Barış elçileri geldi
Demokratik siyasi çözümün önünü açın
^'SERXWEBÛN
ti serxwebûn û azadiye bi rûmettir tiştek nîne
rv
J ^Sal: 28 / Hejmar: 334 / Cotmeh 2009
REBER APO DEĞERLENDİRİYOR
Lanetli tarihin tekerrürünü önlemek
özgürlük devriminin başta gelen görevidir
özelde Atina’da, genelde Avrupa’da şahsıma yönelik olarak
gerçekleştirilen komplovari yaklaşımların sıradan bir kişiye
karşı tesadüfen veya savcmm çok ustaca ve en ince ayrıntıları¬
na kadar sözde anlatmak istediği gibi olmadığı kesindir; çok
açık olmasına rağmen, yine de bu yaklaşımları doğru ele alıp
yorumlamak, tarihi olduğu kadar çarpıcı ğelişmelerl de doğura¬
cak anlama sahiptir. Bunlar şahsımla sınırlı olsaydı, bu kap¬
samda bir savunmayı ğerekli ğörmezdim. Kişiliğimde bir halk
ve dostlan ‘vurdumduymazlığa’ ğetirilerek muazzam bir emeğin
ürünü olan özğürlük çabalan, çıkarlar uğruna en alçakça bi¬
çimde peşkeş çekilmek istenmiştir. Şüphesiz komplo ve ihanet¬
te suçu sadece Atina oliğarşisine yüklemek doğru değildir. Çok
tarafı vardır. Hepsini smırlı da olsa özlüce ifade etmek büyük
öneme sahiptir. ABD'nin hesapların¬
dan AB’nin hesaplanna, Arap ülkele¬
rinden bazılannm tutumundan İsrail’¬
in ve Rusya’nın çıkarlarına kadar çok
sayıda devlet düzeyinde siyasi ğücün
rol oynadığını belirtmek ğerekir.
Neden sorusuna verilecek yanıt,
şüphesiz Kürt olğusundaki zayıflıklar
ve sorunsalın ucuz hesaplara kurban
edilebilecek özelliklere sahip olmasıdır.
Tarih boyunca hakim işbirlikçi tabaka¬
lar da dahil, üzerinde hüküm süren
ğüçler, fazla bedel ödemeden diledikleri
ğibi bu alanı halk ve ülke olarak kulla¬
nabilmişlerdir. Hesap sorabilecek bir
aydın siyasi ğüce yeterince sahip olu¬
namamıştır. Bir şeyler yapmaya kal¬
kanlar, eğer onurlarını koruyarak so¬
nuç almak istemişlerse başlarına fela¬
ketler yığılmış, hesabım sonradan so¬
ranı da pek olmamıştır. Yakıştırılan, ‘Alavere-dalavere, Kürt
Mehmet nöbete’ deyişi adeta bir kural olmuştur.
Çok acı da olsa söylemek durumundayım ki, kerhane işlet¬
mesinde, patron, bekçi ve kullamlan kullar ilişkisinde bir ticaret
ve yaşam mantığı vardır. Az çok herkes ne yaptığını bilir. Kader
felsefesine derinden boyun eğerek, ğereken neyse düzeni öyle
sürdürüp giderler. Kürdistan ve içindeki Kürt toplumsal olgusu
o hale getirilmiştir ki, kırk haramilerin soygun düzeninden bile
daha geri insanlık dışı uygulamalara sahne olmuştur. Ne doğru
dürüst hesap alam, ne de soranı vardır. En başta kendine karşı
katmerli ihaneti ve yabancılaşmayı yaşayan sözde Kürt bireyi,
üstteki işbirlikçisinden en diptekine kadar kendi öz varlığına
karşı ya kara cahil, ya ukala-lafazan, ya da çok bilinçli hain du¬
rumundadır. Bir tavuk ve köpek için adam vurur; ama tarihin
artık kanıtlanmış ilk büyük insanlık devrimi olan ‘neolitik devri¬
mi’ ğerçekleştiren kültürün toplumsal dokusunun ayakta kalan
en eski halkı olduğu halde, en azından on beş bin yıllık biçimle¬
nen kültürel varlığa sahip çıkmaya, bunun için bir damla ter
dökmeye yanaşmaz. Ucubelik, ironi buradadır. Tüm lanetlilik,
zorbalık, yalan ve ğerilik bu ğerçeklikte ğizlidir.
Benim çıkışımın en ğenel anlamıyla bir özgürlük hareketi ol¬
ma imkânlarım ortaya çıkarması, bu tabloyu baştan aşağıya
sarstı. İşbirlikçisinden tüm stratejik çıkar sahibi devletlere ka¬
dar bir araya ğelerek tedbir ğeliştirmeye çalıştılar. 1990'lar
sonrası bunun yoğun çabasına tanıktır. Özellikle ABD, AB,
Rusya ve Ortadoğu ülkeleri çok ilgilendiler. Benim basit bir
kukla olarak kullanılmayacak durum¬
da olmam, her odağı kendi çıkarlarına
göre bir PKK ve Kürt politikası geliştir¬
meye itti. Bu politikaların da önünde
en büyük engel olduğum anlaşılınca,
beni dışlamaya ve ğiderek tasfiye et¬
meye niyetlendiler. Asğari temel insan
hakları ve demokratik yaklaşımlar
esirğendi. Kendi Kürt işbirlikçilerine
alan açmak için açık-ğizli işbirliğine
yöneldiler. Özellikle İraklı Kürt işbir¬
likçilerle Türk, ABD ve İnğiliz yetkilile¬
ri Ankara-Londra-Washinğton hattın¬
da işi resmi bir antlaşmaya kadar var¬
dırdılar. Bunun başarısı için AB nöt¬
ralize edilirken, Atina oliğarşisi maşa
olarak kullanılmaya çalışıldı.
Komplonun dayandığı zemin, ğeli-
şim felsefesi ve siyaseti böylesi bir öze
sahiptir. Eğer kendime ve şahsımda
Kürt halkına ve dostlarıma karşı oynanan komplo ve ihaneti
büyük bir onur savaşma dönüştüremezsek, lanetli tarih bir
kez daha hükmünü icra etmiş olacaktır. Halbuki yalnız bu
olaya ilişkin yüzleri aşkın can yoldaşı, ğenç kız ve erkek kendi¬
lerini cayır cayır yaktılar, kurşunlara hedef oldular, tutuklan¬
dılar. Sırf onların anısına, olaya kapsamlı yaklaşmak ğereği
tartışmasızdır. Daha da ötesi, lanetli tarihin tekerrürünü ön¬
lemek özğürlük devriminin başta ğelen ğörevidir. Tarihsel kırıl¬
mayı lanetli kölelikten özğürlük yönüne doğru çevirmek, bu
ğörevin başarısı olacaktır.
* Bu yazı Reber Apo’nun Özgür İnsan Savunması adlı
kitabından alınmıştır
İçindekiler
Ve rimli hilal kaynaklı toplumsal gelişme
ve yaşamı doğru yorumlamak
ReberApo
Bu başlık altında büyük bir önemle açıklamaya
çalıştığım husus, belli bir toplumsal zaman ve mekân
boyutunun belli bir yaşam tarzı... (13’te)
Komploya karşı mücadele
Kürt h alicini güçlendirdi ve olgunlaştırdı
Uluslararası komplonun küresel sistemi yeniden
oluşturmak isteyen ABD politikaları doğrultusunda
gerçekleştirdiği bir gerçektir. Bu, aslında.. .(21’de)
Demokratik siyaseti derinlikli ve ustaca yürütmek
en doğru ve kazandıran tutum olacaktır
Önderliğin 9 Ekim tarihli görüşme notunda, siyasi
sürecin ilerletilmesi, var olan tıkanıklığın aşılması ve
müzakere sürecinin gelişmesi... (33’te)
Demokratik siyasi çözümün önünü açm
ReberApo
Bu Kürt Konferansı önemli. Tüm Kürtlerin katılacağı
Konferans ya da Kongrenin' kararlan çok önemlidir.
Hayret ediyorum, siyasetçiyiz diyorlar, bu Kongre’nin
önemini nasıl arjlamıyorlar?... (45’te)
Kürt halkı inkar politikasının
Pratikte yaşanan zayıflıklar
zihniyet ^dliğinden geliyor
İdeolojik mücadele açısından bu geçen sürecin en önem-
yeni biçiminin hakim kılmmasma
izin vermeyecektir
♦ li olayı. Önder Apo’nun geliştirdiği savunmalar oldu. Bu
vunmaları Demokratik Toplum... (57de)
“Türkiye dikkat çekici siyasal gelişm_._
rin yaşandığı bir süreçten geçmektedir. Bu
siyasal sürecin merkezinde ise Kürt sorunu
vardır. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi
kültür sanat çalışmaları bir h alkın
yaşam faaliyeüeridir
4. TEV-ÇAND Konferansı ülkemizde ve bölgemizde
yoğun siyasi ve toplumsal gelişmelerin yaşandığı bir
dönemde gerçekleşti. Konferansımız... (68’de)
Akademiler neden gerekli
Önderliğimizin uzun zamandan beri gündemde tuttuğu
ve oluşumu için hayli ısrarlı olduğu akademiler konu¬
sunda bir adım atıldı ve akademilerin... (81’de)
İnsan toplnmuyla toplum ahlakımda ayakta durur
Evrende varlık olmayı başarmış her olgunun bir anlamı
vardır. Evrende anlamsız herhangi bir şeyin var
olduğunu düşünmek mümkün... (86’da)
Eğitim zamanı
Güneş gittikçe kendini daha şiddetli hissettirmeye
başlamıştı. Havalar ısınmış, ilkbahardan yaz mevsimi¬
ne yavaş yavaş geçiliyordu. Artık... (91’de)
Dağlılarm intikam yemini
Adı, namı, tarihteki kadim yeriyle bilinen Zagroslarda
gerillacılık yapıyordum. Gerillaya katılmadan öncede
Zagroslar hakkında çok şey okumuş ve duymuştum.
Çocukluk günlerimde ninem... (94’te)
2
SERXWEBÛN I Ekim 2009
KÜRT HALKI İNKAR POLİTİKASININ YENİ BİÇİMİNİN
HAKİM KILINMASINA İZİN VERMEYECEKTİR
“Ordunun çerçevesini çizdiği yeni Kürt politikası Mecliste de tartışılacaktır. Büyük ihtimalle CHP yumuşayacak,
söylemi değişecektir. Zaten CHP'nin politikasında da yeni bir millet yaratılmadığı taktirde bireysel haklar
kullanılabilir ifadesi bulunmaktadır. Ordunun ortaya koyduğu yeni Kürt politikasında Kürtleri farklı bir kimlik, farklı
bir ulus, farklı bir halk olarak kabul etme yoktur. MHP ise milliyetçiliğin gereği tek millet, tek bayrak, tek devlet,
tek ulus nakaratının en katı savunucusu olduğundan bu konuda üslupta, araçta, yöntemde de yumuşamaya karşı
çıkmasını sürdürecektir. Tüm bu tutumlar ve politikalar devletin verdiği rol çerçevesinde ortaya konulmaktadır”
Türkiye dikkat çekici siyasal ge¬
lişmelerin yaşandığı bir süreçten
geçmektedir. Bu siyasal sürecin
merkezinde ise Kürt sorunu vardır.
Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi
sonucu gelinen aşamada Türk devle¬
tinin eski Kürt polttikaları iflas et¬
miştir. Artık eskt politikaların Öz¬
gürlük Hareketi ve mücadelesi karşı¬
sında dayanma gücünün kalmadığı
görülmüştür. Türk devletinin tari¬
hinde olmadığı kadar bir siyasal sı¬
kışıklık yaşamaktadır. Kürt halkının
Özgürlük Mücadelesi karşısmda di¬
kiş tutturamayan, sürekli gerileyen,
teşhir ve tecrit olan bir Türkiye ger¬
çeği ortaya çıkmıştır. Özelltkle 29
Mart seçimleriyle birlikte Türk devle¬
tinin Kürdistan’daki klasik politika-
lannm etkili olamayacağı, bu klasik
politikalar hangi araç ve yöntemlerle
sürdürülürse sürdürülsün, hangt
imkânlar kullanılırsa kullanılsın,
kimden destek alırsa alsm Özgürlük
Mücadelesi karşısmda gerileyeceği
ve yenilgiye uğrayacağı anlaşılmıştır.
Türk devletinin Kürt Özgürlük Ha¬
reketi karşısında sürekli gerilemesini
durdurmak ve Kürt Özgürlük Hare¬
ketini etkisiz kılmak için Zap direni¬
şinden sonra Başbakan Erdoğan ve
İlker Başbuğ’un yaptığı bir görüşme
vardı. O görüşmede Kürt h a lkının Öz¬
gürlük Mücadelesini bastırmak için
yeni yöntem, araç ve üsluba ihtiyaç
duyulduğu konusunda görüş birliği¬
ne varmışlardır. Btr taraftan işlemez
hale gelen eski politikayı bazı enstrü¬
manlarla yenilerken, diğer taraftan
da askeri saldırılar ve siyasi baskılar¬
la Özgürlük Hareketini etkisizleştirip
magtnalleştirme hedeflenmiştir. Bu
yönüyle siyasal saldırılarla askeri sal-
dınlann yan yana yürütüldüğü bir
süreç başlatılmıştır. Siyasal mücade¬
le ve psikolojik savaşm arttırıldığı ye¬
ni bir dönem başlatılmıştır.
Özgürlük Hareketini yenilgiye
uğratmak için dış destek de alınmıştı
Özellikle yerel seçimler öncesi TRT
6 gibi bazı şeyler yaparak, yine Kür-
doloji bölümleri kuracağız gibi açık¬
lamalarda bulunarak siyasi pozis¬
yonlarını güçlendirip 29 Mart seçim¬
lerinde Kürt Özgürlük Hareketini ye¬
nilgiye uğratmak istemişlerdir. Bunu
başardıklan takdirde, bakın Kürtler
PKK’yi desteklemiyor; Kürtlertn te¬
mel sorunu aş-iş sorunudur; Kürtler
AKP’nin seçimden önce belirttiği gibi
tek millet politikasına onay vermiş
diyeceklerdi. Böyle bir seçim başarı¬
sına dayanarak askeri ve siyasi sal¬
dırılarını arttırıp Özgürlük Mücade¬
lesini tümden bastırmaya yönelecek¬
lerdi. Bu konuda dış destek de alın¬
mıştı. Yine Güney Kürdistan’daki si¬
yasi güçlerin desteği alınacak, PKK-
ye silah bıraktırma dayatması yapı¬
lacaktı. PKK silah bıraktığı takdirde
zaten tasfiye olmuş olacaktı. Bırak¬
madığı takdirde, bir Kürt konferansı¬
nın aldığı kararları bile kabul etme¬
yen PKK’nin üzerine Türk devleti her
bakımdan daha fazla kolayca gidip
tasfiye etmeye yönelecekti.
Ancak 29 Mart seçimlerinden son¬
ra bu plan tutmadı. Attıkları adımla¬
rın, aldıkları tedbirlerin yeterli olma¬
dığı görüldü. Bu açıdan birçok boyut¬
ları olan ve sisteme kavuşturulmuş
yeni bir politika geliştirme ihtiyacı
duydular. Cumhurbaşkam iyi şeyler
olacak dedi; fırsatlardan söz etti. Böy¬
lelikle Kürt politikasına yeni bir yak¬
laşım göstereceklerini açıkça ilan etti¬
ler. Nitekim seçimden sonra bu tu¬
tumlarım ortaya koydular. Bir yan¬
dan seçimlerden hemen sonra askeri
operasyonları arttırdılar, diğer yan¬
dan 13 Nisan’da DTP’lilere yönelik
operasyon yaptılar. Tam da aynı gün¬
lerde Genelkurmay basının karşısına
çıkarak Türkiye’deki en temel sorun¬
larda siyaseti belirleyen güç olduğu¬
nu gösterdi. Yaptığı uzun konuşma
ile inşa edecekleri yeni Kürt politika-
sımn çerçevesini çizdi. Atatürk’ün
1920’lerde söylediği ‘Türkiye’de yaşa¬
yan herkes Türkiye halkıdır” sözünü
kullandı. ‘Türkiye halkı” kavramını
ortaya attı, ama arkasmdan da ‘‘Tür¬
kiye’de yaşayan herkes Türk’tür,
Türk milleti içindedir” diyerek yeni
Kürt politikasmm ideolojik ve teorik
temelinin nasıl olacağım ortaya koy¬
du. Ordunun belirlediği çerçeve aslın¬
da bütün siyasilere ve bütün topluma
dayatılacak çerçeve olmuştur. Bu yö¬
nüyle Kürtler gibi başka topluluklar
da vardır, bunlarm tümüne Türkiye
h a lkı denilir, ama hepsi Türk milleti-
3
SERXWEBÛN I Ekim 2009
dir değerlendirmesiyle farklılıkları ka¬
bul ediyoruz, ama hepsini Türk mille¬
ti içinde eriteceğiz denilmiştir. Türki¬
ye’de farklı bir etnik topluluğu, farklı
milleti, farklı bir ulusu kabul etmeye¬
ceklerini, böyle bir uluslaşma ve böy¬
le bir kimlikle muhatap olarak görül¬
meyi kabul etmeyeceklerini net bir bi¬
çimde ortaya koymuşlardır. Etnik
kökleri söylenebilir, bireysel olarak
Kürt’üm diyebilirler, Kürtçe de konu¬
şabilirler, ama bir halk olarak bir top¬
lum olarak, bir ulus olarak, toplum
olmaktan kaynaklı hakların kabul
edilmeyeceğini ortaya koyan yeni bir
Kürt politikası belirlenmiştir. Daha
doğrusu Genelkurmay başkanı, ideo¬
lojik ve teorik olarak Kürt politikası-
mn çerçevesini çizmiş, AKP’ye de böy¬
le bir politikanın oluşturulmasını ve
bunun pratik politikayla Kürtlere,
Türkiye toplumuna ve dünyaya kabul
ettirilmesini istemiştir.
Türk devleti, Kürt sorununda yeni
bir politika izleyeceğini, açılım yapa¬
cağım, bunun artık zamanm geldiği¬
ni söyleyerek, askeri yöntemler ya-
mnda siyasi yöntemleri de deneye¬
rek Kürt Özgürlük Mücadelesinin
önünü almayı amaçlamaktadır. Böy¬
le bir yeni politika tespit etmek zo¬
runda kalmıştır. Kürt Özgürlük Ha¬
reketine karşı mücadeleyi başka tür¬
lü yürütemeyeceğini görmüştür.
Kürt Özgürlük Hareketi ise Türk
devletinin eski politikasmm iflas etti¬
ğini, artık yeni bir Kürt politikası be¬
nimsemek zorunda kaldığım, Türki¬
ye’nin böyle bir yol ayırımına geldiği¬
ni, böyle bir durumla karşı karşıya ol¬
duğunu tespit etmiştir. Bunun için de
demokratik siyasal mücadeleyi 3 mk-
seltip Kürt h a lkının özgürlük müca¬
delesiyle kazandığı inisiyatifi elde tu¬
tarak ve demokratik siyasal mücadele
araçlarım ve yöntemlerini geliştirerek
böyle bir süreçte Türkiye’yi demokra¬
tik çözüme zorlamak istemiştir.
Kürt sorununda restorasyon değil
kalıcı çözüm geliştirilmeli
Bu yönüyle iki politika çarpışmak¬
tadır. Birincisi, sıkışan, zorlanan, es¬
ki politikaları iflas eden Türkiye; sı¬
nırlı bazı adımlar atarak yeni bir
Kürt politikası inşa ederek, bu yeni
politikasını iç ve dış kamuoyuna ka¬
bul ettirip Kürt Özgürlük Hareketine
karşı saldırıp tasfiye etmeyi ve bu so¬
rundan kurtulmayı amaçlamaktadır.
Yani Kürt sorununda köklü bir çözü¬
mü değil, bir restorasyonu düşün¬
mektedir. Zihniyette, politikada kök¬
lü değişiklikler yapma yerine, araçta,
yöntemde, üslupta değişiklikler ya¬
parak, çok sınırlı adımlarla cilalan¬
mış yeni bir politika benimseyerek
Kürtler üzerinde hâkimiyetini sür¬
dürme karan almışlardır. Yani siyasi
meşruiyeti kalmayan eski Kürt politi¬
kasını yeni enstrümanlarla yenileye¬
rek meşruiyet kazandınp bu temelde
Kürtler üzerindeki egemenliğini sür¬
dürmeyi hedeflemektedir.
İkinci politika ise Kürt Özgürlük
Hareketinin, Kürt halkının izlediği
politikadır. Türk devletinin askeri
zorla yürüttüğü inkâr ve imha politi¬
kasmm en baskıcı yollarla ve özel
savaş yöntemleriyle bu mücadeleyi
ezemeyeceği netleşmiştir. Gelinen
aşamada Türkiye açısından bir poli¬
tika değişikliği zorunlu hale gelmiş¬
tir. Kürt Özgürlük Hareketi Türki¬
ye’nin politika değiştirmesi gerektiği
bir noktada bu politika değişikliğinin
kalıcı bir demokratik çözümle so-
nuçlanmasım sağlayacak bir politi¬
kaya ihtiyaç olduğunu görüp buna
göre adımlar atmayı önüne koymuş¬
tur. Bu yönüyle Türk devletinin eski
politikayı restore etmesine fırsat ver¬
meden, demokratik siyasal yöntem¬
lerle, demokrasi güçlerini demokra¬
tik çözüm etrafında toparlayarak ve
Kürt halkının demokratik siyasal
mücadelesini geliştirerek Türkiye’ye
kalıcı bir çözüm projesini dayatma
politikasını benimsemiştir.
Nitekim Önder Apo, demokratik
çözüm imkânlarının arttığını, ama
Türk devletinin bir çözüm politikası
izleme yerine, Kürt halkı üzerindeki
egemenliğini ve tasfiyeyi farklı bi¬
çimde sürdürmek istediğini görmüş
ve buna fırsat vermemek için Kürt
sorununun çözümü için yol haritası
hazırlayacağım diyerek inisiyatifi ele
geçirmiştir. Çünkü iç ve dış kamuo¬
yunda esas olarak bu sorunun şid¬
detle çözülemeyeceği, siyasal yön¬
temlerle mutlaka köklü bir çözü¬
mün geliştirilmesi gerektiği konu¬
sunda bir kanaat oluşmuştur. Kürt
Özgürlük Hareketi ve Önder Apo,
Türkiye toplumunda ve uluslararası
güçlerde ortaya çıkan çözüm eğili¬
mini kalıcı bir çözüm projesi etrafm-
da toparlayarak Türkiye’nin demok¬
ratikleşmesini ve Kürt sorununun
çözümünü amaçlayan bir yaklaşım
içinde olmuştur. Nitekim Önder
Apo’nun yol haritasını açıklayaca¬
ğım demesiyle birlikte iç ve dış ka¬
muoyu Önder Apo’nun bu projesine
kilitlenmiştir. Çünkü iç ve dış ka¬
muoyu Türk devletinin bir siyasal
proje üretemeyeceğine, bir çözüm
yaratamayacağına inanmaktadır.
Ekim 2009 | serxwebûn
4
Türkiye halkı da Kürt sorununun
demokratik banşçıl çözümünü istiyor
Önder Apo’nun yol haritasını ha¬
zırlayacağım demesinden sonra hü¬
kümet ben de açılım yapacağım de¬
miştir. Ancak toplumun merak ettiği
esas olarak Önder Apo’nun yol hari¬
tası olmuştur. Bu çerçevede Kürt so¬
rununun demokratik çözümü konu¬
sunda önemli tarüşmalar olmuştur.
Gerçekten de Kürt sorununun de¬
mokratik çözümü açısından Türkiye
toplumunda bu sorunu tartışma, bu
sorun etrafında bir çözüm zihniyeti
oluşturma konusunda önemli bir ge¬
lişme yaşanmıştır. Hatta Türkiye top-
lumunun önemli bir bölümünün Kürt
sorununun demokratik çözümünü is¬
tediği daha iyi anlaşılmıştır.
Bu gerçeklik, Türk devleti ve hü¬
kümetinin bir çözüm politikası olma¬
sa da, Türkiye’nin demokratikleşmesi
ve Kürt sorununun demokratik çözü¬
münü içeren bir programla hareket
edilip demokrasi güçleri bu doğru po¬
litika etrafında toparlanıp demokratik
siyasal mücadele geliştirdiğinde, Tür¬
kiye’de Türk toplumuna dayanarak
Kürt sorununun demokratik çözü¬
münü gerçekleştirmenin imkân dahi¬
linde olduğu görülmüştür. Türkiye
toplumuna dayalı olarak böyle bir ge¬
lişme yaratılabileceğinin ortaya çık¬
ması hem Türkiye açısmdan hem de
Kürt Özgürlük Hareketi açısından te¬
mel bir kazamm olarak değerlendiril¬
melidir. Kuşkusuz halklarm kardeşU-
gine dayalı demokratik ve adil çözüm
de esas olarak böyle bir toplumsal ve
siyasal zemine dayanarak gelişebilir.
Bu yönüyle Kürt sorununun demok¬
ratik çözümü açısmdan Türkiye top-
lumunun uygun hale geldiğini söyle¬
mek gerekir. Dolayısıyla Kürt sorunu¬
nun demokratik çözümü ve Türki¬
ye’nin demokratikleşmesi açısından
umutlu olmak, eskisinden çok daha
fazla böyle bir çözümün, böyle bir ge¬
lişmenin ortaya çıkma imkânlanmn
arttığını görmek gerekiyor.
Bu yaz ortaya çıkan tartışmalar
çerçevesinde bu gerçeği Türk devleti
de gördü. Özellikle yeni Kürt politika¬
sını inşa etmenin ideolojik ve teorik
çerçevesini ortaya koyan ordu, eğer
bu gelişmelerin önü almmazsa kendi¬
lerinin smırb adımlarla yaratacaklan
yeni Kürt politikasımn boşa çıkacağı¬
nı görmüşlerdir. Böylelikle yeni bir
Kürt politikası inşa ederek Kürt Öz¬
gürlük Hareketini tasfiye etmelerinin
önünün almacağmı ve inisiyatifin el¬
lerinden kaçacağım görerek bu sürece
müdahale etmişlerdir. 22 Ağustos’ta
toplanan MGK, önü alınmadığı
takdirde Türkiye’de, Kürdistan’da ve
dünya kamuoyunda Kürt sorunu ek¬
seninde ortaya çıkan gelişmelerin
kendilerinin politikaları açısmdan
olumsuz olacağını ve Kürt sorununun
demokratik çözümünü getirebileceği¬
ni, PKK’nin izlediği politikalarm başa-
nya ulaşacağını düşünmüşlerdir.
Türkiye toplumunda, iç ve dış ka¬
muoyunda Kürt sorununun çözümü
açısmdan olumlu gelişmelerin olduğu
bir süreçte Önder Apo da yol haritası¬
nı teslim etmiştir. Önderliğin yol hari¬
tasıyla Türkiye’de oluşan bu ortam
birleştiğinde, Kürt sorununun de¬
mokratik çözümünden kaçamayacak-
lanm, çözmek zorunda kalacaklarını
görerek paniğe kapılmışlardır. MGK-
da hem Türkiye’deki bu gelişmelerin
önünü almak hem de Önder Apo’nun
hazırladığı yol haritasımn toplumda
etkili olmasmm önüne geçerek kendi
yeni Kürt politikalarınm boşa çıkma¬
sını engelleyip inisiyatifi ele geçirerek
kendi politikalarım pratikleştirme ko¬
nusunda kararlar almışlar ve pratik¬
leşmeye gitmişlerdir. Nitekim bu
MGK’dan sonra söylem değişmiştir.
Kürt Özgürlük Hareketi ve DTP aley¬
hinde yoğun bir ajitasyon ve propa¬
ganda başlatmışlardır. Türkiye toplu-
mundaki bu gelişmeleri geriletmek,
ortaya çıkan çözüm eğilimini etkisiz¬
leştirmek için sert söylemlerle demok¬
ratik güçleri baskı altma almaya yö¬
nelmişlerdir. Türkiye toplumunun de¬
mokratik çözüme yatkın hale geldiği
böyle bir ortamda gerçek demokratik
çözümden kaçmak için, “DTP ve Kürt
Özgürlük Hareketi çıtayı yükseltiyor,
çözüme yardımcı olmuyor” diyerek,
bir psikolojik savaş saldırısı içine gir¬
mişlerdir. Bununla kendilerinin çö¬
züm olmayan, Kürt Özgürlük Hareke¬
tini tasfiyeyi amaçlayan yeni Kürt po-
litikasım kabul ettirmeyi hedeflemiş¬
lerdir. Ortaya çıkan çözüm eğilimini,
Kürt sorununda çözüm yaklaşımmı
bertaraf edip Kürt halkını ve demok¬
rasi güçlerini kendi politikalarına
mecbur kılmak için bir ideolojik ve si¬
yasi saldın başlatmışlardır. ^
Psikolojik savaş yanında siyastf ^
ve askeri saldırılar da tırmâhdırıirntştır
Bu karar ve planlamadan sonra
basm elbirliğiyle Kürt Özgürlük Hare¬
ketinin çözüm projesi ve kazandığı
inisiyatifi geri plana itip AKP’nin poli-
tikalarmı destekleyen bir çaba içine
girmişlerdir. Bu psikolojik savaş ya¬
nında askeri saldınlar ve siyasi bas¬
kılar da tırmandırılmıştır. DTP’lilere
yönelik baskı ve tutuklamalar günlük
bir uygulama haline gelmiştir. Böyle-
ce Kürt sorununun gerçek anlamda
demokratik çözümü için ortaya çıkan
rüzgârları durdurup siyasal ortamı
kendi lehlerine çevirmeyi amaçlamış¬
lardır. Nitekim bu MGK’dan sonra
Kürt açılımı kavramı bırakılıp demok¬
ratik açılım denmiş, sonradan bu da
bırakılıp Milli Birlik ve Beraberlik
projesi olarak tanıtılmaya çalışılmış¬
tır. Özellikle CHP ve MHP sert bir mu¬
halefet yapmaya yönelmişlerdir. Böy¬
lelikle iç ve dış kamuo 5 ama ve herke¬
se bu sorun kolay çözülmez, fazla bir
şey istememek lazım, AKP ne verirse
onu kabul etmek gerekir gibi bir siya¬
sal iklim ortaya çıkarmayı amaçla¬
mışlardır. Bu politikanm koordina¬
törlüğünü yapan ordudur. Ordu, iflas
eden eski politika karşısında yeni
Kürt politikası inşa etme görevini
AKP’ye vermiştir. Bu politikanm da
Kürt h a l kın ın kimliğini, iradesini ve
varlığını tanıyarak gerçek bir çözümü
gerçekleştirmeyi değil de siyasi meş¬
ruiyeti yenileyen bazı smırh adımlarla
iç ve dış kamuoyunun desteğini ala¬
rak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye
etmeyi amaçladığı her geçen gün da¬
ha iyi anlaşılmıştır. Bu açıdan ordu,
CHP ve MHP’nin sert politika yaparak
iç ve dış kamuoyunu, Kürtleri, Türki-
5 -
ye toplumunu, demokratları kendi
projelerine, inşa edilecek yeni Kürt
politikasma mahkûm olmalannı sağ¬
lamaya çalışmaktadırlar.
Tezkere Kuzey ve Güney
Kürdistan'da savaşa devam kararıdır
Şimdi AKP’nin 3 mrüttüğü politika
budur. CHP’nin de amacı budur. MHP
ise her zaman Türk devletinin inkâr
ve imha politikasında kullandığı bir
siyasal akım olmaya devam edecektir.
Onlar her zaman her türlü demokra¬
tik gelişmeye karşı çıkarak devletin
antidemokratik karakterini koruma¬
da, toplum ve çeşitli güçler üzerinde
bir baskı aracı olarak kullanılan bir
hareket olacaktır. Dün de bugün de
görevi budur, yann da görevi bu ola¬
caktır. Aslında MHP kısa sürede tasfi¬
ye olacak bir harekettir, ama devletin
derinlikleri böyle bir harekete Türki¬
ye’nin her zaman ihtiyacı olduğunu
düşünerek belirli bir gücü olan siya¬
sal akım olarak elde tutmaktadırlar.
Türk devleti inşa etmek istediği ye¬
ni Kürt politikasmı kabul ettirmek
için birçok taktik izlemektedir. Yine
farklı siyasi argümanlarla, söylemler¬
le, ilişkilerle bu yeni Kürt politikasımn
iç ve dış kamuo 5 mnda kabul edilmesi¬
ni sağlamaya çalışmaktadır. CHP,
MHP bu rolü oynayan odaklar olduğu
gibi, Türk devleti savaş tezkeresiyle de
Güney Kürdistan’ı ve Irak’ı da baskı
altma alarak bu politikaya destek ol-
malarmı sağlamaya çalışmaktadırlar.
Savaş tezkeresi bu amacı gerçekleştir¬
mek için hem Kürt Özgürlük Hareketi
üzerinde hem Kürt halkı üzerinde
hem de Güney Kürdistan’daki siyasi
güçler üzerinde bir baskı kurmayı
amaçlamaktadır. Ya benim yeni inşa
etmek istediğim bu Kürt politikasmı
kabul edersiniz ya da sizin üzerinize
her türlü askeri, siyasi saldırıyla gele¬
rek ezerim mesajım vermektedir. Tez¬
kere bu yönüyle hem Kuzey hem de
Güney Kürdistan için bir tehdit ve
şantaj aracı olarak kuUamlmaktadır.
Zaten Kuzey Kürdistan’da ope¬
rasyonları sürekli yapmaktadırlar.
Medya Savunma Alanlarına hava
saldırıları yapılmaktadır. Karadan
karaya atılan füzelerle bu saldırı sü-
reklileşmektedir. Bunların kesinlik¬
le inşa edilmeye çalışılan yeni Kürt
politikasıyla alakası vardır. Bütün
askeri, siyasi saldırılar ve bir mer¬
kezden yönlendirilen propaganda
çabalan bu yeni Kürt politikasını
kabul ettirmeye yöneliktir. Kürt hal¬
kının ve demokrasi güçlerinin bu
gerçeği çok iyi bilmesi gerekir.
Son zamanlarda DTP’ye yönelik
saldınlar artmıştır. Kürt sorununun
demokratik çözümü için en ağır be¬
delleri ödeyen, en temel amaçların¬
dan biri Kürt sorununun demokratik
çözümü olan bir partiye, Kürt halkı¬
nı inkâr ve imha etmek isteyen bir
devlet ve onun hükümeti, sen açılı¬
ma destek vermiyorsun, yan çiziyor¬
sun demektedir. Bu anlaşılırdır. Bu
aslında DTP’yi baskıyla, zorla teslim
alarak tasfiye politikalarına alet et¬
mek için yürütülen bir özel savaş
taktiğidir. Sınırlı bir iki adım atıyo¬
ruz, bununla tatmin olun, TRT 6 ya¬
yın yapıyor, Kürtçe kurs var, yarın
isim değiştiririz, hastanelerde, belirli
yerlerde Kürtçe tercüman kullanırız,
yerel yönetimlere de biraz daha yetki
veririz ve bunu da kabul etmelisiniz
demektedirler. Ama Kürt Özgürlük
Hareketi ve DTP bunu kabul etme¬
yince, bu defa bir karşı saldırıya geç¬
mişlerdir. Kürt Özgürlük Hareketi¬
nin ve DTP’nin yarattığı demokratik
çözüm eğilimini, toplumdaki demok¬
ratik çözüm isteğini, demokrasi güç¬
lerinde ortaya çıkan çözüm isteğini,
Kürt Özgürlük Hareketi aleyhinde
kullanmaya çalışmaktadırlar. Biz
Kürt sorununda açılım yapmak isti¬
yoruz, ama DTP ve Kürt Özgürlük
Hareketi çözüm istemiyor, diyerek
bu güçleri Kürt Özgürlük Hareketi¬
nin ve DTP’nin üzerine sürme taktiği
izlemektedirler. Aslında bu politika¬
nın esas amacı, Kürt sorununda çö¬
züm olmayan yaklaşımlarmm psiko¬
lojik bir savaş temelinde, sanal bi¬
çimde örtülmesidir. Yapacaklarımn,
adım dedikleri tedbirin Kürt Özgür¬
lük Hareketi tarafından, Kürt halkı
tarafından, DTP tarafından kabul
edilmeyeceğini bildiklerinden, bir çö-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
züm politikaları olmayışlarım bu tür
bir özel savaş politikasıyla örtmeye
çalışmaktadırlar. AKP’nin ve devletin
şu anda yürüttüğü psikolojik sava¬
şın, politikamn amacı budur.
AKP kendi ömrünü uzatmaya çalışıyor
AKP’nin herhangi bir çözüm anlayı¬
şı da yaklaşımı da yoktur. Tamamen
Özgürlük Hareketini tasfiye etmeye
yönelik bir politika gütmektedir. Dev¬
let ve ordu yeni bir Kürt politikasım
inşa etmek için böyle bir sürecin önü¬
nü açmıştır. AKP devletin bu politika¬
sı üzerinden kendi ömrünü uzatmayı
hedeflemektedir. Aslında AKP için
Kürt sorununun çözümü çok öncelik¬
li, önemli olmadığı gibi, asimda öyle
çok kararh, tutarh bir biçimde yeni bir
Kürt politikası inşa edecek bütünlük¬
lü bir yaklaşım içinde de değildir. Ön¬
der Apo’nun da belirttiği gibi ne toplu¬
mu ne devleti düşünmektedir. Bu yö¬
nüyle çok çıkarcıdır. Dolayısıyla en
tehlikeli bir politik duruşun içindedir.
Bu açıdan da AKP’nin bir çözüm poli¬
tikası olmadığmı, sadece devletin tas¬
fiye politikasında kullamlan bir siyasi
güç olduğunu, daha doğrusu kendisi¬
ni kullandırarak ömrünü uzatmayı
hedeflemesi söz konusudur. Devlete
yeni Kürt politikası inşa etmek istiyor¬
san, Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye
etmek istiyorsan benden başka seçe¬
nek yoktur diyerek kendisini tek seçe¬
nek haline getirerek bir dönem daha
iktidarda kalma}!! hesaplamaktadır.
7 yıldır bu yönlü politikalarla ken¬
disini aslında ekonomik, sosyal, si¬
yasi ve kültürel olarak palazlandır-
mıştır. Kendisini tek seçenek olarak
dayatıp hükümet olma imkânlarm-
dan yararlanarak kalıcı bir siyasal
güç yapmaya çalışmaktadır. Siyasal
İslamcı kesimler geçen yüzyılda eko¬
nomik, siyasal ve sosyal alandan
dışlanmışlardır. Böyle bir sıkmtı ve
zorluk yaşamışlardır. Şimdi ele ge¬
çen bu imkânları, fırsatları kaybet¬
memek için çok pragmatik bir politi¬
ka izlemektedirler. Kendini yaşat¬
maktan başka bir şey düşünmemek¬
tedirler. Bu açıdan da aslında toplu-
Ekim 2009 | serxwebûn
6
“Devlet AKP'yi kullanarak, CHP'yi ve MHP'yi kullanarak PKK'yi tasfiye
etme planlaması yapmıştır. TKK'yi tasfiye etmek için bazı adımlar atabiliriz,
yeni bir Kürt politikası inşa edebiliriz' diyerek açılım adını verdiği bu
politikanın inşası görevini AKP'ye vermiştir. Dolayısıyla Kürt sorununda
çözüm politikası olan bir AKP değil de, sıkışan Türk devletinin bu
sıkışıklıktan kurtulmak için öngördüğü bir AKP gerçeği vardır”
mun demokrasi özlemlerini de, öz¬
gürlük özlemlerini de, Kürt sorunu¬
nun demokratik çözüm imkânlarmı
da kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmaya çalışmaktadırlar. Her
şeyi kendi çıkarlan doğrultusunda
kullanan, yozlaştıran böyle bir poli¬
tik güçle karşı karşıyayız.
AKP devletin eski Kürt politikasının
iflas ettiğini açıkça görmüştür
AKP gerçekten çok kurnaz bir poli¬
tika izlemektedir. Kendisinin bir çö¬
züm politikası olmadığı gibi, ordu¬
nun, devletin kendisine verdiği yeni
Kürt politikası inşa etme görevini de
kendisi için kullanmaya çalışmakta¬
dır. Devletin yeni inşa edilen Kürt po-
litikasmm çözüm olmadığım bildiği
için, gerçek yüzünün açığa çıkmama¬
sı için bunu da hemen açığa vurma¬
maktadır. Nitekim bu sorun kısa, or¬
ta, uzun vadelidir, kolay çözülmez di¬
yerek, aslında çözüm projesi olmayan
kendi gerçekliğini gizlemeye çalış¬
maktadır. Böylelikle seçimler öncesi
beklenti yaratarak oyalama, bazı ufak
tefek şeyleri seçimden önce yapma,
daha başka şeyleri de ancak seçim¬
den sonra yapabiliriz diyerek beklen¬
ti yaratıp oyalamayla yeni bir seçim
daha kazanmayı hesaplamaktadır.
Şu anda AKP’nin izlediği politik stra¬
tejiyi bu çerçevede değerlendirmek
gerekmektedir. Devlet ise AKP’yi kul¬
lanarak, CHP’yi ve MHP’yi kullanarak
PKK’yi tasfiye etme planlaması yap¬
mıştır. “PKK’yi tasfiye etmek için bazı
adımlar atabiliriz, yeni bir Kürt politi¬
kası inşa edebiliriz” diyerek açılım
adının verildiği bu politikanın inşası
görevi AKP’ye verilmiştir. Dolayısıyla
Kürt sorununda çözüm politikası
olan bir AKP değil de, sıkışan Türk
devletinin bu sıkışıklıktan kurtulmak
için öngördüğü politik restorasyonu
bir açılım gibi Kürt toplumuna, dün¬
yaya, Türkiye toplumuna yutturmak
isteyen bir AKP gerçeği vardır.
AKP şimdi bu politikayı 5 mrütmek-
tedir. Gelinen aşamada görüldüğü gibi
bu politikasım mecliste görüşmeler ya¬
parak tüm topluma kabul ettirmeye
çalışmaktadır. Tabii meclis oturumu
şu açıdan önemlidir: Türkiye tarihinde
ilk defa Kürt politikasım belirlemek
için bir oturum yapılmaktadır, bir tar¬
tışma yapılmaktadır. Her ne kadar
adına Milli Birlik Beraberlik projesi de¬
nilse de, demokratik açılım denilse de
asimda ordunun, Genelkurmaym or¬
taya koyduğu yeni Kürt politikasmm
mecliste bir mil li irade haline getiril¬
mesine çahşılmaktadır. Nitekim AKP
bu benim politikam değildir, devletin
politikasıdır demiştir. Gerçekten de bir
devlet politikasıyla karşı karşıyayız.
Asimda asker-sMl bürokrasisi sıkış-
masaydı, Kürt politikasında yeni siya¬
si argümanlara ihtiyaç duymasaydı
AKP’nin açılımdan söz etmesi düşünü¬
lemezdi. Ordu önünü açmasaydı, ce-
saretlendrrmeseydi AKP bu konuda ta¬
mamen klasik söylemi sürdürmeye
devam eder ve sonunda da bitmeyle
karşı karşıya kalırdı. Ama AKP’nin
şansı devletin eski Kürt politikasmm
iflas ettiğinin açıkça görmesidir. Bu
durum, AKP’ye Kürt Özgürlük Hareke¬
ti karşısmda bitmesini engelleyen, ona
bir nefes alma ve oyalama fırsatı ver¬
miştir. Yoksa AKP biterdi. AKP’ 3 d ayak¬
ta tutan, asker-sM bürokrasinin, or¬
dunun eski politikalarm sonuç alma¬
dığım görerek yeni bir Kürt politikası
inşa etme ihtiyacı dujmıuş olmasıdır.
Kürt politikası Mecliste de tartışılacaktır
Ordunun çerçevesini çizdiği yeni
Kürt politikası Mecliste de tartışıla¬
caktır. Büjnik ihtimalle CHP yumuşa-
yacaktır. Daha doğrusu bu söylemi
değişecektir. Zaten CHP’nin politika-
smda da yeni bir millet yaratılmadığı
taktirde bireysel haklar kullamlabilir
ifadesi bulunmaktadır. Ordunun or¬
taya koyduğu yeni Kürt politikasmda
Kültleri farklı bir kimlik, farklı bir
ulus, farkh bir halk olarak kabul etme
yoktur. Bu açıdan CHP, AKP ile ordu¬
nun benimsediği bu politikaya ilk ön¬
ce ayak sürtecek, ama daha sonra be¬
nimseyecektir. Daha doğrusu bu poli¬
tikanın iç ve dış kamuojmna kabul et¬
tirilmesi imkâm doğarsa ve Kürtlere
de kabul ettirileceğine inanırsa, yani
bu politikanm işe yarayacağmı görür¬
se eski tutumunu bırakacak ve bu
devlet politikasını destekleyecektir.
Ama bu politikayı Kürt Özgürlük Ha¬
reketi boşa çıkarırsa, bu politikamn
işe yaramadığı görülürse CHP eski üs¬
lubunu ve sertliğini bırakmayacaktır.
Görülmektedir ki ordu, asker-sivil
bürokrasi, AKP bu politikanm işe ya¬
rayacağım, iç ve dış kamuoyunu ikna
edeceklerini, buna dayanarak da
Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye et¬
me ve bu sorundan kurtulma imkânı
bulabileceklerini düşünmektedirler.
Bu yönüyle GHP’nin meclisteki otu¬
rumlardan sonra engel olmaktan çık¬
ması, bu politikaya destek vermesi ya
da daha pasif bir yaklaşım gösterme¬
si beklenebilir. MHP ise milliyetçiliğin
gereği tek millet, tek bayrak, tek dev¬
let, tek ulus nakaratının en katı sa¬
vunucusu olduğundan bu konuda
üslupta, araçta, yöntemde de yumu¬
şamaya karşı çıkmasım sürdürecek¬
tir. Tüm bu tutumlar ve politikalar
devletin verdiği rol çerçevesinde orta¬
ya konulmaktadır. Dolayısıyla MHP
Kürt halkı üzerinde sürdürülecek
egemenlik için kullanılan bir aktör ol¬
maya devam edecektir. Sadece Kürt
politikasmda değil, şoven-milliyetçi
zihniyeti dillendirerek ulus-devlet hâ¬
kimiyetini şöyle veya böyle devam et¬
tirmek için MHP kullamlan bir araç
7 -
olmaya dün olduğu gibi bugün de
devam edecektir.
Devletin genel politikası, yaklaşımı
budur. Ancak Özgürlük Mücadelesi de
Türk devletinin bu yeni konseptini,
tasfiye planını boşa çıkarmak için
hem siyasal mücadele yürütmektedir
hem ajitasyon-propagandayı bir de¬
mokratik çözüm doğrultusunda geliş¬
tirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan
da askeri ve siyasi saldırılara karşı
meşru bir savunma pozisyonunu ko¬
rumakta ve güçlendirmektedir. Tasfi¬
ye planlarmı boşa çıkarmak için başta
serhıldanlar olmak üzere siyasal mü¬
cadeleyi çok yönlü geliştirmektedir.
Gelinen aşamada tümden Kürt soru¬
nunun demokratik çözümünü dayata¬
cak bir başan elde edememiştir, ama
Kürt sorununun demokratik çözümü¬
nü gündemleştirmiş ve mücadele yük¬
seltildiği taktirde yakın zamanda ger¬
çekleşebilir bir düzey ortaya çıkarmış¬
tır. Bu yönüyle özellikle 29 Mart se¬
çimlerinden sonra izlediği politika
doğrudur ve sonuçlar almıştır. Ama
Türk devletinin Kürt Özgürlük Hare¬
ketini tasfiye etmede bir meşruiyet ze¬
mini olarak düşündüğü yeni Kürt po-
liükasım tümden boşa çıkaramamış
olsa da, önemli oranda deşifre etmiş¬
tir. Kürt toplumu açısından Türk dev¬
letinin bu yeni politikasımn deşifre
edilmesi, onlann tasfiye politikalannı,
planlarını olumsuz etkilemektedir.
