tartıya riayet
etmeyen her toplum kıtlık, geçim sıkıntısı ve başların-
daki idarecilerin, zulmüyle cezalandırılırlar. Mallarının
zekâtını vermeyen her topluma yağmur gönderilmez,
hayvanlar olmasa onlara yağmur da yağdırılmaz. Allah
ve Resülü'ne verdikleri sözü tutmayıp ahdini bozan-
ların başına, Allah kendilerinden olmayan kimseleri
musallat eder ve o düşmanlar, onların elindekilerin
bir kısmını alırlar ve devlet yetkilileri Allah'ın Kitabı ile
hükmetmeyip Allah'ın indirdiklerinden işlerine geleni
seçip onları uyguladıklarında Allah onları kendi içle-
rinde sıkıntıya sokup fitne ve anarşi ile azaplandırır.”
Nebevi beyanın son cümlesi, konumuza ışık tut-
maktadır. Buna göre Allah'ın çco Kitabı'nı terkeden
yöneticiler, toplumsal cinnetin başat sebebidir. Va-
hiyle hükmü terkin cezası, toplumun bir kesiminin
diğer kesimine musallat olması ve birbirlerine acı
çektirmeleridir. Bugün erkek kadına kadın erkeğe,
ebeveyn çocuğuna çocuk ebeveynine musallat ol-
muşsa; bu, ilahi bir cezadır. Sebebi; yöneticilerin
vahiyle hükmetmekten, toplumun da kulluktan yüz
çevirmesidir.
b. Toplumsal Sebepler
Bir toplumu anlamanın/çözümlemenin yolu, beş
noktadan toplumu gözlemektir: Dini kurumlar, eği-
tim veren okullar, kültür sanat taşıyan yazılı görsel
19. 30/Rüm,4l
20. İbni Mace, 4019
medya, toplumu bir arada tutan milli değerler/örf/
gelenek ve toplumun ruh yapısını yansıtan siyaset...
Toplumsal cinnet hâlini bu ölçüler ışığında oku-
yacak olursak şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz:
*Din anlayışı: Şüphe yok ki bugün yaşanan din,
Allah'ın indirdiği ve insan fıtratına uyumlu tevhid
dini değildir. Bugün yaşanan din; muharref dinlerin,
mistik felsefelerin, atalardan devralanmış gayriislami
örfün ve siyaseti meşrulaştıran satılmış zihniyetin
oluşturduğu, uydurulmuş bir dindir. Uydurulmuş
dinin kadına, çocuğa ve aileye bakışı rahmani değildir.
Tüm muharref dinlerde olduğu gibi kadını aşağılayan
ve onu tüm kötülüklerin anası gösteren bir anlayışa
sahiptir. Muharref dinin kadın algısı, toplumsal cinnet
hâlini din adına meşrulaştırmaktadır.
* Eğitim/Okul: Okul, toplumun bir arada yaşamayı
ve karşılıklı hakları içselleştirdiği bir mekândır. Öğ-
retilen bilgiler yanında okulun asıl işlevi eğitim ve
terbiyedir. Ancak bugün okullar, ne öğretimle ne de
eğitimle ilgilidir. Okullar yalnızca tağuta kulluğun
modern mabetleridir. PISA ölçümlerini beğenmeyen
M.E.B'in, yerli ve milli ölçme değerlendirme projesi
ABİDE göstermiştir ki; öğrencilerin büyük çoğunluğu
okuduğunu anlamamakta, dört işlemi yapamamakta-
dır! 12 yılda dört işlemi öğretmekten aciz bir sistemin,
eğitim/terbiye veremeyeceği izahtan varestedir.
Mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda
akla şu soru gelmektedir: Okulda eğitim ve öğre-
tim yapılmıyorsa ne yapılıyor? Yetişkini fabrikada,
yetişkin olmayanı okulda kontrol altına alan modern
kapitalist cahiliye, okulları ideolojik yükleme aracı
olarak kullanıyor. Türkiye özelinde değerlendirecek
olursak şunu söyleyebiliriz: Bir asırdır T.C.'de Batı-
cı-Kemalist-Laiklerle Muhafazakâr-Demokrat-Laikler
arasında süregelen çekişme, nesiller üzerinden sür-
dürülmektedir. Atatürk-Karabekir, İnönü-Menderes,
Evren-Özal ve nihayet Kılıçdaroğlu-Erdoğan arasın-
daki çekişmede, kim başa gelirse gelsin, okulları arka
bahçe olarak görmekte; M. Kemal'in askerleri-Reis'in
askerleri olarak beyinler/kalpler iğdiş edilmektedir.
İdeolojik yükleme merkezi olan okullarda çocuklar
öğrenemedikleri gibi terbiye de olamamaktadır.
Dahası, birlikte yaşam kültüründen uzak, kavgacı,
ideolojik birer aygıt olarak hayata atılmaktadır.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
ik
SOĞ ÖĞÜN SOĞ
uumum00000000
NON NRNRİĞR
OOO
KAYA 04 ANAMA YAYA YANIN
NN,
AYN KASA İYMYYN YİYİN AYİKİMLNK
YY DYURYRYKUKOK, YASA YSA
A
UÜ O
İSYAN W N SX
N YA NAYAYAYAYANY
A
RAY
KY
v ki
A
YAN
NN
j
KYK
p.
AN
* Medya: Bugün medya ekini ve nesli ifsat eden
sermaye sahiplerinin (mustekbir/mutref) elinde-
dir. Üretilen yazılı ve görsel içerik fahşa ve münkeri
yaymak, toplumu ahlaki yozlaşmayla onursuzlaş-
tırmak (istihfaf) içindir.2 İfsat projesinin ana hedefi
kadınlardır. Zira toplumun yarısı kadın, kalan yarısı
da kadının eğittiği erkektir. Kadının ifsat olması,
toplumun ifsat olmasıdır.
Medya ürettiği içerikle kadını değerli kılan fitri/
ilahi hasletlere saldırmaktadır. Allah'ın çco kulluk,
eşlik ve annelik hasletiyle yücelttiği kadını; dişiliğiyle
ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Kadın vücudunu
teşhir edip seyirlik bir vitrin ikonuna dönüştükçe ve
karşı cinsi kışkırttıkça değer kazanacağını empo-
Toplumsal olarak cinnet hâlini
vareden şer'i sebepler (şirk ve
masiyet) sonlanmadan; toplum
tevhid ve adaletle ıslah olmadan
(vahye dayalı şer'i bir sistem) barış
ve huzur, tatlı bir hülya olarak
kalacaktır.
Ebeveyn çocuklarından çocuk
ebeveyninden, kadın kocasından
koca hanımından korku içinde
yaşayacaktır.
ze etmektedir. Oysa kadın bedenini teşhir ettikçe
saygınlığını yitirmekte, bir beden/ceset muamelesi
görmektedir. Gençliğini ve güzelliğini kaybedince,
yani şehvete hitap etmeyince “yok” sayılmaktadır.
Kadını teşhirciliğe özendiren medya, erkeği de
maçoluğa özendirmektedir. Bugün yüksek izlenme
oranlarına sahip içeriklerin mafyöz ve şiddet içerikli
yayınlar olması tesadüf müdür? Kadını teşhirciliğe
erkeği maçoluğa özendiren medya ne bekliyor ki?
Medya kültür adına ne ekiyorsa haber bülteninde
21. "Kavmini hafife aldı/onursuzlaştırdı/aptallaştırdı, onlar da ona itaat
ettiler. Şüphesiz ki onlar, fasık bir topluluktu." (43/Zuhruf, 54)
12 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
w
KN
NA
YK
OX
Ni
A
* k
e
K
YUNAN
00
4)
YÜ
800X000
Vi OO X a
y
UNUNU ANUZNUZNUNUZNYANUNUZNUNUZNN AZN
ÖĞÜNÜ
AY XX 37001010187 KYK
ÖĞÜNÜ
ÇÖ / AK AYA W
N 0 A 0 00 VW YAAA
KYK w N KA 3X0 YA N
/ OK YAAA
X O
00
YY
i X
N
NX
A
NÜN
YY 000:
KKKA
ÜNL
YAYAN NN NAZ
YAYA
0
00)
0,
KONAK
YAY
04 UN
YAPAY
A
000000000
DĞN AKK
YA
OO
YK
YAY
YY
onu biçiyor. Toplum gece izlediğini gündüz tatbik
ediyor! Şer kapılarını sonuna kadar açıp ona teşvik
ettikten sonra, yüzsüz siyaset-medya neyi, hangi
hakla eleştirmektedir? Biraz daha kâr etmek için
her yolu mubah gören/gösteren iki yüzlü, ahlaksız,
dinsiz medya ve ona yol veren siyaset toplumsal
cinnet hâlinin asıl mimarıdır... “Cinayet mahalline
ilk katil gelir.” kavlince, her kadın cinayetinde ilk ve
en yüksek sesle konuşanın medya olması şaşırtıcı
değildir!
* Örf/gelenek/değerler: Coğrafyamız muharref din
algısı altında şekillenen bir geleneğe sahiptir. Kadı-
na ve çocuğa bakışı sorunludur. “Kadının sırtından
sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” sözü,
geleneğin cahili karakterini yansıtmak için yeterli olsa
gerektir. Gelenek, kadını Allah katında mükellef bir
kul olarak kabul etmemekte; dövülmeyen kadının
ya davulcuya ya zurnacıya varacağına inanmakta;
erkeğin mübarek (!) dizlerini dövmemesi için bol bol
kadın dövmesi gerektiğini salık vermektedir.
Geleneğe göre erkeğin bir kadının dokuz şey-
tanı vardır. Hem, şeytanla iş birliği yapıp Âdem'i
(as) cennetten kovduran da kadındır. Hâliyle kadın
kendi başına bırakılırsa şeytanlık yapacaktır. Şer'i
ve fıtri olmayan yasaklarla kontrol altına alınmalı,
bizi cennetten çıkardığı gibi o da cehennem hayatı
yaşamalıdır. Bu yaklaşımıyla gelenek, hem kadının
fıtratını hem de onunla aynı evde yetişen erkeğin
kadına bakışını zehirlemektedir. Muharref din anlayışı
altında şekillenen gelenek toplumsal cinnet hâlini
beslemekte, meşrulaştırmaktadır.
» Siyaset: Bir ülkede siyaset, toplumun ruh hâlini
yansıtan önemli parametrelerden biridir. Dünyada
ve T.C.'de siyaset Allah'sız ve ahlaksızdır. “A//ah'sız
siyasetten” kastımız tevhid ve takva yoksunluğu;
"Ahlaksız siyasetten” kastımız haya ve utanma yok-
sunluğudur.
T.C.'de siyasetin tek kutsalı oydur. Dini, insani ve
ahlaki hiçbir ilkesi yoktur. İktidarı ve muhalefetiyle,
sağcısı ve solcusuyla, İslamcısı (!) ve laikiyle... tam
bir yozlaşma ve çürüme hâlindedir siyaset. Depremin
dahi “insanlık ortak paydasında” buluşturamadığı,
depremi dahi birbirleriyle didişme arenasına çevi-
recek kadar düzeysizdir.
Siyaset, Firavun karakterlidir; toplumu bölmeyi,
YE SEL VEE YED
NN Ka /
GÖK
GÖK
O
ii
O
KKK NK
NANA NN ANNAN YANAN
KK KİN)
YAYA YA NY
Y
VW
YANA N KP K )
ÖKK SOK KOKOKİK NUN AKKÖK N
KAY
i
YOON
YNNYANANNNNYNYNYNYNYNYİNİNY
KK YY YY Yİ YY
K 4000000000000 KY OKA
A A GÖK OKOK OK OK OK AKOR OK AKKOK AKK AKAK, KAYA İN Vk YAK W A
OOO KOK KOK ARKİKOK
© NN
NZNUNZNYANUNUZNYZNUZNN NANA İN NNZNUZNUNUZ NU NUZNUZNZNUZNUZNUNUZNYNUZNUZ AYA N, İNNİYİYİYİYİ
YY YAZ YA N KAYA YAYA © YY YY O 0 SY YS NN
UYU, KY KANKNKNRANRAK N KRYGİNGİNK RAYGNNN 9)
UYUN
UY UN |
YY YAYAR AYNADAKİ
ynmmmmmmmmom00100010000
ANMAYA YAY YAAA
bölünmüş grupları birbirine düşürmeyi ve zayıf düşen
tarafları yönetmeyi hedefler. Siyasetin firavuni karak-
teri topluma sirayet etmiştir; birey (ve topluluklar)
kendinden daha zayıf gördüğünü ezmeye, sömürme-
ye yeltenmektedir.2 Vitrindekilerin (siyasiler) ötekini
aşağıladığı ve ezdiği bir ülkede; patronun işçisini,
kocanın karısını, ebeveynin çocuğunu, çocuğun fırsat
bulduğunda ebeveynini aşağılaması normaldir. Zira
imamın aksırdığı toplumda cemaat öksürecektir...
c. Bireysel Sebepler
İnsanlık, tarih boyunca benzeri görülmemiş bir
kriz yaşıyor. Sanayi devrimiyle tüm dünyayı etkisi
altına alan kriz, dijital devrim sonrasında derinleşerek
insanlığı savurmaya devam ediyor.
İnsan önce tevhidi, sonra ahlakı ve şimdi de ken-
dini yitirdi. Tevhidi yitiren insan fıtratında hissettiği
boşluğu yeni putlarla doldurdu. Sanayi devrimiyle
kapitalistleşen ve ahlaki değerleri kaybeden insan,
varlığını anlamlı kılan ahiret şuuru yerine onu an-
lamsızlaştıran/hiçlik duygusuna sevkeden dünyayı
ikame etti. Dijital devrimle beraber kendini kaybetti.
Zaman, mekân ve gerçeklik algısı kayboldu. İnsanı
biyolojik-fiziki anlamda insan yapan zemin ayağının
altından kaydı.
Gecede gündüzü gündüz de geceyi yaşayan; tek
tuşla sınırları kaldırıp istediği mekânda olan; gerçek
hayatta yapması yasak olan şeyleri sanal olarak ya-
pabilen; zaman, mekân ve gerçeklik algısı yitmiş bir
insanla karşı karşıyayız. Tevhidi ve ahlakı yitiren kişi,
müşrik ve ahlaksızdı, ama insandı. İnsani bir paydada
buluşulabilir, toplumsal sözleşme yapılarak bir arada
yaşanabilirdi. Kendini yitirmiş nevzuhur varlığa insan
demek zor. Şekli insan, evet, ama kesinlikle insani
22. "Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını
gruplara ayırıp onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüz-
leştiriyor; erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu.
Çünkü o, bozgunculardandı. Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış olan
(mustazaflara) iyilik yapmak, onları (kendilerine uyulan) imamlar
yapmak ve onları (yeryüzüne) vâris kılmak istiyoruz."
Firavunlar; ırka, gelir seviyesine, sosyal statüye, meslek gruplarına dayalı
olarak toplumu sürekli bölerler. Toplum bölündükçe birbirine düşman
olur ve zayıflar. Kamplaştırılmış, çatıştırılmış, bölünmüş toplum birey-
leri güven ve huzur için bir kurtarıcı arar. O kurtarıcı Firavun'dur..
Allah (ce) ise insanları tevhid inancıyla bütünleştirip, İslam boyasıyla
boyamak ve tüm suni kimliklerin bir kenara bırakılıp İslam'ın ana
kimlik olarak kabul edilmesini ister. Bunu başarmış toplumların tevhid
inancı ve adalet ahlakıyla yeryüzünün vârisleri ve imamları olmasını
diler. (28/Kasas, 4-5 ve açıklaması)
özelliklere sahip değil. Bir robot, bir cihaz, belki bir
yazılım/algoritma... Çünkü:
Dijital insan gerçek olmayan/sanal bir dünyada
yaşıyor. Gerçek hayata adım attığında tuhaflaşıyor,
gerçek hayatın sorunlarıyla başa çıkmayı bilmiyor.
Dijital oyunlarda gördüğü gibi, sorunu vurarak, kı-
rarak şiddetle çözüyor.
Dijital insan sürekli görünür olmak, yaptıklarını
teşhir etmek veya onay almak istiyor. Görünmek için
yapamayacağı hiçbir şey yok. Yatak odasına kamera
koyabilir, insan öldürebilir, öldürülen bir insana yar-
dım etmek yerine onu kameraya çekebilir...
Dijital insan istediği kimlikle sanal ortamda varo-
labilir; onay alacağı bir hayat kurgulayabilir... Zengin
olur, fakir olur, doktor olur, amele olur, kadın erkek,
erkek kadın olur... Dinin, mesleğin, ekonomik sta-
tünün ve cinsiyetin yeniden kurgulanabildiği bir
dünyadan bahsediyoruz...
Tevhidi kaybederek fıtratına, ahlakı kaybederek
değerlerine ve gerçekliği kaybederek insanlığına
yabancılaşan bu tür; inşa etmeyi bilmiyor yalnız-
ca yıkıyor, tüketiyor... Kalp emojisiyle sevgisini dile
getirebiliyor ama sevmeyi bilmiyor... Aynı sayfayı
paylaşabiliyor ama aynı hayatı paylaşmayı bilmiyor...
Bağımlı olduğu ekrandan kopup sevginin, paylaş-
manın, birlikte yaşamanın fedakârlık, emek ve külfet
istediği gerçek hayata girince; histerik bir ruh hâline
bürünüyor, hırçınlaşıyor... Sonuç: Haber bültenlerinde
izlediğimiz gibi...
Ez-Cümle:
Toplumsal olarak cinnet hâlini vareden şer'i sebep-
ler (şirk ve masiyet) sonlanmadan; toplum tevhid ve
adaletle ıslah olmadan (vahye dayalı şer'i bir sistem)
barış ve huzur, tatlı bir hülya olarak kalacaktır. Ebe-
veyn çocuklarından çocuk ebeveyninden, kadın ko-
casından koca hanımından korku içinde yaşayacaktır.
Bugün olduğu gibi şiddet/cinnet gündelik hayatın
bir parçası olacak; yaşanan ölümler birer istatistik
olmanın ötesine geçmeyecektir. Toplumsal sorunlar;
müstekbir siyasetçilerin demeçleriyle, sorunun kay-
nağı yüzsüz medyanın timsah gözyaşlarıyla, fildişi
kulelerinde toplumsal çözümleme yapan akademi
çalıştaylarıyla, siyaseti kıble edinmiş Diyanet'in çaba-
larıyla, cinsiyet eşitliğini savunan sapkınların onursuz
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
Xi
& VE VE VVE
GR
A Nİ ANNAN YÖN YY YÖK
04 X
ÖĞÜNLERİ
SOKAK OK AYYY YOK OKYY SOYAK YÖOKAYYLOYAKYYO
İNNA NYZNUZNZNYZ
ğ ç 00000000
KA
KN
a,
AYA
KS
N ©
00000000000 OO 0
K 0400 OK) ÇA Kk ) NA KOK A OO YKY A 4 A
Vi YAAA A W YAY
AN KA VW
SKY
XXX 30 YY
GS YA YY YY YY YY YA YAYA YA YAY
YY S0 SS İYİYİ 00010100000 YİYİN
VANAYI YAYAN YAYAN YAYAN
ÇKS S0 S7 KASK İYİ S0 İYİSİ SİKİS
00 YAY
YA AA
SX 371 YY YY YY YY YY YY YY
KY YY YY AY
Medyanın bu sorunu timsah gözyaşlarıyla gündemde tutması, küresel
tuğyanın hedefi olan aile kurumunu ortadan kaldırmak ve bireyi ailesiz/
korumasız bırakmak içindir.
Şöyle ki; Küresel tuğyan uzun zamandır hedefine aile kurumunu koymuştur.
Zira aile bir korunak, bir sığınaktır. Hayat tecrübesi olmayan bireyi dış
tehlikelerden koruyan, dini/ahlaki değerleri içinde yaşatan ve bireyi
sorumluluklarla hayata bağlayan bir kurumdur.
teklifleriyle... çözülmez, çözülemez... Çözüm Allah'a
co, İslam'a, fıtrata, insanı insan yapan değerlere
dönüşle mümkündür. Çözüm şeriattır!