Hem Kürt kamuoyunu hem Türkiye’¬
deki demokratik kamuoyunu hem
Güneyli güçleri hem de uluslararası
güçleri yanma almak için yürüttüğü
çabalar engelle karşılaşmaktadır.
Bu yönüyle askeri ve siyasi müca¬
delenin şiddetle süreceğini söylemek
gerekiyor. Kürt Özgürlük Hareketi
şimdiye kadar tek taraflı ateşkeslerle
tek taraflı bir sonuç aldı. Siyasal mü¬
cadeleyle de belirli bir sonuç aldı. An¬
cak gelinen aşamada artık tek taraflı
ateşkes imkânlan azalmıştır. Çünkü
Türk devleti bu demokratik siyasal
mücadelenin önünü askeri ve siyasi
baskılarla almıştır. Çünkü gelişmele¬
rin aleyhine döndüğünü, Kürt Özgür¬
lük Hareketinin ve Önder Apo’nun ini¬
siyatif kazandığım ve bunu önlemezse
demokratik çözümün kaçınılmaz ol¬
duğunu görmüştür. Demokratik çö¬
züme hazır olmadıgmdan belli bir sü¬
re kendisi için de gerekli olan 5 aımu-
şak ortamı bırakarak siyasi ve askeri
açıdan sert bir politikaya yönelmiştir.
Tezkerenin çıkarılmasmı, DTP’ye yö¬
nelik saldırıları, siyasal çalışma alam-
nın daraltılmasmı, basmm üzerindeki
baskılan, Türk devletinin kendi politi-
kasmı kabul ettirmek için önündeki
engelleri temizleme operasyonu olarak
görmek gerekiyor. Özcesi bu politikayı
kabul etmeyenler üzerinde baskı kur¬
mak istediği açıkça görülmektedir.
Açılım projesinin özü tasfiye
konseptinin yaşama geçirilmesidir
Kürt Özgürlük Hareketi tabii ki bir
taraftan meşru savunmayı sürdüre¬
cek, bir taraftan da demokratik siyasal
mücadeleyi 3 mrütecektir. Çünkü Türk
devleti içerde ve dışanda yarattığı siya¬
sal ittifaklarla, yine büyük bir propa¬
ganda savaşıyla, özel savaşla kendisi¬
nin çözüm istediğini, Kürt Özgürlük
Hareketinin bunu engellediğini, soru¬
nun çözümsüzlüğünün nedeninin
Kürt Özgürlük Hareketi olduğunu gös¬
termeyi ve bu temelde de tasfiye politi-
kasmı rahat gerçekleştirmeyi düşün¬
mektedir. Bu yönüyle de tabii ki Kürt
Özgürlük Hareketi de hem ajitasyon ve
propaganda da hem de siyasal taktik¬
lerinde kendisinin hedeflediği gerçek
demokratik çözümü topluma benim¬
setme, devletin özel savaşım ve dema¬
gojisini boşa çıkararak bir çözüm poli¬
tikası olmadığım, bu nedenle de çö¬
zümsüzlüğü dayatarun, eski politika¬
da ısrar edenin Türk devleti olduğunu
gösterme çabasmı bundan sonra da
sürdürecektir. En önemlisi de demok¬
rasi güçlerini arkasma alarak, Türkiye
toplumunu arkasma alarak Kürt soru¬
nunun demokratik temelde çözülmesi
politikasmda dün olduğu gibi bugün
de ısrarlı olacaktır. Kürt Özgürlük Ha¬
reketinin şu andaki temel politikası
budur. Benimsediği yeni stratejinin
gereği de bu politikayı izlemektedir.
Türk devletinin tasfiye planlanm
boşa çıkarmak ve demokratik siyasetin
önünü açmak için de meşru savunma¬
yı güçlü tutacaktır. Çünkü Kürt Öz¬
gürlük Hareketi ezildiği taktirde de¬
mokratik çözüm ortamı tamamen orta¬
dan kalkacaktır. Demokratik çözüm
zemininin devam etmesi, gelişmesi,
gündemde kalması, Kürt sorununun
demokratik çözümünün gerçekleşmesi
açısından kesinlikle Kürt Özgürlük
Hareketinin meşru savunma gücünü
güçlü tutması, ayakta tutması ve de¬
mokratik siyasal mücadeleyi serhıl-
danlar başta olmak üzere sürdürmesi
gerekmektedir. Türk devleti de Kürt
Özgürlük Hareketini askeri ve siyasi
saldırılarla ezerek demokratik çözüm
seçeneğini gündemden çıkarmaya,
onun yerine tasfiye seçeneğini dayat¬
maya ve böylelikle sonuç almaya çalış¬
maktadır. Şu anda da kıyasıya süren
mücadele bu çerçevede sürmektedir.
Türk devleti Kürt Özgürlük Hareke¬
tini ezme açısından uluslararası güçle¬
rin desteğini almaya büyük ihtiyaç
Ekim 2009 | serxwebûn
8
duymaktadır. Bu desteği almadan Öz¬
gürlük Hareketini ezemeyeceğini dü¬
şünmektedir. Ne var ki 29 Mart seçim¬
lerinden sonra uluslararası güçler de
eski politikanm 5 mrümedigini görerek
Türkiye’ye sorunun çözümü konusun¬
da yeni bir yaklaşım göstermesi gerek¬
tiğini söylemektedirler. PKK’nin askeri
yöntemlerle ezilmeyeceğini görerek
farklı yollarla kendi politikalanna çek¬
me yaklaşımı içine girmişlerdir. Kürt
halkmm özlemlerini karşılamasa da
böyle bir yaklaşım içinde olmalan,
Türkiye’yi zorlayan bir etken olmakta¬
dır. Onlar da artık Türkiye’yi, Kürt so¬
rununun varligmı kabul etmesi ve bu
konuda bir çözüm bulması konusun¬
da sıkıştırdıkları da söylenebilir. Bu
açıdan Türk devleti son zamanlarda
diplomasisini arttırmıştır. Yeni bir
Kürt politikası olduğunu ortaya koya¬
rak içerde ve dışarıda demokratik çö¬
züm baskısmı hafifletmeye, azaltma¬
ya, üstünden atmaya çalışmaktadır.
Türk devletinin açılımdan söz etmesi¬
nin bir nedeni de, iç ve dış kamuoyun-
daki demokratik çözüm baskılanm
hafifletmek, savuşturmaktır.
Kürilerin ortak tutum takınmaya
ihtiyacı yaşamsal düzeydedir
Türk devleti, Kürt Özgürlük Hare¬
ketinin ezilmesinin dış koşullanndan
söz ederken en başta da İran’ı, Irak’ı,
Suriye’yi yanma almayı çok önemli
görmektedir. Zaten Kürt sorunu olan
bu ülkelerle geçmişte de ortak politika¬
larla Kürt hal kın ın Özgürlük Mücade¬
lesini ezmeyi hedeflemişlerdir. Şimdi
de a 5 mı politikayı sürdürmektedirler.
Özellikle İrak ve Güney Kürdistan hü¬
kümetini yanlarma almayı Kürt halkı-
mn Özgürlük Mücadelesini ezmek için
çok önemli görmektedirler. Bu açıdan
yıllardır ABD üzerinden, İrak üzerin¬
den ve çeşitli biçimlerde Güney Kür-
distanlı güçler üzerinden askeri ve si¬
yasi baskı kurmuşlar ve onları
PKK’nin üzerine sürmeyi hedeflemiş¬
lerdir. Mevcut durumda da hala bu
politikadan vazgeçmiş değillerdir. Da-
vutoglu’nun Ortadoğu’da mekik doku¬
ması, Irak’a gitmesi. Güney Kürdistan-
lı güçlerle görüşmesi tamamen Kürt
Özgürlük Hareketinin uluslararası
alanda kuşatılmasıyla ilişkilidir. Erdo¬
ğan da Irak’a gitmiş ve bu yönlü anlaş¬
malar yapmıştır. İrak hükümetinin
Güney Kürdistan üzerinde baskı yap-
masmı hedefleyen bir görüşme olduğu
açıktır. Tüm bu görüşmelerdeki esas
amaçlardan biri de inkâr ve imhanm
yeni koşullarda sürdürülmesini ifade
eden açılım adım verdikleri politikası¬
na Irak’ın ve Güney Kürdistan’m des¬
teğini almaktır. Nasıl ki 2007 seçimle¬
rinde Güney Kürdistanlı güçlerin des¬
teğini alarak Kürdistan’da etkili olma¬
ya çalışmışsa, yine 29 Mart seçimleri
öncesi de belirli düzeyde destek almış¬
sa, şimdi de bu yeni Kürt politikasma
destek alarak Kürt Özgürlük Hareketi¬
nin ezilmesinin bu önemli ayağım da
tamamlamaya çalışmaktadır.
Tabii bu konuda sonuç almaları es¬
kiye göre kolay değildir. Özellikle 29
Mart yerel seçimlerinden soma hazır¬
lanmak istenen tasfiye amaçlı Kürt
konferansmm etkisizleştirilmesinden
soma, Kürt kamuo 5 mnda Kürt Özgür¬
lük Hareketinin ve DTP’nin etkisi art-
mışür. Eskisi gibi Güney Kürdistan si¬
yasi güçlerini içine alan bir tasfiye pla¬
nı gerçekleştirmek kolay değildir. Tabii
tümden olmayacağını söylemek de
doğru değildir. Türk devleti bunun için
çaba göstermektedir. Yine uluslararası
güçler bu konuda Türk devletine des¬
tek vermektedirler. Güneydeki siyasi
güçler de bu konuda tutarsızdırlar.
Ama Kürt halkımn mücadelesinin gel¬
diği düzey, Kürt kamuo 5 mnda ulusal
demokratik düşüncelerin etkili hale
gelmesi. Kültler arası bir savaşı iste¬
memeleri, özellikle Türkiye’nin Kürt
sorunundaki politikalanna karşı bü¬
tün Kürt örgütlerinin ve Kürt kamuo¬
yunun kuşku duyması, devletin bu
politikalarımn başanlı olmasım engel¬
leyen önemli bir faktör olarak görül¬
melidir. Ancak Türk devletinin bu bas¬
kılarla tam olmasa da Güneyli güçler¬
den belirli konularda destek alacağı
anlaşılmaktadır. Nitekim daha ne ol¬
duğu belli olmayan, daha doğrusu
esas olarak bir tasfiye konseptinin
parçası olarak ele alman açılım söyle¬
mine destek vermesi bunu göstermek¬
tedir. Başka biçimlerde de Türk devle¬
tinin politikasma destek verileceğini
öngörmek gerekir. Bu yönüyle bu giri¬
şimlerin tümden boş olduğunu, hiç so¬
nuç almayacağım söylemek yanlıştır.
Önümüzdeki dönemde KDP ve
YNK’nin Kürt Özgürlük Hareketine
karşı bazı sıkıntılar yaratacağım şim¬
diden söylemek mümkündür. Bu açı¬
dan tabii ki Kürt demokratik güçleri¬
nin de Türk devletinin ve çeşitli güçle¬
rin politikalarmı bilerek Kürt kamuo¬
yunu bilgilendirme, bu konuda duyar¬
lı kılma ve böylelikle Güneyli güçlerin
Kürt Özgürlük Hareketine karşı olum¬
suz tutumlar içine girmelerinin önüne
geçmesi doğrultusunda çaba göster¬
meleri gerekmektedir. Bunun için de
29 Mart seçimlerinde Kürt Özgürlük
Hareketinin aleyhine kullanılmak is¬
tenen konferansı bu defa Kürt kamu¬
oyu, Kürt Özgürlük Hareketi, yurtse¬
ver demokratik çevreler dayatarak
böyle bir konferansm bir an önce sağ¬
lanmasını isteyerek özgürlük ve de¬
mokrasi doğrultusunda ve tüm parça-
larm çıkarlarım gözeten ulusal politi¬
kalar belirleyerek bu tür dayatmaların
önüne geçilmesi gerekmektedir. Kaldı
ki bölge güçlerinin hala Kürtlerin var-
hğmı kabul etmemeleri, fırsat bulduğu
taktirde ezme, tasfiye etme politikaları
gütmeleri nedeniyle Kürtlerin böyle
bir konferansa, ortak tutum takınma¬
ya ihtiyacı yaşamsal düzeydedir.
Ulusal konferans dönemsel bir
çalışma olarak görülmemelidir
Kürt h a l kın ın özgürlük umutlarmm
arttığı, örgütlü ve mücadele gücünün
yüksek olduğu bir süreçte, yine ulus¬
lararası ve bölgesel güçlerin hala belir¬
li düzeyde Kürtlerin lehine olduğu bir
dönemde böyle bir ulusal konferans
inkarcı sömürgeci güçleri boşa çıkara¬
cağı gibi, Kürtlerin onlarca yıldır orta¬
ya çıkmış mücadelesini, eneıjisini bir¬
leştirerek Kürt sorununun demokratik
çözümünü tüm parçalarda gerçekleş¬
tirme imkânlanm da yaratacaktır. Şu
bir gerçektir ki Türkiye’de Kürt sorunu
çözüldüğü takdirde Ortadoğu’da Kürt
sorunu çözülecektir. Türkiye’de Kürt
9 -
sorunu çözüldüğü takdirde Güney
Kürdistan’daki Kürt federasyonu ra¬
hatlayacaktır. Bu açıdan bütün Kürt
kamuoyunun, özgürlük ve demokrasi
güçlerinin Kürt sorununun demokra¬
tik çözümünün yakmlaştıgı Türkiye’de
bu durumu değerlendirmek, bir ulusal
konferansla ortak tutum ortaya koya¬
rak, Türkiye’nin politika değiştirmek
zorunda kaldığı bu süreçte, bu poliü-
kanm yeni bir tasfiye politikası biçi¬
minde ortaya çıkmasmı değil de, de¬
mokratik çözüm temelinde bir politika-
mn h âkim kılınması için doğru bir tu¬
tumu ortaya koymalan gerekmektedir.
Önder Âpo muhatap alınmadan
Kürt sorunu çözülemez
Eğer bu ulusal konferans olur,
Kürtler ortak tutum içine girer ve
Türk devletinin tasfiye politikasına bı¬
rakalım cesaret vermeyi, Türk devleti¬
nin Kültleri birbirine karşı kullana¬
rak PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketini
tasfiye etme umutlarım kırarlarsa,
Türkiye Kürt sorununu demokratik
çözüme kavuşturmak zorunda kala¬
caktır. Bu temelde demokratikleşen
Türkiye gerçeği, aslında Kürt sorunu¬
nun bütün parçalarda çözülmesinin
ve sadece Türkiye’nin demokratikleş¬
mesini değil de bölge ülkelerinin de¬
mokratikleşmesinin de önünü aça¬
caktır. Bu yönüyle de ulusal konfe¬
ransı, kongreyi toplamak, dönemsel
bir çalışma olarak görülmemelidir.
Kürtler açısmdan tarihi ve stratejik
bir çalışma görülerek bir an önce top¬
lanması gerçekleşttrilmelidir. Bunun
için de tüm demokratik güçlerin, si¬
yasi güçlerin sorumlu davranarak
fazla gecikmeden böyle bir konferan-
sm pratikleşmesi için üzerine düşen
sorumluluğu yerine getirmesi gerekir.
Türkiye’de Kürt sorununun demok¬
ratik çözümünün gerçekleşmesi açı¬
smdan demokrasi güçlerinin bir araya
gelmesi, ortak hareket etmesi de çok
önemlidir. Demokratik siyasi ve sosya¬
list hareketler ülkenin sorunlarmı çöz¬
mek için vardır, h a l kın sorunlarım çöz¬
mek için vardır. H a l kın ve ülkenin so¬
runlarına alternatif çözüm üretmekle
anlamlı hale gelebilirler. Bu yönüyle de
şu anda Türkiye’de en temel sorun
olan Kürt sorununun demokratik çö¬
zümü ve Türkiye’nin demokratikleş¬
mesi demokrasi güçlerinin öncelikleri
arasında olmak zorundadır. Türki¬
ye’nin önceliğinin Kürt sorunu olduğu
açıkça görülmektedir. Bunu sağa sola
çekmenin hiçbir anlamı yoktur. Tabii
ki Türkiye’nin başka sorunları da var¬
dır; ekonomik sorunlan vardır, sosyal
sorunları vardır, kültürel sorunları
vardır, sağlık sorunlan vardır, eğitim
ve birçok sorunlan vardır. Ancak en
temel sorun ve diğer sorunlann çözü¬
münü engelleyen Kürt sorunudur.
Kürt sorunu çözülmediği takdirde Tür¬
kiye demokratikleşmiyor, Türkiye de¬
mokratikleşmediği için de başta eko¬
nomik sorunlar olmak üzere ülkenin
diğer sorunlanm emekçilerin, demok¬
rasi güçlerinin ve tüm halkm isteği
doğrultusunda çözmek de zorlaşıyor.
Türk devletinin demokrasiye karşı
bu direnci esas olarak Kürt sorunu¬
nun çözümsüzlüğünden kaynaklam-
yor. Kürt sorunu çözüldüğü takdirde
Türkiye’nin demokratikleşmesinin
önü açılacak, demokratik mücadele¬
nin imkânları artacak, bu açıdan da
ülkenin diğer sorunlanm çözmek de
daha fazla imkân dahiline girecektir.
Bu açıdan demokrasi güçlerinin bir
an önce ortak hareket etmesi gereki¬
yor. Bu çatı hareketi olabilir, demok¬
ratik anayasa hareketi olabilir, de¬
mokrasi için birlik hareketi olabilir,
ismi ne olursa olsun esas amacı Tür¬
kiye’nin demokratikleşmesi, Kürt so¬
rununun demokratik çözümü olacak¬
tır. Bu yönüyle gelinen siyasal aşa¬
mada radikal demokratlar başta ol¬
mak üzere tüm demokratik güçlere
tarihi sorumluluk düşmektedir.
Önder Apo’nun yol haritasım ha¬
zırlayacağım açıklamasmdan sonra
Türkiye’de Kürt sorununun demokra¬
tik çözümünün tartışmaları artmıştır
ve halkm büyük bir çoğunluğunun
bu sorunu çözmek istediği ortaya çık¬
mıştır. Bu aslında güçlü bir toplum¬
sal zemindir. Bunu demokrasi güçle¬
rinin de, sol güçlerin de, radikal de¬
mokratların da, sosyalistlerin de tü¬
müyle değerlendirmesi gerekmekte-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
dir. Esas olarak da böyle zamanlarda
siyasete müdahale gerekmektedir.
Tam da böyle zamanlarda devrimcilik
gerekmektedir. Böyle zamanlar tam
da mücadele etmenin, devrimci olma-
nm, sosyalist olmamn, demokrat ol¬
manın zamanıdır. Bunun en doğru
biçimde kullamiması gerekmektedir.
Tabii ki Kürt sorununun demokra¬
tik çözümünü esas sonuca götürecek
olan, Kürt halkmm özgürlük ve de¬
mokrasi mücadelesidir. Bu konuda
göstereceği irade ve kararlılıktır. Böy¬
le bir karar içinde olduğunu da 9
Ekim komplosunun 3 aldönümünde
Kürt halkı açıkça ortaya koymuştur.
Önder Apo muhatap almmadan, yol
haritası verilmeden, operasyonlar
durdurulmadan sorunun çözülmeye¬
ceğini açıkça dile getirmiştir. İçişleri
Bakanı Amed’e gittiğinde kepenklerin
kapatılması, Kürt sorununun muha-
tabmm kim olduğu, kiminle çözülme¬
si gerektiğini açıkça ortaya koymuş¬
tur. Bu yönüyle Kürt h a l kın ın demok¬
ratik çözüm konusunda duyarlılığı or¬
tadadır. Kürt h a l kın ın iradesi dikkate
almmadan bir çözüm olamayacağı da
ortaya konulmuştur. Demokratik bir
çözümün ancak bir h a l kın iradesi ve
talepleri dikkate alınarak sağlanacağı
9 Ekim’de bir daha gösterilmiştir.
Kürt halkı bütün baskılara rağmen
bu mücadeleyi sonuna kadar sürdür¬
me iradesini gösterebileceğini bu ey¬
lemleriyle açığı çıkarmıştır.
Uluslararası komplonun başarıya
ulaşmadığı açığa çıkmıştır
9 Ekim’de ortaya konulan tutum,
komplonun önemli oranda boşa çıka-
nldığmm ifadesidir. Komplo esas ola¬
rak Önder Apo’yu, Önder Apo şahsın¬
da PKK’yi tasfiye etmeyi, Ortadoğu
politikalannda ve Kürt politikasında
bir aktör olmaktan çıkarmayı amaçlı¬
yordu. Ancak gelinen nokta bu politi-
kamn başarıya ulaşmadığım göster¬
miştir. Aksine Önder Apo ve PKK’nin
eskisinden daha fazla Kürt halkmm
siyasi iradesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Son yılların açıkça kanıtladığı gibi
Kürt halkı gerçekten örgütlenmeye de
Ekim 2009 | serxwebûn
10
“Kürt halkı gerçekten örgütlenmeye de mücadeleye de her türlü bedel
vermeye de hazırdır. Bu kadar bedel veren, bu kadar bedellerle mayalanan
bir Özgürlük Mücadelesinin tasfiye edilmesi kolay olmayacaktır. Bu açıdan
Kürt halkı ortaya çıkan demokratik çözüm imkânını sonuna kadar
zorlayarak Türk devletini tasfiye politikasından vazgeçirip halkların
kardeşliğine dayalı demokratik çözüm noktasına getirecektir”
mücadeleye de hazırdır. Her türlü be¬
del vermeye de hazırdır. Zaten sürek¬
li bedel vermektedir. Bu kadar bedel
veren, bu kadar bedellerle mayalanan
bir Özgürlük Mücadelesinin tasflye
edilmesi kolay olmayacakür. Bu açı¬
dan Kürt halkı ortaya çıkan demokra¬
tik çözüm imkânını sonuna kadar
zorlayarak Türk devletini tasfiye poli¬
tikasından vazgeçirip halklann kar¬
deşliğine dayalı demokratik çözüm
noktasma getirecektir.
Tutuklamalar DTP'nin iradesini
kıramayacaktır
Türk devletinin açılım politikası an¬
cak somutlaştığı taktirde bir anlam
bulabilir. Somutlaşmadığı müddetçe,
laflarla, sözlerle bu sorunun çözüle¬
meyeceği açıktır. Demirel de Kürt ira¬
desini tammışü. Çiller Bask modelin¬
den bahsetmişti, Mesut Yılmaz AB’nin
yolu Diyarbakır’dan geçer demişti,
CHP Kürt raporlan hazırlamıştı. Baş-
bakanm söylediği gibi CHP’nin Kürt
raporlan bugünkü AKP’nin söyledikle¬
rinden daha ilerdeydi. Geçmişten bu
yana bu konuda çok şey söylendiği
halde şimdiye kadar Kürt sorunu ko¬
nusunda TRT 6 dışmda ciddi bir adım
atılmamıştır. Bu adımm da Kürt soru¬
nunun demokratik çözümü için değil
de. Özgürlük Hareketinin tasfiye edil¬
mesi için atıldığı tartışmasızdır. Çün¬
kü zihniyet değişmemiştir. Zihniyette
hala inkarcılık vardır. İnkârcılığı yeni¬
den cilalama, imaj tazeleyerek Kürt
Özgürlük Hareketini ezme, buna daya¬
narak sadece Kuzey Kürdistan’da de¬
ğil, bütün parçalar üzerinde sömürge¬
ci egemenliği sürdürme amaçlanmak¬
tadır. Ancak Kürt halkı artık bunları
kabul etmiyor. Politikleşmiş bir halk¬
tır. Özgürlüğünde ve demokrasisinde
ısrarlıdır. Türkiye devletinin de özgür¬
lük ve demokrasi iradesine saygı gös¬
termesini beklemektedir.
Ne var ki Türk devleti askeri operas¬
yonlarla, siyasi operasyonlarla, belirli
siyasi enstrümanlarla eski politikalan
farklı biçimde sürdürmek istemesi.
Özgürlük Hareketi üzerindeki tasfiye
politikasından vazgeçmediğini, bunda
ısrarlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Açıktır ki Kürt h a lkı buna izin verme¬
yecektir. Artık operasyonlarla sonuç
almak mümkün değildir. Siyasi ope¬
rasyonlar oluyor, birçok demokratik
siyasetçi tutuklamyor, ama Kürt halkı
yerini dolduruyor. Son demokratik
Toplum Kongresinde olduğu gibi tu-
tuklamalann yeri doldurulmuştur.
Tutuklamalar bırakalım DTP’nin ira¬
desini kırmasım, daha da kararlı hale
getirmiştir. Özel savaş yöntemleriyle
DTP üzerinde baskı yaparak, DTP’yi
bölüp parçalayarak, DTP’ 5 d ürküterek,
DTP’ye geri adım attırarak Türk devle¬
ti kendi politikasmı kabul ettirmek is¬
tiyor. Ama DTP de bir günlük parti de¬
ğildir. 1990’lann başmdan beri bir si¬
yasi tecrübesi olan, topluma dayanan
bir partidir. Bu açıdan DTP’nin iradesi
toplumun iradesidir, toplumun iradesi
DTP’nin iradesidir. Bu yönüyle Türk
devletinin de bu politikalardan vazgeç¬
mesi, DTP’jd tek muhatap olarak değil,
ama muhataplardan biri olarak göre¬
rek saygılı olması gerekmektedir.
Diğer yandan operasyonlarla so¬
nuç alma politikasmı bırakması ge¬
rekmektedir. Eğer bu devam ederse
Kürt halkı bu operasyonlan durdur-
masmı da bilecektir. Kürdistan’da bu
operasyonlara giden operasyon birlik¬
lerinin önünü kesecektir. Bunların
operasyon yapmasma müsaade etme¬
yecektir. Operasyonların olmadığı, si-
lahlann konuşmadığı bir ortamda de¬
mokratik siyasal çözümün sağlanma¬
sı için üzerine düşen bu sorumluluğu
yerine getirecektir. Artık bu operas-
yonlann ne haklılığı ne meşruiyeti
kalmıştır. Kürtler artık ne haklılığı ne
de meşruiyeti olan bu operasyon güç¬
lerinin kollarını, konvoylannı durdu¬
racaktır. Bu, Kürt halkımn, demokra¬
si güçlerinin en temel hakkıdır. Türk
devleti eğer mevcut politikalardan
vazgeçmezse Kürt halkı bunu da
mutlaka başaracaktır. Türk devleti¬
nin, hükümetinin operasyonlan dur¬
durma, savaşı durdurma konusunda
gösteremediği siyasi iradeyi, barışçıl,
demokratik çözüm konusunda göste¬
remediği siyasi iradeyi, Kürt halkı
operasyonlara karşı durarak Kürt so¬
rununun demokratik çözümünün ko-
şullarmı ortaya çıkaracaktır.
Banş elçileri Kültlerin ne istediğini
partilere ve Meclise sunacaklar
Kürt Özgürlük Hareketi 13 Nisan’da
6. defa tek taraflı eylemsizlik karannı
vermiştir. Böylece çatışmasızlığı sağla¬
yarak sorunun demokratik siyasal çö¬
zümüne fırsat vermek istemiştir. An¬
cak gelinen aşamada Türk devletinin
ben eylemsizlik ve çatışmasızlık dinle¬
mem, tek bir gerilla kalana kadar ope¬
rasyonu sürdürür ve Kürt Özgürlük
Hareketini ezerim yaklaşımmda ısrar
etmektedir. Kürt açılımı dediği politi¬
kası da sonra demokratik açılım, daha
sonra Milli Birlik ve Bütünlük projesi¬
ne dönüşmüştür. Bu durum karşısın¬
da Kürt Özgürlük Hareketi mevcut po¬
zisyonunu koruyacağım, ama yeni bir
eylemsizlik kararımysa Türk devletinin
politikalarma bakarak verebileceğini
söylemiştir. Türk devletinden eylemsiz¬
lik karanna olumlu cevap vererek bu¬
nu iki taraflı bir çaüşmasızlığa götür¬
meyi talep etmiştir. Kürt sorununun
çözümünün silah bırak, teslim ol çağ-
nlanyla mümkün olmayacağmı, zihni¬
yet değişikliği temelinde Kürt hal kın ın
siyasal güçlerini muhatap alma ve de¬
mokratik müzakereyle temel demokra¬
tik haklannm kabul edilmesi temelin¬
de gerçekleşebileceğini vurgulamıştır.
11 -
Kürt halkı demokratik çözüm elçilerini
muhteşem bir biçimde sahiplendi
Kürt Halk Önderi, Meclis’te Kürt so¬
rununun tartışıldığı süreçte h a lkın ta¬
leplerinin ne olduğunu ortaya koymak
ve Türk devletinin tutumunu netleştir¬
mek için iki pratik öneri sunmuştur.
Birincisi; Avrupa’dan, Maxmur ve
Kandil’den banş gruplannm gelmesini
istemiştir. Bu banş elçilerinin Kürtle-
rin ne istediğini siyasi partilere, hükü¬
mete ve meclise sunmasım önermiştir.
Böylece Meclis’te Kürt sorunu tartışı¬
lırken Kültler de bu tartışmaya katıl¬
mış olacaktır. Meclis’te Türkiye’nin en
ciddi sorunu tartışılırken bu sorunu¬
nun esas muhatabınm ne düşündüğü
önemlidir. Çünkü Kürt sorunu gerçek
ve kalıcı çözüme ancak böyle kavuşur.
Kürt Halk Önderi bu banş grupla-
rmm gitmesini isteyerek Kürtlerin de¬
mokratik çözüm ve banşta ne kadar
ısrarlı olduğunu göstermiştir. Geç¬
mişte gönderilen barış grupları döne¬
mindeki fırsatın bir defa daha kaçınl-
maması gerektiği mesajım vermek is¬
temiştir. 1999 yılında giden banş
gruplarına bir barış elçisi gibi yakla-
şılmamıştır. Elçiye zeval olmaz derler.
Ne var ki Türkiye elçi melçi dinleme¬
miş, giden banş gruplannı cezaevine
atmıştı. Böylece insanlık tarihindeki
bir geleneği de çiğnemişti. Kürt Halk
Önderi bu girişimlerle bizde demok¬
ratik çözüm ve barış iradesi var, sizde
de bu irade varsa bu sorun kısa süre¬
de çözülür diyor. Meclisin bu tarihi
fırsatı değerlendirmesini istiyor. Bu¬
gün gerçekten de Kürt Özgürlük Ha¬
reketinin tasfiyesi için değil, Kürt so¬
rununun çözümü için bir tarihi fırsat
ortaya çıkmış bulunuyor.
Özgürlük Hareketi Önder Apo’nun
bu çagnsma uyarak Maxmur ve Kan-
dil’den banş gruplarım demokratik
siyasetin önünü açmak için Türki¬
ye’ye gönderdi ve Kürt halkı demokra¬
tik çözüm elçilerini muhteşem bir bi¬
çimde sahiplendi. PKK’ 5 d Kürt halkın¬
dan ayırmak isteyen tüm politikalar
çöktü. Başbakan’ın PKK ve DTP Kürt
halkının temsilcileri olamaz söylemi¬
nin ne kadar boş olduğu bir daha gö¬
rüldü. Aslında halk bir yönüyle de
Kürt halk Önderi, PKK ve DTP’nin
Kültleri temsil etmeyeceğini söyleyen
Başbakana cevap verdi. Ortaya çıkan
bu fotoğraftan Türkiye’de herkes ders
çıkarmalıdır. Bu sorunun çözümsüz
kalmasmm Türkiye zarar verdiğini
görmelidir. Çünkü bu sorun bir gün
mutlaka çözülecektir. Türkiye’den
bazı çevreler Kürt h a lkının demokra¬
tik çözüm elçilerinin coşkulu karşı-
lanmasmdan rahatsız oluyor. PKK’li-
1er kahramanlar olarak karşılanıyor
diyorlar. Hiç kızmaya gerek yok. Dev¬
letin politikaları sonucu Kürtlerle
Türkiye toplumunun duygulan farklı¬
laşmıştır. Bunu bir yönüyle yaratan
Türk devletinin psikolojik savaşıdır.
Kürt h a lkının tepkileri ve bu gruplara
sahiplenmesi normaldir. Normal ol¬
mayan, kardeş denilen Kürt halkının
duygularmm anlaşılmamasıdır.
Gelenler demokratik çözüm ve ba¬
rış için geliyor. Barışm ve kardeşli¬
ğin kazanması için geliyor. Halk da
sahip çıkarak Türk devlet yetkilileri¬
ne sorunu demokratik temelde çö¬
zün diyor. Kürt halkı sahip çıkma¬
saydı kim bu grupların attığı adımı
ciddiye alırdı? Halk demokratik çö¬
züm ve banş ciddiye almsm diye bu
elçilere sahip çıkmıştır.
Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi
adü, demokratik bir çözüm ve banş
istiyor. Kürt halkının bu tutumu
Türkiye için bir şanstır. Böyle bir halk
sorunu Türkiye ile aramızda çözelim
diyor. Dış güçlerin etkisine girmeden,
Türkiye h a lklarının çıkarma bir duruş
gösteriyor. Türkiye’yi seven herkesin
böyle bir halkı selamlaması gerekir.
Halkın operasyonları durdurma
çabalarına destek verilmelidir
Kürt Halk Önderinin ikinci pratik
önerisi: Operasyonlarm durdurulma¬
sına yöneliktir. Halkın, askeri birlik¬
lerin ya da karakollarm bulunduğu
yerlere giderek, buranm komutanla¬
rından operasyona çıkmamalannı is¬
temelerini öneriyor. Halkın da ope¬
rasyonları durdurma elçisi olmasını
istiyor. Çünkü operasyonlardan vaz-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
geçildiği an çözümün yansının ger¬
çekleşeceğini düşünüyor. Hüküme¬
tin göstermediği operasyonları dur¬
durma iradesinin halkın girişimiyle
gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor.
Kürt Özgürlük Hareketi eylemsizlik
karan alıyor, çatışmasızlığı sağlamak
istiyor. Ne var ki Türk devleti operas¬
yonlar yaparak çatişmasızlığın gerçek¬
leşmesini engelliyor. Bu nedenle Kürt
Özgürlük Hareketinin tek yanlı çaba¬
lan sonuçsuz kalıyor. Kürt Halk Önde¬
ri operasyonlann durdurulmasmı sağ¬
layarak çözüm önündeki bu tıkanıklı¬
ğı da aşmaya çalışıyor. Bu çabalarm
sonuç vermesi için tüm demokrasi
güçlerinin hem demokratik çözüm el¬
çilerine hem de halkın operasyonu
durdurma çabalanna destek vermeleri
gerekir. Banş elçilerine sahip çıkarak
onlarla beraber hareket ederek Kürt
sorununun demokratik çözümünü
birlikte dile getirmelidirler. Yine ope¬
rasyonu durdurmak isteyen inisiyatif¬
lerle birlikte hareket ederek, halkm gi¬
rişimine destek vererek bu operasyon¬
lann durdurulması sağlanılmalıdır.
Kürt Halk Önderinin çözüm için yaptı¬
ğı bu çağniann Kürt h a lkı ve tüm de¬
mokratik güçler tarafından güçlü bir
biçimde sahiplenilerek demokratik çö¬
züm ve siyasal sürecin önünün aç¬
ılması için çalışılmalıdır.
Kürt halkı. Özgürlük Hareketi ve
demokrasi güçleri gerçekten demok¬
ratik adımlar atıldığında, Kürt soru¬
nunun demokratik çözümünde her¬
hangi bir irade ortaya çıktığında bunu
kesinlikle destekleyecektir. Bu konu¬
da kararlıdır. Kürt Özgürlük Hareketi¬
nin ve Kürt h a lkının temel demokratik
haklarınm kabulü dışmda bir siyasal
smır değiştirme, bir devlet iktidarı is¬
teme anlammda bir talebi de bir yak¬
laşımı da yoktur. Aksine devletin ve
iktidarın özgürlük ve demokrasi olma¬
dığım, devletin h a lkların sorunlarına
çözüm getirmediğini söyleyen bir siya¬
sal hareket söz konusudur. Bu yö¬
nüyle Kürt halkı da Özgürlük Hareke¬
ti de, Kürt halk Önderi de Kürt soru¬
nunun demokratik çözümü için kabul
edilebilir makul bir yaklaşım içinde¬
dirler. Bu yaklaşıma cevap vermemek
aslında inkârcıhğın devam ettirilmek
Ekim 2009 | serxwebûn
12
istendiği anlamına gelmektedir. İn¬
karcılıktan vazgeçenler derhal Kürt
Özgürlük Hareketiyle ve Önder
Apo’yla diyalog kurarlar ve bu sorunu
gözerler. Çünkü bundan daha makul
bir siyasal yaklaşım gösterecek bir
Kürt politikası ve Kürt politikacısı bu¬
lunamaz. Bu makul yaklaşıma cevap
vermeyen arayışlar kesinlikle tasfiye
arayıştandır. Ya da işbirlikçi Kürt ara¬
yışıdır. Arük bunu Kürt halkı da görü¬
yor, Kürt Özgürlük Hareketi de görü¬
yor. Bu yönüyle Türk devleti kendini
kandırmadan bu makul yaklaşımı
Türkiye’nin geleceği açısından, Türki¬
ye’nin istikran açısından, Türkiye’nin
demokrasisi açısmdan bırakalım bir
tehlike, bir şans olarak görüp diyalo¬
gu ve demokratik müzakereleri baş¬
latması gerekmektedir. Yoksa ben
yaptım oldu yaklaşımları olamaz. Bu
demokratik bir yaklaşım değildir.
Demokratik çözüm demek, de¬
mokratik açılım demek, muhatabıyla
konuşup tartışmak demektir. Ya da
talep edenin makul haklarmı kabul
etmek demektir. Bu açıdan Türk
devletinin çözümde samimi olup ol¬
madığının ölçütü demokratik bir du¬
ruş göstermesi, sorunların çözü¬
münde demokratik yöntemi esas al¬
masıdır. Bu da kendini dayatmayla
değil, Kürt halkını ve siyasal temsil¬
cilerini muhatap alıp müzakereyle
çözmekle olur. Bunun dışmda farkb
arayışlar kesinlikle sonuçsuz kala¬
caktır. İstenildiği kadar dış destek
abnsm, istenildiği kadar bölge ülke¬
leriyle ilişki kurulsun Kürt halkının
bu iradesi, örgütlülük düzeyi ve mü¬
cadele kararlılığı karşısında bütün
bu tasfiye planları, klasik zihniyet¬
ten kaynaklanan bastırma politika¬
ları kesinlikle sonuç alamayacaktır.
Ancak Türk devletinin gelinen aşa¬
mada inkâr ve imhadan vazgeçip bir
çözüm politikası noktasma geldiği gö¬
rülmemektedir. Suriye ile ilişkileri,
Irak’la ilişkileri PKK’nln tasfiyesi üze¬
rine kurulmaktadır. Hatta Ermenis¬
tan’la ilişkilerin yumuşatılması bile
Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiye
edilmek istenmesiyle ilgilidir. Zaten
tasfiye politikasma destek almak için
Amerika’da bir dizi görüşmeler ger¬
çekleştirdiler. Anlaşılıyor ki tümden
olmasa da belirli bir destek almıştır.
Bu tür diplomatik görüşmelerle, dip¬
lomatik faaliyetlerle kuşatmayı ta¬
mamlamaya çalışmaktadır.
Kürt sorunu hala
terör sorunu olarak görülüyor
Türk devletinin içerde ise Kürt Öz¬
gürlük Hareketini ya da Kürt halkım
muhatap almayacağım, kesinlikle so¬
runu bir terör sorunu olarak gördüğü¬
nü, hala terör ve terörist kavramım sık
sık kullanmaya devam ettiğini görüyo¬
ruz. Kürt sorunu, terör ve terörizm so¬
runu olarak görüldüğü müddetçe, bu
dil bırakılmadığı müddetçe, yani bu
sorunun Kürt sorunu ve Kürt soru¬
nundan kaynaklanan h a lkın bir dire¬
nişi olduğu kabul edilmediği takdirde
tabii ki sorunlann çözülmesi de müm¬
kün değildir. Bu durumda da Kürt
b a lkının ve demokrasi güçlerinin mü¬
cadeleyi 5 mkseltmekten başka yolu
kalmamaktadır. Nitekim bir taraftan
açılım denilecek, diğer taraftan savaş
tezkeresi çıkarılacak. Çocukların,
gençlerin vurulması sürdürülecek;
DTP üzerinde baskı kurulacak; DTP
milletvekilleri tutuklanmayla tehdit
edilecek, demokratik güçler, çeşitli
güçler üzerinde yargılama terörü esti¬
rilecek. Tüm bu uygulamalar Türk
devletinin hala bir demokratik çözüm¬
de karar kılmamasınm, bir tasfiye
konsepti jdirütmesinin sonucudur.
Demokratik açılım dediği yeni Kürt
politikasını inşa etme ve kabul ettir¬
me çalışmaları bu çok boyutlu baskı¬
larla birlikte sürdürülmektedir. Bun¬
lar birbirine tezat görünmektedir.
Gerçek anlamda demokratik açılım
ve Kürt sorununu çözme yaklaşımı ve
iradesi olsaydı tabii ki bu tür uygula¬
malar olmazdı; bu tür çelişkili du¬
rumlar olmazdı. Ama mevcut duru¬
mu çelişkili olarak görmemek lazım¬
dır. Çünkü çözüm politikalan yoktur,
tasfiye politikaları vardır. Bunlar bir¬
birini tamamlayan politikalar olarak
sürmektedir. Kürt Özgürlük Hareke¬
ti, Kürt halkı da bu gerçeği görmüş¬
tür. Bu açıdan önümüzdeki dönem
mücadelenin kıyasıya süreceğini söy¬
lemek gerekmektedir.
Türk devleti iç ve dış kamuo 5 mnun
da desteğini aldıgma inandığı taktirde
kapsamlı bir operasyonu hem Kuzey
Kürdistan’da hem de smır ötesine ge¬
çerek gerçekleştirip gerillayı ezmeyi
deneyecektir. Bu açıdan Türk devleti
tezkereyi boşuna çıkarmamıştır. Ge¬
rektiğinde, fırsatını bulduğunda, iç ve
dış kamuoyunun buna imkân verdi¬
ğini düşündüğü ve böyle bir operas¬
yona tepkilerin gelmeyeceğini ya da
az geleceğini düşündüğü anda askeri
operasyona başvuracaktır. Hatta iç ve
dış kamuoyunu demokratik çözüm
denen, açılım denen tasfiye projesine
inandırabilirse, bu konuda destek
alabilirse, sadece askeri operasyonla-
n değil, bugünkü siyasi operasyonla¬
rı, DTP’yi grup olarak çıkarmak ve
kapatmak dahil, her türlü baskı sis¬
temini de gündeme sokacaktır.
Bu açıdan Kürt Özgürlük Hareketi¬
ne, kadrolarına, sempatizanlarına, ta¬
raftarlarına, halka önemli görevler
düşmektedir. Bu görevler en başta da
örgütlülüğünü güçlendirmesidir. Ör¬
gütlülüğünü sokaktan, mahalleden,
köyden, kasabadan başlayarak yay¬
gın bir örgütlenme ağı haline getirme¬
sidir. Her tarafı örgütlenmeyle öre öre
tüm toplumu örgütleyen bir güce ka¬
vuşması gerekmektedir. Demokratik
konfederalizm dediğimiz tabandan
demokratik örgütlenmenin gerçekleş¬
mesi ve bunların konfederal bir ilişki
temelinde örgütlenerek demokratik
bir kurumlaşma haline getirilmesi ge¬
rekmektedir. Bunu gerçekleştirdiği
taktirde Türk devletinin politikalan
Kürt h a lkının kendi iradisiyle, kendi
öz örgütlenmeleriyle önemli oranda
boşa çıkarılmış olacaktır. Kaldı ki
böyle bir örgütlülük Türk devletinin
politikalarmı boşa çıkaracağı gibi,
böyle bir örgütlülüğün ortaya çıktığı
bir toplumla mücadelede çok boyutlu
olarak kesintisiz sürecektir. Böyle bir
örgütlenmeye dayalı olarak kesintisiz
bir demokrasi ve Özgürlük Mücadele¬
si sürecektir. Bu karakterdeki bir
mücadele de Kürt sorunun demokra¬
tik çözümüne ve Türkiye’yi demokra¬
tikleştirme amacma ulaştıracaktır.
Ekim 2009 | serxwebûn
13
VERİMLİ HİLAL KAYNAKLI TOPLUMSAL
GELİŞME ve YAŞAMI DOĞRU YORUMLAMAK
“Verimli Hilal'deki toplumsal gelişmeleri bir kez de bu sosyolojik bakış açılarıyla araştırdığımızda; özgürlük
sosyolojisinin bölgede neolitik devrim sürecinde toplum tarihi açısından en verimli bir kaos aralığına tanıklık
ettiğini görürüz. Gezginci avcı ve toplayıcılıkla geçinen gruplar, buzulların hızla dağların doruk noktalarına
çekilmesiyle daha önceki dönem tecrübelerinden kaynaklı toplum yapılanmalarını çözerek yerleşik yaşama,
tarımla geçinmeye dayalı bir arayışa girdiler. Yüz binlerce yıllık klan toplulukları yerini daha geniş yapılara
bırakmayla karşı karşıyalar. Tam bir zihniyet dönüşümü, patlaması yapılan bir aşamadayız”
Bu yazı Reber Apo’nun UYGARLIK kitabından alınmıştır
Bu başlık altında bÜ 3 mk bir önem¬
le açıklamaya çalıştığım husus, belli
bir toplumsal zaman ve mekân bo 3 aı-
tunun belli bir yaşam tarzı üzerinde¬
ki etkisine ilişkindir. Yöntem soru¬
nunda da uzunca üzerinde durmaya
çalıştığım konu, toplumsal gerçeklik¬
lerin insan eliyle ‘inşa edilmiş gerçek¬
ler’ olduğudur. Bu konu o kadar
önemlidir ki, tam anl a mını bulmadan
girişilecek her tür bilinçlenme faaliye¬
ti ‘öğrenme 3 d’, ‘anlamı’ cehaletin ve
anlamsızlığın konusuna dönüştürü¬
lebilir. İddiam odur ki, kapitalist mo-
demitedeki cehalet, bÜ 3 mk dinlerin
çıkış koşullarında eleştirip lanetledik¬
leri ‘Ebucehil’ cehaletinden daha bü¬
yüktür. Bunun da en temel nedeni,
belki de en sığ materyalizm çıkışlı din
olan pozitivizmdir. ‘Olguculuk’ olarak
tercüme edebileceğimiz bu din, bizzat
insan zihniyetinin ürünü olm^aral^
terinden ötürü zaten metafiziMr. ^
İnsanın zihniyet itibariyle metafi¬
zik karakterli bir varlık olduğunu bu
amaçla yöntem bölümünde uzunca
işlemiştim. Pozitivizm, farkmda olma¬
dan, bu olguculuğun eski dönemin
en sığ ‘putçuluğu’ olduğunu göremi¬
yor. Olguculuk = putçuluk ideamı
önemle ileri sürüyorum. Olguculuk
bir gerçeği yorumlayış biçimi değildir.
Ne kadar tersini iddia etse de, olgula¬
ra dayalı bilimin felsefesi de değildir.
Çünkü böyle bir felsefe olamaz. Göze
çarpan, kulağı titreten her görüntü
ve ses olgudur. Her hissediş de olgu¬
dur. Evren gerçekliğinin bunlardan
ibaret olduğunu hangi çılgın veya ca¬
hil idea edebilir? Eflatun’un görüşüy¬
le olgular görüntü bile sa 3 nlmaz. Olsa
olsa Nietzsche bakışıyla basit birer
algı olabilirler. Algı-olgu ilişkisi üze¬
rinde durulabilir. Tıpkı nesne-özne
üzerinde durduğumuz gibi.
Ne yazık ki, modemite olguculuk
üzerine inşa edilmiş bir yaşamm res¬
midir. Bilinçli olarak ‘resmidir’ keli¬
mesini kullamyorum. Çünkü moder-
nite yaşamm özüyle değil, en 3 nizey-
sel biçimiyle ilgilidir. Adomo’nun dile
getirip de çözemediği “Yanlış hayat
doğru yaşanmaz” deyimi, Yahudi
soykırımı karşısmda duyduğu bÜ 3 mk
hayal kınklığmm sonucudur. Bu as¬
lında k ilit bir deyimdir. Ama açıkla¬
masızdır. Hayatın temel yanlışlığı ne¬
rededir? Yanlış hayattan kim sorum¬
ludur? Nasıl inşa edilmiştir? H â kim
toplum sistemiyle ilişkisi nedir? Ben¬
zer bu tip sorularm cevabı yoktur.
Sadece kökenlerini Aydınlanma ve
rasyonalite sürecine dayandırmakla
yetinmişlerdir. Konu, yani yanlış olan
hayat biçimi muğlâk bırakılmıştır.
Benzer çaba Michel Foucault’da
da vardır. Foucault, “Modemite in¬
sanın ölümüdür” der ve bır a kır. Bu
kadar ünlü bir filozof nasıl da insa¬
nın ölümü gibi çok hayati bir konu¬
yu bir cümleye sığdırıp bırakabilir?
Açıklayacakken, erken ölümden
bahsetmek fazla anlam taşımaz.
Önemli bir hakikat, yomm son ne¬
feste de olsa açıklanma}^ gerektirir.
Kopernik ölüm döşeğindeyken.
‘Dünyanm güneş etrafında döndü¬
ğünü’ açıklayan eserini ya 3 nnlatma 3 n
ihmal etmez. Benzer birçok hakikat
yommlayıcısı hem Batıda, hem Do¬
ğuda vardır. Postmodernite eleştiri¬
cileri modemitenin yaşam suçuna
çok bulaştıkları için, gerçekleri biraz
da utangaçça dile getirirler. Yani kö¬
leliğe, iktidara bulaşmış, onun bilgi
sistematiğinden şerbetlenmiş, bu¬
laşmış olanların ortak üslubunu
kullanırlar. Biraz da Ezop üslubu!
Açıklamaya çalıştığımız husus,
tekrar edelim ki, doğm ve yanlış ha¬
yat kurgulamalarıdır. Sadece moder-
nitenin (kapitalist) değil, diğer eski
uygarlıkların dayattığı hayat doğm
kurgulanmış olabilir mi? Sümer ra¬
hiplerinden tanrı-krallarma, Mısır
tanrı-krallarmdan İran Kisralarma,
İskender’den Roma imparatorlarma,
İslam sultanlarından Avrupa mo-
narklarma kadar hayatı resmen te¬
mellendiren sistemleri de hayatı
yanlış temellendirmede en az kapita¬
list modemite kadar sommiu tutula¬
mazlar mı? Bir zincirin halkaları mi¬
sali toplumsal gelişmenin bo 3 nıuna
taktıkları bu halkalarla yanlış yaşam
gittikçe temellendirilmiş olmuyor
mu? Yanlış hayat tarzından yalnız
modemiteyi ve onun savaş ve soykı¬
rım düzenini sommiu tutmak yet¬
mez. Sorunun kökü kadar cevabı da
derindedir. Verimli Hilal’deki bÜ 3 mk
kültürel devrim ve yol açtığı yaşam
tarzı üzerinde dururken, tüm bu so-
mnlann kaynağına inmek istedik.
14
“Zorunlu ihtiyaçlar, güvenlik ve çoğalma, canlıların neredeyse tümünü
bağlayan üçgendir. Bunun sınırlı zihniyetle bağını yorumlamıştık. Yaşamda
farkın gelişmesi demek, zihniyetin esnekliğinin gelişmesi, dilde simgesel
anlatıma geçiş ve bunun mümkün kıldığı maddi yapılanmalara daha çok
erişim demektir. O halde kültürel gelişme; zihnin esnekliği ve simgesel
dilin gelişmesiyle birlikte artan maddi nesnelerin toplam ifadesidir”
Şüphesiz kültürle toplumu tama¬
men izah edemeyiz. Birçok öğeyi bu¬
na eklemek gerekecektir. Ama teme¬
lin kültür olduğu da çok az yadsına¬
bilir. Geçerken ‘kültür’ kavramına
yüklediğimiz anlamı da açıklamalı¬
yız. Bununla anl a mlı bir ‘uzun süre’
tarihle toplumun yaşamasmda vaz¬
geçilmez özelliklere sahip bir mekânı,
coğrafya}^ kastediyoruz. Toplumu sı¬
fırdan bu süreli tarih ve coğrafyayla
anlamlandırmıyoruz. Fakat çok sayı¬
da olan inşa edilmiş toplumsal ya¬
şam biçimlenmesinde temel rol 03010-
dıklarmı belirtmek istiyoruz. Top-
lumlann zaman ve mekânla kayıtlı
yaşam halkalarından oluştuğunu,
her halkanın diğerine bağlılığı kadar
kendine özgü bir farkı olduğunu da
bu açıklamanın gereği sa3mıakta3oz.
Semitik ve Çin toplumlannm on
bin yıl önceki temellere dayalı yaşam
farklılıkları günümüzdeki yaşamlan-
m belirle3dci ölçüde anlamlandırmak¬
tadır. Aryenik yaşam kültürü için de
aynı husus belirtilebilir. Öte yandan
temeldeki bu yaşam kültürünü, hiye¬
rarşide ve devlette, kendi maskeli ve¬
ya maskesiz, örtük ve çıplak krallar
yönetiminde resmileştirerek bÜ3mk
anlam çarpıtmalanna, saptırmalara
uğrabp her türlü çirkinliğe, savaşla¬
ra ve soykırımlara açık hale getirdik¬
lerini ‘anlambiliminden’ çıkarabil-
mekte3dz. Dikey olarak resmi-ga3ni
resmi yaşamlar kadar, yatay olarak
da farklı halkalar halinde yaşamlar
söz konusu olabilmektedir. Yine de
ana ka3maktaki toplumsal yaşam
tüm bu halkalardaki biçimleri belir¬
leyen öz niteliğindedir.
Kültür kavramının içeriğini biraz
daha açalım. Şüphesiz klan toplumu
da bir kültüre, dolayısıyla yaşama
sahiptir. İnsan toplumunda evrensel
bir özellik gösteren klan toplumun-
daki yaşamın anlamı benzerdir. Dil
ve düşünce yapısı işaretlerle 3mrü-
tülmektedir. Primatlarla, dolayısıyla
hayvanlarla arasındaki mesafe fazla
açılmamıştır. Bir klan yaşammı hi¬
kâye etmek, hepsini anlatmak gibi¬
dir. Zorunlu ihtiyaçlar, güvenlik ve
çoğalma, canlıların neredeyse tümü¬
nü bağlayan üçgendir. Bunun sınırlı
zihniyetle bağım yorumlamıştık. Ya¬
şamda farkın gelişmesi demek, zih¬
niyetin esnekliğinin gelişmesi, dilde
simgesel anlatıma geçiş ve bunun
mümkün kıldığı maddi yapılanmala¬
ra daha çok erişim demektir.
Her büyük kültür kuşağı büyük ve
farklı bir yaşamın gelişmesi demektir
O halde kültürel gelişme, zihnin
esnekliği ve simgesel dilin gelişme¬
siyle birlikte artan maddi nesnelerin
toplam ifadesidir. Dar anlamda kül¬
tür bir toplumun zihniyetini, düşün¬
me kalıplarını, dilini ifadelendirir¬
ken, geniş anlamda buna maddi bi¬
rikimlerinin de (ihtiyaçları gideren
tüm araç gereçler, besinle besin
üretme, saklama, dönüştürme bi¬
çimleri, ulaşım, savunma, tapınma,
güzellik araçlarının toplamı) eklen¬
mesini ifade eder. Kültür zihniyeti ve
araçlarındaki benzerlik ve farklılık¬
larla yoksullukları ve zenginlikleri
arasındaki eşitsizlikler, farklı ve ben¬
zer yaşam düzeylerini belirler.
Zihinsel ve maddi birikimlerin biz¬
zat insan yeteneğiyle inşa edildikleri¬
ni, bu anlamda toplumsal gerçeklik
halinde ifadeye kavuştuklarım yine
tekrar belirtmeliyiz. Bu durumda tüm
eski taş devrinde milyonlarca 30I sür¬
müş klan-toplum yaşammm benzerli¬
ğini ve özgün far klı lıklara pek sahip
SERXWEBÛN I Ekim 2009
olmadıklarını belirtmek ciddi bir an¬
lam kaybma yol açmayacaktır. Bü3nik
kültürel kuşaklarm ortaya çıkışına bu
nedenle yüksek anlam biçtik. Zira her
bÜ3mk kültür kuşağı, bÜ3mk ve farklı
bir yaşamın gelişmesi demektir. Top¬
lumsal gelişme3d bu anlamda kültürel
gelişmeyle özdeşleştirmek mümkün¬
dür. Formülleştirirsek, ne kadar zihin
esnekliği, özgürlüğü, o kadar simgesel
dil anlamcıhğı, düşünce zenginliği,
buradan da daha çok maddi kültür
araçlarma sahip olmak o denli top¬
lumsal yaşamm gelişmesi demektir.
Bu bölümün temel varsa3nmı olan
inşa edilmiş gerçeklik olarak toplum¬
sallık, esas olarak insan yaratımı de¬
mektir. Şüphesiz ondaki madde mik¬
tarı, biyolojik gelişim göz ardı edilmi¬
yor. Bunların fizik, kimya ve biyoloji
gerçekleri olarak araştırıldıklarını bi¬
liyoruz. Ayrıca insanı tür ve zihin
olarak inceleyen antropoloji ve psiko¬
loji kendi alanlarında anlam üret¬
mektedirler. Eleştirilerimiz de olsa,
bilimin parçalanmış halinden öğre¬
nebildiklerimiz vardır. Toplumsal
gerçekliğin farklı bir algılama düze}^
olduğunu sıkça belirtmemiz, diğer
bilimlerle aradaki farkı İ3n kavramak
içindir. Bu farkı yakalamadan, pozi-
tivistlerin düştüğü bÜ3mk hataya dü¬
şüp ‘bilimcilik’ hastalığından kurtu-
lama3nz. Bunun sonucu ise, kapita¬
list modemitede sonuçlanan soykı¬
rımdır. Soykırım, tekrar vurgulama-
li3nm ki, Adomo’3m dehşete düşüren
ve olmasını hiçbir tanrısal ve insani
yaklaşımm izah edemeyeceği, bütün
kitapların bir anlamda ateşe atılması
gerektiğini düşündüğü ve hayatın
yanlış kurulmasına dayandırdığı bü-
3mk suçtur. Soykırım mazlumlannm
bunun dışında bir anlamla anılama-
yacağı önemli bir tespittir. Modem
yaşam, pozitivizm bu gerçeği kabul
etmemekte direniyor. Sanki 3dne de
soykırımlara rağmen toplumsal ya¬
şamm yaşanabileceğini sanıyor. Ve¬
ya bu suçu temel dayanaklarıyla yok
etmeden, o suça yol açan zihniyet
çarpıtmaları ve maddi uygarlık de¬
ğerleriyle birlikte yaşanabileceğine
cüret ediyor. Adomo hiçbir kitapta,
dola3nsıyla zihinde yer bulmaması
Ekim 2009 | serxwebûn
15
gereken bu cüretten dola)^ irkiliyor,
kabuğuna çekiliyor ve ölüyor.
Hâkim kültürün kadını kapatmasına
asla hoşgörü göstermedim
Benim yapmaya çalıştığım, bu
‘CÜRET’in kaynaklarmı ve olası aşıl¬
ma biçimlerini sorunsallaştmp cevap
verme yeteneklerimizi açığa çıkara¬
rak anlam ve eyleme kavuşturmak¬
tır. Sürüp giden modemitenin gittik¬
çe kurumlaşmış soykırım odaklarma
yol açtığmı hiç göz ardı edeme3dz. Gö¬
zümüzün önündeki İrak gerçeği, açık
veya örtük, Ortadoğu’nun tüm rejim¬
lerinin soykınmsal niteliğini ve suç
ortaklığını gayet açık ve dehşet için¬
de, sadece içerisinde yanarak eriyen¬
lere değil, gözlemleyenlere de hisset¬
tirmektedir. Ama diğer yandan mu¬
azzam bir özgür yaşam arayışı da
vardır. Ya özgür yaşam, ya soykırım
asla birlikte yaşanacak bir ikilem
olamaz. Böyle yaşayarak bu suça as¬
la ortak olamayız. Nasıl oldu da yaşa¬
mın en zengin anlamına yol açan bu
topraklar, bu tarih bu hale geldi? Bir
tarafında yaşamın ilk anlamına yol
açmış etnisitelerin savaşı, diğer yan¬
dan modemitenin son bÜ3mk tannsı-
nm önderliğindeki savaşlar? Demek
ki, konuya döne dolaşa 3mklenmek-
ten, cevabını vermek ve eylemini ger¬
çekleştirmekten kaçmılamaz.
Verimli Hilal’deki yaşamın tadını
biraz da edebi dille anlatmali3nm.
Sözüme Diyarbakır-Çayönü kazıla¬
rını başlatan Bradway’m bir gözle¬
miyle başlayayım. Bradway, “Yaşam
dünyanın hiçbir yerinde Zagros-To-
ros dağ silsilelerinin kavisli etekle¬
rindeki kadar anlamlı olamaz” der.
Acaba çok uzak bir kültürde yetiş¬
miş bu insana, bu sözü neler his¬
settirdi? Uygarlığı 130 tanıyan bir ar¬
keolog, tarihçi olarak, neden en an¬
lamlı yaşamı bu kültürel sahada gö¬
rüyor? Hâlbuki buraların bugünkü
yaşayanları Avrupa’daki en düşük
bir ücrete bile kırk takla atıp veba¬
dan kaçar gibi bu topraklardan
kaçmak istiyorlar. Hiçbir kutsallan
ve estetik değerleri kalmamış, bir
daha elde edilemeyecekmiş gibi, gö¬
çü kader gibi karşılıyorlar.
İtiraf etmeli3dm ki, bir dönem ben
de modemite hastalığma tutularak,
ana-baba dahil, bu topraklann her
şeyinden kaçmak istedim. Hayatta en
bÜ3mk yanılgımm bu olduğunu ken¬
dime sıkça itiraf ederim. Ama Brad-
way’in gözleminden tümüyle kopma¬
dığımı biliyorum: o eteklerin çocuğu
olarak, dağlarm başını tann ve tann-
çalarm kutsal tahtı, eteklerini ise bol¬
ca yarattıklan cennetin köşe parçala-
n olarak görüp hep dolaşmak iste¬
dim. Adım daha çocukken ‘dağ deli¬
si’ olarak çıkmıştı. Bu yaşamın daha
çok tann Dionysos’a ait olduğunu
sonradan öğrendim. Dionysos, peşin¬
de ve paş’mda (Kürtçe, önünde ve ar¬
kasında) Bakha’lar adlı özgür ve sa¬
natkâr kızlar grubuyla dolaşırmış.
Birlikte yi3dp içip eğlenirlermiş. Bu
tannsal yaşamı sevmiştim. Filozof Ni-
etzsche de bu tann}n Zeus’a tercih et¬
miş. Hatta birçok özdeyişinin altma
‘Dionysos’un Çömezi’ unvanım atar¬
mış. Köydeyken ve dinin gereklerine
pek uymasa da, kızlarla nişan, baş
göz 03mnlanndan çok, birlikte oyna¬
maya çok istekliydim. Doğalı da bana
göre böyle olmalıydı. Hâkim kültürün
kadını kapatmasına asla hoşgörü
göstermedim. Namus dedikleri kanu¬
nu tanımadım. Halen kadınla smırsız
özgür tartışmaya, oynamaya, yaşa-
mm diğer tüm kutsallannı paylaşma¬
ya yanıüm evet, ama birbiriyle adına
ne dersek diyelim, gerekçesi ne olur¬
sa olsun, güç temelinde ve mülkiyet
kokan köleliklere bağlılıklara ise ya¬
nıtım sonuna kadar ha3nrdır.
Bu dağlarda özgür kadm gruplan-
nı hep tanrıça esiniyle selamla3np öy¬
le ‘anlamlaşmaya’ çahşüm. Sıkça ha¬
berlerde geçen “Kamyon ve traktör
kasalarına doldurulmuş bir grup Gü¬
neydoğulu kadm filan bölgede ırgatçı-
hğa giderken yol kazasında öldüler”
cümlesini duydukça, sözde bu kadm-
lann sahibi erkek, aile, hiyerarşi ve
devletine olan öfkemi hiçbir olaya da¬
ha göstermediğimi de sıkça hatırla-
nm. Tanrıça so3mndan geriye bu ka¬
dar düşüş nasıl olabilir? Aklımın, ru¬
humun kesinlikle kabullenmediği bu
düşüşü zihnime asla yedirmedim. Be¬
nim için kadm ya tanrıça kutsallığı
içinde olacak, ya da hiç olmayacaktı.
Şu sözün doğruluğunu hep düşünü¬
rüm: “Bir toplumun kadmlannm ya¬
şam düzeyi, o toplumun tanımında
esas ölçüttür." Anam için neolitiğin
‘ana tannça kültüründen kalma’ sö¬
zünü kullanmıştım. Onlar gibi şiş¬
mandı. Modemitenin yapay ana inşa¬
sı ondaki kutsallığı görmemi engelle¬
mişti. Hayatımda bü}mk acılar yaşa¬
mama rağmen, hiçbir olaya ciddi ola¬
rak ağlamadım. Fakat modemite ka-
lıplarmı 3nktıktan sonra, başta anam
ve onun şahsmda tüm bölge (Ortado¬
ğu) analarım hep içim burkularak ve
gözlerim yaşararak hatırlanm, baka¬
rım. Anamın zorbela taşıdığı ku3m
bakracından daha yan yoldayken ye¬
re indirip }aıdumladığım su3mn anla-
mma, en seçkin ve yürek burkucu
hatıralarım olarak bakanm. Herkesin
yaşadığı ana-baba ilişkilerine, moder-
nite3d tüm zihin kahplarmda yıkhk-
tan sonra bakmalannı tavsiye ede¬
rim. A3mı bakış açılannı tüm neolitik¬
ten kalma ‘köyün ilişkilerine’ de yan-
sıtmalarmı isterim. Modemitenin en
bü}mk zaferi, şüphesiz on beş bin yıl¬
lık inşa edilmiş kültür bakışımızı yık¬
ması ve hiçe indirgemesini başarma¬
sıdır. Bu kadar 3nkılmış ve hiçe indir¬
genmiş birey ve topluluklanndan soy¬
lu, özgür bir bakış, direniş ve yaşam
tutkusu beklenemeyeceği anlaşılırdır.
Köyden kaçamasına kente sığınmayı
bir suç gibi görüyorum
Kavisin dağ eteklerindeki her bitki
ve hayvan canlısı benim için bir tut¬
ku nesnesiydi. Onlarda sanki kutsal
bir mana varmış gibi bakardım. On¬
lar benim için, ben onlar için yaratıl¬
mış birer arkadaştık. Peşlerinden çok
koştum. Aşkla. Benim aşkım biraz
böyleydi. Halen bu konuda en affet¬
mediğim hareketim, avladığım kuşla¬
rın başım hiçbir acıma hissi du3mıa-
dan koparmamdı. Özne-nesne anla-
3aşı altmdaki derin tehlikeyi görmem¬
de bu olaylar kadar hiçbir anlatım
beni etkilemedi. Ekolojik tercihim ço-
16 -
cukluğumun bu tutku ve suçunun
itirafıyla yakından bağlantılıdır. Avcı¬
lık kültüründen kalma bu bÜ3mk ruh
tehlikesini birer avcılıktan ibaret olan
‘güçlü sömürgen, bu3aırgan adamm’
sanatı olan iktidar ve savaşlarının
maskesini düşürmekle (maskeli ve
maskesiz tanrılarla örtük ve çıplak
krallar) ancak giderebilecektim. Bitki
ve hayvanlarm dilini anlamadıkça ne
kendimizi anlayabilecek, ne de ekolo¬
jik toplumcu olabilecektik. Beni bı¬
rakmayan bitki ve hayvanlarımın
anılarına böyle anlam verecektim.
Dağların eteklerinden hemen
başlayan ovaların bahar açıhşmdan
güz kapanışına kadar üretime hazır-
lanmasım, ürünlerin derlenmesini,
harmanlanmasını, tanelerin toplan¬
masını hahamın çiftçiliğinden hatır¬
ladıkça, hiçbir romanın vermediği
duygu yüklenimlerimi zor tutarım.
BÜ3mk hayıflanmam var: Neden o
tanrı yolcularını tam anla3np arka¬
daş olamadık? Gerçi tüm ilişkilerim
arkadaşlık içindeydi. Ama o kor¬
kunç modemite ilişkileri 3nizünden,
babamın ölümünün bile büyük ya¬
sını tutamamayı halen affedemiyo¬
rum. Babam belki de babaların en
güçsüz, ama saf, temiz tanrı kulla¬
rından biriydi. Fakat bana göre çift¬
çi babalar en değerlisidir yine.
Tüm köy ilişkileri bana vaktini dol¬
durmuş, bilinmeyen bir dönemin öl¬
gün çabalan gibi gelmiştir. Köyden
kaçarcasma kente sığmmayı da bir
suç gibi görüyorum. İnsan için ideal
yaşamm modemitenin (tüm uygarlı-
ğm) kanserli kent yapısmda değil,
ekolojik köylerinde sağlanacağmdan
kuşku duymuyorum. Kent ancak eko¬
lojik köylerle tam U3mmlu olduğunda
izin verilecek bir mekân olabilir.
Modemitenin aptallarını
oynamaktan kurtulmalıyız
Amanoslardan Zagroslara kadar
bu silsileler altında yaşamış ve halen
yaşayan halklan, dağların zirvesin¬
deki tahtlarında oturan tann ve tan-
rıçalann kutsal yolculan olarak de¬
ğerlendiririm. Modemiteye göre geri¬
lik suçlamasının artık kesinlikle ter¬
sinin doğru olduğuna inanıyorum.
İlerilik-gerilik bir ideolojik yargı
olup, sadece geri değil, insanlık düş¬
manı olan kapitalist-modernite zih¬
niyetini iyi çözmek, gerçek insani te¬
mellere inmek olduğundan, özgürlü¬
ğe bü3mk dönüş sağladığıma inanı¬
yorum. Kârcılık, endüstriyalizm ve
ulus-devletçilikten ibaret modemite
cehenneminden kurtulmakla her şey
daha 130 anlaşılıyor ve yaşamm an¬
lam zenginliğine yol açıyor. Neolitik¬
ten kalma bir höyüğe gösterdiğim il-
gi3d ve tutkuyu Newyork’la değiş¬
mem. İçinde hiçbir anlam barmdır-
mayan, bütün kapılarını daha ‘kârlı
yaşam’a, insamn ‘demir kafes’ altma
alınmasına ve yaşam katili ‘endüstri¬
yalizm canavar’larma açmış kent;
hiç kimsenin birbirinden bir şey an-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
lamadığı ‘yetmiş iki dilli Babil’in da¬
ha da anlamsız kopyalarından başka
anlama sahip değildir. İnsanlığın
kurtuluşunun bu kentizmin kanser¬
li yapısmm 3nkılmasmdan geçtiğine
dair kuşkum yoktur.
Bu kısa öykü3m hangi yaşam kül¬
türünden geldiğimize ilişkin bir çağ¬
rıştırma yapmak için anlattım. İnşa
edilen toplumsal gerçekliğin bir üre¬
timi olan bu yaşam tarzını yetkince
anlayamazsak, ‘modemitenin aptal¬
larını’ oynamaktan kurtulamayız.
Dağdaki çobana kadar herkesi esir
alan, özünde yaşamm bitmesi anla-
mına geldiğini en yetkin filozofların
ağzından çıkan sözlerle vermeye ça¬
lıştığımız ve hepsinden çok kendimin
de öyle olduğundan kuşku du3mıadı-
ğım kanserli modemite yaşamından
kurtulmadıkça, zihniyet ve irademiz¬
le (düşünce-örgüt-eylem) mümkün
kıldığımız özgür yaşamı, kaynağıyla
birlikte edindiği tüm zenginlikleri
içinde yaşayamayız. Er veya geç ‘yan¬
lış kurgulanmış hayatlarımızm doğm
yaşanmayacağını’ anlayacağız.
Bilimsel dille öykümüzü biraz da¬
ha açalım. Verimli Hilal’de inşa edilen
toplumsal gerçeklikler ana hatlanyla
bugünkü yaşamm sürdürülmesinde
de varlıklarmı sürdürmektedir. Hem
zihniyet hem maddi kültür unsurları
bazı nicel ve nitel değişikliklere rağ¬
men özde benzerdirler. Dil temel yapı-
smda ortaktır. Düşünce biçimleri bi¬
limsel, dinsel ve sanatsal alanlarda
aynmlanmış olarak sürmektedir. Sa¬
vunma ve saldın savaşlan dün de,
bugün de vardır. Temel kurum olarak
aile, gerçekliğini sürdürmektedir.
Aradaki farklar devlet kurumu-
nun bÜ3mmesine dayalı olarak geliş¬
miştir. Toplumun aleyhine sürekli
alanını genişleten devlet, ihtiyaçlan
temelinde toplumsal zihniyet ve
maddi kültür birikimlerini mülkiye¬
tine geçirdikçe, sürekli nicel ve nitel
değişime uğratmıştır. Sanıldığmm
aksine, toplumsal gelişmeler devlete
rağmen sürdürülmüştür. Sümer ra¬
hip devletinden kapitalist moderni-
tenin ulus-devletine kadar devlet
oluşumlarmm toplumsal sonuçlanm
ve yol açtıklan uygarlık denilen kent
17
Ekim 2009 I serxwebûn
kültürünün esas işlevini anlamlaş-
tırmaya çalışacağız. Özellikle sınıf-
sallaşmanın devleti değil, daha çok
devletin sınıflaşma}^ dal budak ha¬
linde yaydığını göreceğiz.
Süre kavramının toplumsal
gelişmedeki rolü kavranmıyor
Fernand Braudel’in süre kavra-
mmın toplumsal gelişmedeki rolü¬
nün yeterince kavranmadığı kanı¬
sındayım. Özellikle süre-kültür,
süre-uygarhk ve süre-toplum bi¬
çimleri açımlanmaya muhtaç kav¬
ramlardır; tarihe güçlü bir katkıdır.
Fakat tarih bilimine yetkince uygu¬
lanamamaktadır. Buradaki çözüm¬
lemede bu kavramı cesaretlice aça¬
rak kullanmaya çalışacağım.
a- ‘En uzun süre’, dördüncü bu¬
zul döneminin sona ermesinden
sonra, neolitik devrimde ana nehri
oluşturan Verimli Hilal toplumu
için, ancak ya benzer yeni bir buzul
dönemi, ya nükleer bir felaket ve ön¬
lenemeyen bir hastalık veya benzeri
nedenlerle varlığını fiziksel olarak
sürdüremez zamana kadar geçerlili¬
ğini sürdürmek durumundadır. Çin
ve Semitik kökenli kültürler birer
kol olarak bu ‘uzun süre’ toplumun-
da yer alırlar. Diğer küçük kültürel
kollar ana nehir için birer ırmak gi¬
bidir. Tezin içyapısım İ3d anlam^
gerekir. İnşa edilen toplum zihni}^
ve maddi kültürel öğeleriyle o denli
güçlüdür ki, hiçbir iç toplumsal ne^
den bu süre dahilinde bu toplumu
3akamaz. Temel kültürel toplum’
kavramını bu süre karşılığında kul¬
lanabiliriz. Kabplarmı, içerik ve biri¬
kimlerini tekraren de olsa sıkça ver¬
memin nedeni budur; ‘en uzun sü¬
re’ kavramına denk düşen ‘temel
kültürel toplum’ tanımma ulaşmak
içindir. Çünkü süre ve toplum kav-
ramlan bu yeni anlamlarıyla top¬
lumbilimine katkı sağlayıcı nitelik¬
tedir. Liberal toplumcular daha şim¬
diden ‘tarihin sonu’ kavramıyla ken¬
di toplumsal algılarını sahte bir me¬
tafizikle sonsuza dek geçerli saymak
isterler. Marksistler ve diğer ‘mah-
şerci’ yaklaşımlar, zaman-mekân
bo3mtundan kopuk bir ‘ebedi saadet
çağı’nı vaat ederler. Kötümserler da¬
ha çok geçmiş ‘altm çağ’ anla3nşmı
anımsayarak, şimdiki ‘teneke çağı’-
nm anlamsızlığından dem vururlar.
En uzun süre kavramı tüm bu
toplumsal teorilere göre daha bi¬
limseldir. Somut koşullar kadar,
toplumsal sistemin başı ve sonu
için anlaşılır argümanlar sunmak¬
tadır. Tarihi ne olaylar yığını halin¬
de boğmakta, ne de dar toplum bi¬
çimlerinin dönemsellik basitliğine
düşmektedir. Ne anlık olaylar ne de
toplum biçimleri hayatın anlamını
kapsamlı yorumlama yeteneğinde
olamaz. Bunlar ancak kısmi anla¬
tımları başarabilirler.
En uzun süre kapsamında temel
kültürel toplumda her tür din, dev¬
let, sanat, hukuk, ekonomik, politik
ve diğer temel kurumlara yer vardır.
Kurumlar nicel ve nitel yönleriyle sü¬
rekli değişirler. Bazıları çok küçülür,
karşıtlan bÜ3mr. Azı yok olurken, iş¬
levleri ya başka kurumlarda ya da
yenilerinde anlamı n ı sürdürür. Top¬
tancı bir anla)aşla diyebiliriz ki, tüm
kavram ve kurumlan arasında oluş¬
turucu bir diyalektik ilişki vardır.
Ana kültürel toplumun tekliği, onu
güçlü ortaklarmdan ve yeni iç olu-
şumlanndan yoksun kılmamaktadır.
Bu noktada ‘evrimcilerle’ ‘yara-
ilşr* arasındaki kavgayı anlaya-
Yaratımcılar ‘en uzun süre’
ihramının farkındadırlar. Esas
güçlerini buradan almaktadırlar.
Tannnm evreni yaratım süresi ve so¬
nu hakkmdaki ayetleri kültürel an¬
layışla açıklanabilir. Sosyolojik ola¬
rak yorumlarsak, yaratıcı görüş inşa
edilen toplumun kutsal, 3mce, gör¬
kemli özelliğinin farkındadır. Zaten
Kitabı Mukaddeslerin üçü de (Tev¬
rat, İncil ve Kuran) Verimli Hilal’deki
büyüleyici, kutsal yaşamı izah etme¬
ye çalışan yorumlardır. İnsanlığın
büyük çoğunluğunun bu üç dine
mensubiyeti, oluşturdukları yorum¬
ların niteliğinden ileri gelmektedir.
Mucizevî olarak gerçekleşen (dönem
insanlığı için bu kavram anlaşılırdır)
yeni kültürel yaşamm ebediyete ka¬
dar süreceğini iddia etmek, bunu te¬
mel inanış haline getirmek bu kültü¬
rün etkile)dci gücünü göstermekte¬
dir. Düşünelim: Milyonlarca 3^! klan
olmaktan ve bir nevi primat olmak¬
tan kurtulamamış insan kümeleri.
Verimli Hilal’deki devrimle çok ola¬
ğanüstü, ancak mucize terimiyle
izah edilebilecek bir toplumsal in¬
şayla karşılaşıyorlar. Bunu kutsal,
)mce, ilahi, bayramsa! olarak karşı¬
lamaktan geri kalabilirler mi?
İnsanlık kendi öyküsünün derin
hafızasına sahiptir
Hemen hatırlatalım ki, Durkheim
gibi sosyologlar ve diğer bilimciler,
toplumu olaylar ve kurumlar topla¬
mından oluşmuş insan gruplan say¬
maktan öteye gitmiş sa3nlmazlar. Sı¬
nıfsallık, devlet, ekonomi, hukuk,
politika, felsefe ve din gibi anlatım¬
lar olay ve kurum mantığını aşmaz.
Fakat bu yaklaşımlar neden bir Ki¬
tabı Mukaddes kadar değer bulma¬
dıklarını bir türlü anlamak istemez¬
ler. Anlatımlarının en önemli zaafı,
en uzun süre toplumunun önemini
kavramamış olmalannda yatar. Şu¬
nu yine önemle belirtmeli3dm ki, in¬
sanlık kendi öyküsünün derin hafı¬
zasına sahiptir ve bunu kolay terk
etmez. Samidığımn aksine, toplum-
larm kutsal din kitaplarma bağlılığı
soyut bir tanrı ve bazı ritüelleri teş¬
kil etmesinden ötürü değildir. Kendi
yaşam öykülerinin anlamını ve izini
bu kitaplarda sezdikleri için bÜ3nik
saygı duyarlar. Bir nevi yaşayan
toplumun hafızası rolünü oynadık¬
ları için bu kitaplar vazgeçilmezler
arasındadırlar. İçindeki olay ve kav¬
ramların doğru olup olmaması ikin¬
ci planda kalan ayrıntılardır. Fer¬
nand Braudel, çok yerinde olarak,
“Tarih sosyolojikleşmeli, sosyoloji
tarihselleşmeli” derken, temel bir
yöntem ve bilim yanlışlığına dikkat
çekmektedir. Tarihin de süre-top-
lum ilişkileri anlamlıca belirlenme¬
dikçe, ayrı ayrı tarih ve sosyoloji an¬
latımları toplumsal gerçekliği bü)mk
yaralamaktan, anlam yitimine uğ-
18 -
Tatmaktan kurtulamazlar. İstediği¬
niz kadar belgelere dayalı olay yığın,
istediğiniz kadar toplumsal kurum
ve kural belle3dn, belgelerle açıkla¬
yın; nerede, ne zaman, hangi içerik¬
te, yaşayanlar ne diyor sorularma
yanıt verilmedikçe, tarih ve sosyolo¬
jinin anlambilimine katkıları kaba
malzeme olmaktan öteye gitmez.
Hafızasını yitirmiş toplumlar
asimile edilmekten kurtulamazlar
Evrimciler olay ve olguları daha iyi
tespit etmelerine rağmen, toplumsal
süre kavrammm anlamından yoksun
oldukları için eleştirilmekten kurtu¬
lamazlar. Toplumsal hafıza olgular ve
olayların evriminden daha önemlidir.
İnsan için anlambilim, olgu kayıtla¬
rından önce gelir. Orada yaşamları¬
nın nehir gibi akışı söz konusudur.
Tanrıdan da vazgeçmeyişleri toplum¬
sal h a fızanın gücünden ileri gelmek¬
tedir. İleride daha kapsamlı yorumla¬
yabileceğimiz gibi, toplum tann kav¬
ramıyla geçmiş hafızasını özdeşleştir¬
mektedir. Olguculuk bir modemite
hastalığı olup, esasında toplumun
hafızasına, dola3asıyla metafiziğine
karşı durdukça eleştirilmekten kur¬
tulamaz. Nasıl hafızasız insan ya¬
şamda bü3mk güçlüklerle karşılaşıp
çocuklaşırsa, hafızasını yitirmiş top¬
lumlar da kendilerini unutup yitirme
tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
Hafızasını yitirmiş toplumlar kolay
sömürülme, işgal edilme ve asimile
edilmekten kurtulamazlar.
Pozitivist olgucular toplumu bi¬
limsel olarak tanımladıklarmı iddia
etmelerine rağmen, pozitivist olgu¬
culuk toplumun gerçek akışını en
az tanıyan düşünce okuludur. Top¬
lumu tarihsiz, kaba materyalist bir
yığın gibi yorumlayarak, en çarpık,
eksik bir tanımıyla en tehlikeli top¬
lumsal operasyonların yolunu açar¬
lar. Toplumsal mühendislik kavra¬
mı pozitivizmle bağlantılıdır. Bun¬
lar dıştan müdahaleyle topluma is¬
tenilen şekli verebileceklerini sanır¬
lar. Modernitenin de resmi anla3nşı
olan bu yaklaşımlar, toplumun
içinde ve dışında }mrütülen iktidar
ve istismar savaşlarının meşru ge¬
rekçelerini oluştururlar.
b- Yapısal süre kavramını top¬
lumsal gelişmede temel kurumsal
dönüşümlere uyarlayabiliriz. Temel
yapıların inşa ediliş ve yıkılış sürele¬
rini tanımlamak, toplumsal gerçek¬
liğin anlamlandırılmasmda katkı ya¬
pabilir. İnsanm baskı ve istismar
durumu baz almarak köleci, feodal,
kapitalist ve sosyalist toplum ayrım¬
ları anlamlı yorumlara konu olabilir.
Yapısal süreleri bu toplum biçimle¬
riyle bağlantılandırmak önemli bir
literatüre yol açmıştır. Fakat en
uzun ve kısa süre kavramlarıyla
bağlantısını anlamlı kuramadığı için
pek verimli olamamakta, klişe an¬
lam tekrarma düşmektedir.
Neolitik toplum hem yapısal top¬
lum, hem temel kültürel toplum sü¬
releriyle iç içe yorumlanabilir. Kendi¬
sine özgü kurumsal yapılar, zihniyet
ve maddi yaşam birikimlerinin olma¬
sı ‘yapısal süreyle’ izah edilebileceği
gibi, halen sürüp giden kültürel etki¬
lerinin fiziksel imha veya yıkılışa ka¬
dar devam etmesi nedeniyle ‘en uzun
süre’ kavramıyla da izahatı müm¬
kündür. Temel kültürel toplum sü¬
relerinin konusunu esas olarak bi¬
lim, sanat, din, dil, aile, etnisite-ka-
vim gibi, sürenin sonuna kadar çe¬
şitli değişiklikler geçirseler de, hep
ayakta kalması kuvvetle muhtemel
olan zihniyet biçimleri ve geniş insan
gruplan teşkil eder. A3Tica ekoloji,
tüm bilim kollarının sonuçlanyla
bağlantılı olarak, bu dönemde eko¬
nomik kurumlaşma bilimi olarak
baş köşeye oturtulabilecek konular¬
dandır. Demokratik siyaset de hem
bilim hem kumm olarak sürekli ya¬
şaması gereken konulardandır.
Yapısal sürelerin en temel kuru¬
mu devlet kuruluş ve yaşamlan ol¬
makla birlikte, devletle birlikte var
olan hiyerarşi, sınıflar, devlet sınır¬
ları olarak mülk, toprak-vatan, dev¬
let biçimleri olarak rahip devleti, ha¬
nedanlık devletleri, cumhuriyet ve
ulus-devletler önemli konulardan¬
dır. Din biçimleri de önemli konu
teşkil ederler. Toplumlun üretim
SERXWEBÛN I Ekim 2009
tarzlan olarak (neolitik, köleci, feo¬
dal, kapitalist, sosyalist) a3Timlayan
konular da yapısal süre konulann-
dandır. Kummlarm çöküş konusu
da yapısal süre dahilindedir.
Yapısal konulan inceleyen sosyo¬
loji alt dalma ‘yapısal sosyoloji’ de¬
mek uygun bir adlandırma olabilir.
En uzun süre inceleme konulanm
da ‘temel kültür sosyolojisi’ olarak
adlandırmak, bütünleyici kapsam
itibariyle yerinde olacaktır.
Bireyin toplumsallaşma faaliyetleri
de kısa sürenin baş konularındandır
c- Orta ve kısa süre konulan hem
sa3nsal, hem niteliksel olarak çoklu
olay ve olgulan konu edinirler. Kısa
ve orta süreler dahilinde tüm kültürel
ve yapısal değişim ve dönüşüm olay-
lannı temel konu edinirler. Orta dö¬
nem konulan biraz daha uzun ömür¬
lü olan, ama a}mı yapısal kummlar
içinde meydana gelen değişiklikleri
konu edinirler. Örneğin ekonomik
bunalımlar, siyasi rejim değişiklikleri,
ekonomik, sosyal, siyasal ve eylemsel
her tür örgüt kuruluşlan bu kapsam¬
da düşünülebilir. Bireyin tüm top¬
lumsal ve toplumsallaşma faaliyetleri
de kısa sürenin baş konulanndandır.
Medya daha çok kısa süreli olay ve ol¬
gulan esas alır. Her yapısal kurum¬
daki günlük olaylar da kısa sürenin
başköşesinde yer işgal ederler.
Kısa süre dahilindeki olaylan temel
aldığı için, bu sosyolojiye Auguste
Comte sosyolojisi demek yerinde bir
adlandırma olabilir. Diğer deyişle ‘po¬
zitif sosyoloji’ adlandınnası (temel
eleştirisini göz ardı etmeden) uygun
düşebilir. Gerçekten sosyolojinin olay¬
lar dalım inceleyen bir bölümü olmalı¬
dır. Özellikle kaotik dönemlerde olay¬
lar ağırlık ve belirleyicilik kazamrlar.
Sosyolojinin temel kültür ve yapısal
sosyolojiyle birlikte olaysal anlatım
olan pozitif sosyolojiyle bütünleştiril¬
mesi tamamla3ncı nitelikte olacaktır.
d- A3nıca toplumsal olaylar dahil,
tüm evrensel olay ve oluşumlar, ku-
antum ve kaotik dediğimiz bir orta¬
mı gereksinirler. Kuantum ve kaotik
Ekim 2009 | serxwebûn
19
ortamlar yaratılış ortamlarıdır. He¬
nüz derinliğine incelenmemiş olsalar
da, varlıkları kesindir. Tüm uzun,
orta ve kısa süreli oluşumların hem
‘her an’, hem ‘kısa aralıklarda’ki
‘olup bitenler’ tarafından ayakta tu¬
tuldukları, bilimin giderek ilgilendiği
temel konulardandır. ‘Kuantum
anı’ ve ‘kaos aralığı’ olarak da adlan¬
dırabileceğimiz bir nevi ‘yaratılış
anı’ ihmale gelmez. Evrende özgür¬
lük olasılığı bu ‘an’da gerçekleşmek¬
tedir. Özgürlüğün kendisi ‘yaratılış
anı’yla ilgilidir. Tüm doğa ve toplum¬
daki yapılar hem inşa olarak, hem
ayakta kalma ve yaşam süreleri ba¬
kımından farklı nitelikleri de olsa,
‘yaratılış anlan’na ihtiyaç duyarlar.
O halde kısalarm en kısa süresin¬
deki yaratılış konulannı toplumsal
açıdan ele alan sosyolojiye de bir ad
düşünmek uygun olacaktır. Benim
şahsi önerim, ‘yaratılış anı’nı toplum¬
sal olaylarda konu edinen sosyolojiye
‘özgürlük sosyolojisi’ demenin yerin¬
de olacağıdır. Daha da önemlisi, top¬
lumsallık tarafından eşsiz bir kabili¬
yete erişen insan zihniyetindeki müt¬
hiş esneklik ve yol açtığı yaratılıcılık
nedeniyle bir nevi zihniyet sosyolojisi
de diyebileceğimiz özgürlük sosyoloji¬
sinin son derece gerekli bir dal oldu¬
ğu kanısındayım. Özgürlük düşünce¬
sini ve iradesini incelemek en başta
gelen konu olsa gerekir. Kaldı ki, ya¬
ratılış anındaki gelişme özgürlük ya¬
nı olan gelişme olduğuna göre, bir ne¬
vi Yaratılış Sosyolojisi de diyebileceği¬
miz bu kısalar kısası ‘kuantum anı’
ve ‘kaos aralığı’ en çok toplumsal ala¬
nı kapsadığından, dola3asıyla ilgilen¬
dirdiğinden ötürü, özgürlük sosyolo¬
jisi en çok geliştirilecek sosyoloji ko-
nulannm başmda gelmektedir.
Ayrıca konumuzu ilgilendirme¬
yen, genel fikir babmda bir de ‘astro¬
nomik süre’den bahsetmek gerekir.
Henüz bu sürenin konulan belirle¬
nememiştir. Fakat ana hatlanyla
‘güneş’ ve ‘gök adalan’nm oluşumla-
n, çöküşleri, evrenin muhtemel ‘ge¬
nişleme’ ve ‘daralma’ karakteri ve
buna bağlı olarak temel ‘çekim’ ve
‘itim’ kuvvetlerini ‘astronomik süre’
kavram ve konulanna dahil edebili¬
riz. Evrenin ömrü de tartışılacak ko¬
nulana başında gelmektedir.
Klan bağları etnik bağlara dönüşüyor
Sosyolojik inceleme yöntemi hak-
kındaki bu düşüncelerimizi yeri gel¬
dikçe ilgili konulara ilişkin hem aça¬
cağız, hem de uygulamaya çalışaca¬
ğız. Deneme niteliğinde çalıştığım
unutulmamalıdır. Düşüncelerimizin
tasansal değer arz etmeleri doğaldır.
Verimli Hilal’deki toplumsal geliş¬
meleri bir kez de bu sosyolojik bakış
açılarıyla araştırdığımızda; özgürlük
sosyolojisinin bölgede neolitik dev¬
rim sürecinde toplum tarihi açısın¬
dan en verimli bir kaos aralığına ta-
mklık ettiğini görürüz. Gezginci avcı
ve toplayıcılıkla geçinen gruplar,
buzulların hızla dağların doruk
noktalarına çekilmesiyle daha önce¬
ki dönem tecrübelerinden ka5nıaklı
toplum yapılanmalarını çözerek yer¬
leşik yaşama, tarımla geçinmeye da¬
yalı bir arayışa girdiler. Yüz binlerce
3nlbk klan toplulukları yerini daha
geniş yapılara bırakmayla karşı kar-
şıyalar. Tam bir zihniyet dönüşü¬
mü, patlaması yapılan bir aşamada-
y\z. Eski klan zihniyeti ve işaret di¬
linden tam kopmamış dil yapısı ye¬
rine, daha geniş köy halkı ve etnisi-
tesi zihniyetine geçiş söz konusu¬
dur. Simgesel dil düzeni hızla geliş¬
mektedir. Sa3asız besin maddeleri,
ulaşım, dokuma, çömlek, öğütme,
mimari, dinsel ve sanatsal konular
ortaya çıkmış olup, hepsi yeni bir
adlandırma düzeni ve zihin kalıplan
gerektirmektedir.
Yeni toplum ağırlıklı olarak köy ya-
şamma dayamrken, klan bağlan et¬
nik bağlara dönüşüyor. Maddi yapı-
lanmanm bu yeni biçimleri daha an¬
lamlı zihniyet çerçevesi olmadan yü¬
rüyemez, hatta başlayamaz. Zihniyet
dönüşümü ve dili, eski klan toplu-
munun kimliği olan ‘totem’ sürmekle
birlikte, neolitik toplumun simgesi
‘ana-tannça’ figürüdür. Totem figür¬
leri azalırken, ana-tannça figürleri
ortalığı kaplamaktadır. Ana kadının
3mkselen rolünü simgeliyor. Dinsel
açıdan bu bir üst aşama olup, çok
zengin bir kavramlaştırmayı berabe¬
rinde getiriyor. Dilde kadın eki öne çı¬
kıyor. Simgesel dil eklerinde kadın
öğesi başat durumunu uzun süre ko¬
ruyor. Bugün bile birçok dilde bu
özelliği bulmakta3nz. Ana-tannçayla
birlikte toplumsallık yoğun bir kut¬
sallığa da bürünüyor. Yeni toplum
yeni kavram ve adlandırma demektir.