Konunun gündeme geliş biçimine dair!
"Çözüm şeriattır.” diyerek sorunun cevabını bitir-
miştim. Ancak son bir noktaya temas etmek istiyo-
rum: Biz Müslimler olarak elbette toplumsal sorunları
önemseyecek, vahye dayalı çözümlerimizi insanlarla
paylaşacağız. Bununla birlikte bir gerçeği bilmek
zorundayız:
Medyanın kadına şiddet olayını gündeme getirmesi
ne insani ne de ahlakidir. Konu içinde de değindiğimiz
gibi bu toplumsal yarayı oluşturan ve sürekli kanatan
medyadır! Medyanın bu sorunu timsah gözyaşlarıyla
gündemde tutması, küresel tuğyanın hedefi olan
aile kurumunu ortadan kaldırmak ve bireyi ailesiz/
korumasız bırakmak içindir. Şöyle ki;
Küresel tuğyan uzun zamandır hedefine aile kuru-
munu koymuştur. Zira aile bir korunak, bir sığınaktır.
Hayat tecrübesi olmayan bireyi dış tehlikelerden
koruyan, dini/ahlaki değerleri içinde yaşatan ve bi-
reyi sorumluluklarla hayata bağlayan bir kurumdur.
Kapitalist küresel tuğyan, kişiyi tüm bağlardan ko-
parıp bireyleştirmek, bencilleştirmek ve bir tüketim
aygıtına dönüştürmek istemektedir. Aile, bu hedefin
önündeki en büyük engellerden biridir. Bu sebeple
elindeki tüm imkânları aile kurumunu ortadan kal-
dırmaya teksif etmiştir. Bugünlerde çokça konuşulan
cinsiyet eşitliği, kadın hakları, kadın hareketleri, ka-
dın özgürlüğü... tamamı aileyi hedef alan ve kadını
aileden, annelikten, evlilik düşüncesinden koparma
operasyonlarıdır.
14 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
Konuşmakta olduğumuz toplumsal cinnet hâli
medyaya nasıl yansımaktadır? Haber diline dikkat
edecek olursanız, amacın kadını korumak olmadığını
anlarsınız. Örneğin:
* "Kadına yönelik şiddet” bu başlık ne çağrıştırıyor?
Şiddet kadına yöneliktir. Sebep? Sebep "kadın" ol-
maktır. Kadın cinsiyeti şiddetin gerekçesidir.
* "Erkek şiddeti” bu dil ne çağrıştırıyor? Erkek şid-
det uygular. Sebep? Çünkü erkektir. Erkek cinsiyeti
şiddetin sebebidir. Öyleyse cinsiyet ortadan kalkmalı,
kadın ve erkek arasında fark olmamalıdır.
* "Namus cinayeti”... Cinayet vardır ve sebebi na-
mustur.
» "Aile içi şiddet”... Bir yerde aile varsa, o aile içinde
şiddet olacaktır. Aile demek şiddet demektir.
Yani kadınlıktan, erkeklikten, namus mefhumun-
dan ve aile kurumundan kurtulursak sorunlarımız
bitecektir.
Aynı medya “eşcinsel” sapkınlığını “onur” kelime-
siyle, kadının vücudunu teşhir etmesini “cesurlukla”,
kadının boşanmasını “özgürlükleşmekle”, kadının
annelikten kopuşunu “saygın iş insanı olmakla” ha-
berleştirmektedir. Kahrolası kâfirler! Tevhide, fıtrata,
ahlaka ve insana dair her şeye düşmanlar. Sebebi
oldukları bu yozlaşmış toplum bumerang gibi onları
da vuracak, oluşturdukları ahlak enkazının altında
kalacaklar!
”.. Zulmedenler çok yakında nasıl bir inkılapla dev-
rileceklerini bilecekler.” 3
23. 26/Şuarâ, 227
V KAYAN İNUZNZAANUNUNUNUZNUZNUZNUZNUZNUNNZ
OO m0
OX ) X KKK 0004 X 00000000 00004 00000
ÖK İRAKİKÜRİKOKİÇİ Ç
ki
İİ
w
DOO
““teuhi
KT TEUNI
UN
AAA
KK W NÖ
80
Y
V
NN
KA
NN YKY YY
ÖĞR ÖKOÖKOÖKİÖRİÖKİKÖR
KAŞMİR
AKYA KYYYYYYİ
Soru: Hocam! Yenilen yiyeceklerin,
bulunulan mekânların veya satın
alınan bir metanın sosyal medyadan
paylaşılması şer'an ve edeben
sakıncalı mıdır?
Kulluk anlayışımızın belirginleşmesi için, tevhid
anlayışının özünü oluşturan ayetlerden birini ha-
tırlayalım:
"De ki: 'Şüphesiz ki Rabbim, beni dosdoğru yola
iletti. Dimdik/güçlü ve hanif olan İbrahim'in dinine.
O, müşriklerden değildi.” De ki: 'Şüphesiz ki benim
namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin
Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben
bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/Şirki terk
ederek tevhidle Allah'a yönelen kulların ilkiyim.' ” 24
Bizim bedeni ibadetlerimiz (namaz), mali ibadet-
lerimiz (kurban) hayatımız ve ölümümüz (arasındaki
her şey), âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Bir bütün
olarak hayatımız/varlığımız O'na «co aittir; hiç bir
ortağı olmamak üzere O'nun dinine/otoritesine teslim
olmak zorundadır.
Sosyal medya/Sanal âlemde hayatımızın bir par-
çasıdır ve orada bulunduğumuz her an kuluz; şer'i
ve edebi ölçülere riayet etmek durumundayız. Aksi
hâlde sanal âlem-gerçek hayat arasındaki bağı kay-
bedersek, bir önceki bölümde anlattığımız gibi, biz
sosyal medyayı değil sosyal medya bizi kullanmış
olur.
Bu noktada ölçümüz şudur: Sosyal medya/Sanal
alemdeki davranış ve sözlerimizle gerçek hayattaki
söz ve davranışlarımız arasında fark olmamalıdır.
Şayet Müslim bir ortamda söyleyemeyeceğimiz bir
sözü sosyal medyada söylüyorsak, kardeşlerimiz
arasında yapamayacağımız bir davranışı sosyal med-
yada yapıyorsak...modern cahiliyenin tesiri altındayız
demektir. Bu durumda sosyal medyanın bizim için bir
afet olduğunu bilmek, dinimizin selameti için sosyal
medya kullanımını kısıtlamak zorundayız.
Bir örnek üzerinden hasbihâlimizi sürdürelim:
Bizim pazar seminerlerimizi düşünün... Yüzlerce
kişinin bulunduğu ortama bir Müslim girsin ve tek
24. GEn'âm, 161-163
tek insanlara uğrasın. Elinde bir tabak, içinde de
yemek olsun. “Biliyor musun, ben X restorandan ye-
mek sipariş ettim, onu yiyorum.” desin. Ya da yeni
satın aldığı bir saati göstersin ve saat hakkında bilgi
versin... Ne düşünürüz? Ben düşüncelerimi kendime
saklamak istiyorum! Zannımca en iyi düşünenimiz
aklında bir sorun olduğunu veya görgüsüz bir insan
olduğunu düşünür.
Sosyal medyada yediğini, içtiğini, ev hâlini veya
satın aldığı bir eşyayı yayınlayan, sürekli fotoğraf
paylaşma ihtiyacı hisseden ne yapmaktadır? Yuka-
rıda zikrettiğim örneği düşünürseniz, aslında pek de
farklı bir şey yapmamış olmaktadır. Kendisini gören
insanlara tek tek veya topluca gösteriş yapmakta,
görgüsüzce davranmaktadır. Peki, gerçek hayatta
kimsenin yapmayacağı bu görgüsüzlük sanal âlemde
niye normal karşılanmaktadır? Çünkü sanal âlem/
sosyal medya modern cahiliyenin gösteri sirkidir.
Çoğu insan aynı anda hem sahnede hem izleyiciler
arasındadır. Normal hayatta yapılması mümkün ol-
mayan hareketler gösteri sirkinde normalleşmekte,
insanlar eğlenmek için suç ortaklığı yapmaktadır.
Yapmayalım! Reddetmekle mükellef olduğumuz
cahiliyenin bir parçası olmayalım... Onları Allah'a
davet etmek için girdiğimiz bu sirkte, kendimizi
kaybedip sirk sahnesinde şaklabanlık yapanlara dö-
nüşmeyelim... Birbirimize çokça hakkı ve sabrı tavsiye
edelim... Her şeyi önüne katan ve hurdalaştıran bir
kasırgada savrulmamak için birbirimizin elinden
tutalım. Neyi, niçin kullandığımızı unutmayalım...
Allah'a kul olduğumuzu, Tevhid ve Sünnet davasına
gönül verdiğimizi ve bir mücadele içinde olduğu-
muzu hatırda tutalım. Bir Müslim'e ve dava insanına
yakışır şekilde davranalım.
Rabbim beni ve sizleri cahiliyenin, nefislerimizin,
insi ve cinni şeytanların şerrinden korusun.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
> İSLÂM İLE MÜSLÜMANLIK |
AYNI ŞEY Mİ?
0 e
e e
İSLÂM İLE
MÜSLÜMANLIK (Her seyden önce İslam Tevhid
dinidir (Allah'ın birliğine iman etme
ARASINDAKİ esasına dayanır). Bu dinin adı sadece
FARKLAR NELERDİR? İslam'dır, Müslümanlık değildir.
Insanlık tarihi boyunca Allah'ın
Feriduddin AYDIN gönderdiği bütün elçiler, insanları
(Müslümanlığa değil) İslam'a davet
etmişlerdir. Bu gerçeğin, Kur'ân-ı
Kerim'in birçok yerinde güçlü ve
belgesel kanıtları vardır bu da
Müslümanlığın asla İslam demek
olmadığını gösteren en güçlü
delillerden biridir.
u soru, İslam hakkında hemen hiçbir bilgiye sahip bulunmayan bir
Müslüman tarafından ancak yöneltilebilir. Günümüz Türkiye'sinde
bu soruya doyurucu yanıtlar verebilecek insan sayısı çok azdır. Ancak
yapılacak anketler, ciddi araştırmalar ve meydan çalışmalarıyla bu soruya
çok geniş kapsamda cevap oluşturabilecek veriler elde edilebilir. Nitekim
aşağıda bu soruya verilecek sınırlı cevaplar bile bu iki din arasındaki
farkları açık şekilde ortaya koyacaktır.
İlginçtir ki Türk insanı, eskiden beri İslam ile Müslümanlığın aynı şey
olduğuna inanmış, daha doğrusu inandırılmıştır. Fakat bu konuda hissedilir
bir çeşit takiyyenin varlığı da muhtemeldir. Çünkü yüzyıllardır içyüzünün
halktan gizlendiğini farz etsek bile Müslümanlık, aslında İslam'dan alınmış
bir intikam hareketinin adıdır. Bu harekette, -büyük olasılıkla- İranlılardan
vaktiyle ilham alınmış ve hikmete aykırı surette sunulan İslam, tepkiyle
karşılanarak daha ilk günlerde süratle revize edilmiştir. Böylece üretilen
Müslümanlık, “Arap İslam”ından ve “Fars Moselmâniliği"nden soyut-
lanmıştır. Sonuç olarak denebilir ki Türkistan'ın Milâdi 707'den itibaren
"Araplar tarafından işgaline tepki olarak!” Müslümanlık, bir “Milli Türk
Dini” kisvesinde şekillendirmeye çalışılmıştır.
İslam'ı Müslümanlığın karambolünde fark edebilmek için aşağıdaki
karşılaştırmaları dikkatle ve ciddiyetle incelemek gerekir.
Bunları bilimsel bir tertip içinde izleyebilmek için mukayese işlemi, konuların
önem derecelerine ve ilgilerine göre -özetlenerek- sıralanmıştır.
Bu tarihi olayın arka planı oldukça önemlidir. Unut-
mamak gerekir ki Müslümanlık, temelde Farsların
1400 yıl önce kurgulayıp başlattıkları bir projedir.
Daha sonra Türklerin -kendi milliyetleri Joğrultusun-
da- bu projeye sağladıkları katkı büyük olmuştur.
Müslümanlığın "İslam" demek olduğu, ya da bu iki
ismin aynı anlama geldiği yolundaki kanı, - “Horasan
Erenleri” etiketiyle görevlendirilen- Haytala rahipleri
aracılığıyla ve yüzyılların akışı içinde -Türk toplulukları
arasında- yaygınlaştırılmıştır. Bu iki kavramın, (daha
doğrusu bu iki ayrı dinin) birbiriyle ilişkilendirilmesi
ise korkunç düzeyde inançlar arası çatışmalara ve
büyük talihsizliklere yol açmıştır. Nitekim günümüzde
(sadece Türkiye'de değil, aynı zamanda bütün Orta-
doğu'da) yaşanmakta olan ve artık çözümü imkân-
sız hâle gelen din ve düşünce anarşisi bu gerçeği
kanıtlamaktadır. Bu problemin, -kuşkusuz- tarihsel,
sosyal ve kültürel birçok nedeni vardır; aynı zamanda
bu sorun, toplumun tarih boyunca siyasal ve sosyal
alanda bocalamasına, zaman zaman çözülmesine ve
gerilemesine de neden olmuştur. Dolayısıyla bu iki
kavram (daha doğrusu, bu iki din) arasındaki farkları
ortaya koymak, bu spekülatif ilişkilendirmede gizle-
nen sırları ifşa etmeye ve konuyu gündeme taşımaya
yarayabilir. Aynı zamanda, -mevcut din ve düşünce
anarşisine son vermek amacıyla- muhtemelen ileride
harcanacak çabalara zemin hazırlayabilir.
İslam hiç şüphesiz, çok muhkem disiplinleri olan
evrensel bir hayat nizamıdır. Vahye dayalı bir İlâhi
rejimdir. Büyük bir sorumlulukla belirtmek gerekir
ki İslam; -günümüz toplumlarının yoz ve ilkel tasav-
vurundaki "mabed-mezarlık dini” değil- tam tersine,
kendi terminolojisindeki tanımıyla tüm hayatı kuşatan
bir din ve yaşam düzenidir; bir yasalar külliyâtıdır.
Bu nedenle İslam'ı Müslümanlığın karambolünde fark
edebilmek için aşağıdaki karşılaştırmaları dikkatle
ve ciddiyetle incelemek gerekir. Bunları bilimsel
bir tertip içinde izleyebilmek için mukayese işlemi,
konuların önem derecelerine ve ilgilerine göre -özet-
lenerek- sıralanmıştır.
1. Her şeyden önce İslam Tevhid dinidir (4//ah'ın
birliğine iman etme esasına dayanır). Bu dinin adı
sadece İslam'dır!, Müslümanlık değildir. İnsanlık tarihi
boyunca Allah'ın gönderdiği bütün elçiler, insanları
(Müslümanlığa değil) İslam'a davet etmişlerdir. Bu
gerçeğin, Kur'ân-ı Kerim'in birçok yerinde güçlü ve
belgesel kanıtları vardır? bu da Müslümanlığın asla
İslam demek olmadığını gösteren en güçlü deliller-
den biridir.
Müslümanlık ise İslam'ın tam tersine: çok tanrılı
mistik, kurgusal ve milli bir dindir. Müslümanlar,
her ne kadar “Allah'tan başka ilâhlara da tapıyo-
1. Bkz. Gerçek şudur ki Allah indinde din İslam'dır. Âl-i İmrân/19 3.30 3)
plağı all Tiz.
2. Bkz. Nuh diyor: Müslimlerden olmam için bana emredildi. 5.3 $i &zsiş
GaLLAİl ga Yunus/72; Musa kavmine dedi ki: Ey halkım! Eğer Allah'a
iman ettiyseniz Ona tevekkül ediniz eğer Müslimlerseniz. ;&8 3) ç38 5
Ball G3 Ol İŞİ 413 au çizi Yunus/184; İbrahim'e Rabbi İslam'a gir
deyince, Alemlerin Rabbine teslim oldum, dedi. G3) SALİ JB gizi 485 40 088
Geli el-Bakara/131; İbrahim ve Yakub çocuklarına diyorlar ki: ancak
müslimler olarak ölünüz. 5ş2114 çö VI 3öş2 58 el-Bakara/132; Yakub'un
çocukları şöyle cevap veriyor: Bir tek ilâh olan senin ve ataların İbra-
him, İsmail ve İshak'ın da ilâhı olan ilâh'a ancak ibadet ederiz, O'na
teslim olmuşuzdur. öçaLLz 3 3535 Niş İN $215 Sel nl) Gİ İl ği) ES
el-Bakara/133; Havariler şöyle dediler: Allah'a iman ettik ve şahit ol
ki biz Müslimleriz. 3,a1Lâ öl iğkiş au EZ Âli İmrân/52; Ehl-i Kitaptan
bir grup Kur'ân'ı dinleyince şöyle dediler: da ÜL ğe Ğİ) a ET İŞİĞ
Saallk a3 el-Kasas/53.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
W
ruz” demiyor iseler de -herkes tarafından- kolayca
sezinlenemeyecek hilelere başvurarak çok tanrılı
olduklarına ilişkin inançlarını sürdürmektedirler. Ni-
tekim ölmüş insana ilişkin birçok inançları bu gerçeği
deşifre etmektedir.
2. İslam, güçlü ve köklü bir kaynağa dayanmakta-
dır: Vahiy >51. Bu kavram, metafizik biranlam taşıyor
ve yüksek bir kültüre hitap ediyor olması dolayısıyla
mü'min-müslimlerin aksine, Müslümanlar tarafından
algılanamamaktadır. Çağımızdaki Müslümanlar, -gü-
nümüzde, bilim ve teknolojide yaşanan dev hamlelere,
baş döndürücü değişim, gelişim ve açılımlara tanık
olmalarına rağmen- bu sorunu aşamamaktadırlar.
Kaldı ki bin yıl önce bozkırlarda göçebe olarak yaşa-
yan kalabalıkların -asırlar boyu- vahiy sözcüğünü bir
kez bile duymamış oldukları kuvvetle muhtemeldir.
Müslümanlığa gelince o, böyle güçlü bir kaynaktan
yoksundur. Tam tersine, -çok kere ifade edildiği gibi;
başta İslam olmak üzere birçok din ve düşünceden
beslenerek yapılandırılmış senkretik bir mistik ya-
pıdır. Bu dinsel kurumun, İslam'dan aşırı şekilde
beslenmiş olması, günümüzde büyük sorunlara yol
açmıştır. Hint dinlerinden, Şamanlıktan, Zerdüştülik-
ten, Yahudilikten, Hristiyanlıktan ve geleneklerden
birçok inanış, ritüel, dua ve ibadet şekilleri devralan
Müslümanlık, dıştan örtündüğü -namaz, oruç, hac ve
kurban gibi ibadetlerden oluşan- masum bir perde
arkasında, -ne ilginçtir ki- Türkiye toplumuna İslam
kisvesi içinde yansımaktadır.
3. İslam, (sosyal hayatta kişinin tüm davranış bi-
çimlerinde yansıyabilen) kesin bir bütünlüğe sahiptir.
Bu bütünlük; -Kur'ân ve Sünnet ölçütlerinden yola
çıkılarak- selef döneminde, ilk müçtehidler tarafından
-görüş birliği ile- tespit edilmiş- dokuz farklı hükümle
ifade edilir. Bunlara ”Ef'â/-i mükellefin hükümleri &s-i
odisul ysi”? adı verilmiştir. Bunlar insanın her davranış
biçimini yargılamada belirleyen dokuz kavramdan
oluşur; İslam Yöntem Bilimi'nde temel bir yasadır.