Zihniyet devrimi dediğimiz süreç ya¬
ratıcılığı gerektirdiğinden, özgürlük
sosyolojisine dahil etmemiz gerekir.
Bu sürecin yoğun yaşandığı önde ge¬
len tarihçilerin üzerinde birleştikleri
bir konudur. Binlerce olgu, binlerce
zihniyet devrimi ve ad demektir. Av¬
rupa’daki zihniyet devriminden daha
kapsamlı, orijinal ve yaratıcı çaba is¬
teyen bir patlama söz konusudur.
Bugün kullandığımız tüm kavram ve
buluşların bü3mk çoğunluğunun bu
dönemde yaratıldıkları tarihen tespit
edilebilen bir husustur.
20 -
Toplumsal yapılar Verimli Hilal'de
güçlü bir oluşum sergilemektedir
Kaba bir tasnif yaparsak, yandan
az sa3nlamayacak bir toplumsal ya¬
ratıcılık dönemi söz konusudur. Din,
sanat, bilim, ulaşım, mimari, tahıl,
meyve, sığır (bÜ3mk ve küçükbaş
olarak), dokuma, çömlekçilik, öğütü-
eülük, mutfak, ba3Tam, aile, hiye¬
rarşi, yönetim, savunma ve saldın,
armağan, tanmsal araçlar ve daha
da sıralanabileeek bir liste, nieel ve
nitel gelişmeye uğramış haliyle bu¬
gün de toplumsal yaşamın temel lis¬
tesi düzeyindedir. Neolitik’ten kalma
köy ve aile yapışma baktığımızda, en
asil ve topluma güç veren, yaşamı
anlamlı kılan toplumsal ahlak; say¬
gı, sevgi, komşuluk, yardımlaşma
başta olmak üzere, kapitalist moder-
nitenin değer yargılannm (veya ah¬
laksızlığının) çok üstündedir. Hiç es¬
kimeyerek toplumun temel zihniyet
kalıpları esas olarak bu dönemin
damgasını taşımaktadır.
Pozitif sosyoloji açısından bölgede¬
ki olaysal yaşam da dönemine göre
çok zengindir. Klan toplumunun yek¬
nesak aveılık, savunma ve toplayıeı-
lık yaşamına kıyasla Verimli Hilal’de-
ki olaylar ve yeni olgular tam patlama
halindedir. Yeni bir adlandırmaya ka¬
vuşmuş sa3nsız olay ve olgu insan se¬
sini, eylemini en zengin haliyle sergi¬
lemektedir. Dönemin insan zihnine
bıraktığı temel anlamın daha sonra¬
ları ‘eennet’ kavramına yol açtığını
Kutsal Kitaplardaki anlatımlardan da
çıkarabilmekte3dz. Belki de pozitif
sosyolojinin en şanslı anlarından bi¬
riyle karşı karşıyayız. İnsanlık üze¬
rinde 3nldız yağmuru misâli bir geliş¬
me söz konusudur. Dünyanın dört
yanını birer ışık, yıldız aydınlığında
olan olay ve olgularla yağmurlamak¬
ta, toplumsal gelişmenin eennet ha¬
yalini, hatta gerçekleşme anlarmı ek¬
mektedir; Kültürleştirmektedir.
Yapısal sosyoloji açısından top¬
lumsal gelişmeye damgasını vurmuş
tüm kurumsal düzenlemelerin izini
Verimli Hilal’de gözlemek mümkün¬
dür. Özellikle M.Ö. 6000-4000 döne¬
mi tam bir kurumlaşma dönemidir.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Tüm köy ve kent yapılannm temel
alaeagı yerleşim alanlan belirlenmiş,
yerleşkelere geçilmiş, hiyerarşi doğ¬
muş, din kurumlaşmış, ilk mabetler
ortaya çıkmış, etnisite varlık kazan¬
mış, dil yapılan netleşmiş, komşuluk
gelenekleri oturmuş, ahlakla yönetim
en güçlü dönemini kurmuş gibidir.
Diğer bir deyişle neolitik toplumun,
tanm ve köy devriminin kalıeılığı, do¬
layısıyla kurumlaşması kesinleşmiş
gibidir. Yapısal sosyolojinin temel ko¬
nusunu oluşturan toplumsal yapılar
ilk defa Verimli Hilal’de bu denli güç¬
lü bir oluşum sergilemektedir. Oriji¬
nal kurumlaşmalar olarak bugün de
ineelenme3d gerektiren bu yapılaşma
gerçeğinden halen öğreneeeğimiz çok
şey vardır. Hatta insanlığm ilk ku¬
rumlaşmış değerleri olarak alandaki
yapıları ne kadar ineelersek, yapısal
sosyolojinin kuruluşu hakkında o
denli sağlam sonuçlara erişebilece¬
ğiz. Çok İ3d bilmek gerekir ki, günü¬
müz yapısal sosyolojisi eiddi bir ‘an-
lambilim’ yoksunluğu yaşamaktadır.
Genel sosyolojinin bir parçası olarak
kendini gözden geçirirse, anlambili-
min yetkin bir ifadesi olabilir.
Temel kültür sosyolojisinin konusu
olarak Verimli Hilal’de temeli atılan dil
ve kültürün yeri orijinal kaynak değe¬
rindedir. Alanda kurulan toplum en
uzun süreli olma konumundadır. Da¬
ha önce belirttiğimiz gibi, doğal veya
toplumsal bir afetle insan yaşamı eid¬
di oranlarda ortadan kalkmadıkça
(mesela yeniden klan çağma dönül¬
medikçe), Verimli Hilal’e dayalı olarak
ortaya çıkan toplumsal kültür ve uy¬
garlık kuşağı başatlığını sürdürebile-
eek kapsamdadır. Çin veya Semitik
kültür kaynaklı bir uygarlığın hege-
monik güç haline gelebilmesi, kapsam
itibariyle teorik olarak imkânsız olma¬
sa da, pratik olarak çok zordur. Nite¬
kim hem Islami saldırılar’ hem de
‘Moğolitik’ ka3nıaklı çok büyük saldm-
1 ar gerçekleştirilmesine rağmen, Hint-
Avrupa kültürü (dolayısıyla kaynak
kültür, Aryen dil ve kültürü) hegemo-
nik karakterini hiç yitirmedi. İlerde
belki Çin yeni bir saldınya girişebilir.
Fakat dünya çapmda anlamlı bir yer¬
leşikliğe sahip Hint-Avrupa kültürünü
işgal ve istila etmesi, sömürgeleştirme
ve kolonileştirmeye tabi tutması, dış
etkenlerin mueizevî bir desteği olma¬
dan (örneğin Çin kültür bölgesi dışın¬
da bÜ3mk doğal ve toplumsal felaket¬
ler) çok zayıf bir olasıhkür.
Uygar toplum esas olarak
Verimli Hilarin kültürüne dayam
Temel kültür sosyolojisifîî genel
sosyolojiyle de özdeşleştirebiliriz. -^Bu
durumda zihniyet biçimleri, aile ku¬
rumu ve etnik-kavimsel varlıkların
(başta üç büyük kültüre dayalı ol¬
mak üzere, diğer tüm kültürlere da¬
hil olanlar) değişim ve dönüşümleri
genel sosyoloji konusu yapılabilir.
Daha da önemlisi, özgürlük sosyolo¬
jisiyle yapısal sosyolojinin karşılaş¬
tıkları, dayanakları ve sonuçlan ola¬
rak yaşadıklan ‘kaos ve çürüme or¬
tamları’ konu olarak genel sosyoloji¬
nin kapsamında ineelenebilir.
Verimli Hilal’de 3mkselen toplumun
ikinci bü}mk aşaması olan ve ‘Sümer
Rahip Devleti’yle başlayan aşaması
‘uygar toplum’ aşaması olaeakür. Uy¬
gar toplum esas olarak Verimli Hi-
lal’in kültürüne dayanan hiyerarşi-
hanedan kökenli bir çıkışür. Özü, be¬
sin bolluğu ve çeşitliliğinin üretim
tarzıyla bağlantılı olan sınıfs a llık ola-
naklan kentleşmeyle birleşinee, her¬
hangi bir hanedan-hiyerarşik grubu¬
nun eskiden kalma ‘güçlü adam’m
olanaklarmı harekete geçirip ‘devlet’
örgütlenmesine geçebilmesidir. Ve¬
rimli Hilal’de sadeee Aşağı Mezopo¬
tamya’da değil, Yukan ve Orta Mezo¬
potamya’da da bu yönlü çok sa3nda
girişime tanık olmaktayız. Bazıları ka-
lıeılaştıklan halde, b a zıları koşullar
gereği tutunamıyor. Devlet Kutsal Ki¬
tapta Leviathan (denizden çıkan ea-
navar) olarak yorumlamr. Bu eanava-
rm toplumsal gelişme üzerindeki kan¬
lı, istismareı ve zaman zaman soykı-
nmcı yürüyüşünü; maskeli ve maske¬
siz, örtük ve çıplak krallar yönetimin¬
de insanı köleleştirerek sömürme bi¬
çimleri ve bunu meşrulaşürma ava¬
danlıklarıyla birlikte ineelemek bun¬
dan sonraki konularım ız olaeakür.
Ekim 2009 | serxwebûn
21
KOMPLOYA KAŞRI MÜCADELE KÜRT HALKINI
GÜÇLENDİRDİ VE OLGUNLAŞTIRDI
“Gerçekten de 11. yılda komplo öldü. Artık daha fazla çürüme, yozlaşma, zehirleme yaratmaması
için hu öhnüş cesedin yok edilmesi gerekiyor. 12. yılmda komploya karşı mücadele ile bu
yapılmalıdır. PKK’nin imhası artık imkânsız hale gelmiştir. Stratejik olarak hu kamtlandı.
Dolayısıyla PKK’yi içine alacak hir büyük demokratik açılım, demokratikleşme süreci gelişmek
durumundadır. İşte komploya karşı 12. mücadele yılı bu tür gelişmelere açıktır. Bunun kapılan
açılmıştır. Halk olarak tüm emekçiler, işçiler, kadınlar, tüm demokratik çevreler olarak 12. yılda
uluslararası komploya karşı böyle hir yaklaşımla ve hu hedefler temelinde mücadele etmeliyiz”
Uluslararası komplonun küresel
sistemi yeniden oluşturmak isteyen
ABD politikaları doğrultusunda ger¬
çekleştirdiği bir gerçektir. Bu, aslm-
da 1998 öncesinden başladı. Sovyet-
1 er Birliği çözülüşü ardından Yeni
Dünya Düzeni adıyla ABD yeni bir
strateji geliştirdi. Buna yeni küresel
sistemin inşa edilmesi de deniliyor.
Bu süreç Üçüncü Dünya Savaşı ola¬
rak da tanımlandı. Bu stratejinin
dünyanın bütün değişik alanlarma
dönük planlan vardı. Kuşkusuz bu¬
nun merkezinde de Ortadoğu vardı.
Zaten dikkat edilirse Sovyetler Birli-
ği’nin çözülüşü ardından ilk büyük
çatışma Ortadoğu’da oldu. Körfez Sa¬
vaşı süreci denen süreç 1990-91 yıl-
lannda gelişti. ABD’nin dünya çapın¬
da Sovyet sisteminin çözülüşüne da¬
yalı olarak yaptığı ilk gövde gösterisi
oldu. ABD’nüı yeni Ortadoğu politi¬
kası bu süreçte şekillendi ve planlan¬
dı. Bugüne kadar da bu uygulamyor.
Giderek adına büyük Ortadoğu
projesi denildi. Asimda 20 . yüzyılda
ortaya çıkan Ortadoğu’daki ulus-dev-
let yapılarmm küresel sistemle çeli¬
şen yanlannı törpüleyerek, küresel
sermayeye hizmet eden yeni bir Orta¬
doğu yaratma hareketi oluyor bu. Bu
temelde mücadelenin seyrine göre
ABD politikalar oluşturuyor, planlar
yapıyor. Büyük Ortadoğu Projesi ola¬
rak tanımladığı bu stratejik planla¬
manın içini dolduruyor. Bu çerçevede
küresel sistemin, onun öncülüğünü
yapan ABD’nin Ortadoğu’ya müda¬
halesinde iki hedef seçildi.
PKK’ye karşı yürütülen savaşı
ABD ve NATO yürütüyordu
Birincisi: Kürdistan’da gelişen ve
Ortadoğu’yu etkileyen PKK hareke¬
tiydi. PKK, Kuzey ve Batı Kürdistan’¬
da, yurtdışmda Kürt toplumu içinde
etkili hale gelmişti. Güney ve Doğu
Kürdistan’a yayılmak üzereydi. Ku¬
zey Kürdistan’da yarattığı gelişmeyle
Türkiye yönetimini ciddi bir zorluk
içine sokmuştu. Halk serhıldanlan
gelişmişti, gerilla büyük bir kuvvet
olarak Türk ordusunu zora so¬
kuyordu. Türk devletinin yaşadığı si¬
yasi, ekonomik ve askeri zorlanma
elbette içinde yer aldığı sistemi, onun
öncülüğü olarak da ABD’yi, NATO’yu
zorluyordu. Türkiye’deki bu mücade¬
le doğrudan NATO’ya yansıyordu.
PKK’ye karşı yürütülen savaşı ABD
ve NATO yürütüyordu. Türk ordusu¬
nun, devletinin ardında bu güçler
vardı. Türk devletine, PKK’ye karşı
savaşta her türlü askeri, ekonomik,
siyasi destek veriliyordu. Diğer yan¬
dan PKK sadece Kuzey’le kalmıyor,
İrak politikasını, İran politikasını,
dolayısıyla bütün Ortadoğu politika¬
sını etkileme yönünde gelişme kay¬
dediyordu. Güney Kürdistan’ı da, do¬
layısıyla Irak’ı da tıpkı Türkiye’deki
gibi etkiler hale gelme olasılığı taşı¬
yordu. Bu etki Doğu’ya da taşmdı-
ğmda Kürt sorununun çözümü te¬
melinde yeni bir Ortadoğu siyasi ya¬
pısı şekillenecekti. Bu, ABD’nin kü¬
resel sisteme entegre edilmiş bir Or¬
tadoğu yaratma politikasıyla çeliş¬
iyordu. Dolayısıyla hem PKK’nin
Kürdistan’m diğer parçalarına yayıl-
masmı engellemek, hem de Kuzey-
’deki etkinliğini kumak ABD’nüı Or¬
tadoğu’yu küresel sisteme entegre et¬
me politikası için gerekliydi. Bunun
için yeni gelişmekte olan ve h a lkların
kardeşçe, demokratik birliğine daya¬
lı bir Ortadoğu yaratmak isteyen
PKK’nüı etkisizleşmesi gerekiyordu.
İkincisi de. Birinci Dünya Savaşı ar¬
dından İngiltere, Fransa ittifakı teme¬
linde oluşturulmuş ulus-devlet siste¬
minin o diktatoryal, katı yapışım biraz
törpülenmesi, çok partililik sistemi da¬
hilinde kısmen Batı demokrasisi de¬
nen sistemle uygun hale getirilmesinin
sağlanmasıydı. Bu çerçevede de ulus
devlet sistemini en merkezden, çok ka¬
tı, diktatoryal bir düzeyde temsil eden
güçlerin başmda İrak geliyordu. Bu
bakımdan da ulus-devleü törpüleme
hedefinde birinci sıraya İrak girdi.
Böylece körfez savaşı ABD-Irak savaşı
olarak başladı. Savaşm sonunda ABD
Ortadoğu’da bir sistem oluşturdu.
1990-91 Körfez Savaşı ve buna yol
açan Saddam Hüseyin yönetiminin
Kuveyt’i işgali çok önemlidir. Bunlar
adeta bir senaryonun parçası olarak
da değerlendirilebilir. Sanki her şey bir
merkezden planlanmış, yapılmış gibi¬
dir. Böyle bir savaş sonunda ABD Or¬
tadoğu’ya girdi, birçok yerde askeri üst
kurdu. Şimdi Ortadoğu’nun en büyük
askeri gücü konumundadır. Bu askeri
güç olmarun başlangıcı 199 rdeki kör¬
fez savaşıdır. Ondan önce ABD’nin
böyle bir askeri gücü yoktu.
22 -
Askeri güce dayanarak siyasi et¬
kinlikler geliştirmeye yöneldi. Sad-
dam Hüseyin yönetimini Bağdat et¬
rafına sıkıştırdı. Diğer yandan ise
Güney Kürdistan’ı çekiç güç denen
güçle bir güvenceye aldı. Burayı
Saddam Hüseyin yönetimine karşı
koruyor izlenimi verildi. Fakat ger¬
çekte PKK’ye karşı korumayı ifade
eden bir sistem oluşturuldu. Çünkü
Türkiye-ABD ittifakıyla oluşturuldu.
Güney Kürdistan sahası Türk ordu¬
sunun saldırılarma açıldı. Türk or¬
dusunun saldırılarıyla Güney Kür-
distan’da PKK’nin gelişmesinin önü
alınmaya, PKK varlığmm ve etkinliği¬
nin yok edilmesine çalışıldı. Böylece
ilk önce PKK’yi sınırlandırma politi¬
kası izlediler. 1998’e kadar gelen sü¬
reç budur. PKK’nin Güney’e ve Do¬
ğu'ya yayılmasını sınırlandırmak,
Kuzey Kürdistan’da da belli bir kon¬
trolde tutmak bu politikanın temel
hedefiydi. İkinci hamle 9 Ekim 1998
uluslararası komplo dediğimiz saldı-
nyla da Kuzey Kürdistan’da sözde
kuşatılmış olarak görülen PKK’nin
imha ve tasfiye edilmesi saldırısı
başlatıldı. Önder Apo’nun imhası,
PKK’nin tasfiyesi hedefine dönük bir
saldırı geliştirildi. Bununla Kürdis¬
tan üzerindeki inkâr ve imha siyase¬
ti başarıya götürülmek isteniyordu.
Komplo küresel sistemin Ortadoğu’ya
dönük geliştirdiği bir müdahaleydi
PKK ve Önderlik var oldukça bu
siyaset hayata geçirilemiyordu.
ABD’nin aslında 1990’lı yıllarda Kör¬
fez Savaşı ardmdan Yeni Dünya Dü¬
zeni adıyla oluşturduğu stratejinin
ilk aşaması, 1990’lı yıllarda Ortado¬
ğu’da stratejik noktalan oluşturma,
hedefleri belirleme ve onlan kontrol
altına alma, sınırlama, kuşatma ha¬
reketiydi. Dünyanın diğer alanlann-
da buna dayanarak saldırılar yürüt¬
tü. Örneğin Balkanlarda, Kafkaslar-
da. Doğu Avrupa’da, hatta Ameri¬
ka’nın, Latin Amerika’nın, Asya’nm
bazı alanlarında kendisiyle karşıt
olan siyasi gelişmeleri tasfiye etmek
üzere saldmlar yürüttüğü bilinmek¬
tedir. Diğer alanları bu biçimde küre¬
sel sistemle uyumlu hale getirirken,
Ortadoğu’da kendine karşı gelişmele¬
ri sınırlandırma, kontrol altına alma
ve güç hazırlığı yapma sürecini sür¬
dürdü. İkinci aşama diğer alanlarda
edindiği gelişmelere dayanarak, yine
Ortadoğu’da oluşturduğu etkinliğe,
yarattığı hazırlıklara dayanarak bir
saldın süreci geliştirildi.
İşte bu saldırı sürecinin birinci
hamlesi 9 Ekim 1998’de Önder Apo
şahsında PKK’ye karşı başlatılan
uluslararası komplodur. Bu, küresel
sistemin Ortadoğu’ya dönük Sovyet
sisteminin çözülmesi ardmdan geliş¬
tirdiği, Körfez Savaşıyla başlattığı
müdahalenin ikinci aşamasıydı. Bi¬
rinci aşama. Körfez Savaşma dayalı
olarak bölgede geliştirdiği etkinlik
sistemi ve bu temelde oluşturduğu
hazırlıklardı. İkinci aşama ise var
olan hedeflerin tasfiye edilmesini
amaçlıyordu. 9 Ekim uluslararası
komplosu. Önder Apo’nun 15 Şu-
bat’ta esaret altına alınmasına ka¬
dar sürdürüldü. Bu saldınnm bölge¬
ye dönük daha somut, pratik, yeni
bir savaş, askeri saldın haline gel¬
mesi için çeşitli gerekçeler yaratıl¬
mak istendi. 11 Eylül 2001 saldırıla¬
rı böyle ortaya çıktı. Bu saldırılar ge¬
rekçe yapılarak 1998’de PKK’ye kar¬
şı komplo temelinde bölgeye dönük
başlattığı müdahaleyi var olan ulus
devlet yapılarına karşı yürütülen sa¬
vaş düzeyine çıkardı. 2001 sonunda
Afganistan’a dönük askeri saldınyı
geliştirdi. Bunu 2003 Mart’mda
Irak’a yönelik kapsamlı saldın takip
SERXWEBÛN I Ekim 2009
etti. Hem Afganistan hem de İrak yö¬
netimlerini yıktı. İki binli yıllar bo¬
yunca Afganistan ve İrak yönetimle¬
rini yıkıp buralarda belirli bir etkin¬
lik kurma temelinde Ortadoğu’ya
dönük müdahalesini başanya götür¬
mek istedi. Herhalde buna dayana¬
rak bir üçüncü hamle yapmak isti¬
yordu. Çünkü hedefinde İran ve Su¬
riye vardı. İki binlerin başında ikti¬
dara getirilen Bush yönetiminin as¬
keri hedefleri bu yönlü bir kapsam¬
daydı. Fakat Afganistan ve İrak yö¬
netimlerini yıkmış olsa da tam bir
istikrar sağlayamadı. Yeteli bir aske¬
ri sonuç elde edemedi. Bu nedenle
siyasi sistem oluşturmakta da zorla¬
nıyor. Hem Irak’ta hem Afganis¬
tan’da örnek olacak siyasi sistemler
geliştirilemedi. Henüz kukla denile¬
bilecek düzeyde yönetimler var. Do¬
layısıyla yeni saldırılara girişemedi.
Obama yönetimi ABD’nin bölgeye
müdahalesinin bir parçasıdır
Şimdi Obama yönetimiyle 1990’lı
yıllarda Clinton yönetimi altmda yapı¬
lana benzer yeni bir siyaset izlenmeye
çalışıyor. Üçüncü aşama böyle gelişi¬
yor. Bush yönetimi altmda gelişen
saldmlar daha ileri gidemedi. Gücü
yetmedi ABD’nin. 1990’lı yıllarda na¬
sıl ki baba Bush’un körfez savaşı ar¬
dmdan “demokrat” Clinton yönetimi
büyük bir h az ırlık yaparak yeni bir
ABD saldırısının zeminini oluştur-
duysa, şimdi de “demokrat” Obama
yönetimi altmda Afganistan ve İrak
Ekim 2009 | serxwebûn
23
savaş sonuçlanna dayanarak daha
etkili bir askeri müdahale için yeni bir
h az ırlık süreci yaşaülmak isteniyor.
Dolayısıyla müdahale devam ediyor.
Obama yönetimi de ABD’nin bölgeye
müdahalesinin bir parçasıdır. 1992’-
de somut olarak planladıklan, Yeni
Dünya Düzeni dedikleri küresel stra¬
tejinin uygulanması oluyor. ABD o
stratejiyi devam ettiriyor. Obama yö¬
netiminin uyguladığı politikalar da o
sbateji dahilindedir. Fakat stratejinin
askeri boyutu var, siyasi, ekonomik
boyutu var. Bazı dönemler askeri sal¬
dın öne çıkarılıyor, bazı dönemler
ekonomik, siyasi baskılar, saldınlar
öne çıkanlıyor. Bunlar yaşanan çaüş-
manm durumuna göre belirleniyor.
ABD ileride bölgeye
yeni bir askeri hamle yapabilir
Şimdi yeniden ekonomik siyasi
baskılann öne çıkanidığı bir dönem
yaşanıyor. Çünkü 200rden 2007’ye
kadar Bush yönetimi altmda yoğun
bir askeri saldın içinde olundu ve an¬
cak bu kadar yapılabildi. ABD siyasi,
askeri olarak yıprandı. Askeri saldı-
nyla daha ileri gidemez hale geldi.
Şimdi Obama yönetimi ekonomik-si-
yasi baskıyı öne çıkartan bb siyaset
izliyor. Bunun iki yönü vardır. Bir.
Geçen dönemde yürütülen saldınlar-
la ABD’nm elde ettiği kazammlan ör-
gütlüyorlar, sağlamlaştınyorlar; kalıcı
bir siyasi yapıya dönüştürüyorlar.
İkincisi ise: Tabii gelecek için h az ı r lık
yapıyorlar. Ekonomik-siyasi bakım¬
dan kendi etkinliğini güçlendirir, as¬
keri olarak da konumlanmasmı yeni¬
den düzenlerse ABD ilerde bölgeye
yeni bir askeri hamle yapabilir. Eğer
var olan karşıüanm, örneğin İran’ı
Obama yönetiminin uyguladığı eko¬
nomik-siyasi yöntemlerle etkisizleşti-
remez, kendi sistemine tümüyle en¬
tegre edemezse, ardmdan bu süreçte
sağlayacağı gelişmelere dayanarak
yeni bir saldın geliştirebilir.
Sonuç olarak şunu söyleyebilbiz:
Aslında stratejide bb değişiklik yok¬
tur. Yeni Dünya Düzeni denen, ar¬
dmdan Büyük Ortadoğu Projesi ola¬
rak adlandırılan stratejik siyasi
planlama doğrultusunda 1990’larm
başından bu yana ABD stratejik bir
saldın yürütüyor. Bu, Ortadoğu’yu
küresel sermaye sistemine entegre
etme saldırısıdır. Görüldüğü gibi dö¬
nemlerin karakterine göre bu saldın-
nm yöntemlerinde değişiklik oluyor.
1990’lı yıllar Körfez Savaşma dayalı
olarak yapılan bir planlamaydı.
2000’li yıllar farklı bir planlamaydı.
Hem uluslararası komploya hem
2001 11 Eylül olaylarına dayanarak
bölgeye dönük askeri saldın gelişti¬
rildi. Bb yandan uluslararası komp¬
loyla PKK zayıflatılarak, önü alına¬
rak, diğer yandan da 11 Eylül olay¬
larıyla bölgeye askeri müdahalede
bulunmanın kabul edilir, herkesçe
itiraz edilmez zemini yaratılarak as¬
keri saldın yürütüldü.
Obama’yla geliştirilen üçüncü
hamle böyle bir sürecin arkasından
gelmektedir. Ekonomik, siyasi ağır¬
lıklı bir süreç yaşatılmak isteniyor.
Irak’ta elde edilen kazanımlar siyasi
yapıya dönüştürülmeye çabşıbyor;
Filistin-İsrail sorunu bir siyasi süre¬
ce sokulmak isteniyor. Kürdis-
tan’da, Kürt sorununda yaşanan ça¬
tışmalarda bir siyasi durum yaratıl¬
maya çabşıbyor. El Kaide, Taliban
darbelenerek Afganistan’da Pakis¬
tan’la birlikte askeri- siyasi hâkimi¬
yet yaratılmaya çalışılıyor. Ancak Af¬
ganistan’da durumlarının zor oldu¬
ğu görülüyor. Eğer yapabilirlerse
burada da Taliban’la kendilerini ra¬
hatlatacak bir anlaşmaya gidebilir¬
ler. İran’la da gizli gizli ilişkiler ku¬
ruluyor. Bütün bunlar dikkat edilir¬
se İran’ın kuşatılması oluyor. Diğer
yandan da İran’la da ilişki sürdürü¬
yorlar, uzlaşmaya çalışıyorlar. İran’ı
kuşatarak el uzatıyorlar. Yani bir
tehdit var, gel bir yerde teslim ol, bi¬
zimle uzlaş diyorlar. Uzlaşmazsan
arkada tehdit vardır. İran’ın ne ya¬
pacağını gelecekte göreceğiz. İran,
şimdiye kadar çeşitli güçlere daya¬
narak bu durumu etkisizleştirmeye
çalıştı. Ama bu nereye gider, daha
ne kadar bu durumu sürdürebilir
önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Kürt politikalarında görünüştü de¬
ğişiklik vardı, ama özde bir birlik ya¬
şanıyordu. Aslında Kürt inkârı ve im¬
hasında, Kültlerin reddedilmesinde
bir stratejik birlik vardı. Zaten 20.
yüzyıl boyunca Kürdistan üzerindeki
hâkimiyet bölge devletlerinin ulus¬
lararası sisteme dayalı olarak geliştir¬
dikleri ittifak temelinde yürütülmüş¬
tü. Fakat dünyadaki, çelişkiler ve
ABD Sovyet çatışmasma dayalı olarak
İran-Irak çelişkisi, Türkiye-Suriye çe¬
lişkileri öne çıktı. Bu çatışma da bu
güçlerin taktik olarak belli ölçüde
Kürtlere dayanmalannı beraberinde
getirdi. İran ve Suriye’nin PKK’ye kar¬
şı 1980’li-90’lı yıllarda biraz müsama¬
hakâr davranması bundan kaynak¬
landı. Farklı bir Kürt poUtikalan, an¬
layıştan olmasından dolayı değil.
9 Ekim 1998 komplosunun içinde bu
güçler de yer aldılar. Önder Apo’nun
Suriye’den çıkartılması sürecinde en
aktif olan güçlerden birisi İran’dır.
Dönemin İran Dışişleri Bakam’mn
Tahran, Şam, Ankara arasında me¬
kik dokuduğunu biliyoruz. Ardmdan
Önder Apo Moskova’ya ve Roma’ya
gidince İran Dışişleri Bakanı da Mos¬
kova ve Roma yollarmı tuttu. Önder
Apo’nun özgür hareket eden bir ko¬
numa gelmesinden ürküyorlardı. Öy¬
le bir duruma gelb, denetimden çı¬
karsa kendileri için de tehlikeli olur
kaygısını, korkusunu taşıyorlardı.
İran’ın diplomasisi tamamen bunun
üzerineydi. Biz bunları iyi biliyoruz,
açığa çıkardık. 15 Şubat Komplosu
olduktan sonra bu güçler de Önder
Apo denetim altma almdı diye rahat¬
ladılar. Ondan sonra da PKK’nin ka¬
lan gücü, mbasmı kendi çıkarları
için kullanabilb miyiz diye bb arayı¬
şın içine girdiler. Özellikle İran bu
tür hesaplan çok yaptı. Çünkü Orta¬
doğu politikasmı bbçok örgüte da¬
yandırarak yürüten bir güçtür. PKK
de böyle bir örgüt haline getirilemez
mi diye böyle bb arayış ve çabalarm
içine gbdi. Lübnan’daki, Filistin’deki
bazı örgütler gibi, Irak’taki bazı ör¬
gütler konumuna getirmek istiyordu.
Öte yandan çeşitli güçlerle itttfaklar
Önderliğin Suriye’den çıkartılmasında
en aktif olan güçlerden birisi Iran’dn
24 -
yaparak PKK’yi kuşatıp teslim alma¬
ya çalıştı. Fakat bütün bunlar PKK
yönetimi tarafmdan boşa çıkartılmca
yeniden Türkiye yönetimiyle ittifaka
yöneldiler. En somut örneğini 2007-
2008 sürecinde gördük. Şimdi de
kısmen devam ediyor.
Birbirine en karşıt güçler bile PKK’ye
karşı ortak cephede birleşti
ABD Türkiye ittifakının ortak düş¬
man diyerek PKK’ye karşı yürüttüğü
topyekün imha saldırısına bir uç ola¬
rak İran da katıldı. İlginçtir, dünyada
en karşıt olan güç ABD ve İran’dı,
bunlann ikisi 2007-2008 sürecinde
PKK’ye karşı savaşta ortak cephede
birleştiler ve ortak savaş yürüttüler.
Bu objektif olarak böyle olmadı, bu
doğrultuda ABD-İran yönetimleri bir¬
çok görüşme yaptılar, aralarmda an¬
laşma yaptılar, askeri ittifak yaptılar.
Örneğin ABD belli bir alanı İran top¬
çusunun atışma açtı, izin verdi. Yok¬
sa İran İrak topraklarına nasıl top
atabilir! Hatta bazen asker bile soku¬
yor. Irak’a komşu ülkelerin dışişleri
bakanlan toplantıları oluyordu. O
toplantılann esas gündemi Kürtleri,
Kürdistan’ı kontrol altında tutmaydı.
Yine bu ABD’nin İrak savaşı ardın¬
dan Türkiye-İran-Suriye ittifakı geliş¬
tirildi. Bu, Kürtleri denetim altmda
tutmak, PKK’ye karşı ortak siyaset
geliştirme ittifakıydı. Bu ittifaka gide¬
rek İrak yönetimini katmaya çalıştı¬
lar. Şimdi Güney Kürdistan yöneti¬
mini katmaya çalışıyorlar. Mevcut
durumda Kürdistan üzerinde ege¬
menliğin nasıl sürdüğü, parçalanmış
Kürdistan’m her parçası üzerinde
egemen olan devletin diğer devletler¬
le nasıl bir işbirliği içinde olduğu açı¬
ğa çıktı. Asimda daha baştan Kürdis¬
tan üzerinde bu egemenlik geliştiri¬
lirken bu sistem oluşturulmuştu.
Kahire Konferansı denen sistem as¬
lında Kürdistan’m böyle bölünüp bu
temelde ortak bir inkâr ve imha süre¬
cine almmasmı ifade ediyordu. Daha
sonra SENTO ve Bağdat Paktıydı, bu
devletler de Kürtlere karşı ulus¬
lararası sisteme dayalı olarak ortak
politikalarla egemenliklerini sürdür-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
“Esas olarak Türkiye’nin sert,
katı, inkâr ve imha politikası
ve bu temelde PKK’ye karşı
yürüttüğü savaş bütün diğer
devletlerin de Kürt
politikasmı yönlendiriyor.
Giderek bu temelde PKK
karşıtı bir ittifak oluşuyor.
Şimdi siyasi, askeri, ekonomik,
psikolojik ve her bakımdan
ortak politikalar yürütüyorlar”
düler. Günümüzde de onlara benzer
bir durum var. Aslında İran’la Türki¬
ye Kürtler dışında diğer her konuda
karşıttırlar. Fakat ittifakları askeri,
siyasi, ekonomik ittrfaklan var. Bu
sadece Kürt karşıtı politikadan kay¬
naklanıyor. Şu anda işbirlikleri sade¬
ce Kürtleri denetleme üzerinedir.
Henüz yeni bir Kürt politikası
oluşturabilmiş değiller. Aslında önce¬
likle Güney Kürdistan’daki gelişmele¬
ri de engellemek istiyorlardı, fakat
ABD askeri zorla İrak yönetimini yı¬
kınca Güney Kürdistan’daki mevcut
durum gelişti. Onu artık engelleyemi¬
yorlar. Güney Kürdistan yönetimiyle
ittifak yaparak onları sınırlandırma¬
ya, Güney’deki gelişmelerin Kürdis¬
tan’m diğer parçalarma yansımasını
engellemeye çalışıyorlar. Politikaları
bu çerçevededir. Bu ülkelerin Kürt
politikaları birbirine yakındır. Esas
olarak Türkiye’nin sert, katı, inkâr ve
imha politikası ve bu temelde PKK’ye
karşı yürüttüğü savaş bütün diğer
devletlerin de Kürt politikasını yön¬
lendiriyor. Giderek bu temelde PKK
karşıtı bir ittifak oluştu. Şimdi siyasi
olarak, askeri olarak, ekonomik ola¬
rak, psikolojik olarak her bakımdan
ortak politikalar yürütüyorlar. Do-
ğu’da, Batı’da, Güney’de uygulanan
politikalar Türk devletinin PKK’ye ve
Kürtlere karşı uyguladığı politikalar¬
dır. Toplamyorlar, birlikte planlama
yapıyorlar. Örneğin gerillaya katılı¬
mın engellenmesi, gençliğin yozlaşü-
nlması, ajanlaştırma çalışmaları.
ekonomik olarak yoksulluğa yol açıp
halkı göç ettirmek, sınırların kontro¬
lü, askeri ittifak ve ortak operasyon¬
lar böyle gelişiyor. Bütün bunlann
hepsi Türkiye-İran-Suriye yönetimle¬
rinin ortak politikalan olarak sürdü¬
rülüyor. Dolayısıyla henüz ciddi bir
politika değişikliği yoktur.
İnkâr ve imha zihniyeti devletiıfl
siyasetini belirlemeye devam^^iyon
Açılım adı altmda Türkiye’de yaşa¬
nanlar, AKP’nin 29 Mart yerel seçim
sonrasında ortaya çıkan siyasi duru¬
mun etkisi altmda ortaya çıkmıştır.
Herhalde diğer devletler de izliyorlar.
Zaten Suriye devleti de yakından izle¬
diklerini açıkladı ve Türkiye’nin poli¬
tikalarına destek verdiklerini söyledi.
İran’la da görüşmeler çerçevesinde
bu politikalan yürütüyorlar. Türki¬
ye’nin yürütmeye çalıştığı politika,
yenilgiye uğramış, başansız kalmış
yöntemlerin yenilenmesi oluyor. İn¬
kâr ve imha siyasetinde ve zihniye¬
tinde bir değişiklik yoktur. Fakat
bunları hayata geçiren yöntemler,
araçlar başansız kaldı. Geçen dö¬
nemde kaba ret ve şiddet yöntemi
vardı. Şimdi açıktan o biçimde inkâr
ve imha siyasetini yürütemiyor. Çün¬
kü bu yaklaşım içte ve dışta kabul
görmüyor. Onun yerine demokrasi,
açılım söylemleriyle eski politikayı
hayata geçirmek için fırsat toplama¬
ya, yeni bir meşruiyet yaratmaya, ya¬
ni yenilgiye uğramış yöntem ve araç-
larmı yeni araçlarla takviye etmeye,
restore etmeye çalışıyor. Aslında
mevcut durumda Türkiye yönetimi¬
nin yapmak istediği budur.
Zihniyette ve amaçlarda özde bir
değişiklik yoktur. Yani inkâr ve imha
zihniyeti, devletin siyasetini belirle¬
yen merkezde sürüyor. Politikayı da
bu merkezin zihniyeti belirliyor.
Uluslararası komplonun başlangı¬
cından bu yana geçen 11 yıllık süre
içerisinde çok yoğun bir mücadele
yürüttüler. Öncesinde savaşın her
türünü geliştirmişlerdir. Topyekün
saldın yapmışlardı, özel savaş uygu¬
lamışlardı. PKK mücadelesini dış
destekle yürütüyor dediler, ulus-
Ekim 2009 | serxwebûn
25
lararası komployla Önder Apo’yu İm-
ralı sistemi altına aldılar. Buna daya¬
lı olarak PKK’yi tasfiye etmek için 11
yıldır her türlü ekonomik, sosyal, si¬
yasi, psikolojik, askeri, kültürel sal¬
dın yürüttüler. İlker Başbuğ PKK’ye
karşı mücadelenin hangi alanlarda
yürütüldüğünü birçok kez ifade etti.
Ne var ki kaba inkârcı, retçi ve şidde¬
te dayalı, yok etmeyi öngören politi¬
kalarla tasflye yapmayı başaramadı¬
lar. Aslında şimdi gelinen nokta bu-
dur. Uluslararası komplocular tara¬
fından da bu durumun iyi değerlen¬
dirilmesi gerekiyor.
29 Mart yerel seçim sonuçlan
PKK’nin yeni stratejisinin başansıdır
29 Mart yerel seçim sonuçlan bu
noktada önemlidir. 29 Mart seçimleri
için referandum denildi. Kimler ara-
smda oldu bu referandum? AKP ile
DTP arasında. Neyin referandumuy¬
du bu? Erdoğan seçimden önce sık
sık tek milletten söz etti. AKP, inkâr
ve imha zihniyetini ve politikasını
temsil ediyordu. Bütün iç ve dış güç¬
ler AKP arkasında birleştiler. DTP de
Kürt sorununun demokratik siyasi
çözümünü benimsiyordu. Kürt soru¬
nunun demokratik çözümünden yana
olanlar da DTP’yi desteklediler. Refe¬
randumu DTP kazandı. Hem de yüzde
70’in üzerinde bir oranla. DTP’nin
Kürt sorununu demokratik özerklik
temelindeki çözüm politikasına evet
denildi, onay verildi. AKP yenilgiye
uğradı. Yani inkâr ve imha siyaseti
yenilgiye uğradı. Bu sonuç net çıkü
ortaya. Bu seçim bir referandumdu ve
Kürt halkımn görüşünü ortaya koy¬
du. H a lkın PKK’nin politikalarıyla bir¬
liğini, uyumunu ortaya koydu.
Bu gebşme, elbette ki PKK’nin yü¬
rüttüğü mücadeleye dayandı. Önder
Apo’nun geliştirdiği yeni çizgiye da¬
yandı. Asimda referandum kazana¬
cak kadar güçlü bir siyasi sonucu al¬
mak, izlenen bir stratejinin, çizginin
başansı oldu. Bu Apocu çizginin ka¬
zandığı başarıdır. Bu çizgi nasıl böyle
bir başarı kazandı? Demek ki PKK
Kürt sorununun çözümünü gerçek¬
leştirecek bir güç haline geldi de ha¬
şan kazandı. Bu bir ideolojik yenilen¬
meydi, stratejik değişimdi, örgütsel
yeniden yapılanmaydı. Aslında 29
Mart yerel seçimleri ardından sağla¬
nan gelişme PKK’nin yeni stratejisi¬
nin kazandığı başanydı. Kürt sorunu
siyasi sorun haline getirme ve siyasi
mücadeleyle çözme stratejisinin ha¬
şan kazanmasıydı. Seçim sonucu şu
anlama geldi: Demek ki PKK stratejik
değişimi başarmıştır. Eski ulusal
kurtuluş stratejisini değiştirmiş, yeri¬
ne yeni bir kurtuluş strateji koymuş¬
tur. Eski halk savaşı stratejisini de¬
ğiştirmiş yerine yeni bir strateji koy¬
muştur. Bu stratejiyi hem tanımlamış
hem özümsemiş hem de örgütünü
buna göre yeniden yapılandırmıştır.
Böyle olmasaydı 29 Mart yerel seçim
sonuçlanmn sağladığı gelişme ortaya
çıkmazdı; referandum kazamlamazdı.
Dolayısıyla ortaya çıkan sadece bir
seçim sonucu değildir.
Uluslararası komplo stratejik
değişimi engelleme hareketiydi
2007-2009 arasmda ABD, İran,
Türkiye birleştiler, PKK’yi tasflye et¬
mek için topyekün saldın yürüttüler.
Askeri alanda yürüttüler, ideolojik
alanda yürüttüler, siyasi alanda yü¬
rüttüler. Her üç alanda da bu saldın-
1ar kınidı. 29 Mart yerel seçimi ardm-
dan ortaya çıkan sonuç PKK’ye karşı
bütün alanlarda yürütülen saldırının
kınimasıydı. PKK her alanda bir ha¬
şan sağladı. Bu işte stratejik değişik¬
liği gerçekleştirdiğinin işaretidir, ka¬
nıtıdır. Öyle olmasaydı bu başarılar
sağlanmazdı. Bunun önemi nedir?
Uluslararası komplo yenilmiştir.
Çünkü uluslararası komplo stratejik
değişimi engelleme hareketiydi.
Uluslararası komplo neydi? PKK eski
stratejiyi değiştirip stratejik değişim
ve örgütsel yeniden yapılandırmayı
gerçekleştirmek isterken bunu yap¬
madan vurup imha ve tasflye etmek¬
ti. Aslında PKK’nin Kürt sorununu
siyasi mücadele alamna çekmesini ve
kendini bu siyasi mücadeleyi yürü¬
ten örgüt haline getirmesini engelle¬
me girişimiydi. Bunu boşa çıkartma
hareketiydi. PKK stratejik değişimi
yaptığı ve bu temelde başarılar sağla¬
dığına göre o zaman uluslararası
komplo başarısız kalmıştır. 11.
Komplo yılmda yaşanan, kanıtlanan
en büyük gerçekleşme budur. Artık
şunu söyleyebiliriz: Uluslararası
komplo ölmüştür, gömmek lazım.
Fakat bu cesedi gömecek güç bulun¬
muyor. Ortada o yoktur. Kimse buna
cesaret edemiyor, ortaya çıkamıyor.
Bu durum da her tarafa koku salı¬
yor, zehir saçıyor, hastalık yayıyor.
Türkiye toplumunun yaşadıklarma
bakalım, bölgede yaşananlara baka¬
lım; cinnet geçiriyor insanlar nere¬
deyse. Çünkü çürümüş, çökmüş, ba¬
şarısız kalmış uluslararası komployu
kaldırıp atamıyorlar. Bu durumda bu
sorunlar ilgili herkesi çökertiyor.
Strateji değiştiren PKK herkese
stratejiyi değiştirmeyi dayatıyor
Uluslararası komplonun boşa çık¬
ması karşısında zorlanan AKP birkaç
şey söylüyor, ama hem nalına hem
mıhına vuruyor. Yani güçsüzdür, il¬
kesizdir. Çok oportünist, çok prag¬
matist, çok iktidarcıdır. İlkelerden,
dinden söz ediliyor, edebiyattan, şa¬
irlikten söz ediliyor, ama öyle bir dü¬
zeyi yoktur. Asimda 29 Mart seçimi
ardından referandumun DTP tarafın¬
dan kazamimasıyla birlikte şu ger¬
çekleşti: PKK stratejik değişimle ye¬
niden yapılanmayı başarmıştır. Artık
Kürt sorunu siyasi mücadele alanın¬
da yürütülen bir sorundur. Dolayı¬
sıyla PKK stratejisi başarı kazanıyor,
süreci yönlendiriyor. Stratejiyi değiş¬
tiren PKK, her kese stratejiyi değiştir¬
meyi dayatıyor. Bu, Kürdistan’la,
Kürt sorunuyla ilgili herkesin o za¬
mana kadar izlediği stratejinin yenil¬
gisi anlamma geliyor. 29 Mart refe¬
randumunun AKP tarafından kaybe¬
dilmesi, AKP’yi destekleyen bütün
stratejilerin yenilgisi oldu.
Bu temelde ABD hemen değişiklik
yaptı. Bir hafta bile geçmeden yeni
başkan Obama geldi Ankara’da Ah¬
met Türk’le görüştü. Oysa 15 gün
önce Dışişleri Bakanı gelmiş, Ahmet
Türk’e karşı yeni bir lider aramıştı.
Ama 29 Mart seçimlerinde DTP’nm
SERXWEBÛN I Ekim 2009
26 -
kazandığı oy oranını görünce, artık
PKK’nin tasfiye edilemeyeceğini göre¬
rek politika değiştirdi. Bu politika
değişikliğine Kürt politikasmda stra¬
tejik değişiklik de denilebilir. Şiddet¬
le PKK’nin yok edilemeyeceğini gör¬
dü. Kürt sorununu sadece bir İrak
sorunu, Kürtleri sadece Güney Kür-
distan Kürtleri olarak görmekten
vazgeçti. İlk defa Türkiye’de bir Kürt
siyasi liderle görüşüyorum, dedi. Ya¬
ni Kürtler Türkiye’de de var, Kürt so¬
runu Türkiye’nin de bir sorunudur.