Buna göre bir insan, hayatı boyunca ne yapıyor olur-
sa olsun, dokuz farklı davranış biçiminden -mut/ak
surette- birini işler ve -biraz önce söz konusu olan-
3. Her mükellefinsanın, tüm davranış biçimlerinin tabi olduğu şer'i hü-
kümler şunlardır: farz, vacib, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh,
sahih, batıl.
18 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
hükümlerden birine muhatap olur. Sorumluluk bu
suretle tespit edilir.
Bu kavramların Müslümanlıkla hiçbir alâkası yoktur.
İslam'dan devşirilerek Müslümanlığa mal edilmiş
olmasına rağmen milyonlarca Müslüman bu yasadan
habersizdir ve milyonlarca Müslüman bu yasayı her
gün pervasızca çiğnemektedir. Bu yasa, Kur'ân-ı Ke-
rim'de, başta Nahl Suresi'nin 116'ıncı âyet-i kerimesi
olmak üzere, Kitap ve Sünnet'in bütünlüğünden
gücünü almaktadır.
Müslümanlığa gelince; bu dinin hiçbir sınırı yok-
tur. Başta din adamları olmak üzere hemen herkes
-aklına estiği gibi- Müslümanlığa bir inanç, bir ritüel,
bir ibadet biçimi ekleyebilir. Örneğin; Delâil-i Hay-
rât gibi, Cevşen gibi, Salat-ı Tefriciye gibi bir duayı
okumakta beis görmeyebilir. Bunun sayılamayacak
kadar örnekleri vardır. Bu da Müslümanlık için bir
bütünlüğün söz konusu olmadığını gösterir.
4. İslam'da (anayasal mahiyette) kanun koymak
Allah'a aittir. Kur'ân-ı Kerim'de, bu temel yasaya da-
yanak oluşturan birçok âyet-i kerime vardır5. Müslü-
manlıkta ise anayasalar, siyaset adamları tarafından,
ya da onların oluşturdukları meclisler ve komisyonlar
tarafından kararlaştırılır. Müslümanlığın -as/ında İs-
lam'la hiçbir ilişkisinin bulunmadığını kanıtlayan- en
çarpıcı özelliği budur.
5. İslam'da ibadet ve dua, belli bir sisteme bağ-
lanmıştır. Bu sistemin adı "Tevgifiyye"'dir. Anlamı
şudur: Hiç kimse, Kur'an ve Sünnet'le belirlenmiş
olan ibadet ve dualardan başka herhangi bir şekil-
de ibadet yapamaz, dua edemez. Aksini yapanlar
sonuçlarına katlanacaklardır!6
Müslümanlıkta ise -biraz önce verilen örneklerde
olduğu gibi- tarih boyunca "evrâd" ve "ezkâr” adı
altında rastgele çeşitli dua ve ibadet şekilleri düzen-
lenmiştir. Bunların birçoğu kitaplaştırılmış, ayrıca
bu amaçla "tarikat” adı altında mistik örgütler ku-
4. Bkz. 16/Nahl, 116: giy Je İykisi ös V33 İNE ik gil ESİLİİ Aas Li İşİşâğ Ya
Yal İŞAlİ Y GASİİ dll JE ösRâ5 Sağl öl gasdı Ayetin Meâli: "Aklınıza esen
yalanı uydurup, "Şu helaldir ve bu haramdır" demeyin... Çünkü Allah'a
iftira atmış olursunuz! Gerçek şu ki, Allah adına yalan uyduranlar
kurtulmazlar!"
5. Bkz. en-Nisa/59; El-Maide/50; el-En'âm/57; Yusuf/40; eş-Şürâ/10
6. Bu sonuçların ne olduğunu merak edenler, (akademisyenlerden ya da
hocalardan değil), âlimlerden yardım alabilirler.
rulmuş, ayinler düzenlenmiştir. Bazı tarikatlarda bu
ayin ve ritüeller, (Örneğin; Nakşbendilikte) karanlık
ortamda ve sessizce icra edilir. Kâdirilik, Rufâilik ve
Mevlevilikte ise folklorik mahiyette danslı müzikli
şekilde sahnelenir. İslam'a tamamen yabancı olan bu
ibadet ve dua biçimlerinin oluşturduğu güçlü kanıtlar,
aslında Müslümanların -açıkça söylemiyor olsalar
bile- İslam'a geçit vermemek için -bilinçaltı- büyük
engeller ördüklerini ortaya koymaktadır. Başlı başına
bu gerçek bile Müslümanlığın İslam'dan tamamen
ayrı bir din olduğunu göstermektedir.
6. İslam, gerçekçi ve sarih bir niteliğe sahiptir.
Dolayısıyla İslam'da gizemlilik yoktur; ruhbaniyet
yoktur; ruhban sınıfı (yani din adamı sınıfı) yoktur;
dinselliğe özgü kıyafet ve üniformalar yoktur; imti-
yazlı sınıflar yoktur...
Müslümanlıkta ise bunların hepsi vardır. Müslüman-
lıktaki gizemliliğin kaynağı Tasavwvuf'tur. Çeşitli din-
lerden beslenen tasavvuf (bâtınilik) ya da mistisizm,
bir sırlar felsefesidir. Yahudiliğin Kabala öğretisinden,
Hristiyanlıktan ve özellikle Hint dinlerinden: vahdet-i
vücüd (panteizm), fenâ fillâh (Wirvana) ve beka bil-
lâh (tanrılaşma) gibi birçok inanışın Müslümanlığa
akışını tasavvuf sağlamıştır. Bu nedenle tasavvufa,
mü'minler tarafından "İblis'in elsefesi” adı verilmiştir.
Müslümanlıkta, -aynen Yahudilikte, Hristiyanlıkta
ve Budizm'de olduğu gibi- bir ruhban sınıfı vardır. Bu
sınıftan olanlar, -büyük ihtimalle Hinduizm'in esinti-
lerini taşıyan, ancak evrim geçirerek şekil değiştirmiş
olan- sarık ve cübbe giyerler. Resmi din adamlarıyla
birlikte, medrese ve Kur'ân kursu hocaları, bazı ilâ-
hiyâtçı “akademisyenler”, tarikat şeyhleri, üfürükçüler,
muskacılar ve medyumlardan oluşan ruhban sını-
fı, özellikle İslam'ın Türkiye toplumuna sıçramasını
önlemeye çalışmakta, Müslümanlığı ayakta tutmak
için çeşitli spekülatif faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
İslam ile Müslümanlık arasındaki farklar, yukarıdaki
açıklamalarla elbette ki sınırlı değildir. Bunlar, -bu
iki din arasındaki derin uçurum hakkında sadece bir
fikir vermesi için sunulmuş- oldukça kısa bir özetten
ibaret örneklemelerdir.
Müslümanlık ile İslam arasında (göze çarpmaz gibi
duran) kalın duvarın fotoğrafını netleştirmek için
aslında Müslümanların kullandığı çok önemli bir paro-
laya -bu ilgiyle- işaret etmek gerekir: "Elhamdülillâh
iteuhid
ben Müslümanım”! Evet Müslümanlar, herhangi bir
münasebetle dinsel aidiyetlerini bu hileli parola ile
dile getirirler. Bu paroladaki sır, -muhatap üzerinde
İslam ile Müslümanlığın aynı şey olduğu izlenimini
uyandırmaya dönük- bir hiledir.
Dikkat edilecek olursa -toplumda artık bir huy
hâline gelmiş olan- bu hile sebebiyledir ki hiçbir
Müslüman "Elhamdülillâh ben Müslimim, ya da
Müslimeyim” demez. Halbuki Müslümanlar da ay-
nen mü'minler gibi, İslam'ın dışındaki dinlere bağlı
olanlar için "gayrimüslim" nitelemesini kullanırlar. Bu
nitelemenin tam tersi ise "müslim"dir. Buna rağmen
(gerçek anlamda İslam'a değin, din olarak Müslü-
manlığa bağlı olduklarından, aidiyetlerini "Müslim"
değil, "müslüman" şeklinden ifade ederler. Dinsel
aidiyetini "ben Müslimim” demek yerine neden "ben
Müslümanım” şeklinde ifade ettiğini, bir Müslüma-
na sormayı eğer göze alabilirseniz, “eski köye yeni
âdet mi!” diye onun size şiddetle tepki gösterdiğini
göreceksiniz. Çünkü Müslümanlık "Atalar Dini"dir,
kutsaldır, vazgeçilmezdir. Bu ilkelliğe ve barındırdığı
hilelere birçok âyet-i kerimede yer verilmiştir.7
İşte bu hile, Müslümanları deşifre etmekte, aynı
zamanda Müslümanlık ile İslam'ın, -aralarında hiçbir
alaka bulunmayan- iki ayrı din olduğunu da kanıt-
lamaktadır!
7. Bkz. "Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiği zaman, "Hayır,
biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Şeytan,
kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı? işi & 1581 33 J8 1815
Geli ale Gizş G 28 İŞiçİ6 a Lokman/21; Onlara, "Allah'ın indirdiğine
uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz
(yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu
bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? j5 iş
Üüüği Ya ELE öylükş V ÇAĞI 0S ŞİŞİ Geli ayle EĞİ 28 Şİİ Zİ Şİİ G5 İĞ Şİ
El-Bakara/170.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
19
GSGSE AHSENU'L HADİS SASA SASA SAS SA SASİ
SASA ASA SSAĞE
ANAMNAZ RANWANAY ANAYA AYNAYA AYNA AYN
Bu, bir yol azığı ve bu yolu izleyen
saygın davet kervanının hazırlığıdır.
Rabbinin ismini sabah akşam zikret.
O'na geceleyin secde edip uzun
BISMILLAH bir süre tesbihini yap. Çünkü bu,
Kur'an-ı Kerim'i indiren kaynakla
Özcan YILDIRIM ilişki kurmaktır. Ve bu, davanın asıl
ozcanyildirim&tevhiddergisi.net sahibiyle ilişkili olmaktır. Çünkü
kuvvetin kaynağı O'dur. Azık ve
desteği veren O'dur. Bu ilişkiyi
kurmanın yolu; zikir, dua, ibadet ve
tesbihtir.
g2 AZDI dl çiş
ill (3) 5391 ğ35 İzâl (2) GE ğa İLİN SİZ (1) SİZ çi G3 çal hi
(5) Şaş çi 1 öLLâYİ ŞİE (8) gl çiz
Er-Rahmân ve Er-Rahim olan Allah'ın adıyla (okumaya başlıyorum.)
1. Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
3. Oku! Rabbin kerem sahibidir.
4. Oki kalemle (yazmayı) öğretendir.
5. İnsana bilmediğini öğretti.1
Allah'a hamd, Resülü'ne salât ve selam olsun.
ismirabbike... Rabbinin ismiyle, Rabbinin adına... Bir hayat prensibini,
hayat modelini öğretiyor yolun başında vahiy. Okuyacaksın! Fakat
Rab adına. Diğer eylemlerin de Rab adına olmalı. Hayatın her alanını ku-
şatır, çerçeveler zikrullah. Gözlerini sabah açtığın andan itibaren günlük
rutin ve hayati fiillerin hepsinde Allah'ın zikri ve O'na dua vardır.
1. 96/Alak, 1-5
A
e
bak eae Me ede Ode
A ARAR OR ARAR AR ARR ARR ARR ARI
NAYANYANYINYAANYAAY AYNAYA ANAY AYARA ANY Nİ
Uykundan uyanırsın: “Hamo, bizi öldürdükten sonra
yeniden dirilten Allah içindir. Dönüş de O'nadır.” ?
Elbise giyersin: “Jamad, bana bu elbiseyi giydiren
ve tarafımdan hiçbir güç ve kuvvet harcamaksızın
beni onunla rızıklandıran Allah içindir.” 3
Elbiseni çıkarırsın: “A//ah'ın adıyla.” *
Evden çıkarsın: “A//ah'ın adıyla, Allah'a tevekkül
ettim. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir.” 5
Eve girersin: “A/lah'ın adıyla girdik, Allah'ın adıyla
çıktık ve Rabbimize tevekkül ettik.” ©
Vücudunun bir yeri ağrır. Elini ağrı duyduğun yerin
üzerine koyar ve üç defa “Allah'ın adıyla” der ve şöyle
devam edersin: “Duyduğum ve korktuğum (acının)
şerrinden Allah'a ve kudretine sığınırım.” 7
Tüm bunları söyleterek, Rabbini «co her hâlde ve
Resül'ün «say gösterdiği şekilde anmanı öğretir sana
bu din. Peki, neden? İnsanın azılı düşmanı şeytan,
her fiilinde ona yaklaştığı için.
Ebu Hureyre «ra anlatıyor:
"Bir gün bir müminin şeytanı ile bir kâfirin şeytanı
karşılaşırlar. Kâfirin şeytanı yağlı, semiz, parlak ve te-
mizdir. Müminin şeytanı ise, zayıf, pis, kirli ve çıplaktır.
Kâfirin şeytanı, müminin şeytanına:
— Bu ne hâl, diye sorar. Müminin şeytanı:
— Ne yapayım, bir adama düştüm ki adam yiyeceği
zaman besmeleyi okur, ben aç kalırım. İçeceği zaman
besmeleyi okur, ben susuz kalırım. Giydiği zaman
elbiseyi besmele ile giyer, çıplak kalırım. Temizlendiği
zaman besmele ile temizlenir, ben de pis kalırım, der.
Bunun üzerine kâfirin şeytanı da:
— Ben öyle bir adam ile arkadaşım ki bunlardan
hiçbirisine besmele getirmez. Yemesinde, içmesinde
ve giymesinde ben kendisine ortak olurum, der.” 8
Nuh (as) kendisine iman edenlerle beraber gemiye
binince şöyle diyor:
"Dedi ki: 'Binin ona. Onun yüzmesi de demir atıp
durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim,
gerçekten (günahları bağışlayan, örten ve günahların
kötü akıbetinden kulu koruyan) Gafür, (kullarına karşı
merhametli olan) Rahim'dir.' "9
Nasları olabildiğince uzatabiliriz. Sonuç itibarıyla
bize öğretilen husus, insanın ancak Allah'ın yardımı
ile bir fiilin üstesinden gelebileceğidir. Hususen bes-
mele. Allah çco yüce Kitabı'nın en başına koymuştur.
Kulun birçok fiilinde bunu söylemesini Resül'ü (san
vasıtasıyla da tavsiye etmiştir. Kişi besmeleyi söy-
lediği zaman tabii olarak “Ben Al/lah'tanım. Benim
her işim de Allah'tandır. Herhangi bir şeyi yapmam
Hususen besmele, Allah (cc)
yüce Kitabı'nın en başına
koymuştur. Kulun birçok fiilinde
bunu söylemesini Resül'ü (sav)
vasıtasıyla da tavsiye etmiştir. Kişi
besmeleyi söylediği zaman tabii
olarak "Ben Allah'tanım.
Benim her işim de Allah'tandır.
Herhangi bir şeyi yapmam O'nun
izin vermesi ile mümkündür. Ben
O'nun mülkündeyim." demektir.
O'nun izin vermesi ile mümkündür. Ben O'nun mül-
kündeyim.” demektir.
Burada bir meseleye dokunmakta yarar var. Her
Müslim'in zikre ihtiyacı vardır; fakat hususen İslami
sahada mücadele eden bireylerin buna olan ihtiyacı
daha fazladır. Sahada görüp, duyup ve nefislerimiz-
den bilip de tecrübe ettiğimiz; İslami çalışmadan
e zikre, Rabbini çco anmaya vakit bulunamaması veya
ai bunun öne sürüldüğüdür. Bir bahaneymiş gibi. İnsan
5. Ebu Davud, Tirmizi R N P badi a R
bir fabrika olsaydı en çok mazeret üretirdi. Hâlbuki
6. Ebu Davud
7. Müslim
8. Gazali, İhyâ, HI 9. 11/Hüd,41
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
ANYA NY YANYANA NY VİYANA AYAN NY NV ANN
e
ANYA NR A a NN AŞAŞAŞ
SRİLANKA
vakit Allah'ın elindedir. Dilediğine genişletir. Dilediği-
ne daraltır. Dilediğine genişletir; bi dünya işinin ara-
sında tilavetlerini, zikirlerini vb. ibadetlerini mutmain
bir şekilde yerine getirir. Dilediğine daraltır; diğerinin
yaptığının kırıntısını yaptığı hâlde yetiştiremiyordur.
Azmederek, Allah'tan vakti kendisi için genişletmesi-
ni niyaz edeceğine virgülü çok ve noktanın ne zaman
geleceği merak edilen bir paragraf gibi bahaneler
imal etmeye başlar. Son kullanma tarihi de yoktur
bu imal edilenlerin...
Kalbi olup kulak verenler için şu ayet ve hadislerde
bir hatırlatma vardır.
"(Bu nimetlerime karşılık yalnızca) beni anın ki ben
de sizi anayım. Ve bana şükredin, nankörlük etmeyin.”
"Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin.”
"Gönülden yalvararak, korku ile ve yüksek olma-
yan bir sesle, sabah ve akşam Rabbini zikret. Sakın
gafillerden olma!”
Nebi «saw şöyle buyurdu: “Rabbini zikredenle Rab-
bini zikretmeyenlerin misali, ölü ile diri gibidir.” e
"“Amellerinizin en hayırlısını; melikinizin katında
geçerli olanını; derecelerinizi en fazla yükseltenini;
sizin için altın ve gümüşü dağıtmaktan daha hayırlısınıl
düşmanla karşılaşıp onların boyunlarını vurmanızdan,
onların da sizin boyunlarınızı vurmasından daha ha-
yırlısını size bildireyim mi? Sahabiler 'Evet!' dediler.
Resülullah 'Yüce Allah'ı zikretmektir.' buyurdu.” “
"Bir adam Resülullah'a, 'Ey Allah'ın Resülü! İslam'ın
üzerimdeki emirleri fazlalaştı. Bana öyle bir şey bildir ki
ona sımsıkı sarılayım.' dedi. Resülullah şöyle buyurdu:
'Dilin daima Allah'ın zikriyle ıslak kalsın.'” 2
“Allah'ı tesbih etmek, O'nunla ilişkili olmak demektir.
Bu bağlantıyı kuran kimse, hiç kuşkusuz huzurlu ve
razıdır. Bir rıza ve huzur ortamında yaşamaktadır.
Rızanın kaynağı, tesbihat ve ibadettir. Ruhun derinlik-
lerinden beslenip kalbin en sıcak köşelerinde gelişen
hazır bir mükâfattır rıza. Dava adamının ise azık ve
desteğe ihtiyacı vardır. Yolun zorluklarını göğüslemeyi
sağlayan bir azığa...
İbadet ve zikir, İslam yolunun vazgeçilmez birer
10. Buhari
11. Tirmizi, İbni Mace
12. Tirmizi, İbni Mace
22 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
öğesidir. Çünkü İslam'ın yolu, teoride kalan soyut bir
metot değildir. Sözde kalan teokratik bir tartışma
konusu da değildir. Aksine İslam, beşerin mevcut
hâlini (beşeri vaka'yı) değiştirmeye yönelik pratik bir
hareket metodudur. Beşeri vakanın ise insanların kişilik
ve yönetim biçimlerini aynı ölçüde etkileyen etki ve
kalıntıları vardır. Cahili bir hayat yıkıp Allah'ın çizdiği
yolun doğrultusunda razı olacağı bir Rabbani hayat
oluşturmak, kuşkusuz ki kolay değildir. Kesintisiz bir
çalışma ve tükenmez sabır isteyen bir meseledir bu...
Dava adamının gücü ise sınırlıdır. Rabbinden bir deste-
ği bulunmadan bu meşakkatlere dayanması mümkün
değildir. Çünkü mesele sadece ilim veya sadece bilgi
meselesi değildir. Öyleyse bulunması gereken şey,
Allaha ibadettir. Allah'tan medet beklemektir. Bu, bir
yolazığıdır. dayanaktır. Uzun ve zorlu yolun desteğidir.
'Rabbinin ismini sabah akşam zikret. Geceleyin O'na
secde edip uzun bir gece boyunca da O'na tesbih et.'5
Bu, bir yol azığı ve bu yolu izleyen saygın davet
kervanının hazırlığıdır. Rabbinin ismini sabah akşam
zikret. O'na geceleyin secde edip uzun bir süre tesbi-
hini yap. Çünkü bu, Kur'ân-ı Kerim'i indiren kaynakla
ilişki kurmaktır. Ve bu, davanın asıl sahibiyle ilişkili
olmaktır. Çünkü kuvvetin kaynağı O'dur. Azık ve des-
teği veren O'dur. Bu ilişkiyi kurmanın yolu; zikir, dua,
ibadet ve tesbihtir. Uzun bir gece boyunca... Yol uzun
ve yük ağırdır, öyleyse tükenmez bir azık ve büyük
bir desteğin bulunması şarttır. Her şeyden önemlisi
bir kulun halvet ve yalnızlık hâlinde, umut bağlayıp
ünsiyet kurarak Rabbiyle buluşması lazımdır. Yor-
gunluk ve bitkinliği huzura, yetmezlik ve çaresizliği
de güçlülüğe dönüştüren bir buluşmadır bu... Ruhun
bayağı duygu ve uğraşlardan silkindiği bir buluşmadır
bu... Yoldaki dikenlerin verdiği rahatsızlığı önemsiz
kılacak büyük bir görev ve muazzam bir emanettir
bu... Çünkü görevin verdiği huzurun yanında dikenlerin
varlığı gerçekten küçük ve önemsizdir.” 14
Rabbim; zikrini kalbimizin azığı, gözümüzün nuru,
nefsimizin sevinci, hayatımızın ruhu, ruhumuzun
hayatı kılsın. Allahumme âmin.
"Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun" duamız
ile...
13. 76/İnsan, 25-26
14. Fi Zilal'de Davet Yolu, Zikir ve Tesbih, s. 22
SİYER NOTLARI
Harici fitnesine karşı ortaya çıkan
irca akidesi, bir musibeti def etmek
isterken daha büyük bir belayı
KIBLENİN
İslam ümmetinin başına sarmıştır. DEĞİŞME
İmanı amelden ayırarak insanların i i
hiçbir şey yapmadan da iman ehli HADISESİ
olabileceği anlayışını insanlara Enes YELGÜN
yerleştirmiştir. Günümüzde amelleri
sorgulanan kişilerin "Benim
kalbim temiz." diyerek kendilerini
kurtarmaya çalışmaları, irca
akidesinin toplumlar üzerindeki
etkisine en ciddi örnektir.
enesyelguntevhiddergisi.net
| Ri alemlerin Rabbi olan Allah'a; salât ve selam O'nun Resülü'ne
olsun.
Hicretin 2. senesinde yaşanan önemli olaylardan birisi de kıblenin de-
ğişmesi hadisesi idi. Bu emir ile beraber Medine'deki tüm fitne odakları
bir anda harekete geçtiler ve kafa karıştırıcı propagandalara başladılar.
Bunun üzerine Allah çco Bakara Suresi'nin 142-152. ayetlerinin indirdi. Geçen
yazımızda 142. ayeti incelemiştik. Bu yazımızda da geri kalan ayetlerden
bir kısmını incelemeye çalışacağız.
"Siz insanlara şahit olasınız, Resül de size şahit olsun diye sizi vasat/Seçkin/
hayırlı bir ümmet kıldık. (Mescid-i Aksa'yı bırakıp Kâbe'yi yeni) kıble olarak
tayin etmemizin tek nedeni Resül'e uyanlarla ökçesinin üzerine gerisin geriye
dönecek olanları ayırt etmektir. O (kıble değişimi), Allah'ın hidayet ettikleri
dışında kalanlar için (kabullenmesi/anlaşılması) ağır bir hadisedir. (Kıble
ayeti inmeden eski kıbleye doğru namaz kılarak ölenleri merak ediyorsanız)
Allah imanlarınızı (namazlarınızı) boşa çıkaracak değildir. Allah insanlara
karşı (şefkatli olan) Raüf, (kullarına karşı merhametli olan) Rahim'dir.” 1 2
1. 2/Bakara, 143
2. Bakara Suresi'nde yer alan ayetlerle ilgili zikredeceğimiz değerlendirmeler, Halis Hoca'mızın bu ayetlere
yaptığı tefsirlerden özetlenmiştir.
Allah «co, lütfu ve kereminin bir sonucu olarak
şahısları, toplumları, ümmetleri seçer ve bunlardan
bazılarını diğerlerine üstün kılar. İslam ümmeti de
Allah tarafından seçilmiştir. Bununla birlikte böyle bir
faziletin omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar vardır.
Ayrıca Allah çeşitli imtihanlarla seçilmişliği hak edip
etmediğimizi kontrol eder. Seçilmiş ümmete layık
olmayanları, imtihanlar vesilesi ile temizler.
Öyleyse Müslim, kendisine tanınan ayrıcalığın kıy-
metini bilmeli ve onu nasıl muhafaza edeceğini, bu
vesile ile üzerine yüklenen sorumlulukları iyi tahlil
etmelidir. Bu ayet vasat olma sorumluluğunu yük-
lemesi açısından önemlidir. Yani Müslim fert; hakkı
Kıble emri ile beraber sefih tabakanın
şüpheleri neticesinde Müslimlerin
aklına "Önceki kıbleye yönelerek
kıldığımız namazlar ne olacak?”
sorusu takıldı.
Allah (cc) onların gönüllerine "Allah
imanlarınızı zayi edecek değildir."
cevabı ile su serpti. Bir nevi "Siz
bildikleriniz ile amel edin, anın
vaciplerini yerine getirin, Allah geri
kalandan sizi sorumlu tutmaz." demiş
oldu.
hak bilip hak ehlinin yanında olacak, batılı tanıyıp
ondan ve ehlinden uzak duracak. Bu bilgiyi de tüm
insanlığa haykırıp şahitlik vazifesini yerine getirecek.
Bu vasat ümmet olmanın gereğidir.
Yine şu ayetler de başka sorumluluk alanlarına
işaret etmektedir:
"Allah yolunda hakkıyla/Allah'ın şanına yakışır şekil-
de cihad edin. O sizi seçti. Dinde size bir darlık/güçlük
yüklemedi. Atanız İbrahim'in milletine (uyunuz!) O
(Allah) sizleri bundan önce de bunda da Müslimler/
şirki terk ederek tevhidle Allah'a yönelen kullar diye
isimlendirdi ki Resül size, siz de insanlara şahitlik
24 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
edesiniz. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a
tutunun. O, sizin Mevlanızdır. Ne güzel bir dost ve ne
güzel bir yardımcı!” 3
"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.
İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah'a iman
edersiniz. Şayet Ehi-i Kitap iman etmiş olsaydı onlar
için daha hayırlı olurdu. Onlardan müminler olmakla
birlikte çoğunluğu fasıklardır.” 4
Sorumluluklarını tespit eden Müslim süreç içerisin-
de Allah «co tarafından deneneceğini unutmamalıdır.
Yahudiler gibi “Zaten seçilmiş ümmetiz!" diyerek yan
gelip yatmaktan, her imtihanda kaybedenlerden
olmaktan, kendisinin yerine fedakârlık yapanlarla
avunmaktan ve sorumluluklarından bihaber bir şe-
kilde yaşamaktan kaçınmalıdır.
imtihanları Selametle Atlatmanın Yolu: Hidayet
Ehli Olmak
İnsan hayatı boyunca şer'i ve kaderi imtihanlarla
karşılaşır. Her imtihan zordur ve insanı yıpratır; ancak
bu durumu hafifletmenin bazı yolları vardır:
"Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım dileyin. Şüp-
hesiz ki o (namaz ve sabırla yardım dilemek), huşu
ehli dışındakilere büyük/ağır gelen bir yüktür.” 5
Örneğin bu ayet, imtihanları aşmak için sabır ve
namaz ilacını tavsiye etmektedir.
Kıble ile ilgili ayet ise başka bir anahtarı bize ver-
mektedir: Hidayet ehli olmak. Mümin Rabbinden bir
hidayet üzere olursa kıble hadisesinde olduğu gibi
çok ağır imtihanlar dahi onun ayaklarını kaydırmaz.
Hidayet ehlinin ne imtihanlarla beli kırılır ne de
nimetlerle şımarıp, nankör olur. O, hidayet üzere
olması nedeniyle şükür ve sabır ehlidir. Dilinde sürekli
şu dua vardır.
"Ey E/-Hâdi olan Rabbim! Hayatımın hiçbir anında
ve bilhassa imtihanlarda beni nefsimle baş başa bı-
rakma! Hidayetin ile bana yol göster. Ayaklarımı dinin
üzere sabit kıl.”
Hidayet ehli olmak isteyen Müslim, dinini iyice
öğrenir. Öğrendikleri ile amel eder. Amel ettiklerini
3. 22/Hac,78
4. 3/Âliİmran110
5. 2/Bakara, 45
insanlara anlatır ve tüm bunların neticesinde, gelecek
olan imtihanlar için Rabbinden sabır ve sebat ister.
İman ve Amel Bir Bütünlüğü
Kıble emri ile beraber sefih tabakanın şüpheleri ne-
ticesinde Müslimlerin aklına “Önceki kıbleye yönelerek
kıldığımız namazlar ne olacak?” sorusu takıldı. Allah
ce onların gönüllerine “A//ah imanlarınızı zayi edecek
değildir.” cevabı ile su serpti. Bir nevi “Siz bildikleriniz
ileamel edin, anın vaciplerini yerine getirin, Allah geri
kalandan sizi sorumlu tutmaz.” demiş oldu.
Bununla beraber bu cevap başka bir hakikate daha
değinmektedir. Allah «co “A//lah namazlarınızı zayi
edecek değildir.” demedi ve “namaz” yerine “iman”
ifadesini kullandı. Aslında burada şaşırılacak bir du-
rum yoktur; çünkü bidatçilerin şüphelerini bir kenara
koyup Kitap ve sünneti inceleyen herkes imanın amel,
amelin de iman olduğunu rahatlıkla anlayacaktır.
Ebu Hureyre «a Allah Resülü'ne (saw “Allah'a en se-
vimli amel hangisidir?” diye sorduğunda Allah Resülü,
"Allah'a ve Resülü'ne imandır.” diye cevap vermiştir.
Hatta İmam Buhari bu hadisi “manın, amelin ta ken-
disi olduğu hakkındaki bab” kısmında zikretmiştir.
Maalesef harici fitnesine karşı ortaya çıkan irca
akidesi, bir musibeti def etmek isterken daha büyük
bir belayı İslam ümmetinin başına sarmıştır. İmanı
amelden ayırarak insanların hiçbir şey yapmadan
da iman ehli olabileceği anlayışını insanlara yerleş-
tirmiştir. Günümüzde amelleri sorgulanan kişilerin
"Benim kalbim temiz." diyerek kendilerini kurtarma-
ya çalışmaları, irca akidesinin toplumlar üzerindeki
etkisine en ciddi örnektir.
"Elbette, yüzünü semaya çevirip durduğunu bil-
mekteyiz. (Çokça yaptığın duaların neticesi olarak)
seni hoşnut olacağın kıbleye yönelteceğiz. Yüzünü
Mescid-i Haram'a çevir. Ve siz de her nerede olursanız
yüzünüzü Mescid-i Haram'a çevirin. Şüphesiz ki ken-
dilerine Kitap verilenler, (kıble emrinin) Rablerinden
gelen hak bir emir olduğunu bilmektedirler. Allah
onların yaptıklarından gafil değildir.” ©
Allah Resülü kıble olarak Mescid-i Aksa'ya yö-
neliyor; ancak kalbinde Kâbe'ye dönme arzusunu
6. 2/Bakara, 144
taşıyordu. Bu sebeple sürekli Rabbine müracaat
ediyordu.
Allah Resülü'nün kıble değişimini istemesinin se-
beplerinden bazıları şunlar olabilir:
* Kâbe, Allah Resülü'nün «aw atası İbrahim'in ças)
inşa ettiği ve Allah'ın da «co evim dediği bir yerdi.
» Müslimler Mescid-i Aksa'ya yöneldiği için Yahu-
diler Peygamberimize olumsuz yönde söylemlerde
bulunuyor, Yahudiliğin İslam'dan daha faziletli ol-
duğunu ima ediyorlardı. Kıble değişimi ile İslam bir
nevi bağımsızlığını ve Ehl-i Kitab'a muhalefetini ilan
etmiş olacaktı.
» Allah Resülü'nün daveti evrenseldi. Ancak birincil
muhataplar Arap toplumları idi. Dolayısıyla Kâbe'ye
yönelmek onların gönüllerini okşayacak ve hidayet-
lerini kolaylaştıracaktı.
* Medine'de yaşayan Müslimlerin en önemli he-
deflerinden birisi Kâbe'yi şirkten ve müşriklerden
temizlemekti. Kıblenin oraya yönelmesi bu duyguyu
daha da kamçılayacaktı.
Allah «co ayette Peygamberinin bu isteğini nasıl
yönelttiğini, o zamanlardaki ruh hâlini vasfediyor.
Peygamber'in «say vasfedilen durumu Müslimlere
de bir hatırlatmadır. “Ey Müslim! Eğer bir isteğinin
gerçekleşmesini istiyorsan gök, kıblen olsun. Duala-
rında ısrarcı ol; ama acele etme!”
Mümin, Rabbinden asla ümidini kesmemelidir.
Duama icabet olunmuyor, diyerek duayı terk et-
memelidir. Çünkü yöneldiği ilah dileklerini yerine
getirmekten aciz değildir. El-Hâkim isminin bir gereği
olarak kuluna en uygun zamanda en uygun şekilde
icabet edecektir.
Örnek ve Önder Olmanın Gerektirdikleri
Allah çco bu ayette kıbleye yönelme emrini ilk önce
Peygamber'ine sonra Müslimlere yöneltiyor. Rab-
bimizin hitap sıralaması, bizlere, emir ve yasakların
toplumda uygulanabilmesi için ilk önce önderlerin,
emredicilerin o ameli gerçekleştirmeleri gerektiğini
öğretmektedir. Baba, hoca, emir, patron vb. kişi-
ler sorumluluğu altındakilerde bazı değişikliklerin
gerçekleşmesini arzu ediyorsa bu ilkeyi hayata ge-
çirmelidir. Zaten kişi herhangi bir şey anlatmadan
sadece amelleri ile insanları eğitebilir. Çünkü insan
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
2)
Şeriatın emirleri, ilk önce onu
uygulayıcıların evine uğrar, sonra da
topluma yayılır. Beşeri kanunların
ise kendilerini yapanlara asla bir
etkisi olmaz. Onlar dokunulmazlık
zırhı altındalardır. Toplumun en alt
tabakaları, kanunların ağırlığını tüm
zerrelerine kadar hissederlerken
yöneticiler sanki bu kurallardan muaf
gibidir. Sadece yöneticiler değil,
onlardan yavaş yavaş kademe olarak
aşağı indiğimizde de etkisi azalmakla
beraber muafiyetin devam ettiğine
şahitlik ederiz.
duyduklarından daha çok gördükleri ile hayatını şe-
killendirmektedir. Sorumlular fiillerine bir de nasihati
eklerlerse elbette çok daha güzel olur.
Allah'ın «co kıbleye yönelme emrini ilk önce Pey-
gamber'ine sonra da müminlere emretmesindeki
başka bir incelik de şeriat ile beşeri kanunlar ara-
sındaki farkın ortaya çıkmasıdır.
Şeriatın emirleri, ilk önce onu uygulayıcıların evine
uğrar, sonra da topluma yayılır. Beşeri kanunların
ise kendilerini yapanlara asla bir etkisi olmaz. On-
lar dokunulmazlık zırhı altındalardır. Toplumun en
alt tabakaları, kanunların ağırlığını tüm zerrelerine
kadar hissederlerken yöneticiler sanki bu kurallar-
dan muaf gibidir. Sadece yöneticiler değil, onlardan
yavaş yavaş kademe olarak aşağı indiğimizde de
etkisi azalmakla beraber muafiyetin devam ettiğine
şahitlik ederiz.
Peki, kim kendi koyduğu kanunlara bağlı olmak
zorunda değildir? Elbette ki âlemlerin Rabbi olan
26 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
Allah! İşte o yüzden beşeri kanun koyucular doku-
nulmazlık zırhı ile kendilerini ilah yerine koyduklarını
ilan etmiş olurlar.
Şeriat ise beşeri kanunlardaki bu eksiklikten mü-
nezzehtir. Mekke'nin en önemli kabilelerinden olan
Mahzunoğullarında bir kadın hırsızlığı âdet edinmişti;
yani ihtiyacı yoktu, ama çalmadan yapamıyordu.
Hırsızlığı sonucunda elinin kesilmesine karar verildi.
Mahzunoğulları kadının şerefli bir aileye mensup ol-
ması nedeniyle bunu bir ayıp olarak kabul ettiler ve
Usame bin Zeyd'den cezanın kaldırılması için Allah
Resülü'ne ricada bulunmasını istediler. Peygamber
«av bu talebi duyunca çok öfkelendi ve bütün yö-
neticilerin kulağına küpe olacak şu sözleri söyledi:
"Vallahi kızım Fatıma hırsızlık yapmış olsa onun da
elini keserdim.”
Allah Resülü bir gün elindeki çubuk ile Müslimlerin
saflarını düzenliyordu. Bir sahabenin sırtına çubuk ile
dokununca sahabi “Ey A//lah'ın Resülü! Canım acıdı.”
dedi. Peygamber «saw hemen elbisesini sıyırdı, çu-
buğu adama verdi ve “Kısasını al!” dedi. Canlarımız
ona feda olsun!
İşte bu yüzden şeriat sadece adalet, beşeri kanun-
lar ise sadece zulüm doğurur.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a ham-
detmektir.
7. Buhari, 12; Müslim, 9
“Sadık davetçilerin yolu; yeryüzü hâkimiyeti yoludur, eşsiz bir yoldur, bir benzeri yoktur. Bu
yolda peygamberler ve onlara tabi olanlar yürüdüler.
'Sizden önceki toplumların başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi
mi sandınız? Onların başına çeşitli yoksulluklar ve musibetler geldi. Öylesine sarsıldılar ki
(sonunda) Resül ve onunla beraber olan müminler: “Allah'ın yardımı ne zaman?” dediler.
Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır. '
Sallabi şunları söylemektedir: 'İmtihana tabi tutulmak yeryüzü hâkimiyeti ile sıkı bir sekilde
bağlıdır. Sünnetullah; bir ümmetin çeşitli merhalelerden geçerek, içindeki cevherin, hadise-
lerin yumağında yoğrulması sonucunda kötünün iyiden ayrılmasıyla yeryüzü hâkimiyetinin
gerçekleşeceği şeklindedir. Bu, İslam ümmetinin de tabi olduğu yoldur. Allah bununla, mü-
minleri imtihana tabi tutmak, onları denemek, imanlarını saflaştırmak istemektedir ki ardından
sağlam bir sekilde yeryüzü hâkimiyeti gelsin. Bu hususta bir adamın sorması üzerine İmam
Safii'den bir açıklama gelmiştir: Adam, İmam Safii'ye 'Yeryüzüne sağlam bir şekilde hâkim
olmak mı daha faziletlidir, yoksa imtihana tutulmak mı?” diye sorunca İmam, 'İmtihana tabi
tutulmadıkça hâkimiyet gelmez. Çünkü Allah Nuh'u, İbrahim'i Musa'yı, İsa'yı ve Muhammed'i
imtihan etti.' dedi. Sabrettiklerinde Allah onları yeryüzüne sağlam bir şekilde yerleştirdi. Hiç
kimse bu acıdan kurtulacağını zannetmesin.' ?
O hâlde imtihan edilme şeklindeki sünnetullah, yeryüzü hakimiyetine giden yolun gerek-
lerindedir.