Dolayısıyla bu aynı zamanda İran
için de, Suriye için de bir sorun gör¬
me anlamına geliyor. Böylece ABD
değişiklik yaptı. Başka güçler de
Kürt politikasmda değişikliğe gitme
ihtiyacını duydular.
AKP’nin tutarlı politika yapacak
ne zihniyeti ne de gücü var
Türkiye yönetimi bu gelişmeleri
önlemek için seçim ardmdan eski
yöntemlerle saldırıya başladı. Halka
saldırdı, gerillaya saldırdı, DTP’ye
saldırdı, komplolar yapmaya çalıştı.
Mazıdağı’ndaki komplo başarılı ola¬
madı. Mazıdağı komplosunu gizleye-
mediler. Halk direndi, gerilla direndi,
komplo açığa çıktı. Bunun üzerine
yöntem değişikliği yapmak zorunda
kaldılar. Gördüler ki eski yöntemle¬
riyle, yani kaba retle, şiddetle artık
PKK’ye karşı mücadele edemiyorlar.
Direnç oluyor, bu mücadelede kimse¬
den destek alamıyorlar. Türk halkı
destek vermiyor, ABD destek vermi¬
yor, Avrupa destek vermiyor. Onun
için bir söylem değişikliğine gittiler.
Şimdi bir açılım deniliyor. Önce Kürt
açılımı denildi, demokratik açılım
dendi, şimdi milli birlik projesi diyor¬
lar. Ordu müdahale etti biraz değiş¬
tirdiler. AKP’nin tutarlı politika yapa¬
cak ne zihniyeti ne de gücü var. AKP
hem nalına hem mıhma vuruyor. Öy¬
le bir siyaset değiştirme ve onu yü¬
rütme cesareti, ilkesi yok. Fakat dev¬
let de eski politikayı yürütemiyor.
Onun için şimdi söylemleri farklılaştı.
Açılım diyorlar ama açılamıyorlar.
Açılım diyorlar, ama eskiyi cilalayıp
yeniden öne sürüyorlar. Kürt açılımı
söylemini bile birkaç hafta sürdüre-
mediler. Bir hafta birini söylüyorlar
bir hafta başka bir şey söylüyorlar.
AKP’nin yöneticileri bu konuda
gerçekten de usta, haklarını vermek
lazım. Müthiş yeni deyimler üreti¬
yorlar. Her hafta açılım bir ad alıyor,
bir deyimle yürütülüyor. En son
Tayyip Erdoğan AKP Kongresinde
açılımlardan söz etti; yani devletin
şimdiye kadar ret ettiklerini almak
istiyor, ama nedense ölüleri almak
istiyor. Diriler yoktur. Gömülmüş
olanlar zaten yeni bir şey yapamı¬
yorlar. Bunları zikrederek güya açı¬
lım yaptığmı göstermeye çalışıyor.
Bu yalandır, sahtedir. Böyle açılım
falan olmaz. İsmini zikrettiklerinin
düşüncelerini benimseme ve uygu¬
lama anlayışları da zaten yoktur.
AKP açılamıyor, açılım yapamıyor.
Türkiye’nin gerçekten de açılıma ihti¬
yacı var, demokratikleşmeye ihtiyacı
var. Hem de çok geniş açılıma ihtiya¬
cı var. Türkiye PKK’yi içine alacak ka¬
dar açılmak zorunda. Genişleyerek
büyümek durumunda. AKP’nin bir¬
kaç ölmüş insanı düzene entegre ede¬
rek bir şey kazanması mümkün değil¬
dir. Öyle yaparsa süreci yeniden şid¬
detli bir çatışmaya götürür. Bu çatış¬
mak süreçte Türkiye’nin başına neler
gelir hiç belli olmaz. Oyun oynar gibi
yapıyorlar, bu oyun oynanacak bir
durum değil, çok tehlikeli bir pozis¬
yondular. Türkiye’nin açılım tarüşma-
sı böyle olamaz. Türkiye’nin demokra¬
tik açılımmm çok geniş olması gereki¬
yor. PKK’yi içine alacak, PKK’yi de
kapsayacak kadar, yani bütün Kürt¬
leri kapsayacak kadar açılımın geniş¬
lemeye ihtiyacı var. Bunun dışmdaki
bir yaklaşım sorunu çözmez. Türki¬
ye’nin demokratikleşmesi de ancak
böyle kapsamlı bir yaklaşımla gerçek¬
leşebilir. Bu olmadan öyle Türkiye’de
demokratikleşme gerçekleşmez.
Türkiye’yi demokrasi birleştirir
milliyetçilik birleştirmez
ABD’nin politika değişikliğinden
bahsettik. Bunu söylerken ABD’nin
PKK karşıtlığından vazgeçmiş oldu¬
ğunu kast etmiyoruz. Ama şunu gör¬
dü, şiddetle PKK yok edilemez. Uz¬
laşmayla etkisizleştirebilir miyim
arayışı içindedir. İstediği kadar ça¬
lışsın Türkiye’nin şiddet politikasına
artık destek vermez. 26 yıldır savaşı¬
yor bu ordu ve devlet PKK’yi yok ede¬
medi. Uluslararası komplo da oldu,
tasfiye edemediler. Dolayısıyla PKK
ne imha edilebildi ne tasfiye edilebil¬
di ne de eritilebilir. O zaman ne yap¬
mak lazım? Demokratik açılımla
PKK’yi de içine alacak kadar, Kürtle¬
ri içine alacak kadar bir demokratik
açılımla büyümek lazım. Sorunları
böyle çözmek lazım. Bu Türkiye’yi
zayıflatır mı? Hayır, güçlendirir. Bu
Türkiye’yi böler mi? Hayır, birleşti¬
rir. Türkiye’yi demokrasi birleştirir,
milliyetçilik birleştirmez. Türkiye
Kürt’ü Türk yaparak güçlenmezler.
Bu şekilde birlik de olmaz. Aslında
bu politika kendi içinde çatışma et¬
kenini taşır. Bu zihniyetler nedeniy-
Ekim 2009 | serxwebûn
27
le Türkiye strateji değiştiremiyor. Bu
kadar zorlanmasına rağmen bu açı-
lımlan yapamamasının nedeni, çok
şoven, dar, milliyetçi bir zihniyet
içinde olmasıdır. Bu zihniyet kırılmı¬
yor, demokratikleşemiyorlar. Soru¬
nun çözümü kesinlikle demokratik
zihniyettedir: demokratik siyasette¬
dir, demokratik açılımdadır. Bunu
yapmaz da şimdiye kadar olduğu gi¬
bi insanları avutmaya, kandırmaya
çalışırlarsa, öyle açılım ve demokrasi
söylemleriyle yeniden imha ve tasfiye
planlarını hayata geçirmeye çalışır¬
larsa bu tehlikelidir. Bu şekilde so¬
run çözülemeyeceği gibi, hiç kimse
aldatılamayacağı gibi, Türkiye daha
sert bir çatışmanın içine sokulur.
İnkâr ve imha süreci içerisinde
Kürt halkı büyük acılar yaşadı
Komplonun 12. yılına girerken
Kürt sorununun durumu budur. Ya¬
ni çözümün yolu aydınlanmıştır,
açığa çıkmış, birçok şey netleşmiş¬
tir. Artık PKK yok edilemiyor, edile¬
mez. Hiç kimse yok edemez. Bunu
herkes kabul etmek zorundadır,
başka çare yoktur. Demokratik çö¬
zümün yolunu da Önder Apo göster¬
di. Bunun için yol haritasmı kamuo¬
yuna sunmalılar. Bu temelde herkes
tartışmalı, tartışarak birlikte deği¬
şiklikler yapılmalıdır. Ama bunlar
olmaz, yol haritası gizlenir, sahte
birkaç açılım söylemiyle sözde iç-dış
kamuoyu aldatılarak zaman kazaml-
maya, PKK bu arada tasfiye edilebilir
mi diye oyunlar içerisine girilmeye
çalışılırsa, bu her şeyden önce bunu
yapanlann başında patlar. AKP al¬
tından kalkamaz. Bu siyaset AKP’yi
de bitirir, Türkiye’ye de zarar verir.
Şimdi komplonun 12. yılında bu du¬
rum netleşecek. Aslında Türkiye si¬
yaseti değişebilecek mi Kürt soru¬
nunda, gerçekten de demokratik açı¬
lım yapabilecek mi, yoksa yalan söy¬
lemlerle eski şiddet politikasını sür¬
dürecek mi bu açığa çıkacak. Eğer
şiddet politikasmı sürdürürse şunu
söyleyebiliriz: Zorla AKP’ye bu duru¬
mu kabul ettirirler. Kültler de kabul
ettirir, dünya da kabul ettirir.
Kürt b a lkındaki gelişme, değişim,
yetkinleşme, yenilenme, özgürleşme,
demokratikleşme hususlan çok çok
önemli şeylerdir. İnkâr ve imha süre¬
ci içerisinde Kürt halkı büyük acılar
yaşadı. Dünyada hiçbir halka reva gö¬
rülmeyen, uluslararası sistem tara¬
fından, İngiltere’nin oluşturduğu sis¬
tem tarafmdan Kültlere reva görüldü.
Fiziki katledilmelerine, işkence gör¬
melerine değinmiyoruz bile. Kürtler
bunlara katlanmaya ve mücadele et¬
meye yatkındırlar. Doğayla yaşamları
da bu çerçevededir. Fiziki acı çekme¬
ye alışık bir toplumdur. Bunlan böyle
olması doğrudur anlamında söylemi¬
yoruz, ama böyle bir yaşam duruşlan
var. Bu tür durumlar Kültleri bu ka¬
dar zorlamazdı. Fakat yok sayılmala-
n, inkâr edilmeleri bir hakaretti. Or¬
tadoğu’nun en eski ve bu kadar nüfu¬
sa sahip bir h a lkının böyle yok sayılıp
inkâr edilmesi ve her şeyinin yasak¬
lanmaya, asimile edilmeye, yok edil¬
meye çalışılması en kötü soykmmdır.
Büyük hakaret içeriyor. Bu anlamda
geçen süreçte acı çekmişlerdi. Asimda
12 Eylül askeri faşist askeri darbesi
ardmdan geliştirilen işkenceler ve ya¬
saklamalar bunu daha da katmerli
hale getirdi. Buna karşı PKK bir ışık
oldu, bir kurtuluş bilinci, gücü, öz su¬
yu oldu. Zindan direnişi bu noktada
önem taşıdı. Bütün bu hakarete ve iş¬
kenceye karşı insani duruş, özgür du¬
ruş ne olmalı sorusuna cevap verdi.
Bu da halkta gerçekten de bir kendi¬
ne gelme, cesaret, fedakârlık kazan¬
ma, eski o tarihten oluşmuş olumlu
karakterli, gururlu bir halk haline
gelme, bunu mücadele ederek sağla¬
ma bilinci, duruşu gelişti.
15 Ağustos Atılımı bunu bir eyleme
ve yaşama dönüştürdü: mücadele bi¬
çimine kavuşturdu. Gerilla hamlesini
ilk kurşun diye ifade ediyor sosyolog¬
lar: toplumda büyük değişiklik yarat¬
tı diyorlar. Kürtlerde çok büyük deği¬
şiklik yarattı diyorlar. Yasak ve baskı¬
ların yoğun olduğu yerlerde bu deği¬
şiklik içten içe oldu, ruhsal oldu,
duygusal oldu, bilinçle oldu. Bazı yer¬
lerde, örneğin yuridışmdaki Kürtler¬
de bu gelişim anı anma bilgi alma te¬
melinde açıktan oldu. Büyük bir dev¬
rim süreci başladı. Bu, 1990’lann ba-
şmda en zor koşullarda olmasma rağ¬
men kısa sürede halk ayaklanması¬
na, serhıldanma yol açtı. Büyük bir
kimlik devrimi, kişilik devrimi, kültür
devrimi, sosyal devrim, demokratik
devrim, diriliş devrimi gerçekleşti. Ar¬
tık bu horlanmaya, hakarete edi beşe
dedi Kürt toplumu, Kürt insanı. Ulu¬
sal kimlik ve kültürünü onurla, gu¬
rurla yaşama, bedeli ne olursa olsun
büyük bir cesaret ve fedakârlılıkla,
ama onurlu bir halk ve insan olarak
yaşama gücü kazandı. 1990’larm ba-
şmdaki diriliş devrimiyle yeni brr halk
olarak doğuş gerçekleşti. Kürt inşam,
kadını, gençleri büyük coşku ve heye¬
can yaşadı. Gerçekten bu heyecanı
başkalarına da taşırdılar. Komşu
halklara, uluslararası alana taşırdı¬
lar. İnsanlığm coşku ve heyecan gücü
haline geldi Kürt halkı, Kürt toplumu.
Bunlar yaşanmış gerçeklerdir.
Kültler büyük acılar temelinde kendiiü
sorgulayarak yenilenmeyi gerçekleştirdi
Uluslararası komplo, böyle bir ge¬
lişme süreci içerisinde, böyle bir he¬
yecana kapılmış yürüyen toplumun
yüreğinin bıçakla hançerlenmesi gibi
oldu. Çok büyük bir acı yaşattı: kara
gün ilan etti toplum. Kürtler kötülük¬
ler kovulsun, uzaklaşsın diye oruç
tutuyor 15 Şubat’ta. Hiç beklemediği,
artık olmasını istemediği, hiç h az ır
olmadığı bir ortamda tarihin o bütün
yok sayılan, hakaret edilen süreçlerin
hepsini hatırlatacak şekilde, hepsine
bedel bir saldırıyla karşılaşü. Bu tabii
çok büyük bir acı verdi. 1990’larda
yaşananlar bir hayal miydi? Bu bü¬
yük gelişmeler devam etmeyerek so¬
na mı erecek gibi kaygılar, endişeler,
sorgulamalar oldu. Acı içerisinde
kendini eğitme, yenileme yaşandı.
Değişim bu temelde gerçekleşti. Ger¬
çekten de büyük acılar yaşama teme¬
linde kendini sorgulayarak, özeleştiri
yaparak kendini yenilemeyi gerçek¬
leştirdi. Şimdi tekrar bu en ağır acı
verici durumu bile giderecek gelişme¬
yi sağlayabileceği, demokratik devri¬
mi devam ettirebileceği, en zor koşul¬
larda bile eğer direnirse, örgütlü olur-
28 -
sa, cesaretini ve fedakârlığını daha
fazla geliştirirse, özgür ve demokratik
yaşamı yaratabileceğini geliştirebile¬
ceğini komploya karşı yürüttüğü ge¬
çen 11 yıllık mücadele içinde gördü.
Gelinen noktada yeniden böyle bir
güç ve irade kazandı.
Komploya karşı mücadele bütünlüklü
bir demokratik devrim sürecidir
1990’larm başında gerçekleşen
diriliş devrimi ve demokratik devrim
bu 11 yıl içinde de derinleşerek daha
nitelikli bir hal almıştır. Kürt serhıl-
danı büyük bir demokratik devrim
oldu, özgürlük devrimi oldu, kişilik
devrimi oldu. Bütün toplumda, in¬
sanlarda bu etkiyi ortaya çıkardı.
Teslimiyet, uyuşukluk, bireycilik,
tembellik, iddiasızlık, basit şeylerle
uğraşma kırıldı. Halk olma, güzel ya¬
şama, büyük yaşama, özgür yaşama
bilinci gelişti. Bütün köleliklere kar¬
şı toplumsal özgürlük bilinci derin¬
leşti. Özgür kadın hareketi Kürt top-
lumunun yaşadığı bu demokratik
devrimin özgürlük smınnı geliştirdi.
Özgürlük yaklaşımını en derin hale
getirdi. Bütün toplumsal gerilikleri
ve kölelikleri yıkma temelinde bir öz¬
gürleşme ve demokratikleşmeyi orta¬
ya çıkardı. Aslında uluslararası
komploya karşı mücadele süreci
böyle bütünlüklü bir demokratik
devrim sürecidir. Bu süreçte 15 Şu¬
bat Komplosu gibi birey ve toplumun
yüreğini hançerleyen acıyı da yaşa¬
yarak, ama büyük serhıldanlara kal¬
kıp bayram havası içinde mücadele
etmenin sevincini de yaşayarak bu
demokratik devrim hareketini ger¬
çekleştirdi. Geçen 11 yıl böyle oldu.
Yani acıda da, zorlukta da, zulümde
de sınandı; gelişmede de, sevinçte
de, mutlulukta da, üretimde de sı¬
nandı. Hepsini iç içe, birlikte yaşadı.
Hepsini ortalama değil, en uç nokta¬
larda yaşadı. Dolayısıyla birey ve
toplumdaki değiştirici etkisi çoktur.
Tabii ki 1990’lı yıllarda yaşanan
değişiklik ilk büyük değişiklikti. Daha
önce PKK’nin ortaya çıkışı bir öncü
toplulukta bir değişiklik yaratü. Ar¬
dından 1990’larda diriliş devrimiyle
toplumda bir demokratik değişim ol¬
du. Uluslararası komploya karşı mü¬
cadele ise demokratik devrimin kök¬
leşmesi sürecidir. Bütün bu değişim¬
ler her ortamda sınanarak köklü hale
geldi. En zor, umutsuz, acı veren or¬
tamda da sınandı. Kürt halkı ve öz¬
gürlük gücü bu koşullarda kendisini
yeniden var etmeyi bildi. Bir milyon
insan Amed’te Newroz’u kutladı. O
büyük coşku içinde de sınandı, ken¬
disini kaybetmedi. Zorluklar içinde
ezilmedi, yenilmedi, imkânlar karşı¬
sında kendini kaybetmedi, başı dön¬
medi. Bütün bunlardan sonuç çıkar¬
tan, bütün bunları doğru anlayan,
anlam veren ve bunlan örgüte dönüş¬
türme gücünün, iradesinin, olgunlu¬
ğunu gösteren bir birey ve toplum or¬
taya çıkü. Kürt insanı, emekçisi, ka¬
dını özellikle bu süreçte gelişti, olgun¬
laştı. Bilinç ve davranış olarak özgür
ve demokratik yaşamı anlama, örgüt¬
leme ve yaratma gücü kazandı. Bu
büyük bir gelişmedir. Değişiklikler bu
anlamda bütün alanlarda vardır.
Tüm bunlar çok önemli inceleme ko¬
nulandır. Örneğin, komplo ve komp¬
lodan bu yana geçen süreç Kürt insa-
nm ruhunda, duygusunda ne tür de¬
ğişiklikler yarattı? Kürt kadımmn
duygu ve ruhunda nasıl değişiklikler
yaptı? Bunlar irdelenmesi gereken
çok önemli hususlardır.
Komploya kaşı mücadele günü¬
müze kadar geldi. Uluslararası
komplo artık ölmüş diyoruz. Gerçek¬
ten de 29 Mart referandumu ulus-
lararsı komplonun ölümünün ilanı¬
dır; gömülmesi gerekiyor. Artık kim¬
se onu yaşatamaz, diriltemez. Dolayı¬
sıyla kimse PKK’yi yok edemez. PKK’-
yi yok edeceğim diye çalışanlar boş
hayal ediyorlar. Aslında kimsenin
bunu yapmaya gücü kalmadı. Türki¬
ye’yi yöneten çok şoven, dar bir elit
var. Bu gerçeklikleri bunların havsa¬
lası almıyor ve anlamıyor. Daha doğ¬
rusu suçlu olma durumu eski zihni¬
yetten kopmasına engel oluyor. PKK
var olursa acaba biz mi yok oluruz
kaygısıyla diretiyor. Çok umudu yok,
kendisine güveni yok, ama yok olsun
diye diretiyor. Yoksa dışta ve içte hiç¬
bir güç PKK yok olur diye düşünmü-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
yor, böyle bir beklentileri kalmamış¬
tır. Dış güçler, PKK’nin artık bir de¬
mokratik uzlaşmayla toplum yaşamı¬
nın bir parsçı haline gelmesini, Kürt
toplumunun bu temelde yaşar bir
düzey kazanmasını istiyorlar. Bunun
yarattığı sonuçlar irdelenmeli.
Kürt insanının kendisine güveni
iradesi ve bilinci gelişti * \
Uluslararası komplo, o orakıda
yaşananlar insanın ruhunda, duygu¬
sunda ne değişiklikler yaptı, incelen¬
meli. Bir de şu an ulaşılan düzey ne
değişiklik yaptı? Kürt insanmm, kadı-
nmm duygusunda, ruhu, bilincinde
ne tür etkiler yapıyor; davramşlarmda
ne tür etkiler yapıyor? Toplumsal ha¬
reketlilikte ne tür etkiler yapmış, hep¬
si incelenmeye değer konular. Şunu
söyleyebiliriz: Kürt kadım ve insam-
nm kendisine güveni arttı. Zorlukları
yenme iradesi ve bilinci gelişti. Örgüt¬
lenme ve bir olma bilinci gelişti. Cesa¬
ret ve fedakârlığı en üst düzeye çıkı.
En zor koşullarda her türlü felaket
karşısında çaba harcarsa kendi gü¬
cüyle özgür ve demokratik yaşamı ya¬
ratabileceğine dair kendine güveni,
iddiası, iradesi oluştu. Bundan daha
büyük bir gelişme olamaz. Bunlan
kazanan bir toplum elbette ki artık
yok edilemez, imha edilemez. Onu in¬
kâr etmeye çalışmak, kendini yok et¬
mekten başka bir sonuç vermez. As¬
lında onu göremiyorlar. Veya görüyor¬
lar da onu kabul edemiyorlar.
Kürt toplumunda kesinlikle bu de¬
ğişiklik var. Bunun yanında diğer ka-
zanımlan burada kapsamlıca belirt¬
meye gerek yok. Komplo Önder
Apo’nun imhasını, PKK’nin tasflyesi-
ni öngörüyordu. Şimdi en büyük PKK
karşıtları bile itiraf ediyorlar ki PKK
tarihinin en güçlü dönemindedir. Ör¬
gütlülüğünü daha etkin sürdürüyor.
Eskiden sadece PKK örgütü vardı,
gerilla vardı, şimdi bunlarm yamnda
geniş bir halk örgütlülüğü var. De¬
mokratik halk örgütlülüğü sadece
Kuzey’de de değil, Kürdistan’m bü¬
tün parçalarında var. Halk ulusal bi¬
linci, dili, kültürü geliştiriyor, de¬
mokratik yaşamı örgütlülüğü gelişti-
Ekim 2009 | serxwebûn
29
riyor. Demokratik ulusal gelişme ya¬
şandı ve bir toplumsal ruh oluştu.
Tasada ve kıvançta bir olan ve bunu
büyük bir cesaret ve fedakârlıkla ya¬
pan, bunu kapitalist ya da devletçi
düzenin bireyci, bencil yaklaşımları¬
nı aşarak büyük bir demokratik pay-
laşımcılık içerisinde yapan, yürüten
bir toplum ortaya çıktı. Kürt toplu-
munun demokratikleşmesi, özgürlü¬
ğü öyle Avrupa’da gerçekleşen de¬
mokratikleşme gibi değildir. Bireyle¬
rin kendini kurtarmasına dayanmı¬
yor. Büyük bir toplumsal dayanış¬
maya dayanıyor, komünalizme daya¬
nıyor, farklılıkları gören bir eşitlik te¬
melinde özgürleşmeye dayanıyor. Bu
çok çok önemlidir. Yani ortak duyan,
anlayan, ortak çalışan, yaşayan bir
toplum oluşuyor. Bu önemli bir geliş¬
me düzeyi kazanmış durumdadır.
Zaten bu gelişme Kürt sorununun
çözümünü bütün iç ve dış siyasete
dayatarak olmazsa olmaz haline ge¬
tirmiştir. Bu tarihsel bir gelişmedir.
Önderliğin tecridi tüm Kürtler için bir
tecrit işkence ve baskı anlamına geliyor
Kürtler bireysel düzeyde de top¬
lumsal düzeyde de en büyük gelişme¬
yi, yenilenmeyi ruhsal, duygusal, bi¬
linç olarak ve bir de pratik gelişmeyi
uluslararası komploya karşı mücade¬
le içinde yaşadı. Tabii öncesi vardı.
1990’lı yıllann, 1980’li yıllann halk
direnişi, gerilla direnişi, zindan dire¬
nişi vardı. Bütün bunlar PKK öncülü¬
ğünde oldu. Bunlar Önder Apo’nun
geliştirdiği bilinç ve eylemdir. Gerçek¬
ten de bu husus artık değerlendirme¬
den de öteye, biraz vicdani bir konu
haline de geliyor. En son Önder Apo
“değil 11 yıl, 11 gün binleri burada
kalırsa kafalarını duvara çarpar, par¬
çalar, kendilerini yok ederler” dedi.
Eğer yüce, büyük amaçlar olmazsa
böyle bir ortama kesinlikle dayamla-
maz, direnilemez, sabredilemez, diye¬
rek kendisinin bu temelde sabrettiği¬
ni söyledi. Şimdi artık dayanılacak bir
durum değil dedi. Bu elbette sadece
fiziki bir durum değil, ideolojik-siyasi
bir durumdur. Elbette bir kişiye özgü
bir durum da değildir. Önder Apo’nun
“Beytüşşebap’ta yapılanlar
biliniyor. Vuruyor, eziyorlar.
Çeşitli kentlerde linç
ediyorlar. Bunların hepsi
gözdağ;ıdır, ezme, sindirme
hareketidir. Baskıyla bir
şeyleri kabul ettirmek ve
bunu herkese örnek yapmak
istiyorlar. Bütün toplumu
bununla sindirmeye çalışmak
faşistçe bir tutumdur”
11 yıl böyle bir konumda tutulması,
kırk milyonluk Kürt toplumu için bü¬
yük bir işkence, tecrit, baskı ve imha¬
ya alınma oluyor, hakaret oluyor.
Herkes bunu böyle hissediyor. Sade¬
ce Kuzey’de, Güneybatı’da değil, Do-
ğu’da ve Güney’de de bu duygular ge¬
lişiyor. Bu İmralı sistemini yaratan
güçler Kültleri korkuturuz, sindiririz
sanıyorlardı. Bundan etkilenen in-
sanlan daraltırız diye düşünüyorlar¬
dı. Ama şu çıktı ortaya: Artık insanlar
anlam veriyor ve karşı çıkıyorlar.
Şimdi bu tutum en geniş düzeye ulaş¬
mıştır. PKK’ye destek vermeyenler bi¬
le Önder Apo’nun mevcut koşullarda
tutulmasına karşı çıkıyorlar. En iş¬
birlikçi Kürt bile, düşündüğünde yü¬
reğinde bunu kmıyordur. Eğer öyle
değilse zaten o canlı olamaz, insan
olamaz. Bu bakımdan bu duruma
son verilmesi gerekiyor. Başka türlü
bu durum süremez. Sorun sadece
sağlık sorunu değil tabii. Sorun psi¬
kolojik sorundur, zihinsel, duygusal
sorundur. Hem Önder Apo’yu hem
bütün toplumu yıpratıyor; çok fazla
yıpratıyor. Ağır acılara yöneltiyor.
Bunu yapanlarla devam ettirenler
niye yapıyorlar, biz onu da düşünüyo¬
ruz, anlamaya çalışıyoruz. Anlaşılmaz
değildir. Şöyle yaparız, baskı altmda
tutarız, psikolojisini bozarız, duygula-
nnı bozarız, direncini kırarız diye dü¬
şünüyorlar. Hakaret altında tutarız,
direnme gücünü, dolayısıyla insani
özelliğini yok ederiz hesabı yapıyorlar.
Önder Apo üzerinde bu uygulanıyor.
Bu, bütün Kürt insanlanna ve toplu-
muna da aynı şekilde dayatılıyor. Ön¬
der Apo’nun durumu mücadele et¬
mek isteyen herkese bir tehdit olarak
gösteriliyor. B akın mücadele ederse¬
niz başmıza bunu getiririz diyorlar.
Baskılar insanları daha fazla
Önder Apo gerçeğine bağlıyor f'
Beytüşşebap’ta yapılanlar bilini¬
yor. Vuruyor, eziyorlar. Çeşitli kent¬
lerde linç ediyorlar. Bunların hepsi
göz dağıdır, ezme, sindirme hareketi¬
dir. Bililerine baskıyla bir şeyleri ka¬
bul ettirmek ve bunu herkese örnek
yapmak istiyorlar. Bütün topluma
yapılanları bir örnek gibi göstermek
ve bununla toplumu sindirmeye ça¬
lışmak çok faşistçe bir tutumdur.
Yani bunu tarihte hiçbir düşman
düşmanma yapmamıştır. Ama mev¬
cut devlet Önder Apo’ya ve onun şah-
smda bütün Kürt b a lkına yapıyor.
Ondan sonra da, bu insanlar ne bu¬
luyorlar, neden vazgeçmiyorlar Ön¬
der Apo’dan diyorlar. Niye vazgeçsin¬
ler? Anlamıyor bunu. Demek ki mad¬
di baskı ve işkencenin gücüne o ka¬
dar çok inanmışlar. Hâlbuki sen
Kültlere her türlü hakareti Önder
Apo şahsında yapıyorsun. Bu insan¬
ları daha çok bilinçlendiriyor, insan-
lan daha fazla Önder Apo gerçeğine
bağlıyor. Önder Apo orada kişisel çı¬
karları için yürüttüğü mücadelenin
sonucunda bulunmuyor ki! Orada ki¬
şisel bir davayı yürütmüyor ki! Her¬
kes görüyor, herkes anlıyor bunu. Bu
bakımdan bununla toplum korkutu-
lamaz, ürkütülemez, sindirilemez.
Direnişten vazgeçirilemez. PKK ile
Kürt insanı, Kürt toplumu bu duru¬
mu çoktan kırdı. On beş bin, yirmi
bin şehidi var. Bunlar büyük cesaret
veriyor; intikam ruhu veriyor; irade
kazandırıyor. Herkes bunu bilmeli. O
nedenle eski politikalar başan getir¬
mez. Tersine daha fazla Kürtleri bir¬
leştirir. Nitekim daha fazla eğitiyor,
etkiliyor, mücadele gelişiyor. Kimse¬
nin bundan kuşkusu olmasm.
Biz bu yöntemle mücadele gelişsin
istemiyoruz. Bu, insani bir yöntem
değil, demokratik bir yöntem değil.
30 -
Bununla kazanalım istemiyoruz.
Bundan vazgeçilmesi lazım. Bu du¬
rumun sona erdirilmesi gereklidir.
Şimdi bunun yarattığı eiddi psikolo¬
jik sorunlar var. Önder Apo’nun sağ¬
lık durumunu öneelikli olarak böyle
ele almalı. Toplumda yarattığı psiko¬
lojik durum var. Kürt geneinde, kadı¬
nında, insanında açtığı derin yaralar
var. Duygusunda, psikolojisinde ya¬
rattıkları var. Bunu toplum çeşitli bi¬
çimlerde dışa da vuruyor zaten. Di¬
yorlar ki Kürt gençleri sağı solu yakı¬
yor, yıkıyor. Peki, bu ortamdan daha
başka ne bekliyorsun? Çok daha faz¬
lasını da yaparlar. Bilime inanıyoruz
diyorlarsa bu durumları ineelesinler.
O zaman Kürt gençlerinin psikolojisi¬
ni, manevi dünyasını, kendi yapükla-
n baskmm ve Önder Apo şahsmda
Kürt toplumuna yapılan hakaretin
insanlarda ne tür etkilenmelere yol
açtığım öğrenebilirler. Buna kendile¬
rinin yol açtığım görürler.
Önder Apo’nun sağlık durumu için
her türlü mücadele yürütülmeli
Fiziki olarak da dayanılmayaeak
bir baskı uygulanıyor. Son notlarda
Önder Apo buna ilişkin daha çok
vurgu yapıyor. Kürt Özgürlük Hare¬
keti 2007 Mart başında bir kronik ze¬
hirlenme durumunu açıkladı. Ulus¬
lararası kurumlar gitti ineeleme yap¬
tılar, bu onaylandı. Tedavi gerektiği
yönünde bilgiler çıktı, reçeteler oluş¬
tu. Fakat bunlarm gerektirdiği bir te¬
davi olmadı. Tedavi ediyoruz diye ba¬
zı doktorlar gönderildi, ama onlar
gerçekten de ortaya çıkan sağlık so-
runlannı gidereeek düzeyde değiller¬
di. Uluslararası kurumlarm tedavi et¬
me önerileri kabul edilmedi. Geçti mi
kronik zehirleme? Deşifre edildi, önü
alındı, ama yarattığı hastalıklar teda¬
vi edildi mi? Edilmedi tabii. Zaman
geçtikçe Önder Apo hep rahatsızlıkla¬
rım var diyor. Bu zehirleme sonueun-
da doğan rahatsızlıklar var. İmralı or¬
tamı, o deniz ortamı Önder Apo’nun
fiziki durumuna uygun değil. Sinüzit
hastalığı var, en kuru havada olması
gerekiyor. Oysa 11 yıldır en nemli or¬
tamda kalmaya zorlanmıştır. Bu bile
SERXWEBÛN I Ekim 2009
başlı başma bir zehirleme olayı, yıp¬
ratma, hastalık üretme durumudur.
Başlı başma bir saldmyı ifade ediyor.
Bilinçli seçilmiştir. Öyle güvenlik fi¬
lan deniliyor, güvenlik sadeee deniz¬
de sağlanır diye bir şey yok ki! Bir te¬
penin başmda da sağlanır. O kadar
askeri bir tepenin başma koysan
dünyanın hiçbir ordusu oraya yakla-
şamaz. Bir kalede de güvenlik sağla¬
nır. Yok mudur böyle yerler, tonlarea
var. Fakat öyle anlaşılıyor ki denizin,
nemli ortamın sağlık durumuna uy¬
gun olmadığı tespit edilmiş ve bilinçli
olarak seçilmiştir. Yeter artık! Bu du¬
ruma son verilmesi lazım. Öyle bir or¬
tamda oldukça Önder Apo’nun sağlık
durumu düzelmez. Hiçbir tedavi so¬
nuç vermez. Biz çok iyi biliyoruz, ta¬
nıyoruz. Öyle ezbere konuşmuyoruz.
O nedenle sağlık durumu eiddidir.
Halk bu konuda duyarlı olmalı. Ke¬
sinlikle Önder Apo’nun sağlık duru¬
mu için her türlü müeadele yürütül¬
meli. Bu gerekiyor. Demokratik çev¬
reler, uluslararası kurumlar, insani
kurumlar, İmralı’dan sorumlu olan
herkes duyarlı olmalıdır.
Önder Apo şunu söyledi: “Benim
burada ölümüm öldürmedir. Katle¬
diliyorum. Bunu herkes biliyor. ” Za¬
ten Önder Apo söylemese de
Kürtlerin hepsi bunu böyle kabul
ediyor. Dolayısıyla bu durum siste¬
min başma bela olaeak sonuçlar ve¬
rebilir. Uyarmak istemiyoruz tabii,
çünkü bilinen bir durumdur. Türki¬
ye yönetimini de, İmralı’dan sorumlu
olan Avrupa’yı da Amerika’yı da
Kürtleri ilelebet kendinize düşman
etmeyin diyoruz. İmralı böyle sürer¬
se sonuç oraya gider. Kürt düşman¬
lığını kazanmak herkese zarar verir.
Denebilir ki belki biz de Kürtleri böy¬
le yok ederiz. Olabilir, zarar görürler,
ama siz de zarar görürsünüz. Dolayı¬
sıyla siz de zarar görmeyin, Kürt top¬
lumu da aeı çekmesin, zarar görme¬
sin. Bu b a kımdan Önder Apo’nun
sağlık durumunun düzeltileeeği bir
süreein hızla geliştirilmesine ihtiyaç
vardır. İmralı’yı tanıyoruz. Sağlığı bi¬
linçli biçiminde bozuldu ve tedavisi
de yapılmadı. Artık buna son veril¬
mesi lazımdır. Avukatlarm bu yönlü
baş vurulan var, ama şimdiye kadar
olumlu bir eevap verilmemiştir. Ön¬
der Apo’nun durumu her b a kımdan
düzeltilmeden, normalleştirilmeden
Kürt sorununun çözümü, Türkiye’¬
nin demokratikleşmesi sağlanamaz.
Uluslararası komplonun nedenlerini
bulup gidermek gerekiyor ^
Önder Apo’nun yarattığı de&iklil^
leri çok fazla izah etmeye gere^mk,
zaten kitaplarda vardı. Büyük bir ye¬
nilenme, değişim yaşadı Önderlik ger¬
çeği. Üçüneü Önderliksel doğuş ger¬
çekleşti. Daha ilk süreçte bize şunu
söyledi Önder Apo, kendimizi yenile¬
memiz, yeniden yaratmamız gereki¬
yor. Tepeden tırnağa yenilemeliyiz
kendimizi. Niye? Çünkü uluslararası
komployla karşılaştık. Bu başlı başı¬
na bir özeleştiri gerektiriyor. Kendini
yenilemek demek, sorgulamak ve
olumsuzluklarm nedenlerini bulup
gidermek demektir. En büyük olum¬
suzluk uluslararası komploydu.
Uluslararası komplonun nedenlerini
bulup gidermek gerekiyor. Yenilenme
onun için gereklidir. Önderlik gerçeği,
değişim ve yenilenmeyi bu temelde ele
aldı. Çok köklü, derinlikli ele aldı. Her
şeyi sorguladı. Hiçbir konu için aman
dokunulmaz, aman tabudur demedi.
Böyleee büyük bir zihniyet değişimi,
zihniyet devrimi gerçekleştirdi. Bir ye¬
ni ideolojik doğuş gerçekleşti; 3. Ön¬
derliksel doğuş! Yeni bir çizgi oluştu.
Bunlann uzun uzun anlatılmasma
gerek yok. Bir Halkı Savunmak ve De¬
mokratik Uygarlık Manifestosu kitap¬
ları bunlan veriyor. Çok kıt olanak¬
larla da olsa düşüneede yaşadığı de¬
ğişiklikleri teorik olarak ifade etti, ya¬
zıya kavuşturdu. Tabi imkân verilmi¬
yor, fırsat verilmiyor, yapılan azdır,
ama yine de işin özünü veriyor. Felse¬
fi olarak gelişmeyi, ideolojik ilkelerde
değişimi bir bütün olarak zihniyette
gelişme ve değişimi yaşadı. Paradig¬
ma değişimi gerçekleştirdi. Sosya¬
lizmde, devletçi paradigmayı aşarak
demokratik sosyalizm çizgisini ortaya
çıkardı. Demokratik paradigmayı ge¬
liştirdi. Bütün özgürlük ve demokrasi
müeadeleleri için yepyeni bir prog-
Ekim 2009 | serxwebûn
31
ram, strateji, taktik, örgüt biçimi or¬
taya çıkardı. Böylece insanlığın beş-
alü bin yıldır devletçi hiyerarşik siste¬
me karşı yürüttüğü demokrasi müca¬
delesini, en son yüz elli yıldır sosya¬
lizm adı altında yürütülen bu özgür¬
lük ve demokrasi mücadelesini yeni
bir program, strateji ve taktik teme¬
linde, ama mutlaka başarıyı öngöre¬
cek çerçevede ortaya koydu. Böylece
özgürlük ve demokrasi hareketlerinde
her bakımdan köklü bir yenilenme or¬
taya çıkardı. Geçmişi bu temelde de¬
ğerlendirdi. Hataları eleştirdi, aşılan-
lan belirledi. Yeni olması gerekenleri
yarattı ve yerli yerine koydu, bütün
bunlan bir de sisteme kavuşturdu.
Bütün bunlar çok önemlidir.
Banş olacaksa bunun öncüsü
ve anahtan Önder Apo’dur
Böylece sadece Kürt b a lkı ve in-
sanlan için değil, bütün ezilenler için,
bütün halklar için, emekçiler için, ka¬
dınlar için özellikle özgür ve demokra¬
tik yaşamm yolunu gösteren bir zih¬
niyet durumu, bir ideolojik çizgi, ilke¬
ler düzeyinde bir siyasi program, yine
bir strateji-taktik örgüt tarzı oluştur¬
du. Bütün bunlar kapsamlı bir biçim¬
de savunmalarda ortaya konulmuş¬
tur. Böylece yeni bir önderliksel do¬
ğuş gerçekleşti. Bunu Üçüncü Önder¬
liksel Doğuş olarak tammladı. Bir ye¬
ni çizgi oluştu. Bu önderliksel düzey
evrenseldir. Bir önemi de budur. Da¬
ha önceki süreçlerde evrensel olanlar
başkaydı. Önder Apo gerçeği evrensel
olanı Kürdistan’a taşıyandı. Bu ulusal
düzeydi. Üçüncü Önderliksel Doğuş
evrenseldir. Hem Kürdistan’daki öz¬
gürlük ve demokrasi çizgisindeki de¬
ğişimi öngörüyor hem de ona dayana¬
rak bütün ezilenler, kadınlar ve halk¬
lar için özgürlük ve demokrasi çizgisi¬
ni ortaya koyuyor. Böyle bir evrensel
önderliksel düzeyi ifade ediyor.
Tartışılan bir konu budur. Söyle¬
necek söz de çoktur. Fakat söz söyle¬
mek iyi, güzel, ama doğru da, gerçek¬
leşme ne kadar olacak? İnsan onu
düşünüyor. Gerçekleşmeyecek sözler
söylemek de çok anlamlı olmuyor. O
bakımdan gerçekten de artık sorun
gelip bu noktaya dayanmış durumda-
du. Geçen 3-4 aylık süre içerisinde bu
konularda da önemli gelişmeler oldu.
Önderlik çözümleyici gücünü ortaya
koydu. Türkiye demokratikleşmesinin
anahtan olduğunu gösterdi. Türkiye
banşmm anahtan olduğunu ortaya
koydu. Gerçekten de Türkiye toplu-
munda banş olacaksa, Kürt-Türk ba-
nşı olacaksa bunun öncüsü, anahta-
n Önder Apo’dur. Önder Apo’suz bu
banş hiçbir zaman olmayacaktir; bu¬
nu herkes bilmeli. Son dönemlerdeki
tartışmalarla bunu görenlerin, anla¬
yanların sayısı daha çok arttı. Kürt
sorununun çözümünün bütün bu ko¬
nularda anahtar olduğu, banşm da
Türkiye demokratikleşmesinin de an¬
cak Kürt sorununun çözümüyle ger¬
çekleşebileceği, Kürt sorununun çö¬
zümünün de Önder Apo ile gerçekle¬
şebileceği artık çok geniş çevreler ta-
rafmdan kabul görüyor. Asimda bas¬
kısız bir ortam sağlansa Türkiye top-
lumunun yüzde 70-80’e böyle bir
düşünce ortaya koyar. Nitekim bazı¬
ları bunu açıktan söylüyor, bazılar
söyleyemiyor, ama içinden bunu yaşı¬
yor. Bu kesindir. Yönetim içindeki
birçok çevrede de bu var asimda. Fa¬
kat bazı kendinden korkan, böyle çok
kemikleşmiş gerici zihniyetli insanlar
var, devleti elde tutuyor, bu gelişmeyi
engelliyorlar. Değişimin önünü alıyor¬
lar. Henüz bunlar hâkim dürümda¬
lar. Fakat geçen altı aylık süre içeri¬
sinde 29 Mart yerel seçimleri ardın¬
dan tek taraflı çaüşmasızlık süreci te¬
melinde yaşanan gelişmelerle bu geri¬
ci çevreler iyice daraldılar.
Önder Apo’nun rolünü oynaması için
koşullarmın hızla değişmesi gerekir
Kürt sorununun demokratik çözü¬
mü temelinde Türkiye’nin banşa ve
demokrasiye kavuşması fikri çok geliş¬
ti ve bunun da Önder Apo tarafmdan
gerçekleştirildiği artık çok daha geniş
çevreler tarafmdan kabul gördüğü bili¬
niyor. Önder Apo yol haritasmı da ha¬
zırladı, sundu. Çözümden, banştan ve
demokrasiden yana olduğunu ve bu
konuda ne kadar tutarlı, özverili bir
çaba içinde olduğunu gösterdi. Sorun
sadece Önder Apo’nun sorunu değil,
Kürt toplumunun sorunu, Türkiye
toplumunun sorunu, insanlığın soru¬
nudur. Önder Apo’nun durumu tüm
bunlara hizmet durumunu ifade edi¬
yor. Şimdi bütün bunlann olabilmesi
için “çabşahiîmem gerekiyor” diyor.
Özelikle yol haritası çerçevesinde yü¬
rütülen tartışmalar sonucunda bu
gerçeklik ortaya çıkmıştır. Kürtler za¬
ten istiyorlar bu durumu. Türkiye
medyasından, aydmlanndan yoğun
bir beklenti oluştu, hatta gidip görüş¬
mek isteyenler çıktı. Yol haritası çahş-
malan sürecinde hükümet tarafmdan
da öyle bir engelleyicilik olmadı. Du¬
rup dururken öyle bir yol haritası orta¬
ya çıkmadı. Bunu herkes biliyor. De¬
mek ki bir beklenti vardı. Şimdi eğer
gerçekten bütün bunlar varsa ve bu
konuda rol oynanacaksa Önder
32 -
Apo’nun koşullarının bu çabayı gös¬
termesine uygun hale getirilmelidir.
Nitekim Önder Apo da “madem ben¬
den h iz met isteniliyor, h iz met edebil¬
mem için hizmet etme koşuUanmm ol¬
ması gerekiyor” dedi. Mevcut koşullar¬
da bu rolünü oynayamaz. O kadar
baskı ve işkence altmda tut, hala mek¬
tupları çizerek ver, gazete verme, bası-
m engelle, tedavi etme, ondan sonra
da haftada bir saat avukatlann görüş¬
mesine izin vererek bütün bu sürecin
yönlendirmesini iste; bu mümkün
mü? Devletin tutumu bu oluyor.
Önder Apo’nun koşullarında düzelme
olmazsa çözümün önünü açılamaz
Önder Apo’nun rolünü oynaması
için koşullann h ız la değişmesi gere¬
kir. Cebine pasaport koyun dünyanm
her tarafım dolaşsm denilmiyor, ama
Türkiye içinde kalabilir, çalışabileceği,
insanlarla, örgütüyle, çeşitli çevrelerle
ilişki kurabileceği, gelişmeleri izleyebi¬
leceği, sağlıklı yaşayabileceği, barış ve
demokratik siyasi mücadeleye hizmet
edebileceği bir ortam sağlanabilir. Bu
çerçevede bir güvenliği olmalıdır. Bu
nerede olur, yöntemi ne olur, bunları
insan sağlayabilir. En az ından bu ke¬
sinlikle olmalıdır. Bunun gerisindeki
şeyler kabul edilir değildir. İmrah’ya
bu bina biraz eskimiş, yeni bir bina
yaptık, bak değişiklik yapıyoruz gibi
şeyler kandırmacadır. Gelinen süreçte
hiçbir şeye hizmet etmez. O tür şeyler
bir değişiklik değildir. Yaşam ve çalış¬
ma özgürlüğü açısmdan bir değişiklik
olmalıdır. Çok değişik ortamlarda ha¬
reket etmede belirli şuurlar olabilir,
ama onun dışmda herhangi bir sınu
olmamalı, mevcut smulama ve engel¬
lemeler kaldırılmalıdır. Birden bire bu
olmazsa da adım adım böyle bir düze¬
ye kısa sürede ulaşılabilir. Hemen
tam bir özgürlük durumu olsun demi¬
yoruz, ama adım adım banş ve de¬
mokratik siyasi çalışmalar yürütecek
yaşam ve çalışma ortamına sahip ol-
malıdu. Sağlıklı yaşayabilecek, tedavi
olabilecek koşullan olmalı, gelişmeleri
izleyebilmeli, ilişki kurabilmeli, rahat
çalışma yapabilmelidir. Görüşlerini,
çabalarını aktarabilmelidir. Böyle
olursa mevcut Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu demokratik açılım süreci
güçlü bir biçimde gelişir.