'Andolsun ki sizden mücahid olanları ve sabredenleri açığa çıkarıncaya dek, sizi imtihan
edeceğiz. Ve haberlerinizi de sınayacak (kimin cihad edip sabrettiğini kimin de sabredemeyip
kaçtığına dair haberlerinizi açığa çıkaracağız).' 3
Bunu gerçekleştirmek için sabır, sebat ve Allah'a sımsıkı sarılmaktan başka bir tercih hakkı
yoktur:
'Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir topluluğa karşı bize yardım
et'4”5
1. 2/Bakara,214
3. 47/Muhammed, 31
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
2/
Sİ OKUMA parcası eki
5
Kur'ân-ı Kerim'de namaz ve oruç
hakkında seksen iki ayet vardır.
Fakat yönetim, siyaset, iktisat,
hadler (cezalar) ve cihadla ilgili olan
ayetler namaz ve oruçtan söz eden
MEN AZZE BEZZE! ayetlerden çok daha fazladır. Bu
durumda Kur'ân-ı Kerim'in sadece
bazı ayetleri üzerinde titizlikle
durulup diğerlerinin görmezden
gelinmesi, günümüzde olduğu gibi
gerçek anlamda zilletin ve grup grup,
hizip hizip parçalanmanın sebebi
olmuştur.
Kerem ÇAĞLAR
keremcaglar©tevhiddergisi.net
Aşağılanmış olarak bana âb-ı hayat kâsesini uzatma
Bilakis, Aziz olarak zehir kadehini takdim et bana
M ümin kimse, rüzgarın veya dalgaların önünde sürüklenmek veya ne
idüğü belirsiz kof ideolojilerin ve yoz kültürün ardına takılıp zillete
mahküm olmak için yaratılmamıştır. İnsanlığa ve medeniyete nizam ver-
mek için vardır bu dünyada muvahhid. Rabbani esaslara dayandığı için
insanlığa yol gösterip onlara güç ve aydınlık vermeye muktedir olan da
mümindir ancak. Çünkü muvahhid mümin, önderi Resülullah çsay olan bü-
yük bir davanın adamı ve onun mirası olan ilmin vârisi ve talibidir. Mümin,
dünyadaki gidişattan ve değişimlerden bağımsız, kendi hâlinde bir hayat
yaşayamaz. Bu anlamda büyük bir sorumluluğu bulunmaktadır. Başta
Batılı batıl ideolojiler ve yoz kültürü olmak üzere başkalarına özenmek
ve başkalarının izini takip etmek “İslam ümmeti” olarak vasıflandırılan bir
topluma asla yaraşmaz. Bilakis müminin görevi; insanlara ve toplumlara
yön vermek, rehberlik ederek tevhid ve sünnet nizamına davet etmek,
irşad edip iyiliği emretmek ve kötülükten de sakındırmaktır.
1. Meşhur bir Arap atasözüdür. Bunun anlamı kim galip gelirse mağlup ettiği topluluğun malını, mülkünü,
eşyalarını onlardan alır. Hatta süreç içerisinde mağlup tarafın dinini, kültürünü ve geleneklerini dahi
onlardan söküp alarak yerine kendilerine ait olanı ikame etmeye çalışır. Çünkü "Bezz", zorla almak,
gasp etmek ve soymak anlamındadır.
Zaman zaman devir ve toplum olabildiğince kötü-
leşir, insanlar isyan duygularıyla kabararak tevhidden
ve ahlaktan saparsa muvahhidin görevi, “Zaman
değişti, zamanın ruhuna uygun davranmak gere-
kir!” diyerek zamana teslim olmak, yani zamana
uymak değildir. Bu durum karşısında müminin görevi,
Allah'ın hükmü hâkim oluncaya kadar şirk ve şer
odaklarıyla yılmadan mücadele etmektir. Tevhid ve
sünnet ehli bir mümin, yağmur sağanağı gibi üzerine
üzerine gelecek zorluklar karşısında yılmaz.
Tevhid dini İslam, bireysel ve toplumsal ibadetle-
riyle beraber, aynı zamanda siyasettir (demokratik
sistemlerde olduğu gibi çirkin politika değil), yöne-
timdir, hukuk sistemidir, cihaddır, teröriste-eşkiya-
ya-katillere-zinakârlara ve diğer mücrimlere hadleri/
cezaları uygulamadır. Tevhid ve sünnet nizamı terk
edildiğinde “/slam ümmeti” olarak nitelendirilen de-
vasa kitlenin, hiç de olması gerektiği gibi veya görün-
düğü gibi olmadığı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'de namaz ve oruç hakkında sek-
sen iki ayet vardır. Fakat yönetim, siyaset, iktisat,
hadler (cezalar) ve cihadla ilgili olan ayetler namaz
ve oruçtan söz eden ayetlerden çok daha fazladır.
Bu durumda Kur'ân-ı Kerim'in sadece bazı ayetleri
üzerinde titizlikle durulup diğerlerinin görmezden
gelinmesi, günümüzde olduğu gibi gerçek anlam-
da zilletin ve grup grup, hizip hizip parçalanmanın
sebebi olmuştur.
Allah'ın «co hadlerinin tatbik edilmesi tevhid ve
sünnet nizamını kaim kılar ve ümmeti helakten ve
zevalden muhafaza eder. Şer'i ahkâmın uygulan-
maması demek, İslam ümmeti olma iddiasındaki bir
milyar altı yüz milyonu aşkın insana düşmanlarının
musallat edilmesi demektir ki bu da zamanla onların
zayıflamasına, parçalanmasına ve sel süprüntüsü
gibi bir değersizliğe derekelenmelerine sebebiyet
vermiştir.
Abdullah b. Ömer «w şöyle anlatıyor:
"Resülullah yanımıza gelip söyle buyurdu: 'Ey Mu-
hacirler topluluğu, beş şey vardır ki, onlarla imtihan
olunacağınız zaman (böyle şeylerle sınanmanızdan)
Allah'a sığınırım. Bu beş şey şunlardır:
— Bir toplumda hayâsızlık ve fuhuş açıkça görülürse
o toplumda daha önce görülmemiş hastalıklar görülür
ve yaygınlaşır.
teuhid
— Herhangi bir toplum(un zenginleri) zekâtları-
nı vermezse onlara gökten yağmurun yağması en-
gellenir. Eğer hayvanlar olmazsa onlara hiç yağmur
yağdırılmaz.
— Bir toplum ölçü ve tartısını eksik yaparsa mutlaka
onlara kıtlık isabet eder.
— Bir toplumun yöneticisi onları Allah'ın Kitab'ı ile
sevk ve idare etmezse Allah onları birbirlerine dehşetli
bir şekilde düşürür.
— Herhangi bir toplum Rablerine vermiş oldukları
ahdi bozarlarsa Allah onlara düşmanlarını musallat
kılar ve ellerinde kalan şeyi de düşmanları alır.” ?
Muvahhidin görevi, "Zaman değişti,
zamanın ruhuna uygun davranmak
gerekir!" diyerek zamana teslim
olmak, yani zamana uymak değildir.
Bu durum karşısında müminin görevi,
Allah'ın hükmü hâkim oluncaya kadar
şirk ve şer odaklarıyla yılmadan
mücadele etmektir.
Tevhid ve sünnet ehli bir mümin,
yağmur sağanağı gibi üzerine üzerine
gelecek zorluklar karşısında yılmaz.
Bugün ülkemiz dâhil İslam coğrafyası olarak ta-
nımlanan hemen hemen tüm ülkelerde fuhuş ve
türlü sapkınlıklardan kaynaklı envaiçeşit hastalıkların
ortaya çıkıp günbegün yaygınlaşmasını ve “ümmet”
olarak isimlendirilen bir milyar altı yüz milyonluk
kitlenin yaşadığı ihtilaf, parçalanmışlık ve zilleti, bu
nebevi haberden bağımsız düşünmek mümkün de-
ğildir.
2. İbni Mace, Fiten, 22
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
22
Örneğin, Bosna'ya baktığımızda kendini İslam'a
nispet eden bir toplumun yeni neslinin, haçlıların
da fitlemeleri, teşvikleri ve dayatmalarıyla itikaden
ve ahlaken nasıl da ifsad edilip cehennem yakıtı ol-
maya aday bir güruha dönüşebildiklerini müşahade
ediyoruz.
Haçlıların en çirkin yüzünü ortaya koyan bir savaş
yaşandı Bosna'da. 1992'nin Nisan ayında başlayıp
1995'in Eylül ayına kadar süren Bosna Savaşı, tarihin
en karanlık ve kanlı savaşlarından biridir. Üç yıldan
fazla süren bu savaş büyük kayıplarla sonuçlanmıştır.
Savaş esnasında hem yerel hem de uluslararası bazı
kuruluşların verilerine göre Bosna'da üç yüz on iki
Haçlıların en çirkin yüzünü ortaya
koyan bir savaş yaşandı Bosna'da.
1992'nin Nisan ayında başlayıp
1995'in Eylül ayına kadar süren Bosna
Savaşı, tarihin en karanlık ve kanlı
savaşlarından biridir.
Üç yıldan fazla süren bu savaş
büyük kayıplarla sonuçlanmıştır.
Savaş esnasında hem yerel hem de
uluslararası bazı kuruluşların verilerine
göre Bosna'da üç yüz on iki bin kişi
hayatını kaybetmiştir.
bin kişi hayatını kaybetmiştir. Ölenlerin büyük bir
çoğunluğu Boşnak'tır. Ayrıca iki milyonu aşkın insan,
son yıllarda Suriyelilerin yaşadığı trajediye benzer bir
şekilde Bosna Hersek'ten, topraklarından, evlerinden
zorla vazgeçirilip göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
Savaş yıllarında, kendilerini İslam'a nispet eden
ve "İslam ümmeti"ne yardım çağrısında bulunan
Boşnaklara destek olup onlarla aynı safta savaşmak
için İslam coğrafyasının birçok beldesinden binlerce
genç, cihad aşkıyla âdeta Bosna'ya aktı. Ehl-i Sünnet
gençler savaşmak için giderlerken, Safevi artığı Rafızi
İran da sürüyle ajan gönderdi Bosna'ya.
30 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
Yıllarca süren savaşta üstün faydalar gösteren
bu Ehl-i Sünnet genç savaşçılar savaşın bitmesiyle
beraber "istenmeyen adamlar" ilan edildiler. Çünkü
haçlı ve siyonist kurtların işbirliği yaparak hazırlayıp
dayattığı sözde barış antlaşmasında öngördükleri
yeni Bosna'da “Müslüman kisveli” birilerine yer yoktu.
(İranlı ajanlar Bâtıni inançları gereği her türlü kisveye
bürünmekte mahir olduğundan kendileri açısından
herhangi bir problem yaşanmadı.) Nitekim Kasım
1995'te imzalanan Dayton Antlaşmasındaki bir mad-
de, Bosna'da savaşa katılmış olan ve hâlen Bosna
topraklarında bulunan tüm Ehl-i Sünnet yabancı
savaşçıların ülkeden derhal çıkarılmalarını öngörü-
yordu. İranlılarla çok yakın ilişkileri 1980'li yılların
başlarına dek uzanan ve “Bilge Kral” namıyla ünlenen
Aliya İzzetbegoviç'in barış antlaşmasını kastederek
"Çok kötü bir metin olduğunu biliyorum ama savaş-
maktan (ölmekten) daha iyidir.” dediği bu antlaşma
maddesiyle Boşnakların canını, ırzını ve malını koru-
makla beraber aziz İslam ile yeniden izzetlenmeleri
için savaşıp yüzlerce kurban vermiş olan ve bir gün
öncesinde baş tacı edilen onca insan, antlaşmanın
imzalanması sonrası ertesi günden itibaren “Bosna
ve Bosnalılar için birer fitne ve tehlike unsuru” olarak
ilan edilip ülkeden kovuldular.
Bosna ve Bosnalılar için daha büyük trajedilerden
biriside o günden sonra başladı. Yukarıdaki hadis-i
şerifte beyan edildiği üzere “Herhangi bir toplum
Rablerine vermiş oldukları ahdi bozarlarsa Allah onlara
düşmanlarını musallat kılar ve ellerinde kalan şeyi de
düşmanları alır.”
Konumuza örnek olarak verdiğimiz Bosna'da ya-
şanan durum, tam olarak budur. Geçtiğimiz Eylül
ayında (Eylül 2019) Bosna tarihinde ilk kez Lut'un «4s
kavmi ortaya çıkıp Bosna'nın mirasına ve Bosnalıların
tarihsel kimliğine büyük darbeler indirdi. Neden
daha önce değil de şimdi çıktılar ortaya? Cevabı
çok basit. Çünkü İslam düşmanları hiçbir zaman
boş durmadı. 1992'nin Nisan ayından 1995 Eylül'ü-
ne kadar öldüre öldüre katliamlarla bitiremedikleri
Boşnak-Müslüman kimliğini itikadi, fikri ve ahlaki
sapkınlıklar ve yozlaşmalarla bitirebilmek için yirmi
beş yıl durmadan çalıştılar.
"Anayasa" diyerek Bosnalıların üzerine öyle bir deli
gömleği geçirdiler ki nefes alamaz hâle getirdiler
onları. Yaklaşık dört milyonluk bir ülke olan Bosna
Hersek Federasyonu'nda üç adet Cumhurbaşkanlı-
ğı, yarım düzine Başbakanlık, altı yüz civarında da
milletvekilliği makamı icat ettiler. Her üç yüz otuz
kişiye bir yargıç ve bir savcı düşmektedir. Hepimizin
aşina olduğu “Her türlü dini, fikri, siyasal görüş ve
yaşam tarzına mutlak hoşgörü” mavalıyla her türlü
şirk ve ahlaksızlık onlar arasında da makul ve makbul
görülebilir bir hâle geldi.
"Kültür ve Sanat" diyerek gençler arasında her nevi
fuhşiyat ve sapkınlığı yerleştirip yaygınlaştırdılar.
"Avrupa standartlarında modern eğitim” diyerek
dinsizlik, ateizm ve deizmle savaş sonrası genç ku-
şağın kalplerini ve zihinlerini de işgale koyuldular.
Türlü türlü teşvik, yönlendirme ve dayatmalardan
sonra haçlı atalarının ruhunu şâd (!) edercesine kendi
hesaplarına lanetli bir zafer ilan ettiler.
Bosna'daki ilk Sodomi yürüyüş tarihinin sıcak sa-
vaşın bitirildiği Eylül ayı olarak belirlenmesi de ayrıca
dikkat çekicidir. Özellikle Eylül ayının seçilmiş olma-
sıyla şöyle bir mesaj da verilmek istenmiş olabilir:
“Sizi 1995 Eylül'üne kadar öldüre öldüre bitiremedik
ama (velev ki kitaplarda kalmış olsa da) itikadınızı
buralardan ve bize karşı savaşmış bir kuşaktan sonraki
neslin ruhlarını da asaletinden işte böyle söküp atarız.”
Bu “zafer"i kutlamak için olsa gerek Haçlı (Avrupa)
Birliği diplomatları ve Amerika Birleşik Devletleri'nin
eşcinsel/sodomi Saraybosna Büyükelçisi de melun
kavmi desteklemek için Eylül yürüyüşüne katıldı.
Bosna'da da Safevi/Rafızi Musibeti
1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı SI-
rasında Rafızilerin başkenti Tahran'ın fırsattan istifade
Avrupa'da geniş çaplı bir “üs” kurduğunu biliyoruz.
Bosna'nın ilk cumhurbaşkanı Aliya İzztbegoviç ile
İran arasında iyi bağlar olduğu da sır değil. 1992-
1996 döneminde Bosna'nın cumhurbaşkanı olarak
görev yapan Aliya İzzetbegoviç 1980'li yıllardan
cumhurbaşkanlığı görevini bıraktığı tarihe kadar
Şii/Farsi İran devletinden destek görmüştür. İran Şia
Cumhuriyeti, istihbaratın ve özellikle de paramiliter
Devrim Muhafızları (Pasdaran) gruplarının eliyle
Bosna ordusu içindeki bazı birimlerin aldığı eğitimde
söz sahibi oldu. İranlılar tarafından eğitilen özel ope-
rasyon birliği vakasından da anlaşılabileceği üzere
İranlı istihbarat ve güvenlik ajanları Bosna'daki savaş
teuhid
sonrası dönemde yaşanan iç siyasal çekişmelerde
gayet açık bir iz bırakmıştır.
İran 1992-1995 yılları arasındaki savaştan sonra da
Bosna'da kalmaya devam etmiştir. Tahran yönetimi
sürekli olarak bölgedeki yatırımlarına devam etti
ve yerel siyasi isimlerle son derece sıkı olan bağ-
larını muhafaza etti. Hatta İranlılar bölgedeki etki
ve varlıklarını korumak amacıyla savaş döneminde
oluşturdukları ağları zaman içinde şartlara uyum sağ-
layacak şekilde değiştirerek genişletti. Bosnalıların
neredeyse tamamının “Sünni” olduğu varsayımı, Şii
İran için kesinlikle bir problem değildir. Rafıziler için
Bosnalıların neredeyse tamamının
"Sünni" olduğu varsayımı, Şii İran
için kesinlikle bir problem değildir.
Rafıziler için asıl önemli olan karşıdaki
muhatabın kendisini Sünni veya
Selefi olarak tanımlaması değil, kendi
amacı için ne ölçüde kullanılabilir
olup olmadığıdır. Tahran yönetimi,
Orta ve Batı Avrupa'ya açılan stratejik
bir üs olarak Bosna'yı kullanmaya
devam edeceğinin açık sinyallerini
vermektedir.
asıl önemli olan karşıdaki muhatabın kendisini Sünni
veya Selefi olarak tanımlaması değil, kendi amacı
için ne ölçüde kullanılabilir olup olmadığıdır. Tahran
yönetimi, Orta ve Batı Avrupa'ya açılan stratejik bir
üs olarak Bosna'yı kullanmaya devam edeceğinin
açık sinyallerini vermektedir.
Safevi/Rafızi İran devleti için ileri uçta bir üs ol-
masının yanı sıra net olmayan anayasa, etnik ve dini
karmaşa, güvenlik zaafiyetleri, zayıf devlet kurumları,
daima canlı tutulmaya çalışılan Osmanlı sevimsizliği
(hatta düşmanlığı) ve rüşvetin yaygın oluşu; sadece
Bosna'yı değil, tüm Balkanları tam olarak İran'ın iş
görme yöntemlerine uygun bir bölge hâline getir-
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
>i
Bugün İslam coğrafyasının hemen
hemen her beldesinde kâh
doğrudan sıcak çatışmalarla kâh
emperyalizmin kucağına oturmuş
tevhid düşmanı yerli tağutlar ve
örgütler eliyle kâh küresel küfrün
yerli işbirlikçisi demokratik sistemler
eliyle "Soft Power/Yumuşak Güç"
modunda yürütülen ifsad ve imha
politikalarıyla "tevhid ve sünnet"
ümmeti olması gereken ümmet
maalesef "zillet ve ahzab" ümmeti
derekesine düşürüldü.
mektedir. İran'ın yerel elçilik personelinin yanı sıra
sayıları her geçen gün artan Lübnan merkezli Hizbu-
Esed ajanları bu ortamı kullanarak İran'ın bölgedeki
etkisini artıracak operasyonları icra etmektedir. Haç-
lılardan sonra Bosnalıların başına gelmesi muhtemel
en büyük musibet Rafızi İran kaynaklı bölünmeler ve
çatışmalar olacaktır. Bunu delili Suriye, Irak, Yemen
ve kısmen de olsa Pakistan ve Afganistan'daki Rafızi
İran izleridir.
İslam Bir Vadide, "Ümmet" Başka Bir Vadide
Bosna üzerinden bir misal verdik; fakat bu, ben-
zer şartların oluşması hâlinde her devirde ve her
toplumda yaşanması mukadder olan Rabbani bir
yasadır. Allah'a verilen ahdin bozulması neticesinde
aynı veya benzer akıbetle karşılaşan sözde Müslim
halkların hangilerinden bahsedelim?
Bugün İslam coğrafyasının hemen hemen her
beldesinde kâh doğrudan sıcak çatışmalarla kâh
emperyalizmin kucağına oturmuş tevhid düşmanı
532 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
yerli tağutlar ve örgütler eliyle kâh küresel küfrün
yerli işbirlikçisi demokratik sistemler eliyle “Soft
Power/Yumuşak Güç” modunda yürütülen ifsad ve
imha politikalarıyla “tevhid ve sünnet” ümmeti olması
gereken ümmet maalesef “zillet ve ahzab” ümmeti
derekesine düşürüldü.
Allah çco düşmanlarımızı bize musallat kıldı ve
onlar da elimizde olan ne varsa alıp götürdüler, gö-
türmeye de devam etmekteler. Birkaç istisna hariç,
genel olarak zillet ve meskenet içinde yaşadığımızı
hiç kimse inkâr edemez. Buna mukabil bir milyar altı
yüz milyon insan boş ve yararsız şeylerle meşgul
edilmektedir. Henüz ölmemiş kalpleri eleme gark
eden bu manzarayı unutturmak ve esasen ümmetin
sahip olduğu müthiş potansiyeli berhava etmek için
bizlere pembe tablolar takdim edilmekte yahut suni
meseleler üretilmektedir.
Dünyadaki “Müslüman” sayısının bir milyar altı
yüz milyon olduğu, buna karşılık iki milyar yüz yet-
miş milyon Hristiyanın yaşadığı ifade edilmektedir.
Özellikle batılı araştırma şirketlerince yapılan, ge-
leceğe dönük nüfus tahmin modellemelerine göre
bu sayılar 2050'ye gelindiğinde kendilerini İslam'a
nispet edenlerin sayısının iki milyar yedi yüz altmış
milyon, Hristiyanların nüfusunun ise iki milyar dokuz
yüz yirmi milyon olacağı öngörülmektedir. Böyle
bir modellemenin sebebi de şudur: basit ifade ile
"“Müslüman'"ların daha çok çocuk sahibi olmaları.
Müslüman kadınların sahip oldukları çocuk ortalaması
yaklaşık binde üç. Dünya kadınlarının geri kalanının
doğum ortalaması ise yaklaşık olarak binde ikinin
biraz üzerinde.
"Müslümanlar" büyük dini grupların tamamının
içerisinde en genç nüfusa sahip olan gruptur. 2010
yılı araştırmalarına göre yaş ortalaması yirmi üç. Bu,
Müslüman olmayanlardan ortalamada yedi yaş genç
oldukları anlamına geliyor.
ABD merkezli PEW araştırma şirketinin dünya
dinlerinin geleceği adlı yeni çalışmasında, mevcut
eğilimin devam etmesi hâlinde 2070 yılında İslam
dinine mensup olduğunu iddia edenlerin sayısının
Hristiyanların toplam sayısını geçeceğini ve dün-
yanın en yaygın dini olacağı belirtilmektedir. 2015
yılı tahminlerine göre ABD'de üç milyon üç yüz bin
“Müslüman” var ki bu da genel nüfusun yüzde biri-
teuhid
İslam ümmeti ne zaman ki Aziz ve Celil olan Allah'a hakkıyla kullukta bulunduysa
Allah da onları yeryüzünün efendileri kıldı. Bugün başta Arap yarımadası
olmak üzere İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde, tevhid dininden farklı din
mensuplarına kullukta bulunan tağutlar varken İslam ümmetinin izzetinden
söz edilemez. Özellikle Arap yarımadası, Resülullah'ın (sav) hadis-i şerifinde
buyrulduğu üzere tevhid ve sünnet nizamına düşmanlık eden aşağılık rejimlerden
ve diğer din mensuplarına kölelik yapan tağutlardan arındırılmadıkça bu bölük
pörçüklük ve zillet bitmeyecektir. Zira İslam bir üstünlük akidesidir.
ne tekabül ediyor. 2011 tarihli bir araştırmaya göre
"Müslüman"ların yüzde altmış üçü göçmen. 2050
tahminlerine göre ABD'deki Müslüman nüfus, yüzde
ikiyi geçerek en kalabalık ikinci dini grup ünvanını
Yahudilerden alacak.
PEW araştırma merkezinin İslam coğrafyasından
otuz dokuz ülkede gerçekleştirdiği, Müslüman”ların;
Kur'ân ve Peygamberin uygulamalarına göre şekil-
lenen bir hukuk sistemi (kısaca Allah'ın şeriatını)
isteyip istemedikleri yönünde bilgi edinme amaçlı
yapılan araştırma, aslında tevhid ehli müminlerin
aşina olduğu bir hakikati ortaya koymakta ve daha
görünür kılmaktadır. Buna göre Orta Doğu ve Asya
ülkelerinin bazılarında tevhid ve sünnet nizamını
(şeriatı) isteyenlerin oranı Müslüman olduğunu ileri
süren kalabalık kitlelerin sayısıyla ters orantılıdır.
Örneğin Türkiye'de bu oran 9612, Kazakistan'da 410
ve Azerbaycan'da X8'dir. İstisnalar da var. Afga-
nistan halkının 9699'u ve Pakistan halkının 284'ü
şer'i hukukun uygulanmasını desteklediklerini beyan
etmektedir.
“Müslüman” halkların, mensup olduklarını iddia
ettikleri dinin kurallarına karşı mesafeli duruşu, söz
konusu ülkelerde süregelen ideolojik din(sizlik) eği-
timinin bir sonucudur şüphesiz. 2011 tarihli başka bir
araştırmanın verilerine göre ise ABD “Müslüman"”-
larının 39'u eşcinselliği desteklerken “45'i bunun
önünün devletler tarafından bir şekilde kesilmesi
gerektiğini düşünüyor.
İslam ümmeti ne zaman ki Aziz ve Celil olan Al-
lah'a hakkıyla kullukta bulunduysa Allah da onla-
rı yeryüzünün efendileri kıldı. Bugün başta Arap
yarımadası olmak üzere İslam coğrafyasının diğer
bölgelerinde, tevhid dininden farklı din mensuplarına
kullukta bulunan tağutlar varken İslam ümmetinin
izzetinden söz edilemez. Özellikle Arap yarımadası,
Resülullah'ın «aw hadis-i şerifinde buyrulduğu üzere
tevhid ve sünnet nizâmına düşmanlık eden aşağılık
rejimlerden ve diğer din mensuplarına kölelik yapan
tağutlardan arındırılmadıkça bu bölük pörçüklük ve
zillet bitmeyecektir. Zira İslam bir üstünlük akidesidir.
Ömer'den «a nakledilen bir sözde belirtildiği üzere;
kendi bağlılarının kalbine kibirden uzak büyüklük
hissini, gururdan temizlenmiş güven ruhunu ve ben-
cillikten arınmış emin olma şuurunu sokan aziz bir
dindir, bir üstünlük akidesidir İslam.
Bu hayatın adı zillettir
Zelilin hayatına kim imrenir
Öyle hayatlar vardır ki
Ölüm ondan daha iyidir
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
>
WZ7V MAX
7 AVAVAV/AVAVA
WAV/NAVAVAV
7 VAVAV/AVAVN
TAVA VAV/AVAY/AN
WE YY
MAAAAS
NAVZNYAVAY/
ANMA
MWMVWZV
NAM YAAYA
MEV MAY
NAM YAAA
MAMA
NV YY
MAVM YAY
/AVAVAYAVAN
MW 7W
AVAVAVAVAVAN
MAASA
NAM YAAYA
MV MW
AVAVAYNAYAN
WU M7
/AVAVAVAVAVAN
MAVM YY
MM VA
VWEYYYY
MAM VAYA
MAVVZV
/AVAVAVAVAYAN
WMV 7
MMA
MVMWZV
A MAZ VAY
VWIYY YY
HER ŞEYE DAİR
NY VVY
JN
MZ MN
VAVAYAVAYY/
NAVYA AYA
WZV MAY
TAVAVAY YAA
WZ7 MX
birçok
sıkıntısını oyunla açığa vurduğunu;
Çocuğun
oyun oynarken sıkıntılarıyla
Oyun Terapisi...
,
TERAP
HEM DE BEDAVA!
yüz yüze gelip onların etkisinden
korkularıyla, öfke ve üzüntüleriyle
kurtulduğunu anlatıyordu bu
Mahi
mahi(tevhiddergisi.net
kavram. Kulağa çok hoş geliyordu.
Zira birçok yavrumuzun yüreği
acılarla burkulmuştu. Bazıları
bunu öfke ile yansıtırken bazıları
ise çözümü içine kapanmakta
bulmuştu.
(e
.—
©
(2)
fani
Dal
vw
Ve
lo)
©
>
vw
n
fani
vw
—
—
E
peni
e
—
5
O
O
O
Hani her gün eteğimize yapışıp bizden istedikleri!
Saatlerce yapsak dahi “Hiç yapmıyorsun!" diye sitem ettikleri, nedir sizce?
Evet, oyun...
Oyundur en sevdikleri aktivite.
idir.
, çocuğun İŞİ
Aslında buna iş de denilebilir. Zira oyun
Fakat biz anne babalar öyle pek hoşlanmayız oynamaktan. Ne de sıkıcı
gelir bize, değil mi?
Vakit kaybı olarak görürüz hatta. Başımızdan savmak için fırsat kollarız
çocuklarımızı.
Bir arkadaşını davet etmek, yaşıtlarıyla oynaması için dışarıya gönder-
mek "kurtarıcı" gibidir.
len fırsatı teptiğimizin farkına dahi varmayız.
ğımıza ge
Oysa biz aya
Öyle bir fırsat ki hem iyileştirici hem eğitici hem de bağ kurucu. Ah...
Unutmadan; üstelik de “bedava”.
Anlatayım:
Efendim, yaklaşık iki yıl önce karşılaştım bu kav-
ramla: Oyun Terapisi... Çocuğun birçok sıkıntısını
oyunla açığa vurduğunu; oyun oynarken sıkıntıla-
rıyla, korkularıyla, öfke ve üzüntüleriyle yüz yüze
gelip onların etkisinden kurtulduğunu anlatıyordu
bu kavram. Kulağa çok hoş geliyordu. Zira birçok
yavrumuzun yüreği acılarla burkulmuştu. Bazıları
bunu öfke ile yansıtırken bazıları ise çözümü içine
kapanmakta bulmuştu.
Kimi yaşadığı korkular nedeniyle annesine kaygılı
bağlanırken kimi sürekli altını ıslatıyordu. Tırnağını
yiyenler, tikleri olanlar ve daha birçokları... Oyun,
dramatik öykülere dokunacak ve çocuğun sırtında
bir kambur, yüreğinde bir iz, boğazında bir düğüm
gibi kalan zararlar oyunla bertaraf edilecekti.
Acaba bunlar gerçek miydi? Sadece oyun oynamak
tüm sorunların çözümü olabilir miydi?
Allah'ın rahmeti, birkaç arkadaşım ile bunu dene-
yimleme fırsatı bulduk ve anlatılanların bir ütopya
olmadığını kendi gözlerimizle gördük. İstiyoruz ki
bunu herkes öğrensin. Bir dergi yazısına sığamayacak
kadar kapsamlı ve yazı diliyle tam olarak anlaşılma-
yacak, ancak deneyimleyerek öğrenilecek bir eğitim
olması hasebiyle naçizane tavsiyem, bu eğitimi almak
için çaba sarf etmeniz. Bununla beraber küçük de
olsa bilgi vermek amacıyla “Oyun, bir terapiye nasıl
dönüşür?" sorusuna değineceğim:
1. Bunun için pahalı oyuncaklara ihtiyacınız yok.
Çocuğumuzun oyuncakları arasından seçtiğimiz
ahşap blokları, oyuncak bebekleri, bebek evleri,
sanatla ilgili malzemeleri, küçük hayvanları, arabaları,
polis veya başka meslek gruplarına ait oyuncaklarını
düzenli bir şekilde dizerek onun yanına oturun ve
oyunu onun yönlendirmesi için bekleyin.
Siz sadece izleyici ve o istediğinde harekete geçen
bir “eş”siniz.
Çocuğunuz yukarıda sayılanlardan herhangi birini
aldı ve size yapmanız gerekeni söylüyor:
— Anne, ben polisim. Sen de hırsızsın.
Anne:
— Sen polissin, benim de hırsız olmamı istiyorsun.
teuhid
Çocuk:
— Evet, şimdi sen kaç. (Anne kaçar.)
Çocuk:
— Dur! (Anne durur.)
Çocuk:
— Şimdi ben senin ellerini bağlıyorum. (Anne el-
lerini uzatır.)
Diyalogda görüldüğü üzere anne sadece eşlik
edendir. Çocuğun söylediklerini yerine getirir ve aynı
zamanda aynalama yapar, yani kısmen çocuğunun
kullandığı ifadeleri tekrar eder.
Kimi yaşadığı korkular nedeniyle
annesine kaygılı bağlanırken kimi
sürekli altını ıslatıyordu. Tırnağını
yiyenler, tikleri olanlar ve daha
birçokları...
Oyun, dramatik öykülere
dokunacak ve çocuğun sırtında
bir kambur, yüreğinde bir iz,
boğazında bir düğüm gibi kalan
zararlar oyunla bertaraf edilecekti.
"Bu kadar mı?” Evet, bu kadar. İşte terapi! “Nasıl
yani?” Şöyle ki:
Çocuklar “kaç kovala” oyunlarından çok hoşlanırlar.
Bunlar bağlanma oyunları arasındadır. Hırsız polis
oynarken hem aranızdaki bağ güçlenir hem de bu
oyun size bazı ipuçları verir.
O kadar oyuncak içinden polis oyuncağının kulla-
nılması güç isteğinin veya hırsız korkusunun varlığına
dair bir işaret olabilir. Ya da polis güç figürü olduğu
için çocuk kendisini annesinin yanında güçsüz his-
sediyor olabilir.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
53
/AVAV/AV/AVAV/N
MAAAY
/AVAVAV/ YAVAN
MY V
MA
VAVAVAVAY
MASA
NAV/AVAVAV/
MAAS
MMA
MW VZ
MASA
MAVM YAY
MASA
WWW
NM YUN
MV
MMA
MV MW
MASA
WE
AWMASAAS
WE 27
TAVAVAYNYAV/A
VW YW
NA MAAA
MUMYA
MAAS
WMV 7
WMAMSAMS
WE ZZ
AMY
WE
AVAN
MV MVW
AYAS
WE7 YY
AMASYA
WEN
AMY
MAYYV
AMA
VWUZV
AYAS
MZ7VM7W7
MAAS
WMV
AVAN/AV YANIN
Devam edecek inşallah...
Tabii özellikle bu son kısmı daha okurken yüzü-
nü ekşitenler olacaktır. Onlar, böyle komikliklere
tahammül edemeyen, kendi çocukluğunda komik
Çorabını giydirirken uykuluymuş gibi yapıp eline
davrandığı veya güldüğü için örselenenlerdir... Size
“Peki, ne kadar oynayacağız?” diye sorarsanız 30
dk. yeterlidir. Oyuna başlamadan önce yavrumuza
giydirmeyi deneyin ve kahkahalarını dinleyin... Ya da
Çocuğu güldürecek başka oyunlar geliştirilebilir.
Bunun için onları takip etmek ve neye gülüyorsa onu
tekrarlamak püf noktadır.
alt pijamasını kollarına geçirmeye çalışın. Bunu da
şaşkın ve saf bir ifadeyle yapın ve neşelerini izleyin...
saat dolduğunda da tekrar işinize dönmek zorunda
saati gösterip onunla yarım saat oynayacağınızı,
olduğunuzu söyleyebilirsiniz.
de iyi gelecek emin olun. Çocukken sizi eleştirip
yüzünüzdeki gülücüğü çalanlar, şimdi yanınızda
yoklar. Rahat olun. Gülün ve yavrunuzun da o güzel
yüzünü güldürün...
üldür-
, ÇOCUĞU gü
&
, Saat dolduğunda
da tekrar işinize dönmek zorunda
&
"Peki, ne kadar oynayacağız?" diye
7
oynayacağınızı
NAMYAAYA
WMV
MASAAA
WZEV MY
AYAS
MAVM YAY
NAMAZ YAYA
WE 2X
NAMYA AYA
WE7VMXV YY
NAM YA AYA
WZ7 MZ
NAM YAAYA
WZ7 MAX
sorarsanız 30 dk. yeterlidir. Oyuna
başlamadan önce yavrumuza
saati gösterip onunla yarım saat
olduğunuzu söyleyebilirsiniz.
Bunlar hep öngörüdür elbet. Siz oynarken bunları
düşünemeyebilirsiniz; fakat bu bir kayıp değildir.
Çünkü sizin o oyunu oynuyor oluşunuz zaten başlı
başına iyileştirici bir etki oluşturacaktır.
Polis, hırsızı yakaladığında ona teslim olunmalı-
dır. Zira iyileştirici oyunlarda tüm kontrol çocukta
olmalıdır.
Oyunda şayet varsa bir muziplik
mek hatta kahkaha attırmak için bu fırsat kaçırılma-
malıdır. Örneğin;
* Koşarken sakarlık yapmak,
kler için gülmek
faydalıdır. Güldükçe kendini güçsüz hissettiren en-
dişeden de kurtulacaktır.
ğır yü
* Ellerimizi bağlarken komik yüz ifadeleri takınmak
* Düşerek çocuğun yakalamasını kolaylaştırmak,
vb. eğlenceli hareketler yapılabilir.
Zira o küçük kalplerdeki a
Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
356
ÜZMEZ NESİNE İZNE SİZİ
O Ek
Bi Mane ü Bi Şert ü Bi Bergeha
,, weve
LAİLAHE|LLALLAH
DI ÇARÇOVEYA
TEVHİDE ÜDİ
Resüllullah der hegâ rümet ü MANEYA İBADETE
ehemmiyeta düayâ de di van DE DÜA Ü İTEAT
herdü hedisan de wiha ferman
kiriye:
Osman SADIKOĞLU
"Dua ibadet bixwe ye."
"Dua mixâ ibadete ye"
Beşa (5.) Pâncemin
elâ, eger mirovek rayeya hakimiyetâ bitemami bide Allah, t& vâ man&â
ku ew kes ten& bi tenâ ji Allah re ibadet& dike. Weke din, eger vâ
rayeyâ bide hin kesân din, di vâ rewşâ de ew &di wi kesi an wi tişti ji Allah
re şerik çökiriye ü ibadet& jili wi dike.
Dı Maneya İbadet& De Bıkaranina Duayâ
öayele çiğ Öşür göle GE OSSE GAÜ Ğİ Sİ zil yedi 2303 İş
“Rebbö we wiha got: Yi min re dua bikin ku ez duayön we gebul bikim.
Ew ön tenezzül nakin ji min re ibadet bikin ü guretiyâ dikin hene; wö bi
rezili ü riswati bikevin cehenneme.” !
Ev ayet bi fermana “Ji min re dua bikin...” dest pâ dike, piştre bi "Ew ön
ku tenezzül nakin ji min re ibadet bikin ü guretiyâ dikin hene...” didome.
Ev ji dibe delil ku “Dua” li indallah ibadet bixwe ye. Digel vâ yekâ di
tefsira vâ ayetâ de Tirmizi ü Ebu Dawud, ji Numan b. Beşir -radiyallahanh- VE
hedis& negil dikin. Resülullah -a/eyhissalâtuwesselâm- Wiha gotiye:
1. 40/Mumin, 60
Hal ev e ku; miri an zindi, ew kesân wek genc ü salih tân zanin ü düa li wan
tön kirin bixwe ji, di bin axa sar de rehin ü mehkümeâ guneh Ü xetayân xwe
ne
"Dua mixâ ibadetö ye”?