Yanlış tartışılan bazı şeylerin ciddi
biçimde eleştirilmesi gerekiyor. Sanki
Türkiye’nin demokratikleşmesi ya da
Tayyip Erdoğan’m söylediği cümleyle,
demokratikleşme sürecinin gerçek¬
leşmesi DTP milletvekillerinin mah¬
kemeye götürülüp götürülmemesine,
polis zoruyla mı olacak, olmayacak
mı konusuna kilitleniyor. Bunlar
yanlış şeylerdir. Asimda sorunlar öy¬
le değildir. Bunlar saptınlıyor. Sorun,
Önder Apo serbest çalışma koşullan-
na sahip olacak mı olmayacak mı?
DTP’nin çalışması da, PKK’nin çalış¬
ması da, Türkiye demokrasisinin ge¬
lişmesi de buna bağlı. Bu olursa bir
açılım olur; açılımın önü açılır. De¬
mokratikleşmenin önü açılır. Önder
Apo’nun koşullannda değişiklik ol¬
mazsa başka hiçbir şey demokratik¬
leşmenin önünü açmaz. Türkiye de¬
mokrasisini geliştirmez. Çünkü Kürt
sorununun çözümü yönünde bir
adım anlamına gelmez. Kürtler buna
inanmazlar. Nitekim inanmıyorlar.
Bu bir realite, herkes görsün. Başka
hiçbir tutum Kürt insanmı demokra¬
tik açılım olduğuna inandırmaz. İlk
adım. Önder Apo’nun koşullannda
değişiklik olursa Kürtler ancak ina¬
nırlar. Başka şeye inanmazlar. Anla¬
mak gerekiyor Kürt b a lkını. Eğer ger¬
çekten de tutarlı olunacaksa böyle bir
adım atmaktan korkulmaması gerek¬
tiği açıktır. Korkular yenilsin, darlık¬
lar aşılsın, düşmanlıklar giderilsin,
bu yönlü değişiklik yaşansın. Yöneti¬
ciler de bunu yapsınlar, toplum da
bunu yapsm. Bu olursa demokratik¬
leşmenin önü açılır.
Bunun olabilmesi için demokratik
güçlerin, Kürt b a l kın ın yoğun müca¬
dele etmesi gerekiyor. Önder Apo’nun
tedavisi. Önder Apo’nun koşullannm
düzeltilmesi, demokratik kitle eylemli¬
liğinin birinci talebidir. Operasyonlar
durmalıdır, yol haritası verilmelidir.
Önder Apo’nun sağlık sorunlanmn gi¬
derilmesi için tedavi edilmeli ve koşul¬
lan düzeltilmelidir. Kürt halkı bu te¬
melde mücadele etmeli, demokratik
güçler buna destek vermelidir.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
PKICyi içine alacak bir demokratik
açılım süreci gelişmek durumundadır
Eğer gerçekten AKP Türkiye siya¬
setinde yeni bir başlangıç yapmak is¬
tiyorsa bu temelde hareket etmelidir.
Bunun dışında yapılanlann bir yeni¬
liği olmaz. Birkaç söz söylemek hiçbir
şey değiştirmiyor. Tayyip Erdoğan’m
bugün söylediği sözleri 1990’larm
başında Süleyman Demirci de söylü¬
yordu, Turgut Özal da söylüyordu.
Bu sözlerin içi doldurulur ve eyleme
dönüştürülürse bir değeri olur, bir
kalıcılık kazanır. 12. yılında komplo¬
ya karşı mücadelede biz bu gelişme¬
lerin olmasını bekliyoruz. Gerçekten
de 11. yılda komplo öldü. Artık daha
fazla çürüme, yozlaşma, zehirleme
yaratmaması için bu ölmüş cesedin
yok edilmesi gerekiyor. 12. yılında
Komploya karşı mücadelede bu ya¬
pılmalıdır, yapılacaktır da.
PKK’nin imhası artık imkânsız
hale gelmiştir. Stratejik olarak bu
kanıtlandı. Dolayısıyla PKK’yi içine
alacak bir büyük demokratik açılım,
demokratikleşme süreci gelişmek
durumundadır. İşte komploya karşı
12. mücadele yılı bu tür gelişmelere
açık bir yıldır. Bunun kapıları açıl¬
mıştır. Halk olarak tüm emekçiler,
işçiler, kadmlar, tüm demokratik
çevreler olarak 12. yılda uluslarara¬
sı komploya karşı böyle bir yakla¬
şımla ve bu hedefler temelinde mü¬
cadele etmeliyiz. Biz inanıyoruz ar¬
tık süreç böyle bir süreçtir.
Bu temelde demokrasi mücadele¬
sini büyük bir istekle, örgütlülükle,
kararlılıkla geliştirdiğimiz taktirde
kesinlikle başarı ortaya çıkacaktır.
12. mücadele yılı, uluslararası
komplonun etkilerinin tümden gide¬
rilerek Kürt sorununun demokratik
çözümünün. Önder Apo’nun özgür¬
lüğünün ve Türkiye’nin demokratik¬
leşmesinin geliştiği, bu sürecin tu¬
tarlı bir biçimde önünün açıldığı bir
yıl olacaktır. İsteğimiz bunu gerçek¬
leştirmektir. Bütün kararlılığımızla
hareket ve halk olarak da böyle bir
sonucu elde etmek için mücadele
edeceğiz ve kazanacağız.
Ekim 2009 | serxwebûn
33
E)[
m:
“Düğüm, çözüm noktasına gelmiş bulunmaktadır. Böylesi bir süreçte barışçıl ve siyasi çözümün önünü açacak,
Türkiye'de değişimi başlatacak bir adımı attırabilirsek, bu, ABD'nin küresel sistem çıkarları temelinde Ortadoğu
çapında geliştirmek istediği projeyi bir yana iterek, gerçekten de halkların demokratik birliğini öngören bir sistemin
gelişmesine yol açacaktır. Çabalarımızın tümü aslında bu noktada adım attırmaya dönüktür. Dolayısıyla kritik,
önemli ve bassas bir süreçten geçmekteyiz. Sonuç alabilmek için oldukça duyarlı, dikkatli, ısrarlı
ve mücadeleci olmalıyız. Herkes kendi görev ve sorumluluğuna sabip çıkmalı, sağlam duruş göstermelidir”
Önderliğin 9 Ekim tarihli görüş¬
me notunda, siyasi sürecin ilerletil¬
mesi, var olan tıkanıklığın aşılması
ve müzakere sürecinin gelişmesi
amacıyla yapılmasını gerekli gördü¬
ğü ve öneri olarak sunduğu bazı hu¬
suslar üzerine; bu önerileri değer¬
lendirmek, ne anlama geldiğini daha
derinlikli anlamak ve nasıl pratikleş-
tirilebilinir konularını netleştirmek
amacıyla yönetim olarak çeşitli top¬
lantılar gerçekleştirdik. Biz bu top¬
lantılarda Önderliğin talep ve öneri¬
lerini öne aldık ve şimdi yönetim ola¬
rak esas gündemimiz de bunlardır.
Halen de bu yönlü pratik çalışmala¬
rımızı acil bir biçimde yürütüyoruz.
Önderlik bu görüşme notunda,
kendisine hücre cezasının verildiğini
ve bunun nedeni olarak da, kendisi¬
nin Türkiye yönetimini tehdit ettiği
gerekçesinin ileri sürüldüğünü be¬
lirtiyor. Yine Türkiye yönetimi içinde
bazı tartışmalann sürdüğünü, süre¬
cin karmaşık ve yoğun olduğunu, si¬
yasi sürecin tıkanmışlığmı ifade edi¬
yor. Mevcut Türkiye'deki durumu
bir tıkanma durumu olarak değer¬
lendiriyor ve bu tıkanmanm giderile-
bilme imkânları, fırsatları var mı,
nasıl ön açılabilir, süreç ilerletilebi-
lir, onu araştmyor. Bu çerçevede çe¬
şitli siyasi güçlerin durumunu da
değerlendiriyor. AKP’nin politikaları¬
nı, muhalefetin politikalarını, bizim
durumumuzu, yaptığımız açıklama-
lan da değerlendiriyor. En son ola¬
rak Cuma arkadaşın yaptığı açıkla¬
malar Önderliğe bilgi olarak verili¬
yor. Cuma arkadaşın, eğer demokra¬
tik süreç işlemezse, bu durum bir
savaşa doğru gider belirlemesi Ön¬
derliğe aktarılıyor. Önderlik, belirle¬
me doğru, fakat demokratik siyaset
yapılmak isteniyorsa, ön açıcı ol¬
mak, tıkanmayı gidermek gerekiyor
diyor. Bu konuda yaratıcı olunama-
masmı eleştiriyor. Bize dönük de,
genel Türkiye’deki siyasete dönük de
o yönlü eleştirisi vardı. Mevcut du¬
rumu yaratıcı olamama, dolayısıyla
siyaset üretememe olarak değerlen¬
diriyor. Bu noktada mümkünse tı¬
kanmanın önünü açacak, siyasi sü¬
reci işletecek, bir çatışma durumu¬
nu engelleyebilecek çerçevede hare¬
ket edilmesi gerektiğini belirtiyor ve
bu amaçla önerilerde bulunuyor.
Operasyonların önünü almak için
canlı kalkan oluşturulsun
Görüşme notunda Önderliğin iki
pratik önerisi vardı. Birinci öneri,
yerelde barış inisiyatifleri, barış
gruplarmm örgütlendirilmesi ve ha¬
rekete geçirilmesi yönünde. Eğer ge¬
nel bir barış durumu yaratılamıyor-
sa, o zaman parça parça yerelde ya¬
ratılmaya çalışılmalı, barıştan yana
olanlar en azıdan birleştirilmeli, do¬
layısıyla çatışma alanları daraltıl-
malı diyor. Geçmişteki canlı kalkan
girişimine benzer, fakat ondan biraz
daha farklı bir çalışma öneriyor. Her
Halk Savunma Merkezi
yerde gruplar olsun, operasyonların
önüne geçmeye çalışsınlar, taraflar¬
la görüşsünler, çatışmaya girmek
istemeyen, barıştan yana olmak is¬
teyen çevrelerle irtibatlansmlar di¬
yor. Bu çevreler devletin sivil yöne¬
timi olabilir, askeri yönetimleri ola¬
bilir, gerilla çevreleri olabilir. Dola¬
yısıyla çatışmak istemeyenlerin, ba¬
rıştan yana olanların çatışmazlığmı
yaratsınlar diyor. Bu girişim, ope¬
rasyonların önünü alma, durdur¬
ma, daraltma, kitleleri bu yönlü ha¬
rekete geçirme, kitlelerin eylemliliği¬
ni geliştirmeye dönük bir girişim ol¬
maktadır. Zaten biz buna benzer bir
hususu Eylül ayında yaptığımız Yü¬
rütme Konseyi Toplantısında tartış¬
mış ve operasyonları durdurma
amaçlı kitle hareketinin, serhıldan-
ların operasyonların yoğunlaştığı
yerlerde geliştirilmesi yönünde ka¬
rar almıştık. Önderliğin önerisi bu¬
nu biraz da örgütlemeye dönüktü.
İkinci öneri, Türkiye’ye barış grup¬
lan gönderilmesi yönündedir. Biri
Avrupa’dan, biri de Güney’den olmak
üzere iki yeni banş grubu örgütlenip
gönderilebilir diye öneriyordu. Ön¬
derlik, “gelecek olanların ellerinde so¬
mut programlan olur. Türkiye Mecli¬
sinde demokratikleşmeye, Kürt soru¬
nuna ilişkin görüşmeler olacak. Bazı
çevreler tartışıyorlar, siyasetin gün¬
demi budur. Bunları etkilemek üzere
Meclise gelmeye çalışan, kendi gö¬
rüşlerini, banş ve demokratikleşme
34 -
için taleplerini ortaya koyan, bu te¬
melde ilgili çevrelerle, partilerle, diğer
kurumlarla görüşmeler yaparak bu
tartışma sürecine yön vermeye çalı¬
şan bir tutum içinde olabilirler” di¬
yor. Bu yönlü talep ve girişimin, Tür¬
kiye Meclisinde açılım denen soru¬
nun, konunun tartışılmasından önce
gerçekleşmesini, böylece tartışmala¬
ra yön verilebileceğini belirtiyor. Yine
oluşacak grupta yer alacak kişilerin
buna uygun kişilerden oluşması ge¬
rektiğini belirtiyor. Bu grupta yurtse¬
ver çalışan kesimler ağırlıklı olabilir.
Bazı aileler olabilir, özellikle Max-
mur’dan gelirler ve partilere. Meclise,
milletvekillerine kendi taleplerini ifa¬
de edebilir, geri dönmenin koşulları¬
nı tarüşmaya koyabilirler. Örneğin,
gerçekten de güvende bir yaşam ola¬
cak mı, çocuklannı anadillerinde eği¬
tebilecekler mi, demokratik siyaset
yapabilecekler mi konulannı dile ge¬
tirirler. Eğer bunlar olmayacaksa ni¬
ye gelelim diyebilirler. Böylece bu tar¬
tışma sürecini etkileyebilirler. Dola¬
yısıyla seçilecek kişilerin tartışma sü¬
recini etkileyebilecek pozisyonda
olan, durumu, bilinç düzeyi buna uy¬
gun olan kesimlerden oluşabilir diye
belirtiyor. Yasal durumları hukuki
tartışma, mahkeme gerektirmeyecek¬
ler olursa iyi olur diyor.
Bilindiği gibi KCK Yürütme Konse¬
yi olarak Eylül aymda, son altı aylık
faaliyetlerin sonuçlarını değerlendi¬
ren bir toplantı gerçekleştirdik ve bu¬
nun sonuçlarım yazılı olarak hem
kamuoyuna, hem de örgüt yapımıza
sunduk. Bu toplantıda, hazırlıklı ol¬
mak, bu hazırlık çalışmalarmda her¬
hangi bir zayıflık oluşturmamak kay¬
bıyla, siyasi mücadeleyi derinleştir¬
menin yararlı olacağı sonucuna ulaş¬
mıştık. Önderliğimiz de bu görüşü
onaylayarak, bu doğrultuda sürece
ilişkin değerlendirmeler geliştirdi.
Bunlan burada tekrarlamayı gerekli
görmüyoruz. Bütün güçlerimizin ge¬
çen dönemde sürece dönük yapılan
yazılı değerlendirmeler temelinde tar¬
tışma ve belli bir yoğunlaşma sağla¬
maları gerektiğini düşünüyoruz.
Sürecin gelişimini engellemek isteyen
güçler var bunların aşılması gerekiyor
Gelişen yeni süreç ya da Önder
Apo’nun çağnsı temelinde barış grup-
lannm gönderilmesi ne anlama geli¬
yor? Önderlik böyle bir çağnyı niçin
yapıyor, neyi amaçlıyor, dolayısıyla
biz nasıl yaklaşmalıyız? Bu hususları
değerlendirmeye tabi tuttuk. Zamanı¬
mız dardı, aceleye de geldi. Bu bakım¬
dan diğer bütün çalışmalarımızı bir
yana bırakarak. Önderliğin belirlediği
bu gündem üzerinde bir çalışma yü¬
rüttük. Bu hazırlıklar devam ediyor.
Bu, önümüzdeki günler açısından
hem çalışmalanmızm ekseni oluyor,
hem de siyasi süreç üzerinde belli bir
etkide bulunacağa benziyor. Çünkü
şimdiden çeşitli kesimler bunu taıtışı-
yorlar. Belki öncesinden böyle bir pra¬
tik adım atılıp gündemleştirilseydi
SERXWEBÛN I Ekim 2009
tartışmalar daha iyi ilerleyebilirdi.
Önderlik bu konuyu da eleştirerek,
“madem demokratik siyaset yapmak
istiyorsunuz o zaman siyaset yapma¬
yı bileceksiniz, siyasette yaratıcı ola-
caksmız” şeklinde uyardı. Bu tür gö¬
rüşlerin, önerilerin geliştirilmemesini
de bir eksiklik olarak değerlendirdi.
Önderliğimiz böylesi bir eksikliği gi¬
dermeye çahşü. Büyük ihtimalle yol
haritasında da bu tür önerileri olmuş¬
tur. Fakat bazı çevreler onu engelle¬
meye çalıştılar. Atılan bu adım, geli¬
şen süreç ve banş gruplarmm çağrıl¬
ması nereden kaynaklandı? Bu ne an¬
lama geliyor ve muhtemel gelişmeler
neler olabilir? Bu hususlann değer¬
lendirilmesini ve tüm yapımıza kavra-
tılması gerektiğini düşünüyoruz.
Önderlik de son iki görüşme no¬
tunda bir tıkanmanın yaşandığım
belirtmişti. Peki, tıkanma nedir?
Türkiye yönetiminin şimdiye kadar
bildiği, geliştirdiği ve uyguladığı yol
ve yöntem artık işlemiyor. Türk dev¬
letinin PKK ve Kürt halkına karşı ge¬
liştirdiği mücadele yöntemleri yenil¬
giye uğramış, başarısız kalmıştır.
Dolayısıyla bu anlamda bir değişik¬
lik gereklidir. Bugün değişim yönün¬
de bazı tartışma ve arayışlar var.
Türk medyası açılım tartışmalarını
biraz da magazinleştirerek, şu açı¬
lım, bu açılım oldu, biçiminde ele
alıp sunuyor. Bazıları konuya ciddi
yaklaşıyor, ancak bazılarının ciddi¬
yeti gerçekten de zayıftır. Ama açılım
kavramının bu kadar çok tutması,
toplumda yer etmesi, Türkiye’nin
buna ne kadar büyük ihtiyacının ol¬
duğunu gösteriyor. Şimdi Türkiye’¬
nin mevcut durumda değişime ve
demokratik açılıma ihtiyacı var. Bu
kesindir. Çünkü şimdiye kadar dev¬
letin yürüttüğü politikalar, o politi¬
kaları hayata geçirmede kullandığı
tarz, yöntem artık başarı getirmiyor.
Bu anlamda devlet politik olarak tı¬
kanmış durumdadır.
Biz yönetim olarak 29 Mart yerel
seçimlerinden sonra, siyasetteki bu
tıkanıklığı aşma ve süreci ilerletme
yönünde 13 Nisan’da tek taraflı ça-
tışmasızlık sürecini geliştirdik. Bu¬
nun sürece önemli bir etkisi oldu.
Ekim 2009 | serxwebûn
35
Belli kazanımlar yarattı. Süreci da¬
ha da derinleştirmek ve çözüm yolu¬
nu açmak için Önder Apo yol harita¬
sı hazırladı. Bununla da helli bir ge¬
lişme oldu. Fakat istenen düzeye
ulaşmadı. Çünkü Türkiye’de süre¬
cin gelişimini engellemek, tıkatmak
isteyen güçler var. Bunların aşılma¬
sı gerekiyor. Bunları aşabilmek için
ne yapmak gerekli? Hareket olarak
üzerinde çalıştığımız temel husus
budur. Bunun için de, bir yandan
hem tıkanmaların önünü açmak
için rol oynamak, hem de mevcut
durumda caydırıcı rol oynayarak si¬
yasette ön açıcı olmak amacıyla as¬
keri hazırlıkları, savunma çalışma¬
larını güçlendirmeyi gerekli görüyo¬
ruz. Diğer yandan da süreci yönlen¬
direcek, sürece müdahale edecek
adımlar atmak gerekiyor. Gidecek
olan barış grubu. Önder Apo’nun
geliştirdiği ve mevcut sürecin önün¬
deki engelleri, tıkanıklığı aşmak için
yeni bir pratik müdahale oluyor.
Önder Apo yol haritasında çözümün
yolunu ortaya koydu
Aslında Önderliğin yol haritası da
sürece bir müdahaleydi. Yol harita¬
sını hazırlama nasıl gündeme geldi?
Cumhurbaşkanı “iyi şeyler olacak,
Kürt sorunu ağır bir sorundur; Tür¬
kiye’nin en önemli sorunudur, çöz¬
mek gerekir” dedi. Devletin en üst
düzeydeki yetkilisi Türkiye Cum¬
hurbaşkanı Kürt sorunundan ve çö¬
züm ihtiyacından söz edince. Önder
Apo, “o zaman çözümün yolunu,
yöntemini ben hazırlayacağım” dedi
ve yol haritasıyla “çözümün yolu-
yöntemi şudur" diye ortaya koydu.
Bu temelde geçtiğimiz yaz süreci
boyunca siyasi sürece, tartışmala¬
ra, karar düzeylerine müdahalede
bulunmuş ve yönlendirmiş oldu.
Sürecin daha fazla derinleşmesini,
tartışmaların gelişmesini sağladı.
Gerçekten de bütün kesimler bu sü¬
rece katıldı. İlk defa Kürt sorunu ve
Kürt gerçeği Türkiye toplumuna bu
biçimde yansıdı. Türkiye toplumu
ilk defa Kürt sorununu bu düzeyde
tartıştı, halen de tartışıyor.
Geçmiş süreçte özel savaş yöneti¬
mi Kürt sorununu hep ‘terör’ sorunu
olarak yansıtmıştı. Birçok insan
Kürt gerçeğini hiç bilmiyordu. Çö¬
züm diye bir şeyi düşünemiyorlardı
bile. Bildikleri tek nokta; terör olayı,
terörün önlenmesi, teröre karşı mü¬
cadeleydi. Çünkü devlet ve başta
basın olmak üzere, yaşamın bütün
alanlarmı denetliyor ve bu biçimde
yönlendiriyordu. Bunu geçtiğimiz
süreçte kapsamlı bir biçimde kırabil¬
dik. Özellikle 29 Mart yerel yönetim
sonuçlan ve o temelde siyasi müca¬
deleyi derinleştirme süreci bu duru¬
mu kırdı. Önder Apo’nun geliştirdiği
yol haritası tartışmaları bu durumu
kırdı, önemli gelişmeler yarattı. Bu
durum mücadele sürecine yeni ka-
zanımlann eklenmesini sağladı. Do¬
layısıyla Hareketimizin 13 Nisan’da
yaptığı açıklama, daha sonra basına
dönük geliştirilen açıklamalar ve
Önder Apo’nun yol haritası temelin¬
de sürece müdahalesi önemli ölçüde
gerçekleştirildi. Süreç, Hareketimi¬
zin inisiyatifinde yürütüldü. Bütün
eksikliğine ve darbğma rağmen bu
süreçte önemli bir tartışma oldu ve
belli bir süreyi kapsadı.
Öyle anlaşılıyor ki, bu ay içinde
Türkiye yönetimi temel bazı konular¬
da önemli kararlara gidecek. Kürt
sorununu Meclis gündemine alıp,
tartışmayı kararlaştırmışlar. Diğer
yandan, Türkiye yönetimi dış ilişki¬
lerde geçen yüzyılın politikasını de¬
ğiştiren adımlar atmaya yöneliyor.
Hatta iki yüzyılın politikasını, yani
19. ve 20. yüzyılda izlenmiş olan po¬
litikaları değiştirmeyi ön gören adım¬
lar atmaya çalışıyor. Şimdiye kadar
“Türkiye’nin dört tarafı düşmanla
çevrilmiş durumdadır” diyerek, şo¬
ven milliyetçilik temelinde herkese
düşmanlık besliyor, dostlan başka
yerlerde anyorlardı. Şimdi eski dost¬
ları düşman, eski düşmanlan dost
yapmaya çalışıyorlar. Ermenistan’la
ilişkiler kurmaya çalışıyorlar; proto¬
kol imzalıyorlar, smırlan aşmak isti¬
yorlar. Suriye ile smırlan neredeyse
ortadan kaldırdılar, İrak ile stratejik
anlaşmalar imzalıyorlar. Bütün bun¬
lar; çevreyle ilişkileri keserek, çevre¬
ye karşı düşmanlık besleyerek Avru¬
pa’yla birleşme politikasmda köklü
bir değişiklik arayışını ifade ediyor.
Türkiye şunu gördü; Avrupa’yla bir¬
leşeceksen veya Avrupa’da etkili ola¬
caksan Ortadoğu’da güç olacak, Or¬
tadoğu’ya açılacaksın. Bu tabii ki
önemli bir değişiklik yönelimidir.
Türkiye Kürt sorununu çözmeden i
komşu ülkelerle kalıcı açılım yapamaz
Peki, bu tür adımlar ne kadar ye¬
rini bulacak, ne kadar uygulanacak,
hayata nasıl geçecek? Türkiye devle¬
tinin şimdiye kadar izlediği politika
bir zihniyete dayanıyordu, yani ulus -
devletçi milliyetçiliğe, şovenizme,
komşu halklarla düşmanlığa dayanı¬
yordu. Bu zihniyeti Türkiye’ye kapi¬
talist dünya zihniyeti veriyordu. Ön¬
derlik “Türk milliyetçiliği dış kaynak¬
lıdır, dıştan besleniyor, emperyaliz¬
min çıkarlarına hizmet ediyor” dedi.
Şimdi mevcut politika değişikliğinin
olabilmesi için bu zihniyetin değiş¬
mesi gerekiyor. Ermenistan’la, Arap¬
larla ilişki kurmak, Ortadoğu’da güç
olmak, Ortadoğu’ya açılmak iyidir,
ama onu gerçekleştirebilmek için de;
bir, şimdiye kadar ki o şoven milliyet¬
çi zihniyeti ve politik yaklaşımları aş¬
mak gerekiyor. Ermeni düşmanlığı,
Araplara karşı şoven yaklaşım, Kürt
karşıtlığı ve inkarcılığı aşılmadan ve
bu zihniyet değişmeden bu gelişmele¬
ri sağlamak ve güç olmak mümkün
olmaz. İkinci olarak, Kürt sorununu
çözmek gerekiyor. Kürt sorunu çö¬
zülmeden Ermenistan’la sının nasıl
açıp işleteceksin. Suriye ile smın kal¬
dırırsın, ama Türk-Arap ilişkileri,
Kürt sorunu çözülmeden nasıl gelişe¬
cek? Irak’la stratejik ilişkiyi Kürt so¬
rununu çözmeden nasıl kuracaksın?
Ermenistan’dan Akdeniz’e kadar bü¬
tün sınır Kürdistan’ı bölüyor. Dolayı¬
sıyla hem uygulanabilmesi, hem de
doğal ilişki gereği bu politik adımla-
nn hayat bulabilmesi açısından Kürt
sorununun çözülmesi ve Kültlerden
destek almması gerekli. Yoksa Kürt
karşıtlığıyla, Kürtlerle çatışma halin¬
de Türkiye ne mevcut politik ilişkile¬
rini kalıcı kılabilir, ne de uygulayabi-
36 -
lir. Eğer Kürt-Türk çatışması sürer¬
se, bu anlaşmalar ve mevcut politik
yönelimler hayat bulmaz. Demek ki
Ortadoğu’ya açılabilmek, dış politika¬
da değişim yapabilmek için iç politi¬
kada da değişikliğe ihtiyaç var. Kom¬
şu halklarla dostluk ve işbirliği politi¬
kası ancak içte geniş bir demokrasiy¬
le hayat bulabilir. Bu bakımdan Ah¬
met Davutoğlu’nun gerçekleştirmek
istediği dış politika, Türkiye’nin de¬
mokratikleşmesi ve Kürt sorununu
çözmesiyle hayat bulabilir. Yoksa
şimdiye kadar ki ulus-devletçi zihni¬
yet ve politik yaklaşımla Ermenis¬
tan’la dostluk olmaz, Araplarla dost¬
luk olmaz, komşu devletlerle dostluk
olmaz. Onlarla ancak çelişki ve çatış¬
ma olur. Şimdiye kadar içinde olu¬
nan bu olmuştur. Eğer bu zihniyet
değişmez ve içte demokratikleşme ge¬
lişmezse, mevcut politik adımlar bir
şey sağlamaz. Bu bakımdan süreç
Türkiye’yi bazı değişiklikler yapmaya,
açılım gerçekleştirmeye zorluyor. Bu¬
nun gelişmesi de b iz im mücadelemi¬
zin zorlaması temelinde oldu.
Devletin topyekûn saldırı planı
boşa çıkarılmıştır
Hareket olarak 2006 Ekim başın¬
da 5. kez tek yanlı ateşkes sürecini
ilan ettik. Biliniyor ki, o ateşkes için
ABD başta olmak üzere Hareketimize
birçok çevreden çağrı yapıldı. Fakat
2007 başından itibaren durum ger¬
çekten değişti. ABD politikaları de¬
ğişti ve bundan cesaret alan Türki¬
ye’de politikalarını değiştirdi. “PKK
şiddetle yok edilebilir” umudu yeni¬
den gelişti. Türkiye yönetimi ABD’de-
ki politik değişimi görünce yeniden
umutlandı, kapsamlı bir imha ve tas¬
fiye planım topyekûn savaş konsepti
temelinde hazırlayıp uygulamaya ça¬
lıştı. Türkiye’nin askeri planı vardı ve
asimda bunu 2007 Aralık’mdan gü¬
nümüze kadar uygulamaya çalıştılar
da. Ama bu planlan ve umutlan Zap
operasyonunun yenilgisiyle kınidı.
Ardından ideolojik ve örgütsel alanda
Önderlik ve Hareketimiz üzerinde ge¬
liştirilen baskı ve saldın. Önderliğin
ve b a lkın direnişiyle kınidı. En son
SERXWEBÛN I Ekim 2009
“ABD'nin ihtiyaçları artık Kürdistan'a sıkıştırılmış bir politikayla
karşılanmıyor. ABD bunun aşılmasını ve bir çözüme kavuşturulmasını
istiyor. Buna karşılık Türkiye PKK sorununu dayatıyor ve bunun çözümü
için ABD'den ve diğer güçlerden destek talep ediyor. Dolayısıyla ABD ile
Türkiye politikalarında bir uzlaşmazlık yaşanıyor. İşte Türkiye'nin
mevcut tıkanması buradan ileri geliyor”
olarak, PKK’yi halktan kopuk maıji-
nal bir örgüt olarak göstermek ama¬
cıyla geliştirilen siyasi boyuttaki sal-
dınlar da 29 Mart yerel yönetim se¬
çimlerindeki referandumun DTP ta-
rafmdan kazamimasıyla kırıldı. Dola¬
yısıyla hem ideolojik, hem askeri ve
hem de siyasi alanda Hareketimize
karşı geliştirilen imha ve tasfiye
amaçlı saldınlann boşa çıkartılmış
olması, aslında Türkiye devlet yöneti¬
minin geliştirdiği topyekûn saldırı
planının boşa çıkması anlamma geli¬
yor. Bu politikalarm artık yürütüle-
meyeceği, PKK’nin inkâr, imha ve
şiddetle yok edilemeyeceği açıkça or¬
taya çıkıyor. Türkiye’nin “inkâr ve
şiddetle sonuç alınm” hesap ve
umutlannm tümden kınlmasım ifade
ediyor. Bütün bu saldınlan askeri,
ideolojik, siyasi boyutta kırmak Tür¬
kiye’ye değişimi dayattı.
Kürt sorununda ABD ile Türkiye'nin
politikaları uyuşmuyor
Diğer yandan ABD’nin Ortadoğu
politikalan da Türkiye’de bazı deği¬
şiklikler yapmayı gerektiriyor. Oba¬
ma yönetimi yeni bir politik planlama
geliştirdi, on aydır uygulamaya çalı¬
şıyorlar, ama çok fazla mesafe kat
edemediler. 2007-2008 yıllarında
ABD’nin Türkiye’yi şiddet politikası¬
na teşvik etmesi, PKK’yi ‘düşman’
ilan ederek, şiddetle yok etmeyi ön
görmesi, 2009’da yeni ABD yönetimi¬
nin geliştireceği Ortadoğu politikası¬
na zemin hazırlamak içindi. Bunun
planmı da Obama yönetimi hazırladı.
Afganistan-Pakistan hattında şiddeti
öngördüler. İrak, Kürdistan, Filistin
alanında şiddet unsurlarının azaltıl¬
masını, alt smıra çekilmesini, kuzey
hattında yeni ilişkilerin geliştirilmesi¬
ni öngördüler. Aslında bununla, bir
yandan Bush yönetiminin Ortado¬
ğu’da uyguladığı şiddet politikasmm
ortaya çıkardığı sonuçlan kalıcı siya¬
sete dönüştürmek, diğer yandansa
İran’a karşı bir kuşatma yaratmak
istiyorlardı. Türkiye yönetiminin bu¬
gün uygulamaya çalıştığı politikalar
AKP’nin marifetlerinden kaynaklan¬
mıyor. Aslında ABD’nin küresel sis¬
teminin ihtiyaçlarından kaynaklanı¬
yor. Mevcut politika değişiklikleri
Türkiye’deki zihniyetle, demokratik¬
leşmeyle oluşmuyor; tam tersine,
ABD’nin Ortadoğu politikalan doğ¬
rultusunda oluşuyor ve ABD’den
destek almak amacını güdüyor. Kü¬
resel sistem güçleri Türkiye-Eıme-
nistan-Azerbaycan-Orta Asya, yine
Türkiye-Irak-Kürdistan ve bir yan¬
dan da Afganistan-Pakistan hattını
kurmak istiyorlar. Bunu bir taraftan
savaşla, bir taraftan Tûrkiye-Suriye-
Irak ve bir taraftan da Türkiye-Eıme-
nistan-Azerbaycan ilişkilerini gelişti¬
rerek yapmak istiyorlar. Bunlann bir
İran kuşatması olduğu çok açıktır.
Türkiye hem Irak-Suriye alanında,
hem de Ermenistan-Azerbaycan hat¬
tında rol oynamaya çalışıyor.
ABD’nin, yani küresel sistemin Tür¬
kiye’ye biçtiği rol bu oluyor. Türki¬
ye’ye Ortadoğu’da rol oynatmak isti¬
yorlar. ABD artık Kûrdistan’da
PKK’yle çatışarak tüm eneıjisini bu¬
rada tüketen bir Türkiye’yi etkili gör¬
müyor. Türkiye’nin böylesi bir duru¬
şu Amerika’nın Ortadoğu’daki politik
ihtiyaçlarına, daha doğrusu küresel
sermaye sisteminin Ortadoğu’daki
politik ihtiyaçlarına yanıt vermiyor,
onu karşılamıyor. Onun için küresel
sistem Türkiye’den, Ortadoğu’da be¬
lirtilen politik hatlar doğrultusunda
aktif rol oynamasmı istiyor. Bunu oy-
Ekim 2009 | serxwebûn
37
nayabilmesi için de PKK’yle uğraşır
olmaktan çıkması lazım. ABD’nin ih¬
tiyaçları artık Kürdistan’a sıkıştırıl¬
mış bir politikayla karşılanmıyor.
ABD bunun aşılmasını ve bir çözüme
kavuşturulmasını istiyor. Buna kar¬
şılık Türkiye PKK sorununu dayatı¬
yor ve bunun çözümü için ABD’den
ve diğer güçlerden destek talep edi¬
yor. Dolayısıyla ABD ile Türkiye poli¬
tikalarında bir uzlaşmazlık yaşam-
yor. İşte Türkiye’nin mevcut tıkan¬
ması buradan ileri geliyor.
Açılım adı altında PKK'nin
tasfiyesi hedefleniyor
Değişim ve açılım dayatmalan, bu¬
nun arayışları birinci planda, Kürt
Özgürlük Hareketinin Kürt sorunu¬
nun çözümü ve Türkiye’nin demok¬
ratikleşmesi yönünde geliştirdiği da¬
yatmalardan; ikinci planda da,
ABD’nin bölgesel politik ihtiyaçların¬
dan kaynaklanıyor. Türkiye’deki yö¬
netimin açılım tartışmaları, politika
değiştirme çabalan bunlara bağlı ola¬
rak gelişiyor. Buna göre de bazı deği¬
şiklikler yapmak istiyorlar. Bu duru¬
ma karşılık verecek bir politik düzeyi
yakalamak istiyorlar. Dikkat edilirse
hem Türkiye’nin kendi politikalan
önünde, hem de ABD’nin bölgesel
politikalarının hayata geçirilmesi
önünde engel olan güç PKK’dir. Bun¬
dan dolayı da PKK’nin engel olmak¬
tan çıkartılmasını her zamankinden
daha fazla gündeme koymuş bulu¬
nuyorlar. Açılım derken, demokratik
açılım, hatta Kürt açılımı derken bile,
bu söylemlerinin hemen sonuna şu¬
nu ekliyorlar; “hedefimiz PKK’nin
tasfiyesidir” diyorlar. Aslında Türkiye
yönetimi kendisini, demokratikleş¬
meden, demokratik açılım sağlama¬
dan küresel sistemin, ABD’nin bölge¬
deki politik ihtiyaçlarına karşılık ve¬
rebilecek bir düzeye ulaştırmak isti¬
yor. Bunun için de PKK’nin gerçek¬
ten de tasfiyesi gerekiyor. Bu tasfiye¬
yi şiddetle gerçekleştirmek için şim¬
diye kadar çok değişik planlar hazır¬
layıp hayata geçirmeye çalıştı. Bu
planlara ABD’den, Avrupa’dan, İran’¬
dan, Suriye’den destekler aldı. Geç¬
miş süreçlerde bu güçler Türkiye’nin
imha ve tasfiye planlarına destek ver¬
diler. Fakat şimdi aym düzeyde des¬
tek vermiyorlar. Çünkü o yöntem ar¬
tık haşan getirmiyor. Türkiye’den,
başan kazanmamış yöntemleri tek-
rarlamasmı değil de, başan getirecek
yöntemler bulmasını istiyorlar.
İşte AKP hükümetinin geliştirme¬
ye çalıştığı yeni planlama bunu ifade
ediyor. Aslında bu, PKK’yi şimdiye
kadar ki yöntemlerin dışında farklı
yöntemlerle tasfiye etme, etkisizleş¬
tirme arayışıdır. Bu anlamda özel sa¬
vaşta yeni yol ve yöntem geliştiriyor,
özel savaşı derinleştiriyorlar. Bazı
değişiklikler yapmak istediklerinden
hiçbir kuşku duyulmamalıdır. Çün¬
kü Kürt sorununa yaklaşımda kaba
ret ve şiddet yöntemiyle sonuç alına¬
mayacağım gördüler. Artık aynı yön¬
temlerle sonuç alması da mümkün
değil. PKK ve Kürt halkı bu yöntem¬
leri boşa çıkartıyor. Artık Türkiye
toplumu aynı yöntemlere güç ve des¬
tek verecek durumda değil. Bir yan¬
dan da dış ortam; Avrupa, ABD, İran
aym düzeyde destek verecek durum¬
da değil. Türkiye’nin İran’la ilişkiler¬
de, Kürt karşıtlığı, Kürdistan’da PKK
çizgisinin gelişmesinin engellenmesi
konusundaki politikaları birbirine
yaklaşıyor ve ittifak yapıyorlar. Fakat
diğer yandan Türkiye, yukarıda ifade
ettiğimiz politikalar çerçevesinde,
ABD’nin İran’ı kuşatmasının Ortado¬
ğu’daki en önemli araçlarından bir
tanesidir. İran bunu görüyor. Bu an¬
lamda Türkiye-İran ilişkilerinin çok
ileri düzeyde olması mümkün değil.
Türkiye, ABD-Türkiye ittifakı teme¬
linde Irak’ta ve Ortadoğu bölgesinde
OsmanlI düzenine benzer bir sistem
oluşturmayı hedefliyor. Fakat İran’ın
da Ortadoğu üzerinde aynı biçimde
bir etkinlik oluşturma amacı vardır.
Dolayısıyla İrak sorununda, Filistin-
İsrail sorununa yaklaşımda Türkiye
ile İran arasmda ciddi farklılıklar
var. Dikkat edilirse, Türkiye hükü¬
meti Filistin sorununda İsrail’in üze¬
rine giderek, destek aldığı ilişkilerini
zora sokacak düzeyde İsrail ile çeliş¬
kiye girdi. Neden Filistin’e destek ve¬
rerek bunu yaptı? Çünkü Filistinlile¬
re destek vermek zorunda kalıyor.
İran’ı geriletebilmek için, Arap âle¬
minde itibar kazanabilmek, Araplara
dönük açılım politikalan uygulaya¬
bilmek için buna ihtiyaç var. Onu
yapmazsa, İsrail-Filistin çatışması
noktasında İran politikalannı aşacak
ve kendisinin etkili olacağı bir politik
düzey geliştiremeyecek. Yoksa Türki¬
ye’nin İsrail’e yönelik yaklaşımı Er¬
doğan’ın Müslümanlığından, Arap
dostu olmasından ve Müslüman
Arap insanlannm katledilmesine jni-
reğinin razı olmamasından ileri gel¬
miyor. Doğru veya yanlış, ama devlet
adına önceden hazırlanan bir politi¬
kayı yürütmeye çalışıyor.
Açılım tartışmalarını somut projelere
kavuşturmak istiyorlar
Şimdi bu noktada Türkiye’nin
PKK’ye dönük de yeni politikalar ge¬
liştirme arayışı söz konusudur.
PKK’yi etkisizleştirerek, hem kendisi¬
ni zorlayan güç olmaktan çıkaran,
hem de ABD’yle, küresel sistemle
uyumunu engelleyen bir konumdan
çıkartacak düzeyde bir arayışı yürü¬
tüyor. Açılım tartışmaları bu temel¬
dedir. Öyle sadece laf olarak görme¬
mek lazım. Hatta bu konuda karar
düzeyi aşamasına da geldiler. Zaten
Önderliğin bu çağrısını, bu karar sü¬
recine bir müdahale etme, etkide bu¬
lunma olarak anlamak ve değerlen¬
dirmek en doğrusudur. Devlet de öy¬
le bir noktaya geldi. Tarüşacakları
kadar tartıştılar. Şimdi Erdoğan-
Baykal görüşmesini de sağlatmaya
çalışıyorlar. Bu görüşmeyle birlikte
ve bunun ardından Mecliste yapa¬
cakları toplantı, onun ardından ger¬
çekleştirecekleri MGK toplantısı te¬
melinde, geçen dört ayı aşkın bir sü¬
redir gündemleştirilen açılım tartış¬
malarına dönük bir karara ulaşmak,
tartışmadan karar almaya, proje
oluşturmaya geçmek istiyorlar. Zaten
birçok yerde açık ifade ettiler ve
“Ekim ayı sonuna kadar projemizi or¬
taya çıkaracağız” dediler. Eğer ciddi
zorlanmalar olmazsa, kendi içlerinde
çok fazla anlaşmazlıklar gelişmezse,
büyük ihtimalle Ekim ayı sonuna ka-
38
SERXWEBÛN I Ekim 2009
dar bir proje oluşturacaklar, bir ka¬
rara varacaklar. Ama anlaşamazlar¬
sa, çok parçalı, çelişkili durumda ka¬
lırlarsa süreci uzatabilirler. Asimda
onlar. Ekim sonuna kadar planı-pro-
jeyi oluşturma, yılsonuna kadar da
uygulamaya geçirme hesabını yapı¬
yorlar. Sanki ABD’ye bu yönlü bir
güvence vermişler. Bu yıl içerisinde
PKK durumunu hallediyoruz, bize
izin verin, müsaade edin, bunu ger¬
çekleştirelim, ondan sonra sizin ihti¬
yaçlarınızı karşılarız, diye söz ver¬
mişler gibi bir durumları da var. Bu¬
nu açıkça da söylüyorlar. Birçok ba¬
sın çevreleri yazıyor. Devlet yönetimi
bunu basma sızdırıyor ve yazdırıyor.
Herhalde ABD ve Avrupa ile böyle bir
anlaşmaları var. Onun için artık bir
karar sürecine doğru gidiyorlar.
Bu konuda İçişleri Bakanı ‘Türk
modeli yaratmak istiyoruz” dedi. Mo¬
del anyorlar. Daha doğrusu PKK’yi
nasıl etkisizleştirecekler, bunu etki¬
sizleştirecek plan ve proje nelerden
oluşacak, bu plan ve proje temelinde
nasıl bir birlik yaratacaklar, kimler
katılacak, onun arayışı içindeler.
Ciddi bir arayış içerisinde oldukları¬
nı kabul etmek lazım. Aslında İçişle¬
ri Bakanı ve diğer bazı çevreler çeşit¬
li güçlerle görüşüp tartışıyorlar. Söz¬
de bazı görüş alışverişinde bulunu¬
yorlar. Bu işin biraz göstermelik ya¬
nıdır. Alttan altta ise, dünyada şim¬
diye kadar bu konuda yaşanmış
olayları ve deneyimleri inceliyorlar.
Bizim mevcut durumumuzu ve kendi
durumlannı inceliyorlar. Açık olma¬
sa da ciddi bir arayış içinde oldukla¬
rını, çalışma yaptıklarını varsayma¬
mız en doğru yaklaşım olur. Bazen
çok ölçülmemiş sözler söylüyorlar,
ama bunu bütünüyle gerçek durum¬
lar olarak değerlendirmek, Türk dev¬
letini bundan oluşuyor olarak gör¬
mek yetersiz bir yaklaşım olur. Dev¬
letin çeşitli organlarının alttan alta
ciddi arayışlar, hazırlık çalışmaları
yaptıklannı düşünmek lazım.
Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı
Bask çözüm modeli mi
İçte de bu arayışlar ve tartışmalar
sürüyor. Bu konuda AKP-CHP tartış¬
maları da oluyor. CHFnin şöyle bir
dayatması var ki, bunu eskiden Tan¬
su Çiller de söylüyordu, PKK’ye karşı
Bask modeli uygulayalım, diyorlardı.
CHP öyle bir model oluşturulmasın¬
dan yana görünüyor. Aslında CHP,
AKP’yle ilişkilenmeye ya da Kürt so¬
rununda bazı tavizler vererek
PKK’nin tasfiye edilmesine karşı de¬
ğil. CHP’nin de görüşü bu temeldedir.
Fakat CHP şunu dayatıyor: Atılacak
adımlar PKK’yi tasfiye etmeli. Dolayı¬
sıyla PKK asla muhatap almmamah,
dışlanmalı, tecrit edilmeli. Oluşacak
proje PKK’yi, Kürt iradesini tümden
dışlayan, reddeden, tamamen işbir¬
likçilik temelinde yaratılmış Kürt si¬
yasetine dayanan, onlan esas alan
bir temelde olmalı. Bask çözümü bi¬
raz böyle bir çözüm olmaktadır. İs¬
panya böyle yaptı. Türkiye de, Bask
modeli nedir, diye uzun süre araştır¬
ma yürüttü. Geçen süreçte Tayyip
Erdoğan ve İspanya Başbakanmm
dostluğu gelişti. Türkiye-İspanya iliş¬
kileri de buna dayanarak gelişti. As¬
lında bir yerde İspanya modelini uy¬
gulamak istediler de. İspanya Bask’a
tavizler verdi, belli bir özerklik verdi.
Sosyal, siyasi, ekonomik haklar ver¬
di. Bu haklar temelinde İspanya’ya
bağlı siyasi hareketler oluşturdu. Fa¬
kat o zamana kadar Bask’m özgürlü¬
ğü için mücadele eden ETA’yı ve onun
siyasi kolu olan Henıy Batasuna’yı
tecrit etti, dışladı. Onlar bu özel savaş
denilebilecek kapsamdaki tavizleri
yetersiz gördüler, bunlan reddettiler
ve cepheden tavır aldılar. İspanya yö¬
netimi de AB ile ilişkiler ve ondan al¬
dığı desteğe dayanarak Henıy Bata-
suna’yı tecrit etti, zayıflattı. Onun ye¬
rine, tavizler temelinde oluşan ve İs¬
panya’ya bağlı olan siyasi akımlan
güçlendirdi. Bask toplumu içinde de
egemen hale getirdi. Sonuçta da
ETA’yı dar bir hareket haline getire¬
bildi. Henıy Batasuna’yı yasakladı.