Resüllullah -aleyhissalâtuwesselâm- piştre v& ayete xwend:
ÖR ÖsASİLİ ölü Ğ) Sİ Gill isE3l 6585 Jl35
3yel5 ŞİŞE öşlkizz göle
"Rebbö we wiha got: 'Yi min re dua bikin ku ez
duayön we gebul bikim. Ew ön tenezzül nakin ji min
re ibadet bikin ü guretiyö dikin hene; we bi rezili ü
riswati bikevin cehenneme.” 3
Weke xuya dibe; Resülullah -aleyhissalâtuwesselim- xwe
dispâre vâ ayetâ ü wiha dibej&:
"Dua ibadet bixwe ye.”
Me berâ de diyarkir ku maneya peyva tewhidö
di ibadetâ de yekgirtina, yanâ tewhidkirina Allah e
ü inkarkirina her tiştân ji xeyri wö ye. Madem dua
ibadet e, belâ rewşa wan kesân ku li ser gumbet ü
ziyaretân kesân genc ü salih de ji wan re dua dikin w&
çawa çöbe? Ew kes in ku di astengiy& de diminin beri
Allah -azze we celle- Şex Abdulgadir Gâlani t& bira wan Ü
imdad ü hewariya xwe ji digâjinin wan. Ev rewşa wan
bixwe ji, di navbera gotina wan a “Lâflâheillallâh” ü
ev amelân ku dikin de nakokiyeke dijwar e.
Hâl ev e ku; miri an zindi, ew kesân wek genc ü
salih tân zanin ü düa li wan tân kirin bixwe ji, di bin
axa sar de rehin ü mehkümâ guneh Ü xetayân xwe ne.
Rewşa civaka me wisane ku bi v& halâ xwe ketine
nakokiyeke pir dijwar. Li aliyeki peyva tewhide tinin
ser ziman Ü li aliyâ din tazim Üü duayan ji kesân miri
re dikin.
2. Tirmizi, 3247; Ebü Dawüd, 1479.s
3. 40/Mumin, 60
38 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
Tiştân bi ziman dibâjin di amelân xwe de ziddö w&
dikin ü berevaj hereket dikin. Xwezika ew insanân
belengaz maneya peyva tewhide bi gasi Ebü Cehil
ji f&m bikirana!
Misala ev çeşid insanan dişibe wi mirov& ku destö
wiji nav berikân xelkâ dernakeve, lâ ew bixwe dibâje
"Ez ne dizim!”
Ev kes ji, w& bi ziman böâjin “Laflaheillallah!” yanâ
"Em ji Allah pö ve ibadetâji tu kesi re nakin” piştre ji
we biçin ser wan gumbet ü ziyaretan Ü bi duayan
ü bi hewar Ü gazikirin ü bi tazimâ ji hinek miriyan
re İbadetâ bikin Ü w& bi v& halâ xwe y& şirk& ji wan
deran derkevin!
Em& çend ayetân Allah -azze we celle- ji wan kesân
ku destân xwe ji Allah p& ve ji kesân din re vedikin
ü lavayi dikin ü hâvi ü hewariya xwe digâjinin wan
ü bi wan İstiaze dikin re bixwinin:
ÇA) Oslamdlğ V disd a ül öyüÜlŞ $Aİl 8585 al
lağ akli, Şa la5 08 Zİ ERİN | İS SV eşe
İNE $ Yİ) 33 1S 2185
"Duayön hegji wi tenâ re töne kirin. Ew ön ji xeyni
Allah ji wan re lavayi tön kirin ji, bi tu şikli nikarin
cewabö bidin wan. (Rewşa wan) wek rewşa wi kesi
ye kuji bo ku av bö devö wi, her du çengön/Mmisten
xwe diirâji av dike. (Lâ heta ku ew çenga xwe tije av
neke ü nebe ber devâ xwe) av nakeve devâ wi. Duayân
kafiran ji wiha püç ü betal in.” *
4. 13/Rad,14
İİİ Gel GİS Sİ GİS a JE Ğİ yz GİBİ 523
çöösüşiş Gİ) çözlŞ 13) ÇİZ Sİ Ga çivi çiz
Iş k3 ÜE İçlZ İİB all 438 ğa üşedi çiğ e Gİ İİB
ör İŞİ Gil öl JE
"Maji wan kesön ku derew li Allah kirine ü ayetön wi
derewandine zalimtir ki heye? Nesibö wan ö di kitöbö
de, digihije wan (Ji berâ deji wan çi rizg tegdir büye
wi dibinin ü bi gasi ümrö ji wan re hatiye nivisandin
dijin.) dema gasidön me tön cem wan diböjin: “Kanâ
ew ön we ji Allah pö veji wan re lavayi dikir?” Ew ji
diböjin: “Ji me dürketin, çün.” Jixwe di xisüsa kafiriya
xwe di aleyha xwe de şahidi kiribün.” $
Pr
dB EZ YE KİEV
önal ğa 13)
yö İS 3 Yİ ANS YE aş a ALL O
Gez SASİ g5 ear ya ELAZ a dp Ünye alak) 35 YE
“Ji xeyni Allah lavayi (dua) li wan (ilah) ön ku kâr
ü ziyana wan nagihije te, neke. Eger tu wisan biki bi
rasti tu yö bibiji zilimkaran.
VE İN üş3 ğa gü Vİ
Eger Allah, zirarekö bide te, ji xeyni wi, yö ku Wö ji
ser te rake tune. Egerji bo te xöreki bixwaze, yö ku fezl
(ürehma) wiji ser te rabike tune. Ew ji ki re bixwaze
xöra xwe dide wi. Ew xefür ü rehim e.” ©
PSİ İZEL Lâ İyzal ŞİZ SESİ İk l V şe Öl
"Eger hün gazi wan (pütan) bikin ew deng ü banga
we nabihizin. Eger bibihizin ji, nikarin cewabö bidin
we. Roja giyametö ji, şirikatiya we (bi wan dikir) inkar
dikin...” 7
İbadet, şamile temamâ gadân jiyana insanan e.
Her kar ü galân ku Allah azze we celle |& hez dike ü emir
kiriye Ü j& razi ye İbadet e.
Muslim ew kes e, bi bireweriya ku temamaân gadân
heyatâ İbadete ü berâ xwe dide Allah azze we celle. Kes&
mümin düayân nimâja wi ü gurbana wi ü amelân wi
bi kurtahi her tiştöân wi ji bo Allah e. Ew Allahe ku
bö şerik ü bö heval e.
5. TMAraf37
6. 10/Yunüs, 106-107
7. 35/Fatir 14
Dı maneya ibadetâ de bıkaranina iteat&â
gs) 48) GAİN İsâ V Ğİ GSİ 6 Sİ içel gi
» 5 BS
çağa
"Geli zaroyön Âdem! Ma min ji we re negotibü; ji
şeytan re İbadetö nekin, Lewre ew ji we re neyareki
eşkere ye!
hipo lâR düzel ölş
İbadetâ (bitöne) ji min re bikin, röya rast ev e.”
Allah azze we celle di vâ& ayetö de ji me re emir dike ku
“Ji şeytan re İbadetâ nekin”. Ekseriyeta müfessiran
diyar kirine ku ev lefza “İbadet” & di maneya iteat& de
hatiye gotin.? Belâ, insan bi gesta merci an megama
iteate tişteki ji xwe re xuya kiribe ew tişt di wö demâ
de jâ re dibe merci ü megama ibadetâ ji. İnsan, li gor
kijan ganünan jiyana xwe tenzim bike ü bidomine
ü ji ki re İteata mutleg bike tö maneyeki ku ji wi re
ibadet ji dike. İteata mutleg bitene ji Allah re ü piştre
jiji Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem re t& kirin. Sebebö
iteata ji Resülullah re, ji bo ku di v& mijar& de Allah
wiha ferman kiriye, ew e.
Reöveber ü kargerân iro iteata mutleg ne ji Allah
azze we celle re, bes ji râxistinân navneteweyi re weke
"Neteweyâön Yekbüyi” (NY) “ re dikin. Di vâ rewşâ de
ew ji bi ve iteat& dibin evd ü bendeyân wan.
Der hegâ iteatâ de sinorâ meşrü hene. Yanâ tu kes
ji keseki din re wek mutleg iteat nake. Welew ku ew
kes dâübavanji rayedarân meşrü bibin ji rewş ev e.
Lewre Resülullah aeyhissalâtuwesselim Wwiha ferman kiriye:
"Di mijareki ku tö deji Allah re isyan hebe, gethiyen
jitumexlügati re iteat tune.” "1
Her ki be bila bibe, İteata mutleg li wan râveberiyân
ku meşrüiyeta xwe ji şer'a şerif nastinin an ji teşwig Ü
emrâ isyana ji Allah azze we celle re dikin wi kesi, ewana
wek ilâh gebül kiriye ü bi vâ helwestân xwe ibadetö
li wan dike. Lewre İteata mutleg tenâ& bitenâ enceg
ji Allah re t& kirin.
Ew Firewnâ bi veşariti an ji bi eşkerehi dozdariya
8. 36/Ya-Sin, 60-61
9. Bur. Zadu'l Mesir, Süreya Yâ-Sin, ayeta 60.
. BM (Birleşmiş Milletler)
11. Büxari, 7144, 7145, 7257
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
52
Resülullah wiha ferman kiriye:
"Di mijareki ku tâ de ji Allah re isyan
hebe, gethiyen ji tu mexlügati re
iteat tune."
ilahtiye& dikin, di her halükari de ji gelân xwe iteata
mutleg dixwazin. Karek an kelâmeki bö destüra wan
bâ gotin an be kirin, ji teref wan ve dö wek süceke
giran bâ nirxandin. Gisseya Sâhrbâzân Firewn di vö
mijar& de minak e. Wextâ ku söhrbaz imân tinin,
itiraza Firawn di dema ewil de ne li imân anina wan
bü. İtiraza Firewn ev bü ku, sâhrbâzân wi çima bö
destura wi bi Musa aleyhisselâm İmân anibün.
s 33,2
096 S4 ald öl Çi oi ği Jö 4 çil EEE
oyali B325 Işlai Işik Iş> öd) dail ğ
- voToğat. Rek 7. © eğime. o. o? ir
AZ GİLAN gö NE ğa eliz esi öl
"Firewn (ji wan re) got: 'Ma ez İiznâ nedim we ji, hün
bi wi imân tinin? Ev dafik e, ji bo ku ehlö vi bajari ji
vir derxinin, we ev dafik çökiriye. Lâ hünâ di nezik de
(Wwö çi were serö we) bibinin.
Bi rasti ez ö dest ü piyâ we çeprasti j&bikim Ü paşâ
40 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
ez ö we hemüyan bi darda bikim.” 2
Di ronahiya ve ayetâ de divâ em ji pir digat bikin
da ku em bizanibin di v& manâ de iteata me ji ki re
ye üji çi re ye? Bi talimatân yekser an neyekser ki
istigametâ dide kar ü barân me ü jiyana me?
Divâ ku em ve xalâ (vâ nugteyöâ) izah bikin.
Gelo her çeşidâ iteata ji şeytan re ü ji kafiran re
dikeve çarçoveya şirk&?
Emâ cewaba ve pirs& wek madeyan bir&z bikin.
Ew kesân ku şeytan Ü râveberiyân kafir wek
megam Ü merciân meşrü dibinin Ü iteata li wan
lixwe ferz dinirxinin, evana ji Allah azze we celle pâ ve
hin kesân din ji xwe re wek ilâh girtine.
Ew kesân di mijara şirk& de ü di emr& wan râve-
beriyân küfr& ü şeytan de iteatâ li wan dikin, evana
bi van tevgerin ü helwestön xwe dibin müşrik.
Ew kesân ku şeytan ü râveberiyân küfr wek merciâ
iteatâ nabinin (ü viya gebül ji nakin) ü di emr& wan
En gayrişer'i de iteat& li wan nakin lâ tevli tiştöân ku
Allah azze we celle heram kirine ew ji wek heram gebül
dikin ü bitenâ di vâ çarçovâde iteatâ li wan dikin,
evana müminân gunehkar in.
Dawiya Beşa (5.) Pâncemin
D& Berdewam Bibe İnşaallah...
12. Araf 123-124
SAĞLIK NOTLARI
Subliminal mesaj yöntemi,
bilinçaltının teslimiyetçi ve her HİPNOZ
şeyi kaydetme yönünü sinsice
kullanarak kişinin -rızasının Dr. Seyfullah İslam
alınmasını geçelim, kişi farkına bile seyfullahislam(©&tevhiddergisi.net
varmadan- bilinçaltına istenen/
hedeflenen mesajın gizlice
yerleştirilmesi işlemidir. Subliminal
mesajları "bilinçaltına yönelik gizli
mesajlar" olarak ifade edebiliriz.
Bismillah
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a «co hamd, Resül'üne salât ve selam olsun.
Hipnoz konusuna kaldığımız yerden devam ediyoruz inşallah...
ir önceki yazımızda da değindiğimiz gibi bilinçli hâlimiz, irademizle
mantık ve akıl çerçevesinde sergilediğimiz veya verdiğimiz reaksi-
yonlardır. Bilinçli hâlimiz, sırf işine gelmediği veya hoşuna gitmediği için
bile olsa bir olayı reddedebilir, dayatılan eylemin tersine bir davranış
sergileyebilir.
Bilinçaltının ise daha anne karnındayken kayıtlara başladığı ve bilhassa
kişiliğin, karakterin, inançların ve davranış kalıplarının şekillendiği yer
olduğunu vurgulamıştık. Bilinçaltı itaatkârdır; düşünmez, sorgulamaz,
kendisine ne söylenirse onu yapar, demiştik.
Tıbbi hipnoz ile kişinin -rızası alındıktan sonra- problemlerine yönelik,
kendisine özel telkinlerin bilinçaltına daha derin ve daha kolay yerleşme-
sini sağlamak amaçlanmaktadır. Bunu yaparken de bir önceki yazımızda
bahsettiğimiz beyin dalgalarının belli bir kıvama getirilmesi ile mümkün-
dür. Örneğin; hipnoz olacak olan hastanın belli bir noktaya odaklanması
İnsan, bilinçli/şuurlu bir tercih ile
gördüklerini veya duyduklarını
kendince analiz ettikten sonra ya
"reddeder" ya da "kabul eder."
Çünkü bu tercih en başında
önüne seçenek olarak getirilmiştir.
Mantığının veya çıkarının olmadığı
bir seçeneğe rağbet etmek zorunda
bırakılmamıştır.
istendikten sonra bazı emir kipi içeren bazı kısa
cümlelerle bilinçaltı hazır hâle getirilir. Vücutta bir
takım eylemlerle -nefes alıp verme gibi- gevşeme,
rahatlama sağlanır. Daha sonra ise söz konusu tel-
kinlere, çoğu zaman dolaylı yönde kullanılan kelime-
ler, metaforlar eklenerek hastanın belirlenen duygu
veya davranışı benimsemesi hedeflenir. Tekrarlanan
seanslarla da pekişmesi ve bilinçaltına yerleşmesi
sağlanabilmektedir.
Bu anlattıklarımız, klasik tıbbi hipnozun sade ve
basit anlatım ile uygulanma biçimiydi. Bunun dışında
"sahne hipnozu”, "sokak hipnozu” "show hipnozu"vb.
gibi daha birçok alanda kullanılan hipnozlar vardır.
Yazımızın ana konusu ise bir önceki yazımızda da
sorduğumuz, “Rızası veya herhangi bir talebi olmadığı
hâlde kişinin bilinçaltına ulaşılması ya da müdahale
edilmesi mümkün müdür?” sorusu olacaktır.
Evet, mümkündür ve "subliminal tuzaklar” yöte-
miyle yapılmaktadır...
42 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
Subliminal Tuzaklar
“Subliminal mesaj” ne demektir ve nasıl uygulan-
maktadır?
Subliminal mesajlar konusuna değinmeden önce
burada bilinç ve bilinçaltının şu özelliğini tekrar ha-
tırlatmak gerekir:
İnsan, bilinçli/şuurlu bir tercih ile gördüklerini veya
duyduklarını kendince analiz ettikten sonra ya “red-
deder” ya da “kabul eder.” Çünkü bu tercih en ba-
şında önüne seçenek olarak getirilmiştir. Mantığının
veya çıkarının olmadığı bir seçeneğe rağbet etmek
zorunda bırakılmamıştır.
Bilinç, bilinçaltının önünde bilinç bir filtre görevi
görerek âdeta “bana ters düşen yargıları kabul etmek
zorunda değilim” diyerek mantığına veya çıkarına ters
olan düşünceleri bilinçaltına almamakla görevlidir.
Bilinçaltı ise tam tersine itaatkâr olup düşünmeden,
sorgulamadan, kendisine ne söylenirse onu alır ve
kaydeder, demiştik. İşte subliminal yöntem, tabiri
yerinde olacaksa bilince hissettirmeden bilinçaltına
kayıtların yapıldığı bir yöntemdir.
Subliminal mesaj yöntemi, bilinçaltının teslimiyetçi
ve her şeyi kaydetme yönünü sinsice kullanarak
kişinin -rızasının alınmasını geçelim, kişi farkına bile
varmadan- bilinçaltına istenen/hedeflenen mesajın
gizlice yerleştirilmesi işlemidir. Subliminal mesaj-
ları “bilinçaltına yönelik gizli mesajlar” olarak ifade
edebiliriz.
Bilinçaltına “subliminal mesaj” göndermenin birçok
yolu mevcut. Bunlardan en sık kullanılanları şunlardır:
1. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık
patlayan flaşlar eşliğinde sinema ya da televizyon
görüntüsü yoluyla bilinçaltına itilen 25. kare mesajları
2. Dijital ses dosyalarının içerisine gizlenen işitsel
mesajlar
3. Reklam afişleri, logoları vb. nitelikteki görsellerin
içine saklanmış sembol, şekil, kelime ve sayılar...
Küresel tuğyanlar yapacakları bir işgal veya farklı
sömürü eylemleri öncesinde bu yöntemleri sık sık
kullanır ve insanların zihinlerine gönderdiği mesaj-
larla istedikleri zemini kendilerine hazırlarlar.
Irak'ın en çok dinlenen radyolarında Kur'ân yayınıyla beraber, kulaklarla
duyulmayan, subliminal frekanslarda ve bilinçaltını hedefleyen
"Direnmeniz faydasız, boşuna direnmeyin, kaybetmeye mahkümsunuz,
gücünüz yok" vb. mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekildeki "bilinçaltı
mesajlarla" işgale hazır hâle getirilmiştir.
Buna; Amerika'nın Irak'ı işgal etmeden önce bir
yıldan fazla bir süre boyunca subliminal mesajlar
kullanmasını örnek olarak verebiliriz. Irak'ın en çok
dinlenen radyolarında Kur'ân yayınıyla beraber,
kulaklarla duyulmayan, subliminal frekanslarda ve
bilinçaltını hedefleyen “Direnmeniz faydasız, boşuna
direnmeyin, kaybetmeye mahkümsunuz, gücünüz
yok" vb. mesajlar verilmiş ve bir ülke işte bu şekildeki
"bilinçaltı mesajlarla” işgale hazır hâle getirilmiştir.
Bu yolla amaçlanan, kendilerini savunmayı bile
terk edecek kadar ağır hasarlı algıları olan insanlar
oluşturmaktadır. Toplumların ifsat edilmesi, dini veya
örfi çizgilerinin dışına çıkmaları, günlük yaşantılarında
bile kendi tercihleri olmayan vb. zihinleri bulanık bir
toplum oluşturmak.
Tüm bunlardan daha garibi ise bu konuyu gündem
edinen ve bu tarz saldırılara karşı tedbir alınmasına
yönelik elle tutulur bir çalışmanın yok denecek kadar
az olmasıdır.
Uzun zamandır uygulanan ve böylesi hayati bir
ciddiyet arz eden konunun nasıl olup da bütün bir
insanlık tarafından henüz bu açıdan da değil, “böy-
le şeyler de varmış” dedikodusunu geçemeyecek
kadar mahalli bir söylentinin olması gibi, sadece
konunun yeni yeni öğreniliyor olması, düşündürücü
olsa gerek...