Bask toplumu içinde güçlü bir siyasi
etkinliği varken ve çok büyük oy ora¬
nına sahipken, şimdi yasaklı bir par¬
ti konumuna geldi. Deniz Baykal’m
ve mevcut CHP yönetiminin de Kürt
Özgürlük Mücadelesine ve Kürt soru¬
nuna yönelik ön gördüğü çözümün
bu olduğu anlaşılıyor ve böyle bir mo¬
dele sanki evet diyorlar. Bunun dışın¬
daki yaklaşımları reddediyorlar.
Diğer yandan, AKP içerisinde bu
eğilimin dışında olan ve farklı yöntem
arayıştan içinde olan bir eğilim var¬
mış gibi bir hava sezinleniyor. Bu
eğilimin ön gördüğü model ise Filis¬
tin modeli olarak tanımlanan model¬
dir. CHP ondan endişe duyuyor. Pe¬
ki, Filistin modeli nedir? Filistin mo¬
deli de şudur: 1982’nin 2 Haziran’m-
da İsrail’in Lübnan’a yönelik kap¬
samlı operasyonuyla birlikte FKÖ (Fi¬
listin Kurtuluş Örgütü) gerillasmm
tasfiye süreci başladı. Birkaç yıl içe¬
risinde 150 bini aşkın gerilla ordusu
darmadağm edildi, tasfiye edildi. Ge¬
rilla komutanlan suikastlarla katle¬
dildi, FKÖ’nün askeri gücü bitirildi.
Ardından Oslo süreci diye bir Orta¬
doğu barış süreci geliştirmek istedi-
Ekim 2009 | serxwebûn
39
ler. Filistinliler, FKÖ bu süreci intifa¬
da ile yürütmek istedi. Gerilla tasfiye
olunca, siyaset yapma aracı olarak
bir intifada, bir de diplomasi kaldı.
İntifadayı belli ölçüde geliştirdiler.
Bu önceleri etkili de oldu. Fakat ar¬
dından İsrail intifada hareketinin ra¬
dikal öncülerini ortaya çıkarıp tutuk¬
ladı, cezaevine koydu. Etkisiz olanla¬
rı dışarıda bıraktı ve intifadayı da
böyle bir operasyonla zayıflattı. Geri¬
ye diplomasi kaldı ki, diplomasi de
Araplardan alman destekten oluşu¬
yordu. Fakat bir çaba ve çalışma ol¬
madan, sadece diplomasiyle herhan¬
gi bir sorunu çözmek mümkün değil.
Arafat buna biraz direnmek isteyince
onu da imha ettiler. Daha da zayıf ol¬
ması için Hamas’ı geliştirdiler. İslami
akımla milliyetçi akımı karşı karşıya
çatışır hale getirdiler. Sözde şimdi Fi¬
listin’i ABD yönetimi dahil bütün
devlet yönetimleri tamyor. Sözde bir
Filistin devleti kuruluyor. Fakat Fi¬
listin halkının gücü kalmış değil.
Halbuki bundan 30 yıl önce Ortado¬
ğu’yu, Arap âlemini Filistin direnişi
yönlendiriyordu. Lübnan’ı, Ürdün’ü,
birçok yeri yarı yarıya Filistinliler yö¬
netiyordu. FKÖ’nün ekonomisi ve si¬
yasi gücü Arap devletlerinin hepsin¬
den fazlaydı. Şimdi tükenmiş bir
noktadadır ve güçsüz düşürüldüler.
Devletin planlan Zap operasyonuyla
boşa düşürüldü
Aslında bize dönük 2007-2008 sü^
recindeki planlama da böyle bir yak*
laşımı ifade ediyordu. Türkiye,
ABD’den aldığı destekle ve İsrail tec¬
rübesine dayanarak bize karşı böyle
bir projeyi hayata geçirmek istedi. 5
Kasım 2007 ABD-Türkiye anlaşması
bu temeldeydi. Gerillaya karşı yürüt¬
tükleri smır ötesi operasyon tezkere¬
si, Kuzey’de, Güney’de, Doğu’da ge¬
liştirilen saldınlar aym ortak amacı
taşıyordu. Zap operasyonunun aske¬
ri anlamı ve amacı; Ana karargâhı
kuşatıp imha etmek, böylece gerilla-
nm tasfiye sürecini başlatmaktı. 2
Haziran 1982’de İsrail bir gece ope¬
rasyonuyla Beyrut’u dört taraftan
kuşattı. FKÖ gerillasının karargâhını
tasfiye etti. Ondan sonra bir gerilla
karargâhı kalmadı, dağıldı. Gerillayı
değişik Arap ülkelerine taşırdılar,
Lübnan’da askeri olarak kalmadılar,
sivilleştiler. Kendi etrafında gerilla ör¬
gütlemek isteyen komutanlan da özel
operasyonlarla katlettiler. Aslında
Türkiye de Zap operasyonuyla böyle
bir süreç başlatmak istiyordu. Askeri
kapsam bakımından büyük bir ope¬
rasyon değildi. Fakat anlamı böyley-
di. Böyle bir sürecin ilk adımı olması
hesaplanmıştı. Başarısız kalınca,
operasyon kırılınca, bu planların
hepsi boşa çıktı, yerle bir oldu. Dola¬
yısıyla ideolojik ve siyasi planlar da
başarısız kılınınca. Hareket olarak
Türkiye karşısında çok etkili hale gel¬
dik. Türkiye yönetiminin üç yıldır
oluşturduğu planlar, geliştirdiği sal¬
dırılar hep boşa çıkmış, yenilgiye uğ-
düzeyini, koordine düzeyini etkisiz¬
leştirerek dağılma yaratma amaçlı
arayış içindeler. Bir süreden beri bu
yönlü arayışları vardır. Bunlarda ba-
şanlı olmadılar, sonuç alamadılar.
Geçen 6 ay içerisinde Hareketimize
karşı ne tür saldın planlan oluştu¬
rulduğunu ve uygulamaya konuldu¬
ğunu bilmiyoruz. Ama böyle planlar
yokmuş gibi sanmamak lazım. Bu
planlann birçoğu şimdi boşa çıktı.
AKP pragmatisttir
iktidarda kalmak istiyor
Öyle görünüyor ki, Türkiye yöneti¬
mi tüm bunlara da dayalı olarak bir
arayış içine girmiştir. Bir model oluş¬
turmak istiyorlar ve bu yönlü yoğun
bir çalışma yürütüyorlar. AKP bu mo¬
del konusunda biraz açıktır. Henüz bir
karara ulaşamamış. AKP içerisinde za¬
“Bu süreçte yapılan çözüm veya açılım tartışmalarında bazı çevreler her
şeyden önce gerillanın silah bırakmasını şart koşuyorlar. Bu olmazsa bir
yere toplanmasını, mevcut mevzilenmesini değiştirmesi gerektiğini belirtiyorlar.
Dikkat edilirse bazı çevreler Kürt sorununu tartışmıyor, sadece PKK'yi
tartışıyor. Gerilla nasıl etkisizleştirilecek, onu tartışıyorlar. Bunu tartışanların
amacı, FKÖ'ye uygulanan benzer bir planı PKK'ye karşı da uygulamaktır”
ramış oldu. Dolayısıyla gerillamn tas¬
fiyesini bu biçimde gerçekleştireme-
yince, şimdi çeşitli oyunlarla bunu
_ gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
^ ju süreçte yapılan çözüm veya açılım
tarüşmalannda bazı çevreler her şey¬
den önce gerillanm silah bırakmasmı
şart koşuyorlar. Bu olmazsa bir yere
toplanmasını, mevcut mevzilenmesi¬
ni değiştirmesi gerektiğini belirtiyor¬
lar. Dikkat edilirse bazı çevreler Kürt
sorununu tartışmıyor, sadece PKK’yi
tartışıyor. Gerilla nasıl etkisizleştiri¬
lecek, başa onu koyup tartışıyorlar.
Başa bunu koyup tartışanların ama¬
cı, FKÖ’ye uygulanan benzer bir mo¬
deli, planı PKK’ye karşı da uygula¬
maya dönüktür. Genelkurmay Baş¬
kanı “fırsat bulursak vururuz” diyor¬
du. Çeşitli oyunlar geliştirip, fırsat
bularak darbe vurmayı, zayıflatma
yöntemleriyle, özellikle de yönetim
ten farklı eğilimler de var. Yani Bask
modeline açık olanlar da var, Filistin
modelini hesaplayanlar da var, başka¬
larına açık olanlar da var. İşte İçişleri
Bakanı “biz Türk modeli geliştireceğiz”
diyor. Gerçekten de ne uygulanabilir
onu anlamak istiyorlar. Başbakan,
İçişleri Bakanı, “bir projemiz yok, bir
süreçtir ve tartışıyoruz” diyorlar. Doğ¬
rudur. Şimdiye kadar herhangi bir ka¬
rar ve projeleri yoktu. Çünkü ne yapa-
caklanna dair bir karar oluşturabil-
miş, kestirebilmiş değiller. Bunu, ya¬
şanan tartışma süreciyle açığa çıkar¬
maya çalıştılar. AKP pragmatisttir, ik¬
tidarda kalmak istiyor. AKP kendi ikti-
danm koruyacak bir siyasi proje kur¬
mak istiyor. Baştan bir proje oluştu¬
rursa ve o uygulanamazsa iktidardan
düşer. Onun yerine önü açık bir tartış¬
ma başlattı. Çoğunluk hangi görüşler¬
de birleşecek, süreç hangi yönde işle-
40 -
yecek, onu görüp, anlayıp, ona dayalı
bir proje oluşturarak siyasi iktidarını
devam ettirtmeyi hedefliyor. Mevcut
AKP yönetiminin böyle bir siyasi yak¬
laşımı var. Şimdi de uyguladığı budur.
AKP bunu 2005’te de uyguladı. Bu¬
günkünden daha keskin sözleri
Amed’de Tayyip Erdoğan söylemişti.
Genelkurmay ile karşı karşıya gelmiş¬
lerdi. Ardından Şemdinli olayı çerçeve¬
sinde Genelkurmayla bir çekişme ya¬
şadılar. AKP eğer o zaman Genelkur¬
may ve devlet yönetimi içinde Kürt so¬
rununun çözümü için şimdiki düzeyde
tavizler vermeye açık bir yaklaşım ve
demokratikleşmeye dönük açıklık gör¬
seydi, yine toplum içerisinde de böyle
bir güç görseydi, yaptığı açıklamalara
dayalı politik bir plan oluşturur ve o
temelde hareket edebilirdi. Yeter ki
ona dayanarak siyaset yapabilsin, ikti-
darmı sürdürebilsindi. Fakat devletin
çok kapalı. Genelkurmayın bunu tüm¬
den reddettiğini ve topyekün savaş
konseptini hazırladıklarını gördük.
Dolayısıyla AKP’nin iktidarda kalması
ancak topyekün savaş konseptini
onaylaması ve uygulamasıyla müm¬
kün olurdu. Bu bakımdan onu benim¬
sedi. Şimdiye kadarki tartışmanın
ucunu açık tutmanm amacı buydu.
Bu noktada artık karar aşamasma
doğru gidiliyor. Karar aşamasma git¬
meden önce MGK’yi topluyorlar. Ge-
nelkurmaym görüşlerine başvuracak¬
lar. Diğer yandan CHP ile uzlaşmak is¬
tiyorlar. Deniz Baykal ile görüşüp,
mümkünse bir AKP-CHP uzlaşması
yaratacaklar. Projeyi bunlara dayalı
olarak belirleyecek, karar alacaklar.
Barış gruplarının gönderilmesi karar
süreçlerini netleştirecektir
Önümüzdeki günler ve haftalar
Türkfye’nin demokratikleşmesi, Kürt
sorununa yaklaşımda proje oluştur¬
ma ve karar verme dönemidir. Önder¬
lik hep haftalar üzerinde durarak “bu
haâa önemlidir, iki hafta içerisinde
netlik oluşacak” diyor. Süreç böyle
bir süreç, kritik bir süreçtir. Önder¬
lik, alınacak bu karar düzeyini etkile¬
mek istedi. Banş gruplarmm gönde¬
rilmesi çağrısı bu karar sürecini etki¬
lemek amacma, yol haritasını uygula¬
ma imkânı ve zeminini oluşturmaya,
mümkünse siyasi zemini derinleştir¬
mek, Kürt sorununun demokratik si¬
yasi çözümünün önünü açmaya ve
bu doğrultuda diyalog oluşturmaya,
müzakere sürecinin önünü açmaya
ve başlatmaya dönüktü. Bunun için
de. Önderlik ve Hareket olarak içinde
bulunduğumuz günleri, haftaları
önemsiyoruz. Çünkü bugünlerde ka¬
rar almacak. Türkiye yönetimi topla¬
nacak, Meclis tartışacak. MGK topla¬
nacak, tartışacak. ABD önümüzdeki
günlerde Başbakan Erdoğan’ı Ameri¬
ka’ya davet etmiş. ABD ile tartışıp,
yeni bir plana ulaşıp, kararlar alacak¬
lar. Önümüzdeki dönemin devlet poli-
ükalannı bu görüşmede almacak ka¬
rar belirleyecek. Dolayısıyla bu karar
sürecini etkilemek önemlidir. Bun¬
dan sonraki politik sürecin nasıl geli¬
şeceğinin belirlenmesinde ve netleş¬
mesinde bu karar sürecinin etkilen¬
mesi önemlidir. Önderlik şunu açıkça
ortaya koydu: “Ya demokrasinin, de¬
mokratik çözümün önü açılacak, mü¬
zakere süreci gelişecek ya da büyük
bir çatışma içine girilecek" dedi. Eğer
Kürt halkmm özgür iradesini. Önder¬
liğini, PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareke¬
tini dışlayan, tecrit etmeyi ve tasfiye
etmeyi hedefleyen bir proje ortaya çı¬
karsa, bu elbette ki yeni ve daha kap¬
samlı bir çatışmanın gündeme gelme¬
si olacak. Böyle bir ihtimal var mı?
Elbette ki vardır. AKP içinde bu gö¬
rüşten yana olan çevreler çoktur.
CHP tümüyle bunu dayatıyor. MHP
zaten baştan imha ve inkânn eskisi
gibi sürdürülmesini istiyor. Dolayısıy¬
la bu konuda ciddi saldmlar var. Bu
bakımdan Önderliğimiz, MHP ve CHP
gibi güçleri etkisizleştirmek, AKP içe¬
risindeki dağı n ıklığı, kararsızlığı, CHP
ile birleşme ve CHP çizgisine kayma
eğilimlerini zayıflatmak, demokrasi
yönünde açılım yapma eğilimini, yö¬
nelimini güçlendirmek istiyor. Bu ça¬
balar böyle bir politik sürecin geliş¬
mesine yöneliktir. Bu bakımdan bu
süreç ‘99 sürecinden daha farklı bir
süreçtir. Bugünkü süreçle geçmiş
süreci aynılaşürmamak gerekir.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Yeniden barış gruplan gönderiyoruz
uygulama aynı olsa da koşullar farklı
Bundan on yıl önce. Önderliğimizin
çağrısı üzerine 1 Ekim 1999’da banş
ve demokratik çözüm grubu adıyla
Türkiye’ye banş grubu gönderdik. Ül¬
keden, Avrupa’dan gruplar gittiler.
Şimdi de, yine on yıl aradan sonra.
Ekim ayında yeniden grup gönderiyo¬
ruz. Pratik olarak benzer bir uygulama
içinde oluyoruz. Fakat koşullar farklı¬
dır, süreç değişiktir. Dolayısıyla grup-
larm gidişi, hedefi ve amacı kesinlikle
farklıdır. Sadece yöntemde benzerlik¬
ler var. Bu yöntem benzerliğinden kal¬
karak, bütün alanlar açısmdan ben¬
zerlik kurmak doğru olmaz. Bu, süreç¬
leri birbirine kanştırmak olur. Çünkü
‘99 süreci çok farklı bir süreçti. Ashn-
da onun öncesi çok ağır bir çatışma
dönemini ifade ediyor. ‘90’lı yıllar Kür-
distan’da büyük savaşlann yaşandığı
yıllardır. En büyük kayıplar o zaman
verildi. Gerginlik, çelişki, çatışma ve
aynşma durumu en fazla o zaman ge¬
lişti. Psikolojik olarak da karşılıklı bir
duruş, gerginlik çok fazlaydı. Diğer
yandan, uluslararası komplo temelin¬
de Önderliğe imhanm dayatıldığı bir
imha süreci vardı. Uluslararası komp¬
lo olmuş ve bununla Önder Apo’ya fi¬
ziki imha dayatılmıştı. Bu imha amacı
önce komplocu yöntemlerle gerçekleş¬
tirilmek istendi. Bu boşa çıkartıldı. Ar-
dmdan hukuki yöntemlerle, yani bu¬
nu idamla gerçekleştirmek istediler.
İşte bundan önceki gruplann gidiş ko¬
şullan ve içinde olunan süreç böyley-
di. Önderliğe idam ve Harekete imha
dayatılmıştı. Hareket ve Önderlik imha
altmdaydı. Dolayısıyla bu gruplann
oluşma amacı da imhayı ve idamı ön¬
lemekti. Önderlik çağnsı da bu amaca
dönüktü, buna hizmet etmek içindi.
Biz de o zaman böyle anladık, algıla¬
dık, değerlendirdik ve bu amaca hiz¬
met etmesi için gruplar hazırlayıp gön¬
derdik. O zaman b iz im de gerginliğimiz
vardı. Tecrübemiz azdı, siyasi mücade¬
le nedir, nasıl olur, hiç bilmiyorduk.
Haftalarca, bu giden grup ne fayda ge¬
tirir, diye tartıştık. Önderlik istemişti,
kuşkusuz gönderecektik de, bir fayda¬
sı olur mu olmaz mı, çok kani değildik.
Ekim 2009 | serxwebûn
41
Türkiye yönetimi gönderilen bu gu¬
rupları başta çok reddetmedi, ama
daha sonra olumsuz yaklaştı. Arka¬
daşlar hakkında yargılama geliştirdi¬
ler ve birçoğuna ağır eezalar verdiler.
Bu grup içinde cezaevindeyken şehit
düşen arkadaşlarımız oldu, hala ce¬
zaevinde olanlar var. Barışçıl ve de¬
mokratik çözümün gelişmesi için
kendi istekleri ve Hareketimizin kara¬
rı temelinde Türkiye’ye gitmiş olan ar-
kadaşlanmız yıllarca cezaevi yattılar.
Fakat sadece bu durumları değerlen¬
direrek, her şey boşa gitmiş, dersek
büyük bir yanılgı olur. Biz o zaman
bu adımlarla sonuç aldık. Hareket
olarak idamı ve imhayı önledik. İda¬
mın ve imhanın önlenmesi kendiliğin¬
den olmadı. İdam ve imha ne ile ön¬
lendi? Birincisi, Önderliğin, mahke¬
me dahil, cezaevindeki tutumu, geliş¬
tirdiği çizgi, verdiği mesajlar, gerçek¬
ten inandmcı ve kararlı duruşu; İkin¬
cisi, hareketin birlik içindeki duruşu.
Çünkü komployu yapanlar Hareketin
altı ay içinde dağılıp, parçalanacağını
düşünüyorlardı. Öyle olsaydı Önder¬
liği idam etmek çok kolay olacaktı.
Arkasında Hareketin ve h a lkın olma¬
dığı bir Önderliği elbette ki katledebi-
lirlerdi. Fakat öyle olmadı. Aynı za¬
manda Hareketle birlikte halk da Ön¬
derlik etrafında kenetlendi. İmhaya
karşı “Güneşimizi Karartamazsınız”
şiarıyla gelişen fedai direniş gericilik
üzerinde çok etkili oldu. Ûçüncüsü
de, geliştirilen politikalar oldu. Ön¬
derliğin 1999 2 Ağustos’unda yeniden
süresiz ateşkes ilan etmesi, silahlı
mücadeleye ilişkin yeni bir görüş
oluşturması, artık eskisi gibi silahlı
mücadele anlayışmm, stratejik yakla¬
şımın değiştiğini ilan etmesi, silahlı
güçlerin Kuzey’den Güney Kürdis-
tan’a çekilmesi ve bunlar içerisinde
elbette ki banş gmplannm gitmesi ve
buna benzer politikalar idam ve im-
hanm önlenmesini gerçekleştirdi. Do¬
layısıyla hiçbir şey kendiliğinden ol¬
madı. Belki bu çabalar banş ve de¬
mokratik çözümün önünü açmadı,
gelişüremedi; fakat imhayı önledi. Hiç
rol oynamadı denilirse kesin lik le yan¬
lıştır. Aslında o süreçte atılan adımlar
demokratik güçler ve devlet siyasetini
yürütenler tarafmdan yeterince iyi
değerlendirilemedi. Bazı çevreler geç¬
mişi değerlendirerek, bu attığımız
adımlarm devlet tarafmdan iyi değer¬
lendirilemediğini söylüyorlar. Özeleş¬
tiri yapmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla
süreci geliştiremeyenler ve kaybeden¬
ler kendileri oldular.
Siyasi müzakerenin önünü
açmak gerekir
Türkiye’nin içinde bulunduğu şim¬
diki koşullar ise çok farklıdır. B iz im
attığımız bu adım imhayı engelleme
değil de, Türkiye’nin değişim ve açılım
yönünde yürüttüğü tartışmalarda ala¬
cağı kararlan etkilemek amaçlıdır. Yi¬
ne bu adım Türkiye’de gelişen açılım
ve değişimlere dönük etkide bulun¬
mak, bunu mümkünse Türkiye’nin
demokratikleşmesi, Kürt sorununun
banşçıl ve siyasi çözümü temelinde
geniş demokrasi kapsammda yapabil¬
mek, onun önünü açabilmek için ahlı¬
yor. Önder Apo’nım çağnsı bu temel¬
dedir. Gruplann gidişi de bu çerçeve¬
dedir. Böyle bir adım atılmalı mı? Kuş¬
kusuz atılmalıdır. Aslında bu konuda
başka yaratıcı pratik politikalar da
üretebilmeliyiz. Ne kadar pratik politi¬
ka üretir, sürece mü¬
dahale edersek karşı
tarafı o kadar engel¬
leriz. Karşı tarafın
tümüyle dışlayıcı,
tasfiye edici projeler
oluşturmasmı engel¬
leriz. Bunu sağlayan
yöntemler de var. İr¬
landa sorununun çö¬
zümü var, yine Gü¬
ney Afrika sorunu¬
nun çözümü var. Bu
hareketler siyasi mü¬
cadeleyle gerici siya¬
seti çözüp demokra¬
tik açılım temelinde
barışı ve çözümü ya¬
rattılar. Bu da siyasi
mücadelede derin¬
leşmeleriyle, kendi
güç kaynaklanm ko¬
rumakla, yaratıcı po¬
litikalar geliştirmekle
oldu. Peki, İrlanda ve Güney Afrika’da
banş ve çözüm süreci nasıl başladı ve
başarıldı? Bir kere imha dayatmalan
karşısında bu iki direniş gücü toplu¬
mu savunacak direniş hareketlerini
kaybetmediler. Ne İRA İngiltere’nin
saldınlanna rağmen etkisizleştirilebil-
di, ne de Afrika Ulusal Kongresinin di¬
renme gücü kınlabildi. Bu hareketler
Filistin gibi gerillasım baştan kaybet¬
medi. Direnme hareketinden yoksun
kalmadılar. ETA gibi politik hata yapa¬
rak, tecrit olma, dışlanma durumuna
da düşmediler. Hem kendi direnme
güçlerini korudular, hem de siyasi
mücadeleyi sürdürdüler, siyasette de¬
rinleştiler. Siyasi çözüm sürecini geliş¬
tirdiler. Çok değişik yöntemlerle siyasi
müzakerenin önünü açıp gelişürebil-
diler. Bu durum çözüm üretti. Demek
ki böyle yöntemler de var. Yani siyasi
mücadele sonuç alıyor, siyasi çözüm
gerçekleşebiliyor. Demokratik açılım
temelinde ulusal-kültürel sorunlar çö¬
züme kavuşturulabiliyor. Belirttiğimiz
modeller de bu örnekleri gösteriyor.
B iz im de on altı yıldır geliştirmeye
çalıştığımız strateji budur. Uyguladığı¬
mız, zaman zaman anlayamadığımız,
zaman zaman etkili uygulayamadığı¬
mız, ama bir bütün olarak uygulamak
42
SERXWEBÛN I Ekim 2009
“Gerilla olmazsa, siyasi çözüm bir yana, bu yönlü tartışma bile olamaz.
Kürt toplumu kendi adını, kimliğini söyleyerek siyaset alanına çıkamaz,
tartışma yapamaz. Bu bakımdan gerillayı doğru anlamak, ciddiye almak,
önemsemek, güçlendirmek gerekiyor. Gerilla ber şeyin çözüm gücüdür.
Siyasetin zemin bulmasının, işlemesinin ve rol oynamasının kesinlikle
temel gücüdür. Gerillasız biçbir şey olmaz”
istediğimiz strateji aslında budur. Son
zamanlarda böyle bir stratejiyi anlama
ve uygulama bakımmdan bir gelişme
ve derinleşme yaşamyor, ama tabii ki
bu yeterli değildir. Daha da derinleş¬
mek, etkili olmak gerekiyor.
Gerilla olmazsa siyasi çözüm olmaz
Böyle bir stratejide sonuç alabil¬
mek neye bağlıdır? Bu, direnme gücü¬
nün varhgma, etkinliğine ve rol oyna-
masma bağlıdır. Kürdistan’da her ba¬
kımdan çözümün önünü açmak, çö¬
züm ortamını yaratmak, zemin oluş¬
turmak, caydırıcı olmak için gerillamn
varlığı olmazsa olmaz kabilinde bir zo¬
runluluktur. Gerilla olmazsa, siyasi
çözüm bir yana, bu yönlü tartışma bi¬
le olamaz. Kürt toplumu kendi admı,
kimliğini söyleyerek siyaset alanma
çıkamaz, tartışma yapamaz. Bu ba¬
kımdan gerillayı doğru anlamak, cid¬
diye almak, önemsemek, güçlendir¬
mek gerekiyor. Gerilla her şeyin çö¬
züm gücüdür. Siyasetin zemin bulma-
smm, işlemesinin ve rol oynamasmm
kesinlikle temel gücüdür. Onsuz hiç¬
bir şey olmaz. Kaldı ki, Kürtlerin dip¬
lomasi yapma imkânı da yoktur. Eğer
gerilla direnişini kaybederse geriye ne
kalır? Serhıldan yapma imkânı kalır.
Oysaki biz biliyoruz, Kürdistan’daki
bu serhıldan gerillamn varhgma daya-
h olarak gehşti. Büyük bir gerilla dire¬
nişinin gücüyle, etkisiyle, onun varhgı
temelinde ortaya çıktı. Gerilla olmazsa
serhıldan diye bir şey de olmaz. Bunu
herkes çok iyi biliyor. Dolayısıyla siya¬
si mücadele stratejisini başarıyla uy¬
gulayabilmek, siyasi çözüm sürecini
derinleştirebilmek, ancak gerillayı
güçlendirmek, büyütmek, gerillada
derinleşmek, modem yeni gerillayı ve
meşm savunma stratejisinin gerillası¬
nı kesinlikle güçlü bir biçimde yaratıp
hayata geçirmekten geçiyor. HPG 5.
Konferansı bunu kararlaştırdı, bunla¬
rı tartıştı. Ashnda Ocak aymda yapı¬
lan HPG Askeri Konsey toplantısından
bu yana HPG bunları tartışıyor. Ocak
Askeri Konsey toplantımız bunlan ka¬
rarlaştırdı, planladı; HPG on aydır de¬
ğişim ve yeniden yapılanmayı tartışı¬
yor, yeni Önderlik çizgisini tam başa¬
rıya götürmek için çaba harcıyor.
Bundan önce de Hareketimizin bu
yönlü çabalan elbette ki vardı. Hare¬
ketimiz ‘93 yılmda değişim sürecine
girdi. Önderhk 1998 1 Eylül’de strate¬
jik değişim ve yeniden yapılanmayı
partinin önüne temel gündem olarak
koymuştu. Uluslararası komplodan
soma Önderliğin Partiye ilk mesajı
“saçımızın telinden tırnağımıza kadar
kendimizi gözden geçiriyoruz, hiçbir
duygusalhga düşmeden kendimizi
gözden geçirmemiz ve yeniiememiz ge¬
rekiyor. Ben höyie yapıyorum, hepiniz
böyle yapın "yönündeydi. Parti yöneti¬
mine ilk perspektifi ve temel uyansı
bu yönlüydü. Bunu gerçekleştirebil¬
mek için de çok çaba harcadı. Bu sü¬
recin gehşmesi öyle kolay olmadı. Ön¬
derlik “zaman zaman bunaiun da ya¬
şadık” dedi. Kendisi de açıkça “ideoio-
Jik bunaiun yaşadık Bir şeyieri eleş¬
tirdik de, uzun süre yerine yenisini
koyamadık” dedi. O nedenle paradig¬
ma değişimini, sosyalist ideolojide pa¬
radigma değişimini ve yenilenmeyi
çok önemsedi. Buna dayalı olarak de¬
mokratik toplum örgütlülüğünü, de¬
mokratik konfederalizmi bütün insan¬
lık için yaşam alternatifi olarak tanım¬
ladı ve sundu. Bunu son savunmalar¬
da daha geniş ifade ediyor. Böyle bir
değişim süreci yaşandı. Önderhk bu
değişimi yaşadı, fakat biz bunu aym
düzeyde yapamadık. Değişimi reddet¬
medik, fakat çok anlamadık ve çok
derinden özümseyemedik. Önderhgi
çok geriden takip ettik.
Eskiyi reddediyor
onu aşmaya çalışıyoruz
2009’un Ocak aymda yapılan Aske¬
ri Konsey Toplantısı ve HPG 5. Konfe¬
ransıyla birhkte HPG yönetimi ilk kez
gerçek anlamda bir özeleştiri eğihmine
girdi. İlk kez “biz eskiyi reddediyor,
onu aşmaya çabşıyoruz. Daha yeniye
girmedik, inşa etmedik. Ne yeni felse¬
fe ve ideoiojik iikeieri özümsemişiz, ne
yeni stratejiyi aniarmşız, ne de mevcut
örgütsei yapıianmamız, sistemimiz bu
ideoiojiyi ve stratejiyi hayata geçirecek
temeldedir. Oraya ulaşmamış, daha
aradayız!' demiştir. Bu büyük bir iti¬
raf, özeleştiri ve tespitti. Peki, HPG yö¬
netimi bu düzeye nasıl ulaştı? Birinci¬
si, Önderhk savunmalan elimize geçti.
Daha önceki süreçte materyaller azdı,
yine tasfıyecilik vardı. Bu değişim ola¬
yını tasfiyeciler çok kötü kullandılar.
Kendilerini değişimci gösterdiler. Bazı
yönetimlerimiz, özellikle de HPG yöne¬
timinde değişime dönük tepki gehşti.
Değişmek demek sanki tasfıyecilikmiş
gibi ele ahndı. HPG’de, olduğu gibi
kalmak, hiç olmazsa tasfiyeciliğe alet
olunmayacağma göre iyidir, dendi.
Fakat daha soma görüldü ki, öyle kal¬
mak tasfıyeciliği boşa çıkartmıyor; ter¬
sine, kendi yanmda ve içinde bile tas-
fıyecilik ortaya çıkıyor. O duruş tasfı-
yeciliği görmüyor, mücadele etmiyor,
tasfiye etmiyor. İkincisi, savunmalar
daha çok ve daha kolay açımlandı.
Zihniyet değişimini gehştirmeyi imkân
dahilinde kıldı, etkiledi. Önderliğin
işin üzerinde ciddi durduğunu gör¬
dük. Herhalde Önderhğimiz keyif ol¬
sun diye o işkence ortammda bu ka¬
dar değerlendirmeyi boşuna yazmaya
çalışmıyor. Bu ciddi bir iştir, olmazsa
olmaz bir iştir. Hem de devletle gırtlak
gırtlağa mücadele içinde bunlan yaz¬
maya çahşıyor. Çünkü bu bir ihtiyaç¬
tır, mutlaka olması gerekir. Önderhği¬
miz o koşullarda bile böylesi çahşma-
1ar yapıyor. O zaman bizim de ciddiye
Ekim 2009 | serxwebûn
43
almamız gerekiyor. İşte Önderliğin bu
çabalan ve bir de savunmalann geniş
içeriği Hareketimizde ve özellikle de
HPG içinde böyle bir anlam oluştur¬
du. Ûçüncüsü, 1 H az iran Atılımmm
pratiğidir. Bu süreçle birlikte kahra¬
manca bir mücadele sergilendi. Geril¬
la yeniden direniş sürecine girdi. Yüz¬
lerce şehit verdi. 2008 yıhnm sonuna
gelindiğinde HPG’nüı direniş gücünün
olduğunu, ama bunun bedelinin çok
ağır olduğunu gördük. Mevcut du¬
rumda ortaya çıkan praük, olması ge¬
rekene göre çok yetersiz ve geridedir.
Tersine kayıplan da çok fazladu. HPG
gerektiği kadar büyütülmemiştir. Sü¬
reçleri tam etkileyecek kadar savaş-
mamıştır. Buna karşılık ise haddin¬
den fazla kayıp vermiştir. Bu kayıpla¬
rın nedeni nedir, bu yetersizlikler ne¬
lerdir diye sorgulama ve cevaplar ara¬
ma gelişti. Dolayısıyla bunun stratejik
kavrayış, tarz ve taktik yaklaşımlann-
dan kaynaklandığı görüldü, böyle bir
sorgulama gelişti. Bunların sonucun¬
da HPG yönetimi ve komutası kendi
durumunu, zihniyetini, örgütsel yapı-
smı, tarzım sorgulama, gözden geçir¬
me ve değiştirme ihtiyacım duydu. Ye¬
ni bir arayış geliştirdi. Bu yeni süreç¬
te yeni stratejik çizgi içerisinde gerilla-
nm konumu, anlamı, içeriği ve önemi
daha iyi kavranır hale geldi. Böyle bir
gerillayı yaratmak için de düşünce ve
pratik oluşturma ihtiyacı ve isteği ge¬
lişti. HPG yönetimi bu temelde yeni
bir yaklaşım içerisine girdi. .
HPG yeni bir mücadele sü^cini ^
kendi içinde başlattı ^
Kısacası, HPG, Ocak ayı toplantı-
smda özeleşürisel yaklaşıp, eksik ka¬
lan yönleri tamamlamayı esas alarak,
değişim ve yeniden yapılanmayı ta¬
mamlamak üzere yeni bir mücadele
sürecini kendi içinde başlattı. 5. Kon¬
ferans ise bunun temel ilkelerini, öl¬
çülerini kararlaştırdı, ortaya çıkardı.
Bunlar önemli gelişmelerdir. Bu ka¬
rarlılık düzeyi, “bu işi yapacağım” di¬
yenlerin, işin önemini ve gerçeğini de¬
rinden kavrama düzeyini ortaya çı¬
kartıyor, bunu gösteriyor. Böyle ol¬
mazsa zaten bu işi yapmak mümkün
değildir. Ancak işi yapacak olanlar
bunun bir ihtiyaç olduğuna derinden
inanırlar, bunun nasıl yapılacağı ko¬
nusunda kendilerini çalıştmr ve yo¬
rarlarsa o zaman başarıyla bu süreci
geliştirebilirler. Nitekim arayış, deği¬
şim ve yenilenme, yeniden yapılanma
yönündeki çabalar, eleştirel ve özeleş-
tirel yaklaşım çok daha güçlü ve de¬
rindir. Fakat bunun bireyler düzeyin¬
de özümsenmesi ve bireylerin bu ka¬
rar düzeyine kendilerini ulaştırmala¬
rı, kendilerini onları uygular hale ge¬
tirmelerine ihtiyaç var. Bu da bireyle¬
rin sorunudur. Başta komuta olmak
üzere tüm HPG güçlerinin sorunu¬
dur. Önderlik zaten gerekli hassasiye¬
ti gösteriyor, uyanlanm yapıyor. Ha¬
reketimizin bu konuda gerçeği anla¬
ma, görme, gerekli tanımı geliştirme,
değer biçme güç ve destek vermesi
vardır. HPG 5. Konferans, Hareketin
genelinin direnme kuvveti olarak ge¬
rillaya verdiği desteği de tanımladı,
ortaya çıkardı.
HPG kendini güçlü, sağlam tutar,
strateji ve çizgi içinde rolünü iyi anlar,
onu hayata geçirebilecek bir anlayış,
örgütlülük ve mevzilenme içinde tu¬
tarsa, halk buna dayalı olarak ve bun¬
dan güç alarak serhıldanlan geliştire¬
cektir. Halk yirmi yıldır böyle bir mü¬
cadele ve direniş içindedir, tecrübe ve
bilinç geliştirmiştir. Bunu yürütme
cesareti ve fedakârlığı vardu. Bu du¬
rum Hareketimizin bir halk hareketi
olduğunu ortaya koyuyor. PKK gerçe-
ı^in nasıl direnen bir halk gerçeği ol¬
duğu ortaya konmuştur. Bunlar güç¬
lü tutulur, geliştirilir ve bu temelde di¬
reniş gücünün birliği korunur, her¬
hangi bir zayıflığa ve parçalanmaya
fırsat verilmezse Kürdistan’da demok¬
ratik siyaset kesinlikle başarı kazanır.
Uluslararası komploya rağmen. Hare¬
ket ve halk olarak bugüne kadar yü¬
rütülen mücadeleyle önemli gelişme¬
ler sağladık. Uluslararası komplocu
güçler bizi kuşatıp, eritip dağıtmak is¬
tiyorlardı. Ancak tersine biz düşmanı
kuşattık. Öyle etraftan kuşatmadık;
içine girerek, örgütlenmedeki birliği
koruyarak, ısranmızla, tutarlılığımızla
kuşattık. Bütün saldın yöntemlerini,
planlanm boşa çıkardık. Bugün artık
yapacaktan yeni bir şey yok; ancak
eskiyi tekrarlayabilirler. Çünkü yeni
yöntemleri uygulayabilmek için yeni
projeler oluşturmalan lazım. Muhte¬
melen oyun oynamaya çalışacaklar.
Eğer biz onlara fırsat vermezsek,
BASK, Filistin vb modeller uygulama
istemlerini boşa çıkarırız. Gerilla gü¬
cünü büyütür, korursa Filistin mode¬
li yerle bir edilir, boşa çıkanhr. Belki
Kürt toplumunun Araplar gibi bir des¬
tek gücü yok, ama Filistinliler kadar
da küçük bir topluluk değildir. Kuk
milyonluk bir toplumdur ve direnme
gücü fazladu. Diğer yandan, eğer ha¬
ta yapmaz, bu politik mücadeleyi cid¬
diye alu ve yoğunlaşırsak, bu, si-
yasimücadelede yanlış ve hata yap¬
mamızı da engeller. Böylece İspanya’-
nm Bask’ta uyguladığı yöntemler de
rahatlıkla boşa çıkarülabilir. Bu iki
model de boşa çıkanlusa, geriye de¬
mokratikleşme temelinde siyasi çözü¬
mün adım adım gerçekleştirilmesi ge¬
lir. Karşı taraf ne kadar ısrar ederse
etsin, kesinlikle çözüm üretmeden ve
muhatap almadan bizi dıştalayamaz,
tasfiye edemez. Etkili çatışmalara ve
savaş durumlanna girmeye de gerek
yok. Özgürlük Hareketi ve halk mev¬
cut mevzilenmesini ve direnme konu¬
munu bile sürdürse, Türkiye’nin poli¬
tika yapabilmesi için bunu ciddiye
alıp, çözüm üretmesini zorunlu kılar.
Bu olmadan, mevcut AKP yönetimi¬
nin, onun Dışişleri bakanmm yapma¬
ya çalıştığı yeni dış politikaların hiçbi¬
risi işlemez, boşa çıkar.
Kürt-Türk ilişkileri demokratikleşme
temelinde yeniden inşa edilmeli
Aslında AKP yönetiminin ve Dışiş¬
leri bakanmm yaptığı politik çalış¬
maların temelinde Osmanlı politika-
lannm izleri var. Onlar biraz da Os¬
manlIdan esinleniyorlar. Bilindiği gi¬
bi Osmanlı devleti Trakya’da oluştu.
İki yüzyıl boyunca Avrupa’yı fethet¬
mek istediler. Temel hedefleri Ro-
ma’yı ele geçirmek ve Roma fatihi ol¬
maktı. Devletçi uygarlığın birinci gü¬
cü haline gelmek istiyorlardı. 15.
yüzyılın sonuna kadar bu doğrultu¬
da çok çaba harcadılar. Ancak başa-
44 -
ramadılar. 16. yüzyılın başmda Os¬
manlI padişahları Avrupa’yı fethetme
çahalannm hir sonuç vermediğini,
devleti ilerletmediğini, devletin çürü¬
meye doğru gittiğini gördüler. İşte o
zaman stratejik değişiklik yaparak
yönlerini Ortadoğu’ya verdiler. Orta¬
doğu’ya gidehilmesi için Kürtlerle
anlaşmayı gerekli gördüler. Yavuz
Selim’in politikacılığı buradan ileri
geliyor. Osmanimm Ortadoğu’yu fet¬
hetmesi ve savaşların kazanılması
Kürt desteğiyle oldu. Osmanlı devle¬
ti Kültlerin desteğini almazsa o sa¬
vaşları kazanamaz, dolayısıyla o im¬
paratorluk da olamazdı. Şimdi Ah¬
met Davutoğlu ve AKP hükümeti o
imparatorluğa özeniyor. Osmanimm
o gelişme durumuna özeniyorlar.
Son iki yüz yıldır da Türkiye ben¬
zer bir politika izliyor. Çevresini düş¬
man görüyor. Kürtleri düşman, Er-
menileri ve Arapları düşman görüyor.
19. yüzyılm başından, yani 1806’dan
bu yana Avrupalılaşma, Batılılaşma
eğilimi içinde oldu. İşte Avrupa’nm
Osmanlıya dıştan dayattığı milliyetçi¬
lik budur. Fakat iki yüzyıl uğraşılma¬
sına rağmen, öngörülen Batılılaşma,
Avrupalılaşma gerçekleşemedi. Tür¬
kiye yönetimi bununla bir sonuç alı-
namayacağmı gördü ve tekrardan Or¬
tadoğu’ya dönmek, Ortadoğu’da yeni¬
den açılım politikasıyla güç elde et¬
mek isüyor. 16. yüzyılm başmda Os¬
manlInın uyguladığı politikayı, yaptı¬
ğı stratejik değişikliği 21. yüzyılm ba¬
şmda AKP yapmaya çalışıyor. Fakat
bunun da koşullan ve şartlan var.
Ulus-devletçi milliyetçiliğe dayanıla¬
rak bu stratejik değişiklik olmaz, bu
politika uygulanamaz. Bunun olabil¬
mesi için iki şart gerekiyor: Birincisi,
zihniyet değişimi olacak, ulus devlet
milliyetçiliği aşılacak, yerine demok¬
ratik zihniyet konacak. İkincisi; Er¬
menilerle, Araplarla, İranhlarla ilişki¬
leri düzeltmek ve anlaşmaktan önce
Kürtlerle ilişkilerini düzeltecekler.
Kürt-Türk ilişkileri bir zihniyet değişi¬
mi temelinde demokratikleşmeye da¬
yalı olarak yeniden inşa edilecek. An¬
cak böyle bir değişiklik olursa ve
Kürtlerin desteğini yeniden alabilirse,
bir demokrasi gücü olarak Türkiye
Ortadoğu’ya açılabilir. Bunun önü
açıktır, imkânlan da vardır; ama bu
şartlar gerçekleşürilmeden ne açılım
yapabilir, ne de ulus-devlet milliyetçi¬
liği ve şoven, düşmanca zihniyetten
kurtulabilir. Tersine, bu zihniyet da¬
ha yeni düşmanlıklar oluşturur. Nite¬
kim gelişmeye başlayan Yahudi kar¬
şıtlığı ve düşmanlığı gibi, bir düşman¬
lıktan başka bir düşmanlığa gider.
Düğüm çözüm noktasına
gelmiş bulunmaktadır
Bu b akım dan da Önderliğin savun¬
maları, Hareketimizin de pratik duru¬
şu, mevzilenişi, Türkiye’nin hem iç
yaşamımn düzenlenmesi, demokratik
yaşamm gelişmesi, hem de dış ilişkile¬
rinin düzeltilmesi açısmdan temel çö¬
zümü ortaya koyuyor. Yeni bir çözüm
gücü oluşturuyor. Bunu bazı çevreler
anlamaya çalışıyorlar. Onun üzerinde
yoğunlaşıyorlar. Bazı çevreler bundan
korkuyor, reddediyorlar. Özellikle
MHP gibi güçler, böyle bir açılım oldu¬
ğunda suçlarmm ortaya çıkacağı ve
tasfiye edileceklerinden korktukların¬
dan böylesi bir sürecin gelişmesini
önlemeye çalışıyorlar. Fakat gelişen
durum karşısında fırsatlar, imkânlar
olmakla beraber engeller de var. Biz
böyle bir konumda asimda bir impa¬
ratorluk kurmak değil, tarihi yeniden
tekerrür etmek de değil. Önder Apo’-
nun öngördüğü, halklarm kardeşçe
birlikte yaşadıkları demokratik Orta¬
doğu birliğini inşa etmeyi amaçlıyo¬
ruz. Ortadoğu’ya demokratik devrimi
yaşatmak için, bu zihniyet mücadele¬
sini ve politik mücadeleyi geliştirerek
sürdürmemiz zorunlu olmaktadır.
Önderlik, Fransız ve Rus devrimlerin-
den sonra 21. yüzyılın en temel dev¬
rim akımı olarak Ortadoğu demokra¬
tik devrimini tanımladı. Gerçekten de
böyle bir sürecin verileri vardır. Türki¬
ye’yi değişim ve demokratik açılım
yapmaya zorlamayı, aslında bütün bu
Ortadoğu çapındaki demokratikleş¬
menin önünü açacak gelişmeler ya¬
ratmayı ifade ediyor. Önderliğin ısrarı
budur. Düğüm, çözüm noktasma gel¬
miş bulunmaktadır. Böylesi bir süreç¬
te banşçıl ve siyasi çözümün önünü
SERXWEBÛN I Ekim 2009
açacak, Türkiye’de değişimi başlata¬
cak bir adımı atürabilirsek, bu, ABD’-
nin küresel sistem çıkartan temelinde
Ortadoğu çapında geliştirmek istediği
projeyi bir yana iterek, gerçekten de
halklann demokratik birliğini öngö¬
ren bir sistemin gelişmesine yol aça¬
caktır. Çabalanmızm tümü asimda
bu noktada adım attırmaya dönük¬
tür. Dolayısıyla kritik, önemli ve has¬
sas bir süreçten geçmekteyiz. Sonuç
alabilmek için oldukça duyarlı, dik¬
katli olmalı, ısrarlı ve mücadeleci ol¬
malıyız. Herkes kendi görev ve sorum¬
luluğuna sahip çıkmalı, sağlam duruş
göstermelidir. Bu konuda herkesin
görevini başanyla yerine getirmesi
önem taşıyor. Ama her şeyden önce
gerillamn duruşu daha fazla önem ta¬
şıyor. Biz HPG’nin böyle bir duruşu 5.