Ekranlar karşısında uyuyan ve uyutulan bir asırda
yaşıyoruz!
Uyan ey toplum! Ve uyanıp uyandır derin uykudaki
tüm zihinleri!
Gelin, en azından bizlerin bilinçaltlarına girerek
huyumuzu, suyumuzu, rollerimizi, tercihlerimizi, gün-
demlerimizi... başkaları değil, biz kendimiz belirleyip,
yönetelim.
"Onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu.
Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” !
"Şüphesiz onlar tuzaklarını kurdular. Onların tu-
zaklarına (verilecek ceza) Allah'ın yanındadır. İsterse
onların tuzakları dağları yerinden oynatacak (cinsten)
olsun.” ?
Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a ham-
detmektir.
1. 8/Enfâl, 30
2. 14/İbrahim, 46
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
43
KIRK HADİS
ŞERHİ
MELEKLER!
Ömer AKDUMAN
Nurdan yaratılmış, görünümleri güzel
varlıklardır. Sürekli Allah'a ibadet eder
ve bundan yorulmaz, usanmazlar.
Emrettiği hususlarda Allah'a isyan
etmezler ve kendilerine emredilenleri
eksiksiz yerine getirirler. Erkeklik ya
da dişilik ile vasıflanmazlar. İkişer,
üçer, dörder... (ya da daha fazla)
kanatlı olarak yaratılmışlardır.
"Cibril:
— Bana imanı anlat, dedi. Allah Resülü «sav dedi ki:
— İman; Allah'a, meleklerine, Kitaplarına, resüllerine, ahiret gününe, hayrı
ve şerri ile kadere inanmandır.”
gil hadisinin iman esaslarına dair bölümü yazmaya devam ediyo-
ruz. Allah'a iman konusunu geçen yazımızda bitirdik. İkinci esastan
devam ediyoruz.
o
2. Esas: Meleklere İman
Melek
Melek kelimesi elçi, resül anlamında ”e-/e-ke” ya da "e-/ü-ke” kelime-
sinden türetilmiştir. Çoğulu "melaike/ eJlişdö” olarak kullanılır.
Melekler; Allah'ın, bazı vazife ve amaçlar için nurdan yarattığı, kendi-
lerine özel vasıfları bulunan, insanlar ve cinler dışında bir ümmet olan
varlıklar olarak tanımlanır.
Kur'ân'da ve sahih sünnette meleklere sürekli olarak vurgu yapıldığını
görürüz. Melekler konusu o kadar mühimdir ki yüce Rabbimiz, melekler
konusunu imanın temel asıllarına dahil etmiş, Melek-
lere iman etmeyen ya da onlar konusunda sapık bir
itikad sahibi olan insanların mümin olamayacağını
beyan etmiştir.
Meleklere İman Nedir?
Meleklere iman; icmalen/genel anlamda meleklerin
varlığına, sıfatları ve hususiyetlerine dair İslam'ın
bildirdiği asıllara inanmak ve bu konudaki sapkın
düşüncelerden beri olmaktır.
Tafsili olarak, meleklere dair İslam'ın bildirdiği
konuları detayları ile bilerek tüm ayrıntılara iman
etmektir. İcmali iman, yokluğunda küfrü gerektirir.
Dinimizin bildirdiği anlamda meleklere iman etmeyen
bir kimse kâfirdir. Tafsili iman ise ilim ile alakalıdır ve
yokluğu veya eksikliği küfrü gerektirmez.
Meleklerin Özellikleri Nelerdir?
Nurdan yaratılmış, görünümleri güzel varlıklardır.
Sürekli Allah'a ibadet eder ve bundan yorulmaz,
usanmazlar. Emrettiği hususlarda Allah'a isyan et-
mezler ve kendilerine emredilenleri eksiksiz yerine
getirirler. Erkeklik ya da dişilik ile vasıflanmazlar.
İkişer, üçer, dörder... (ya da daha fazla) kanatlı ola-
rak yaratılmışlardır. İnsan suretine girip bu şekilde
görünme kabiliyeti kendilerine verilmiştir. Allah'ın
kulları olmakla beraber kendi içlerinde bir ümmet-
lerdir. Sayılarını bilmemiz mümkün değildir. Bunu
yalnızca Allah bilir. Melekler aynı zamanda hayâ
sahibidir. İnsanoğlunun rahatsız olduğu şeylerden
onlar da rahatsız olurlar.
Meleklerin İsimleri Nelerdir?
Meleklerin sayısını bilmediğimiz gibi -bize bildi-
rilenler dışında- isimlerini bilmemiz de mümkün
değildir. İsimleri naslar ile sabit olan melekler:
* Cibril/Cebrail
* Mikâl/Mikail
» İsrafil
* Meleku'l Mevt/Ölüm Meleği
* Malik
*Rıdvan
* Münker ve Nekir
*Harut ve Marut
Meleklere İmanın Faydaları Nelerdir?
» Allah'ın çco yüceliği, büyüklüğü ve azameti daha
iyi anlaşılır:
"Yüce Allah'ın Arşı taşıyan meleklerinden birini an-
latmam için bana izin verildi. (Bu meleklerden birinin)
kulak memesi ile omzu arasındaki mesafe yedi yüz
senelik bir yoldur.” !
* Meleklerin sayısını yalnız Allah «co bilir:
”.. Rabbinin ordularını O'ndan başkası bilmez. O,
insanlar için ancak bir öğüttür.” ?
» Allah'ın kudretinin sınırlarını anlayan kul ise El-Ka-
viy olan Rabbine daha güzel bir kulluk arz eder,
ibadetlerini ve hayatını güzelleştirir.
»* Mümin, davranışlarına oldukça dikkat eder ve bilir
ki hesabını veremeyeceği, azabını çekemeyeceği bir
amel, yarın yazıcı meleklerin kaydettikleri defterlerde
Allah'a çco sunulacaktır:
"Şüphesiz ki üzerinizde gözetleyici (melekler) vardır,
şerefli yazıcılar. Yaptıklarınızı bilirler.” 3
Allah'ın çco müminlere yardımı ve zaferi için çok
farklı kapılar vardır. Allah melekleriyle müminleri
destekler. Müminin ayaklarını sabit kılar:
"Hani Rabbin meleklere vahyediyordu: Şüphesiz
ki ben, sizinle beraberim, iman edenleri sabit kılın.
Ben, kâfirlerin kalplerine şiddetli bir korku salacağım.
(Öyleyse) vurun boyunların üstüne, vurun onların
bütün parmaklarına! " 4
. Ebu Davud, 4727
. 74/Müddessir, 31
. 82/İnfitâr,10-12
» B/Enfal, 12
MW N m
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
45
AYIN KİTABI seli
Fertleri ve toplumları kölelikten, zilletten,
zulümden, azgınlıktan, parçalanmışlıktan,
MÜSLÜ MAN LARI N sınıf farklarından, yöneticilerin baskılarından
ve ruhlarını da vehim, hurafe, fesat ve
GERİLEMESİYLE masiyetlerden daha önce kurtarmış olan
DUNYA NELER İslam'ın bu rolünü yeniden hatırlatır. İman,
KAYBETTİ ilim, emanet, hürriyet, adalet, hukuk, şeref
ve insanlığın sürekli olarak gelişip ilerlemesi
Bedirhan EREN için herkesin çalışma ve hak ettiğini alma
esaslarına dayalı; yeni, canlı ve dinamik bir
toplumun oluşumunda İslam'ın fonksiyonunu
takdim etmeye çalışmaktadır.
Kitabın Künyesi
Kitabın Adı: Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti
Kitabın Yazarı: Ebu'l Hasen Ali En-Nedvi
Dili: Türkçe
Çeviren: Mustafa Acıoğlu/Abdullah Tırabzon
Yayınevi: Kayıhan Yayınları
Yayın Tarihi: Nisan, 2015
Basım Yeri: İstanbul
Sayfa Sayısı: 416
Cilt/Kâğıt: Karton Kapak/Kitap Kâğıdı
Ebat: 13,5x21
Yazara Dair
Ebu'l Hasen Ali En-Nedvi
1914 Hindistan'ın Uttar Pradeş eyaletinin başkenti olan Luknov doğumlu-
dur. İlmi geleneği olan bir ailede yetişir Nedvi. İlk eğitimini aile çevresinde
alan Nedvi 9 yaşındayken babasını kaybeder. Eğitimine abisinin yanında
devam eder ve Arapça, Farsça ve İngilizce öğrenir. Deyuben Üniversitesi
Yav,
ile Daru'l- Ulum Üniversitelerinde de hocalık yapmış-
tır. Türkiye'de en çok tanınan eseri “Müslümanların
Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" dir.
Yirmi yaşında Hindistan'da iddialı bir eğitim mües-
sesi olan Nedvetu'I-Ulema'da hoca olarak tayin edilir
ve kendi yaşıtlarına, hatta daha büyük öğrencilere
tefsir dersleri verir. Arapça öğretiminde farklı bir
metot dener. Arapça'yı Arapça'dan öğretim yön-
teminde başarılı olur ve kısa zamanda talebelerini
Arapça'yı konuşur ve anlar seviyeye getirir. Nedvi,
1961'de Nedvetü'l Ulemâ isimli eğitim kurumunun
başına getirilir ve vefat edene kadar bu kurumun
başkanlığını yapar.
Elde mevcut eğitim kitaplarının yetersiz olduğunu
düşünür ve gerekli olan kitapları müfredata göre
kendisi kaleme alır. Ona göre her toplum, kendi eği-
tim kitaplarını kendi üretmelidir. Eğitimde tercüme
ile başarı elde etmek mümkün değildir. Bunun için
Arapça okuma parçalarını ihtiva eden kitaplar yazar,
Arap edebiyatı ile ilgili eserler verir. Sonraki yıllarda
da medreselerde ders kitabı olacak mahiyette on-
larca kitap yazar.
İslam coğrafyasında uzun gezilere çıkar ve birçok
ülkeden ilim ehliyle tanışır. Bu seyahatleri ve ilim
ehliyle münasebetlerinden ötürü ufku genişler. Bu
dönemde ilim ve fikir dünyasında fırtınalar koparan,
büyük bir ilgi ve beğeni toplayan ve bu ayın tanıtım
konusu olan “Müslümanların Gerilemesi İle Dünya
Neler Kaybetti” adlı eserini kaleme alır.
Oldukça çalışkan, üretken olan ve davetçi kimliğiyle
de Hint kıtasında verimli çalışmalarda bulunan Ebu'|
Hasen Ali En-Nedvi, 31 Aralık 1999 tarihinde seksen
beş yaşında vefat etmiştir.
Bu ayın tanıtım konusu olan ve İslam dünyasında
tanınmasına vesile olan “Müslümanların Gerilemesiyle
Dünya Neler Kaybetti” kitabının dışında Ebu'l Hasen
Ali En-Nedvi'nin telif ettiği bazı kitapları şunlardır:
İslam Önderleri Tarihi (Beş Cilt), Rahmet Peygam-
beri, İmân Rüzgârı Esince, Müslümanlar ve Filistin,
Peygamber Efendimizin Hayatı ve Nebevi Şahsiyeti,
Kur'an'dan Nasıl İstifade Edilir, Kur'an'da Adı Geçen
Peygamberlerin Hayatı, Çocuklar İçin İslam Tarihin-
den Kıssalar.
teuhid
"Müslümanlar Geriledikçe/Geriletildikçe
Aslında Bütün Dünya Kaybetti"
Ayın kitabı olarak seçtiğimiz bu kitap, Ebu'l Hasen
Ali En-Nedvi gibi yaşadığı dönemin en yetkin, çalış-
kan ve üretken bir âlimi tarafından kaleme alınmıştır.
Nedvi, kitabında; İslam'ın ortaya çıkışından itibaren
Muslimlerin bütün dönemlerini hemen her açıdan ele
almakta; başarılarını, hatalarını ve bunların neden-
lerini adım adım işlemektedir. Bu süreci anlatırken
de dünyanın içinde bulunduğu atmosferi; Çin'den
Hindistan'a ve Batı'dan İran'a uzanan geniş bir coğ-
rafya üzerinden okuyucuların dikkatine sunmuştur.
Elde mevcut eğitim kitaplarının
yetersiz olduğunu düşünür ve
gerekli olan kitapları müfredata
göre kendisi kaleme alır. Ona göre
her toplum, kendi eğitim kitaplarını
kendi üretmelidir.
Eğitimde tercüme ile başarı elde
etmek mümkün değildir. Bunun için
Arapça okuma parçalarını ihtiva
eden kitaplar yazar, Arap edebiyatı
ile ilgili eserler verir.
Merhum Seyyid Kutub'un Mısır'da bizzat tanışıp
görüştüğü Nedvi'nin bu kitabından övgüyle söz
etmesi, bir dönem evinde yaptığı haftalık derslerde
öğrencilerine hararetle okumalarını tavsiye etmiş
olması ve ayrıca Nedvi'nin ricasıyla kitaba bir tak-
riz! yazmış olması da kitabın değerini arttırmış ve
özellikle gençlerin okuma listesinin ilk sıralarında yer
almayı hak etmiştir.
Müslimlerin gerilemesinin nedenlerini ve Müs-
limlerin geriletilmesi ile dünyanın neler kaybettiği-
ni işleyen bu kitap, bir yandan okuyucuyu devasa
1. Bir müellifin eserine genellikle müellifin ricası üzerine dönemin önde
gelen âlim ve ediplerinin yazdığı övücü takdim yazısı.
teuhid |KASIM '19 | SAYI 87
47
»*”,
KIZ IZS21SXI
79 XI
0721 »?4v
US
> a
Mhaladufhatadulhataduyhataduğha'ad
Başta Hristiyanlık olmak üzere tahrif edilmiş ve kalplerdeki yerini de ruhunu
da kaybedip etkisizleşmiş semavi dinlerin varlığına rağmen, yeryüzünün
ufuklarının kapkara cahiliye bulutlarıyla kararmış olduğunu belirtir.
Nedvi de Seyyid Kutub gibi İslam dışındaki her din ve ideolojiyi ve İslam dışı
yaşam tarzını "cahiliye" olarak isimlendirmektedir.
sorunlarla yüzleştirirken diğer yandan da sunduğu
çözüm önerileri ile düşündürüp daha iyiye doğru
yönlendirmek istemektedir.
Nedvi, sorunlardan söz ederken bu hakikatleri
fikir duygu ve akıl süzgecinden geçirir. Geçmişte
yaşanmış olumlu veya olumsuz tarihi olayları, kita-
bı yazdığı dönemdeki hadiselerin ışığında oldukça
insaflı ve ufuk açıcı bir şekilde netleştirmektedir.
Olayları, problemleri veya çözüm önerilerini takdim
ederken abartıya ve taassuba kaçmamıştır.
Başta Hristiyanlık olmak üzere tahrif edilmiş ve
kalplerdeki yerini de ruhunu da kaybedip etkisizleş-
miş semavi dinlerin varlığına rağmen, yeryüzünün
ufuklarının kapkara cahiliye bulutlarıyla kararmış
olduğunu belirtir. Nedvi de Seyyid Kutub gibi İslam
dışındaki her din ve ideolojiyi ve İslam dışı yaşam
tarzını “cahiliye” olarak isimlendirmektedir. Burada
şöyle bir parantez açmak gerekir. Nedvi, “İslam'ın Si-
yasi Yorumu" adlı bir kitap yazar. 1970'lerin sonlarında
yayınlanan bu kitap esasen Mevdudi'nin “Kur'ân'da
Dört Terim” isimli kitabının eleştirisidir. Mevdudi'yi
İslam davetini sadece “İslami hüküm" ve "ilahi hü-
kümranlığın ikamesi” ile sınırlandırmakla eleştirir.
Nedvi, dünyanın ufkunun kararmış olmasını do-
kunaklı bir dille ifade ettikten sonra İslam'ın tüm
insanlığın kurtuluşundaki rolünü ve etkisini sade ve
anlaşılır bir dille takdim ediyor okuyucuya.
Fertleri ve toplumları kölelikten, zilletten, zulüm-
den, azgınlıktan, parçalanmışlıktan, sınıf farklarından,
yöneticilerin baskılarından ve ruhlarını da vehim,
hurafe, fesat ve masiyetlerden daha önce kurtarmış
olan İslam'ın bu rolünü yeniden hatırlatır. İman, ilim,
48 Rebiu'l Evvel 1441 | tevhiddergisi.org
emanet, hürriyet, adalet, hukuk, şeref ve insanlığın
sürekli olarak gelişip ilerlemesi için herkesin çalışma
ve hak ettiğini alma esaslarına dayalı; yeni, canlı ve
dinamik bir toplumun oluşumunda İslam'ın fonk-
siyonunu takdim etmeye çalışmaktadır. Bunların
gerçekleşmesinin bir hayal değil, geçmişte olduğu
gibi İslam'ın hâkim olduğu dönemlerde tecrübe
edildiğini belirtir.
İslam ümmetinin fertleri ne zaman ki itikadlarından
uzaklaşıp omuzlarındaki sorumlulukları attı, işte o
zaman kalplerini tanıyamaz hâle geldiler ve cehaletin
koyu karanlıklarında kayboldular, der Nedvi.
Yazarın bu eseri tarihsel olaylara, değişik faktörlere
ve değerlere; gücü nisbetince ışık tutmaya çalışmak-
tadır. Bununla beraber insanlık âleminin rehberliğinin
İslam'a yeniden bağlanmasının zaruretini, ruhsal
hazırlık yanında siyasal, ekonomik ve askeri savaş
hazırlığını ve ilmi çabaların ihmal edilmemesini de
okuyucularının dikkatine sunmaktadır.
Doğrusu bu kitabı okurken genel manada ümmetin
yaşadığı ciddi ve büyük sorunlar ve bunların çözü-
müne yönelik mütevazı çabalarla beraber özellikle
İslam coğrafyasını âdeta avucunuzun içinde görüp
takip ediyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz.
"Eğer Müslimler, insanlık âleminin yönetimini yeni-
den ellerine almak istiyorlarsa her şeyden önce, etkisi;
sözlerinden ve davranışlarından izlenebilecek gerçek
bir imana sahip olmaları gerekir.”
( WhatsApp
SORU & GEVAP HATTIMIZ
SURULARINIZI
*90 5425666767
NO'LU NUMARADAN SORABİLİRSİNİZ.
17:55 4 v41€
| ko) Tevhid Dergisi Soru Cevap Hattı O &
son görülme bugün 17:50
BUGÜN
Bu sohbete gönderdiğiniz mesajlar ve yaptığınız aramalar
| uçtan uca şifrelemeyle korunmaktadır.
Müslüman ne yaptığında kibirli olur?
Peygamber (sav) kibri tanımlarken 'hakka karşı
gelmek ve kardeşini küçümsemektir' diye tarif
etmiştir.
1) Hakka karşı gelmek ise genel olarak iki şekilde
olur:
| a) Kafirlerin hakkı kabul etmemesidir.
| b) Müslim olan insanların kendilerine nasihat
edildiğinde kabul etmeyip bahane üretmeleridir.
2) Kardeşini küçümsemek ise; şaka yoluyla onu
alaya alman veya onu söz, fiil ile vücut
azasından, memleketinden, nesebinden vs.
değersiz görmektir. Bu iki vasıf bir Müslim'de
olduğu zaman kibir hastalığına yakalanmıştır ve
kendi nefsini acilen tedavi etmesi gerekir.
Tedavisi de bunların tam zıttını hayatına
yerleştirerek olur.
Allahu alem.
p
Kh
TEVHİD MEALİ
UYGULAMASI
TEVHİD DERSLERİ
DIRARCI
LI
TEVHİD DERGİSİ
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah'a yönelenlere müjde vardır.
Kullarımı Müjdele!”
(39/Zümer, 17)
e
KO
aci arş |
rdesliği
Mk n
LERİ ik
ABONELİK İÇİN
tevhiddergisi©email.com
www.tevhiddergisi.org
ISSN 2
9 772148 463504