Konferans temelinde geliştireceğine
inamyoruz. HPG’nln böyle bir görevi
vardır. Güçlerimiz zamanlannı iyi de¬
ğerlendirmeli, hatta gece saatlerinde
de eğitim yapmalıdır. Bu, böyle bir
zihniyet devrimini, değişikliğini ve bu¬
na dayalı olarak yeni bir stratejik kav¬
rayışı, tarzı ve taktik yaratıcılığı edin¬
mek için zihniyeti edinmek ve pratik
olarak da bunun uygulayıcı gücü ha¬
line gelmek için gereklidir. İdeolojik ve
askeri eğitim HPG için şimdi ekmek
ve sudan daha fazla gereklidir. Çünkü
önündeki bu tarihi görevi ancak
onunla başaracaktır. HPG görevini
başarırsa, o zaman bütün Hareketi¬
mizin mevcut stratejide başanlı olma¬
sı gerçekleşecektir. Bu temelde tüm
güçlerimiz bu eksende yoğunlaşmalı
ve kesinlikle sürece yüzeysel bir yak¬
laşım sergilememen. Hiçbir arkadaşı¬
mız bu süreci basit ele almamalıdır.
Unutmamalıyız ki, tarihi bir sü¬
reçten geçiyoruz ve hepimiz tarihi
rollerle yüklüyüz. Tüm yoldaşlar,
HPG’nin fedai militan gücü böyle
bir görev ve sorumluluk temelinde
kendi rolünü oynayacak konuma
gelmelidir. Bunu pratikleştirmenin
imkânı ve fırsatı vardır. Herkes ça¬
lışırsa kesinlikle kazanırız. Bu te¬
melde tüm yoldaşlara, bu tarihi rol¬
lerini ve görevlerini yerine getirme
temelinde yürütecekleri çalışmalar¬
da başarılar diliyoruz.
Ekim 2009 | serxwebûn
45
Abdullah Öcalan
Demokratik siyasi çözümün önünü açın
“Siyasetin önünü açmak ve tıkanmışlığı aşmak için bir çeşit yeni barış
gruplan öneriyorum. Biri Avrupa’dan diğeri işte Mahmur olur, Kandil’den
olur o taraftan 20-30 kişilik iki grup biri Aysel Doğan’m öteki Şeydi
Fırat’m başkanlığmda Türkiye’deki partilere, Meclise gelirler ve siyaseten
Kürtlerin taleplerini bunlarm önüne koyarlar. Mesela derler ki benim
çocuğum anadilde eğitim alamayacaksa ben Mahmur’dan niye çıkıp
geleyim? Siyaseten Kürtlerin temel isteklerini koyarlar”
Bundan sonra olup bitenin
sorumlusu ben olmayacağım
Bu Kürt Konferansı önemli. Tüm
Kürtlerin katılacağı Konferans ya da
Kongrenin kararlan çok önemlidir.
Hayret ediyorum, siyasetçiyiz diyor¬
lar, bu Kongre’nin önemini nasıl an¬
lamıyorlar?
Talabani, “bu işi çözemezsek hepi¬
miz altmda kalırız, hepimiz beraber ba¬
tarız” diyor ha! Talabani kötü yaklaşı¬
yor. Eskiden de PKK’ye karşı birçok
operasyona katıldı. Barzani bize karşı
operasyonlara daha az katıldı. Talaba-
ni’nin sözleri şu demektir; 03 am devam
ediyor, kendisi de içindedir. Bu oyuna
halen devam ediyorlar ama bu 05 mn da
tutmaz. Biz kaybetmeyiz, ben kaybet¬
mem, Kürtler kaybetmez, kendisi kay¬
beder. Kürtler çok bilinçlidir, kendileri¬
ni savunabilecek iradeye sahiptirler.
Talabani kaçtır PKK’ye operasyon çeki¬
yor, PKK üzerinde 03 amlar oynuyor.
Öyle orada kendini çok kurnaz sanı¬
yor, böyle ufak şeyler değildir bunlar.
Cezaevinden bir arkadaş mektup
göndermiş. Diyor ki; “Andrew Mango’-
yu bilirsiniz. Kendisi Türkiye özellikle
Mustafa Kemal konusunda Türkler
tarafmdan da Genelkurmay tarafm-
dan da bir otorite olarak kabul edili¬
yor. Geçenlerde Andrew Mango’ya ‘de¬
mokratik açılım hakkında ne düşünü¬
yorsunuz?’ sorusu soruluyor ve An-
drew Mango; ‘Kürt açılımı Atatürk’ün
devrimcilik ilkesinin bir geregi ve de¬
vamıdır’ diyor ...” Mektupta değerlen¬
dirmeler uzun, devamı var. Ben An-
drew Mango’yu bilirim ama hiç oku¬
madım. Fakat aynı değerlendirmeyi
ben daha önce yapmışüm. Mustafa
Kemal’in gerçek düşüncesi farkhdır
demiştim. Şimdikilerin Atatürkçüyüz
demesinin Atatürk’le ne ilgisi var,
bunlar Atatürk’ü de tanımıyor.
Mustafa Kemal’in gerçek çizgisi şu
an Atatürkçü geçinenlerin çizgisi gibi
değildir. Mustafa Kemal’in 10 Şubat
1922 tarihindeki özerklik vurgusu, fi¬
kirleri var. Mustafa Kemal bazılarmm
söylediği gibi Kürt düşmam değildir.
Mustafa Kemal, İngiliz adamı değildir.
O daha çok Lenin’le mektuplaşıyordu,
Lenin’e dayanarak kalmak istiyordu.
Daha çok Sovyetlere dayanarak bu
mücadeleyi yürütmek istiyordu. Mus¬
tafa Kemal, mücadelesinde İngilizlere
dayanmadı. İngilizlere dayansaydı bu
kadar başarılı olamayacağım biliyor¬
du. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü bunlar
İngilizler adma hareket ediyordu ve İn-
gilizlerin adamıdırlar. Bunlar Mustafa
Kemal’i İngiliz politikalarıyla çembere
aldılar. Mustafa Kemal’i yıprattılar,
pasifleştirdiler. Mustafa Kemal’in etra-
fmda güvenebildiği Ali Fuat Cebesoy,
Fethi Okyar gibi birkaç samimi arka¬
daşı vardı. Fevzi Çakmak, İsmet İnö¬
nü, ittihatçılarla birlikte Mustafa Ke¬
mal’i pasifleştirdiler. İzmir suikastım
yaptırdılar. Şeyh Sait provokasyonunu
kullandılar, bu provokasyondan soma
Musul’u aldılar. Bu politikalar tama¬
men İngilizlerin politikasıdır. İngilizler
böylece kendi politikalanm uyguladı¬
lar. Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve İtti¬
hatçılar yoluyla Türkiye’yi kontrolüne
aldı. Ve bugüne kadar gelindi. Ordu
içinde gerçekten demokrat olan, de¬
mokrasiyi bilen, özümseyen Cemal
Madanoğlu gibi bazı subaylar vardı,
bunlann biraz sol eğilimleri vardı. On¬
lara da ne olduğu ortada. Bu çizgi ta
1920’lerden bu yana Mustafa Kemal’in
etrafım kuşatmış, çemberini daralt¬
mış, etkisizleştirmiştir. İşte Mustafa
Kemal’e yapılan suikast bu jmzdendir.
Aynı İngiliz politikalan daha sonra
da devam etti. Tansu Çiller 1992’ye
kadar hiç piyasada yoktu, bilinmiyor¬
du. Birden bire Doğru Yol Partisi’nin
başma getirildi. Demirci Amerika’nın
adamıdır. Demirci üzerinden, bir CIA
ajanı olan Tansu Çiller’i Başbakan
yaptılar. Ve yeşil ışık yakma olayı da
o zaman oldu. Yani bir CIA ajanım
Türkiye Başbakam yaptılar ve Türki¬
ye’yi de yeşil ışık yakarak ona teslim
ettiler, ona bağladılar. Biliniyor, Çiller
1960’lardan beri CIA ajanıdır. İngiliz¬
ler Çiller ve Doğan Güreş’e “size yeşil
ışık yaktık, Kürtlerin üstüne gidebi¬
lirsiniz, dediler. Çiller, Doğan Güreş,
1990’larda tarihin görmediği zulmü
Kültlere uyguladılar. Binlerce faili
meçhul, binlerce güzel insan öldür¬
düler. Ergenekon bunun en korkunç
örneğidir. Kürtlerle Türkler arasında
düşmanlık yarattılar. Başta Kürt iş
adamları olmak üzere birçok faili
meçhule izin verdiler. “Size sınırsız
destek veriyoruz, Kürtlere istediğinizi
yapın” dediler Çiller’e. Çiller de arka-
46
Bu benim adıma
aynen böyle yazı¬
labilir; Öcalan
Başbuğ’a cevap
veriyor diye.
1920’de İngil¬
tere Fevzi Çak-
mak’ı gönderiyor
ve Fevzi Çakmak
gelip Genelkur¬
may Başkanı
oluyor. İsmet
İnönü de İngilte¬
re’nin adına ha¬
reket ediyor. Bu
ikisi diğer ittihat¬
çılarla birlikte
Mustafa Kemal’i
etkisizleştiriyor.
Fevzi Çakmak-İs-
met İnönü çizgi¬
si, Genelkurma¬
yın ana çizgisi
haline geldi. İşte
şimdiki ordu, bu
ikilinin çizgisinin
sma Amerika, İngiltere ve devletin gü¬
cünü alarak Kürtlere karşı her türlü
uygulamaya giriştiler. Daha ne ol¬
sun? Bir başbakanm ajan olması ka¬
dar daha kötü ne olabilir? O zamanki
gazeteler de ajan olduğunu yazdı. Or¬
dunun bazı generelleri bunun farkın¬
daydı. Karadayı ve Kıvnkoğlu Ameri¬
kancı değiller. Karadayı, Kıvnkoğlu
gibiler bunun farkındaydı. Karada-
yı’mn olduğu bir toplantıda aynen
“bu kahpeyi etkisizleştirelim, güçten
düşürelim, bir an önce gönderelim”
deniliyor. Çiller kastedilerek. Hatta
Tansu Çiller’i öldürmeyi planlıyorlar
ve bu planı da bize uygulatmak iste¬
diler ve bu olay böylece bize kadar
geldi. Çok şaşırdım. Biz kabul etme¬
dik. Yine Doğan Güreş’i kastederek
zehirleme meselesi de var, zehirleme¬
yi yapıp bize mal etmek istiyorlardı.
Ordu ve bürokrasi ağalığın
gelişmesinde başat rol oynadılar
Başbuğ, siyasi ağalardan ve terör
ağalanndan bahsediyor. Zaten ben
daha önce bu eleştiriyi yapmıştım. İş¬
te Şemdin, Çürükkaya onlar hakkın¬
da ağır eleştirilerim olmuştu. Baş¬
buğ, bölgede siyaset ağaları var diyor.
Kim ağalığın bugüne kadar gelişme¬
sinde rol oynadı, ağalara kim destek
verdi? Bu sistemin ayakta kalmasını
kim istedi? Bu ağalıkta en az onlar
kadar senin de paym var. Ordunun
bunda rolü var. Bürokrasinin rolü
var. Ordu ve bürokrasi ağalığın bu¬
güne kadar gelişmesinde başat rol
oynadılar. Ordu önce kendine bak¬
malı ve kendini sorgulamalıdır. Sek¬
sen yıldır Kürtlere baskı yapacaksm,
Kürtlerin her türlü demokratik gelişi¬
mini engelleye¬
ceksin, Kürtlerin
en basit insani
duygularmm bile
gelişimine izin
vermeyeceksin,
insani hak talebi¬
ni bastıracaksın.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
devamıdır. Bunu iyi anlamak lazım.
Genelkurmayın bu çizginin dışma
çıkmasına da izin vermezler. Ordu
içinde bazı demokrat subaylar var,
olmuştur, halen de var. Sol’a yakın
subaylar, bu sorunları çok iyi bilen
subaylar var ama bunlar etkisiz ve
güçleri yok. Ordu işte bu ikilinin çiz-
gisindedir halen. Başbuğ da bunu
çok iyi biliyor. Siyaset ağalarını iste¬
miyorsan demokratik siyasetin önü¬
nü açacaksın. Ee demokratik siya¬
setten korkacaksın, demokratik si¬
yasetin önünü açmayacaksın, sonra
da siyaset ağalan var diyeceksin.
Bunda senin de paym var. Bütün
bunların yanında bir de bölgeye ka¬
pitalizmi koymuşsun, her türlü poli¬
tikanı ekonomiyle destekliyorsun.
Halkı kuşatmak için bu ağalara her
türlü ekonomik destek veriyorsun.
Bu halk ne yapacak? Ya demokratik
siyasetin önü açılacak ya da bu şe¬
kilde devam edecek. Onları bir dağ
köşesine sıkıştıracaksın. Ondan
sonra silah kullanma diyeceksin.
Sen her şeyini ellerinden alırsan on¬
lar da bildiği tek yol olan silaha sarı¬
lırlar. Ellerinde hiç bir demokratik
imkân bırakmazsan onlar da bildiği
tek şeyi yaparlar. Demokratik siya¬
setin önünü açmazsan Gudi’deki
adam kendini korumak zorunda.
Zaten içinde bulunduğu kültür baş¬
ka türlü davranmasına uygun değil.
Kandil’deki Zağros’taki adam için de
öyle. Ya demokratik siyaset alanı
açılacak ya da dağı korunma alanı
olarak görmeye devam edecekler.
Şimdi bu Baykal, Bahçeli kimdir,
kimler adına siyaset yapıyorlar?
Bunlann siyasetinin Türklerle Türk¬
lükle hiç bir ilgisi yok. MHP’nin yap¬
tığı Türkçülük değil. MHP yüz yıldır
sonradan oluşturulmuş bir Türkçü¬
lüğü esas alıyor. Daha doğrusu itti¬
hatçılığın devamıdır. İttihatçılığı da,
İttihatçıların Türkçülüğünü de dış
güçler oluşturmuştur. Bunları oluş¬
turanlar Türk bile değiller. Bugünkü
MHP, İttihatçıların devamıdır. Her
gün insan ölüyor. Bunlar insan. Bu¬
nu görmüyorlar mı, hiç mi vicdanla¬
rı yok? Nasıl buna seyirci oluyorlar,
anlamak mümkün değil.
47
Ekim 2009 | serxwebûn
Eğer bu sorunu ben çözeceksem
önüm mutlaka açılmalıdn
Ben yıllardır hatta on yıldır Akade¬
milerin açılması gerektiğini söylüyo¬
rum. Onu bile yapmıyorlar doğru dü¬
rüst. DTP, küçük bui]uva siyaseti gi¬
bi bir siyaseti aşamıyor. DTP’nin bin¬
lerce on binlerce kadro yetiştirmesi
lazım. Neden yapmıyorlar? Neden,
DTP böyle sorumsuz davranıyor? Na¬
sıl böyle yapıyorlar? Daha derinlikli
çalışmalılar. Çünkü teorik kavrama
düzeyleri buna elvermiyor. Gerçi Tür¬
kiye’deki bütün partiler köyledir. Hat¬
ta daha geridir. Hadi biz DTP içlerin¬
de en iyisidir diyelim. Ama yine de ye¬
terli değil. Başarılı olmak istiyorlarsa
on binlerce insan, kadro yetiştirmeli¬
dir. Başbuğ bile fark etmiş, üzerlerine
alınmıyor ama söylediği önemlidir.
Gerçi ağahk sistemi nedir, kim ağalı¬
ğı büyüttü bu tartışılır ama yine de
söylediğinde doğruluk payı var. Gaze¬
tede okudum; Ahmet İnsel yazmış, di¬
yor ki, bütün sorumluluk Öcalan’m
omuzlarma yüklenmiş. Çok doğru.
Türkiye’deki bazı aydınlar da bunu
fark etmiş. Ben çözüm için düşünce¬
lerimi devlete ilettim. Artık benim ya¬
pabileceğim bir şey yok. Yazdıklanm-
da da belirttim, ben demokratik çö¬
züm için elimden geleni yine de yap¬
maya hazırım dedim ama bu şartlarda
daha fazlasını yapmamm mümkün ol¬
madığım söyledim. Zaten bu fizikken
de mümkün değil. Devlet de bütün so¬
rumluluğu üzerime yıkıyor, DTP ve
PKK de bütün sorumluluğu bana
yüklüyor. Bu bir zulümdür. Büyük
bir zulümdür. Burada hareket serbes¬
tim yok. Buradaki şartlarda en ufak
bir düzeltme yapmayacaksın hem de
sorumluluğunu bana 5 mkleyeceksin.
Hem önümü açmayacaksm hem de
sorumluluğu bana yükleyeceksin. Bu
doğru değil. Ben 2005’te PKK’ye ve
DTP’ye çok kızdım. Mücadele edecek¬
seniz doğru dürüst edin dedim, ciddi
olun. Ya bu işi iyi yapın ya da bırakın
dedim. Ben bunlan boşuna söyleme¬
dim. PKK de DTP de bana daha fazla
sorumluluk yüklemekten vazgeçmeli¬
ler. Kendileri ne yapıyorlarsa yapsm-
1ar. Savaşırlar mı, savaşı büyütürler
mi teslim mi olurlar ben karışamam,
ben bilemem. Kendilerinin bileceği bir
iş bana ne? DTP, bazen sivri konuşu¬
yor ama bazen konuşmasını bilmiyor.
Şunu iyi anlamalan gerekir. PKK bu
yöntemle gerillayı dağda daha fazla
tutamaz. PKK yeni anlayış geliştir-
mezse, yeni anlayış temelinde yeni
hamleler yapmazsa bu mücadeleyi
sürdüremez, gerillayı da orada tuta¬
maz. DTP de bu siyasi yöntemlerle
Kürt halkını tutamaz. Bu şekilde
Kürtlere hitap edemez bundan sonra.
Herkes sorunu benim omuzlanma
yığıyor ama ben bu şartlarda nasıl bir
şeyler yapabilirim. Eğer bu sorunu
ben çözeceksem, katkım alınacaksa
önüm mutlaka açılmalıdır. Savaşmak
da barışmak da onlarm bileceği bir
şey, öyle her şeyi benim omuzlarıma
yıkmasınlar, ben burada onlara bir
mucize sımamam. Ben elimden geleni
yaptım. Her şeyi yazdım verdim. Bun¬
dan sonra olup bitenin sorumlusu
ben olmayacağım. PKK de DTP de ön¬
derlik yapamıyorlar, bu rolünü oyna-
yamıyorlar. Kendi önderliklerini oluş-
turamıyorlar. Bunun için ciddi bir ça¬
ba da yok. Böyle giderse devlet AKP
eliyle Kültleri kendisine çekecek, ope¬
rasyonlara bile gerek kalmayacak.
PKK de DTP de kendi önderliklerini
oluşturmalan gerekiyor.
Demokratik müzakere olursa
çözüm gelişir
Ekim aymda mutlaka bazı geliş¬
meler olmalıdır. Karşılıklı adımlar
atılmalıdır, müzakere, diyalog olmalı¬
dır. Ekim’de mutlaka demokratik
müzakere yapılmalıdır. Demokratik
müzakere olursa çözüm gelişir. Mü¬
zakereden neden çekiniyorlar ki? Bir
araya gelirler, sorunu müzakere eder¬
ler ve çözüme giderler. Bundan çeki¬
nilecek, korkulacak ne var? Meclis de
öyle gevezelik için toplanmasın, soru¬
nu sorumluluğuyla karşılasın, öyle
tartışsın, birbirlerini hainlikle suçla¬
masın. Yok, sen şunu söyledin, şunu
yaptın, yok, sen de şunu söyledin,
şunu yaptın gibi siyaset anlayışım
terketsinler. Müzakere aynı zamanda
kimin çözümsüzlükten yana kimin
çözümden yana olduğunu ortaya çı¬
karacaktır. Müzakere olursa kim ba¬
rış istiyor kim savaş istiyor; kim ada¬
let istiyor kim adaletsizliği; kim faili
meçhullerden yana kim hukuktan
yana; kim karanlık Türkiye’den yana
kim aydınlık bir ülkeden yana? Mü¬
zakere olursa barış ve çözüm isteme¬
yenlerin maskesi düşecek. Müzakere
olursa kim tam bağımsızlıktan yana
ortaya çıkacak. Kim Amerikancı orta¬
ya çıkacak. Evet, müzakere ve barış
olunca Türkiye’nin Ortadoğu’da yıldı¬
zı parlayacak. Ve Türkiye model olur.
Benim önümü açm, ben de Türki¬
ye’de barış ve çözüm istemeyenlerin
maskesini düşüre 3 dm. Kim çözümden
kardeşlikten yana ortaya çıksın. O
zaman da bırak, Türk halkı benim
h a kkımda kararım versin.
Müzakereyle toplumsal bir uzlaş¬
ma olacak. Toplumsal uzlaşmayla
toplumun demokratik nitelikleri ar¬
tacak. Toplumsal uzlaşma herkesin
yaranna, bundan herkes kazanır,
toplum kazanır. Müslümanlığın ilke¬
leri de bunu gerektiriyor, kardeş ol¬
mayı gerektiriyor. Toplumsal uzlaş¬
mayı sağlayan hedefleyen bütün fel¬
sefeler ve ilkeleri de bunu gerektiri¬
yor, uzlaşmayı gerektiriyor.
Müzakere yapalım, diyalog yapa¬
lım, kim bölücüdür kim değildir, kim
teröristtir kim değildir her şeyi açık
tartışalım. O zaman bunların ne ka¬
dar fanatik, ne kadar ırkçı, ne kadar
faşist olduklan ortaya çıkar. Bundan
daha basit yol var mı? Her şeyi tartı¬
şalım. Kimin bölücü olup olmadığına
halk karar versin. Benim düşüncele¬
rim açıktır, ortadadır. Nasıl oluyor
ben bölücü oluyorum? Gelsinler bü¬
tün herkesin önünde bütün Türki¬
ye’nin önünde tartışalım, kim bölücü
kim değil belli olsun. Bu da iyi işlen¬
mek. O zaman halk benim için ne
derse ben razıyım. Şimdi bunlar ne¬
den kaçıyor? Bunlann Türklükle ne
ilgisi var? Ben Türkleri tanınm, siya¬
seti de böyle değildir, ahlakı da böyle
değildir. Türkler böyle siyaset yap¬
maz. Türkler bölücü siyaset yapmaz,
ta 107Tden beri bu böyledir.
48 -
Her türlü gelişmeye gebe
bir güne girdik
Nasıl gelişecek, nasıl çözülecek hep
birlikte göreceğiz. ABD, AKP’ye çöz di¬
yor. Ama AKP daha sorunu bilmiyor.
Başbakan biraz anlamış ama AKP, na¬
sıl 5 mrüyeceklerini bilmiyorlar. ABD,
çözüm istiyor ama öyle faşizan bir ya¬
pı var ki, nasıl çözeceğini bilmiyor.
ABD sol bir şey yaptıramaz, çünkü
AKP’nin sosyal bünyesi buna uygun
değil. Zaten olsa da darbeyle olmaz.
Hükümetin durumu ortada. Bu du¬
rumda ne olabilir? Her şey olabilir.
Şu sıralar katılımlar yoğunlaşmış¬
tır. Katılımlar yoğun değil mi? Artık
nasıl savaşırlar nasıl barışırlar onlar
bilirler. Öyle benim zamammda baş¬
ladığı gibi de olmayacak. Şimdi bin
kat daha olanakları var, her yerde
varlar. Kent isyanları mı olur, halk
savaşı mı olur, ben bilmem. Ama olup
bitenden ben sorumlu olmayacağım.
Sağlığım soruluyor. Sağlığın nasıl
diye sormakla olmaz. Benim bura¬
daki durumum belli. Dışarıda savaş
yürütülüyor, sonucu buraya da
yansır. Dışarıda yapılan savaşın ge¬
reği yapılır, sonuçları burada bana
da yansır. Durumum böyle ele alın¬
malı, böyle değerlendirilmeli.
Bundan sonra PKK’nin, Kürtlerin
üzerine bir müddet gitmeye devam
edecekler. Bunu bir müddet daha de¬
neyecekler. Ancak bunda da başarılı
olamayacaklar, başarı sağlamaları da
mümkün değil. Beni biliyorlar, beni
tanıyorlar. Benim Kürtleri satmaya¬
cağımı biliyorlar. Benden daha ne
yapmamı bekliyorsun? Kültlerin du¬
rumu ortada. Ben Kürtleri satmam,
Kürtlerin hakkmı satmam. Ben daha
ne yapayım? Çözüm yolunu yazdım.
Devlet şimdi inceliyordur. Başbaka¬
nın konuşmalanndan okuduğunu ve
değerlendirdiğini anlıyorum. Benim
yazdıklarımı, düşüncelerimi alıp ken¬
dileri istediği gibi kullanıyorlar.
Bugün olan da tıpkı 1920’lerdeki
gibidir. Kürtlere dünya kadar silah
vermişler. Kırk milyon Kürt’ü Türk
ile savaştıracaklar. Bunu göremiyor¬
lar mı? Kırk milyon Kürt’le savaşan
Türkiye nasıl bütün kalır, nasıl bö¬
lünmez? Bu, bu kadar açıkken nasıl
görülmüyor? İşte sana 1920’lerdeki
durumun aymsı.
Talabani, Barzani’nin ellerinde
birçok imkân var. Eskisiyle kıyaslan¬
mayacak kadar imkânları var. Ancak
bu imkânlarını kullanmıyorlar. Bazı
kaygılarla kullanmıyorlar. Yeni bazı
şeyler de geliştiremiyorlar. Biz bura¬
da birçok şey geliştiriyoruz, Kürtlerin
birliği için birçok çözüm, öneri sunu¬
yoruz. Kendilerini çok kurnaz, çok
iyi siyasetçiler olarak değerlendiri¬
yorlar ama aslında öyle değil. Zavallı
dürümdalar. Bunları da alıp değer-
lendiremiyorlar. Orada da birçok çö¬
zülme yaşanıyor, partileri çözülüyor.
Birçok muhalif parti ortaya çıktı. İki¬
si de ayağım denk alsmlar.
Burada Kürtler için mücadele etti¬
ğini söyleyenler her sıkıştığmda Tala¬
bani ve Barzani’ye kaçıyorlar, onlara
sığınıyorlar. Biz ne yapalım, ne yap¬
mamızı öneriyorsunuz diye soruyor¬
lar. Ancak Türkiye gibi onlar da Ame¬
rika’ya bağlılar, böylece her şey tek¬
rar tekrar Amerika’ya dönüyor.
Amerika kukla gibi her iki tarafı da
oynatıyorlar. Her ikisi de ABD’ye da¬
yanarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Herkes eski tarz siyasetini geride
bırakmalı. Amerika bile yıllardır
destek verdiği Gladio’yu bıraktı. Eski
tarz infaz, Gladio gibi yöntemleri
Amerika bile terketti. Amerika eski¬
den bu Gladio için “bizim çocuklar”
derdi. “Bizim çocuklar ne yapıyorlar?”
derdi. Şimdi ise, “bizim çocuklar bü¬
yüdü kendi ayaklan üstünde yürü¬
sünler, yürüyebilirler” diyor. Ama
Türkiye kendi başına 5 mrüyemiyor,
yürümeyi bilmiyor. Türkiye’de gerici
bir ideolojiye saplanmışsınız. Bilimci¬
lik, dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçi¬
lik dört tane batağa saplanmışsınız.
Sonra da ayakta duramıyorsunuz.
Ben devleti daha yakından tanı¬
dım. Epey tecrübe sahibi de olduk.
Türk-Kürt kardeşliğini savunuyo¬
rum. Bu anlamsız savaşı gerçekten
bitirmek istiyorum, bu ölümleri dur¬
durmak istiyorum. Benim bu söyle¬
diklerim benim adıma uygun bir dil¬
le kamuoyuna aktarılmalı.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Toplumu iyileştirmek için anti
kanserojen hücreler yaratılmalı
Kojin Karatani’nin bir makalesini
okudum. Anti-kanserolojen diye bir
kavram kullanmış toplum için. Çok
doğru. Ben Karatani’yi daha önce hiç
okumadım ama bu ifadeyi aynen da¬
ha önce kullanmıştım. Önemli birisi¬
dir. Express Dergisi’nde bir makalesi¬
ni okudum. Japon bir filozof. Önemli
düşünceleri var. Ancak eksik. Toplu¬
mu iyileştirmek için anti-kanserojen
hücreler yaratmak lazım diyor, çok
doğru. Ben de bu toplumu kanseroje¬
ne benzetmiştim. Ve bundan kurtul¬
mak için de geniş şeyler yazdım. Ka-
ratani önemü düşüncelere ulaşmış,
önemli tespitlerde bulunmuş ancak
benim düşüncelerim Karatani’nin
düşüncelerinden çok daha geniş. Sa-
vunmamm dördüncü cildinde daha
geniş değerlendirmeler yaptım. Ora¬
da çok daha derinlikli yazmışım.
Marx için de en son olarak şu ye¬
ni değerlendirmeye ulaştım, en son
ulaştığım düşüncem şudur: Köylü¬
lerin eşkıya isyanı neyse işçilerin de
kapitalizme isyanı odur. Bunu aşan
bir durum yoktur. Köylülerin eşkı¬
yalığı ile kent eşkıyalığı aynı şeydir.
Köylülerin eşkıyalığı yerini kent eş¬
kıyalığına bırakmıştır.
AKP çözmezse batar. Ferit Zekeri-
ya, Amerikalı bir yazar, başta Afga¬
nistan olmak üzere Amerika’nın her
konuda artık şiddeti değil ikna meto¬
dunu kullanması gerektiğini belirti-
yormuş. Galiba, Amerikan düşünce
kuruluşu olan RAND Corporation,
Amerika’nm Irak’tan çekilmesi sonra¬
sında Amerika’da, Türkiye’nin Gü-
ney’e müdahale etmesini isteyen bir
grup bulunduğunu ve eğer Türki¬
ye’nin Güney’e müdahalesi engellen¬
mek isteniyorsa, PKK’ye karşı Türki¬
ye’ye destek olunması gerektiğini be-
lirtiyormuş. Yani işgal mi edecekler?
Olabilir. Onlar Amerika’da bunu iste¬
yen bir gruptur. Eskiden de vardı.
Murat Karayılan’ın, Türk devleti¬
nin ABD, İran ve İrak ile yaptığı gö¬
rüşmelerde ortak kararın Kürt hare¬
ketinin tasfiyesi ve buna karşı ey-
Ekim 2009 | serxwebûn
49
“Halkın yönetime ka tılımı
muhakkak sağlanmalıdır. Öyle
üstten para beklemekle, gelirimiz
yok demekle belediyecilik obnaz.
Önemli olan balkı yönetime
katmanm yanmda, halkm
kaynaklarım da kullanarak
belediye çalışmalarım birlikte
yürütmektir. Gerekirse halk kendi
evinin önünü temizler. Belediye
başkam ve belediye meclisinin
görevi öncülük etmektir”
lemlilik olduğu, İngiltere ve ABD’nin
kendine göre çözüm yaklaşımlarının
olduğunu ancak Almanya ve Fran¬
sa’nın böyle bir çözümlerinin olma¬
dığını, Türkiye’yi bu bağlamda Avru¬
pa Birligi’nde istemediklerini, AB
üyeliğine karşı olduğu yönündeki
görüşleri de basma yansıdı.
Tezkereye onay çıkmasmm savaş
ilanı değil de, savaşın devam edeceği¬
dir. Genelkurmay Afganistan’a yeni¬
den asker göndereceğini açıklamış.
Onlar görüşmüş, anlaşmış olabilirler.
Demokratik belediyecilik anlayışı
gelişiyor mu? Halkçı belediyecilik an¬
layışı gelişiyor mu? Bunlarla ilgili da¬
ha önce değerlendirmeler yapmıştım.
Demokratik halk belediyeciliğinin ve
katılımcı belediyecilik anlayışının
önemine vurgu yapmıştım. Halkın
yönetime katılımı muhakkak sağlan¬
malıdır. Öyle üstten para beklemek¬
le, gelirimiz yok demekle belediyecilik
olmaz. Önemli olan halkı yönetime
katmanın yanmda, halkm kaynakla¬
rını da kullanarak belediye çalışma¬
larını birlikte yürütmektir. Gerekirse
halk kendi evinin önünü de temizler.
Belediye başkanı ve belediye meclisi¬
nin görevi öncülük etmektir. Yine her
türlü kaynak yaratılabilinir. Kredi al¬
mak konusunda hiç bir sıkıntıları
yoktur. Böylelikle ciddi belediyecilik
ve belediyenin yapacaklan işler ön
plana çıkar. Özellikle şehit ve yakın¬
larını kaybeden aileler mağdur edil¬
memeli, aç bırakılmamalıdırlar.
DTP’nin 100 belediyesi var. İyi bir
model oluştururlarsa gelişirler, öncü¬
lük ederler. DTP’nin durumu nasıl?
Oy oranı nasıl? Yükseliyor değil mi,
gözlemlenebiliyor mu? Oy oram yüzde
10 civarında olması gerekir. Ama yet¬
mez çogaltmalan lazım. Devlet ve hu¬
kuk bürokrasisi DTP’jd belli bir sımr-
da tutmaya çalışıyor. Bunu aşmalan
için daha önce söylediğim siyaset aka¬
demilerinin kurulması gerekiyor. Kı¬
zıltepe büjmk bir yerdir. Orada akade¬
mi kuruldu mu? Van’da kuruldu mu?
Siyaset akademilerinin kurulması çok
önemlidir. İşte hâkim size çıkar ters
bir soru sorar, cevaplayamazsmız, al¬
tında kalırsmız. Siyaset akademileri
eğitim açısından oldukça önemlidir.
AKP’nin 300 tane siyaset akademisi
var, kadrolannı buralardan yetiştiri¬
yor. Birçok yerde siyaset akademileri¬
nin açılması gerekir.
AKP meydan kendisine kalsm
istiyor
DTP önemli bir süreçten geçiyor.
Kendilerine yönelebilirler, tutuklaya¬
bilirler. Önemli olan politik bir duruş
sergilemeleridir. Bulundukları mevzi¬
leri korumalan, bu durumlarım daha
da geliştirmeleri gerekir. Siyaset aka¬
demilerini de bu bağlamda söylemiş¬
tim. AKP manügı çıkarcıdır, oportü¬
nist bir anlayışa sahiptir. AKP anlayı¬
şı devlete dayanarak ve devletin im-
kânlarmı kullanarak güçlenme siya¬
seti izliyor. Bunlar bu süreçte kendile¬
rini korumak adma DTP’yi kurban
edebilirler. DTP ortadan kalkınca si¬
yasi mirasımn kendilerine kalacağım
hesaphyorlar. DTP’lilerin bunu hesap¬
laması gerekiyor. Buna göre siyaset
üretmeleri gerekiyor. Ben daha önce
de söylemiştim. DTP’ye dönük tutuk¬
lamalar gelişebilir. Politika üretmekte
yeterli değiller. İşte Ergenekon operas¬
yonu ortadadır. Devletin içerisindeki
bir kesim Ergenekon’a karşı, Ergene-
kon’a alternatif olarak DTP’ye yönelik
operasyon yapılmasım amaçlıyorlar.
AKP mevcut durumda DTP’yi kur-
banlık koyun olarak görüyor. Oysaki
yargı bürokrasisi AKP’jd de kapatmaya
çalışmışü. Şimdi bu kesim, yargı bü¬
rokrasisi, Ergenekona karşı DTP’ye yö¬
nelmeye çahşıyor. AKP de buna ses çı¬
kartmıyor. Bu süreç bu şekil olumsuz
giderse DTP’nin üstüne daha fazla gi¬
decekler. AKP, ne CHP olsun istiyor ne
DTP olsun istiyor, meydan kendisine
kalsm istiyor. AKP böylesi bir anlayışa
sahiptir. Kendi çıkarım devlet çıkarm-
dan üstün sayıyor. Bilindiği gibi yargı
bürokrasisi, Sincan Hakimi, Cumhur-
başkam Gül’ün de yargılanmasımn
önünü açmak istemişti ancak güçleri
yetmedi. Bu kesim halen güçlü bir şe¬
kilde bulunmaya devam ediyor. Neden
diğer milletvekilleri zorla götürülmedi¬
ler de DTP’li milletvekillerini zorla gö¬
türmeye çalışıyorlar. Bu anlaşılmalı.
Demokratik müzakere süreci geli¬
şirse bu, DTP etrafında gelişecek. El¬
bette Kandil ve ben de bu sürece do¬
laylı şekilde katılacağız. Ben buna
dolaylı müzakere demiyorum, de¬
mokratik müzakere diyorum. De¬
mokratik müzakere sürecinin başla¬
ması açısından DTP’ye önemli görev¬
ler düşüyor, DTP’nin buna hazırlıklı
olması gerekiyor. DTP içerisinde dip¬
lomasiden ve müzakere süreçlerin¬
den anlayan, iş yapabilecek kişiler¬
den oluşan bir komisyon oluşturul¬
malıdır ve bu komisyon güçlü öneri¬
ler hazırlamalı. Bu komisyon parla¬
mento gündemine güçlü önerilerle çı-
kabilmelidir, onlarm böyle bir hakla-
n da vardır. Ve parlamentoda da de¬
mokratik müzakere süreciyle ilgili bir
komisyonun oluşmasını sağlayabil¬
melidir. Koçgiri isyam da meclise ge¬
tirilip, tartışılıp af benzeri bir çözüme
bağlanmıştı. Biliyorsunuz daha önce
de Susurluk Komisyonu gibi komis¬
yonlar meclis içerisinden oluşturul¬
muştu. Mecliste oluşturulacak bu
ikinci komisyona milletvekillerinin
yanı sıra aydın, yazarlar, akademis¬
yenler, sivil toplum örgütleri de dahil
edilmelidir. Bu komisyon da Kandil,
İmrah’dan tutalım da, Genelkur-
may’dan, DTP’den MHP’ye kadar ve
tüm kesimlerle görüşmelidir. Bu gö¬
rüşlerim Ahmet onlara da iletilebilir.
Eğer bunu başarabilirlerse büyük bir
iş başarmış olurlar. Böylelikle de¬
mokratik sürecin önü açılabilir.
50 -
Demokratik müzakere ve çözüm
sürecinin başlaması iki hafta içinde
netleşir. Parlamento açılışında
AKP’nin yapacağı sunum önemlidir.
Ya savaşın devam karanna ya da de¬
mokratik müzakere sürecinin başla¬
masına neden olacak. Bu da dediğim
gibi iki hafta içerisinde netleşecek.
Mevcut durumun, AKP’nin inisiyatif
alması ve cesaretli davranmasıyla
önü açılabilir. Eğer demokratik mü¬
zakere süreci gelişmezse şiddet, ça¬
tışma, baskı ve ölümler korkunç
olur. Halk her türlü gelişmeye hazır¬
lıklı olmalı, savunma tedbirlerini ge¬
liştirmelidir. Yüz yerde çatışma olur¬
sa Türkiye bunun altından kalka¬
maz. Benim amacım böyle bir süre¬
cin önüne geçmektir. Devlet benden
çözüm bekliyor. DTP sorumluluğu
bana atıyor. Benim şartlarımı kim¬
se anlamıyor. 11 yıldır buradayım.
Başkası 11 gün burada kalsaydı, ba¬
şını duvarlara vururdu. Bunları an¬
latmaktan boğazım kurudu, görü¬
yorsunuz. Mevcut durumda Kürtlü¬
ğünüzden vazgeçmeniz isteniyor.
Sizler onurlu insanlarsınız, Kürtlü¬
ğünüze sahip çıkarsınız, mücadele
edersiniz. Süreç olumsuza giderse
halk kendi karannı verir.
Biliniyor Özal bu konuya farklı
yaklaşıyordu, bir şeyler yapmak isti¬
yordu. Suikast düzenlediler. Erba-
kan da bir şeyler yapmak istiyordu,
onu da alaşağı ettiler. Ecevit de bir
şeyler yapmak istiyordu, onu da et¬
kisiz hale getirdiler, felçettiler. AKP
farklı yaklaşıyor, oportünist bir yak¬
laşımı var. Kendi çıkarım devlet çı¬
karından üstün tutuyor. Bu yakla¬
şım tehlikelidir.
Çocukları bile öldüren zihniyet
çok tehlikelidir
Devlet içerisinde bir kesim halen
ısrarla savaşı dayatıyor. Bu kesimler
işte Şırnak’ta iki yurtsever insanm
başlannı taşlarla ezerek öldürdüler.
Bir de arabalarını uçuruma yuvarla¬
dılar. Bu aslında bir mesajdır, bir
göz dağıdır. İşte ben sizi böyle ezerim
demek istiyorlar. Politikada etkili ol¬
mayan insanların öldürülmesi bun¬
ların neler yapabileceğine işaret edi¬
yor. Sıradan insanları da öldürebilir¬
ler. Ben gazetede okumuştum; Ada¬
na Islahevinde bir Kürt çocuğunu,
sanırım Mardinliydi, marş okumadı¬
ğı için parçalayarak öldürmüşler.
Gerekçe olarak da bunu çocuklar
yaptı gibi bir gerekçe ortaya koy¬
muşlar. Bunlar örgütlüdür ve bilinç¬
li yapılmaktadır. Daha önce de ben¬
zer çocuk ölümleri olmuştu. İşte
Uğur Kaymaz’ı da öldürmüşlerdi.
Sadece Lice’de öldürülen kız çocu¬
ğu değil, Dicle kıyısında onlarca Kürt
çocuğu öldürüldü. Çocuk bile öldüren
zihniyet çok tehlikelidir. Bunu nasıl
yapıyorlar anlamıyorum. Ben burada
bunların önüne geçmeye çalışıyorum.
Bu olayları devletin yapması ya da
PKK’nin yapüğmm söylenmesi çok
SERXWEBÛN I Ekim 2009
önemli değildir. Kim yaparsa yapsm
bunun araştıniması ve açığa çıkartıl¬
ması gerekir. Avukatları eleştiriyo¬
rum; avukatlar halkın haklarını koru¬
makla görevli. Bu tür olayların üzeri¬
ne gitmelidirler. Özellikle bölge baro-
lan bu tür olaylann üzerine gitmeli,
açığa çıkarmalıdır. Bu tür olaylar Av¬
rupa’da olsa avukatlar kıyameti kopa¬
rır, on klasör belge, delil toplarlar, ola¬
yı ortaya çıkartırlar. Bunlan avukatla-
nn muhakkak araştmp, arkalarında
ne var, kim var araştırıp ortaya çıkart¬
ması gerekiyor. Bu ölümler, yapanla-
rm zihniyetini ortaya çıkartıyor.
Çatı partisi ne durumda? DTP Par¬
ti Meclisine seçilecek kişiliklerin nite¬
likli olmalan gerekir. İstekli, arzulu,
hizmet aşkıyla dolu, iş yapabilen ki¬
şilerden seçilmelidir. Yine demokra¬
tik Alevi kişilikler, akademisyenler,
Kıvılcımcılar, Sosyalist Partisinden,
DTP bünyesinde geniş bir yelpazede
çatı partisi tarzmda oluşabilir, çalış¬
ma yürütebilirler. Parti meclisine
akademiler de iş yapabilecek insan¬
lar da almabilir. İstekli, arzulu in-
sanlann olması gerekir. Emine ve
Ahmet ile devam edebilirler. Emine
ve Ahmet olursa bu yanlış olmaz. İlle
de olsun demiyorum, dayatmıyorum,
bu halkın iradesiyle olmalıdır.
DTP’de değişik çevrelerin, Türk de-
mokratlarımn da yer alması önemli.
Onların çalışmalarının bu dönem
Türkiye için önemli olduğunu düşü¬
nüyorum. Onlann da bütün güçleriy¬
le yirmi dört saat kendi çevrelerinde
çalışmaları gerekiyor. DTP kendi par¬
tileriymiş gibi çalışmalıdırlar. Bulun-
duklan yerlerde bir parti başkanı gi¬
bi çalışmalıdırlar. Bu sadece Kürt
hareketi için değil Türkiye için de bü¬
yük bir demokrasi hareketi olmalı.
551 sayfalık savunmam avukatla¬
rıma verilmiş. Peki, yol haritası ve¬
rildi mi? Onu da kısa zamanda ve¬
rirler. Bir kısmını açıklamıştım.
Orada abartılı talepler yok.
Behram Salih, Irak’ta Saddam’m
Kültlere karşı kimyasal silahlarla sal-
dırmasma rağmen dağdan indiremedi-
ğini, Türkiye’nin de bu şekilde çatışa¬
rak PKK’ 3 d dağdan indiremeyeceğini,
bu sorunun yeni bir sorun olmadığım.
Ekim 2009 | serxwebûn
51
20 yıldan beridir süregelen bir sorun
olduğunu, Türkiye’nin çözüm için da¬
ha farklı yaklaşması gerektiğini, ken¬
dilerinin de bu şekilde yardımcı olaca¬
ğım belirtmiş. Üçlü koalisyonun işle¬
mesi gerektiğini dile getirmiş. Yansıdı¬
ğı kadarıyla Behram Salih de demok¬
ratik çözüme vurgu yapıyor.
Evet, belki tam tıkanmaya doğru gi¬
dilmiyor. Ancak bir daralma yaşamyor.
Bir-iki hafta içerisinde ya açılımm önü
açılır, ya da tam daralır. Bu bir-iki haf¬
ta kritik haftalardır. Bir-iki hafta sonra
nasıl şekillenecekse daha iyi görülür.
B iz im açımızdan da her şey daha iyi
netleşir. Zaten bugünlerde meclis açı¬
lacak, bu konu meclisin de gündemine
gelecektir. Meclis açıldığmda iktidarm
ne yapacağım daha iyi göreceğiz.
Hayır mesele hükümeti de aşan bir
meseledir. Devletin ne yapacağını gö¬
receğiz. Btr gelişme olursa bu görüş¬
melere katılacak müzakereciler hazır¬
lıklı olmalıdır. Özellikle DTP bu konu¬
da hazırhklı olmalıdır.
Bireysel amacı olan insanlara
asla görev verilmemeli
DTP Kongresine ilişkin görüşlerimi
daha önce de belirttim. Kongrede çok
değişik kesimlerden insanlar da görev
alabilirler. Türk arkadaşlardan, ya-
zar-çizerlerden de insanlar görev ala¬
bilirler. Parti Meclisinde görev alacak
kişiler makam-mevki için gelmesin¬
ler, kendini yaşatmaya gelen insanlar
delegeler tarafından seçilmemelidir.
Halk tarafından sevilen, emek sahibi,
parti çizgisine saygılı olan, makam-
mevkiyi araç olarak gören; asıl amaç¬
ları hizmet olan nitelikli insanlar, de¬
legeler tarafmdan seçilmelidirler. Bi¬
reysel amacı olan insanlara asla gö¬
rev vermeyin, kim olursa olsun bu tip
insanlar seçilmemelidir. Eğer seçilip,
partiye hizmet etmiyorsa, bu tip kişi¬
leri alü ay içerisinde disiplin kurulla¬
rı işletilerek seçtiğiniz gibi alaşağı
edebilirsiniz. Doğru olan da budur.
Evet, belediyeler ne durumda? Yü¬
ze yakın belediye ellerindedir. Halk
belediye çalışmalarını nasıl görüyor,
nasıl değerlendiriyor? Ben daha ön¬
celeri defalarca belirttim. Belediye
çahşmalan sizi iktidara getireceği gi¬
bi iktidardan da indirecek çalışma¬
lardır. Bunun için halka şöyle sesle¬
niyorum: Eğer Belediye Başkanları
gerekli hizmetleri vermiyorsa onların
makamlarını işgal edin. Onlan siz ge¬
tirdiniz, siz tndtrebiltrstniz. Onlar or¬
da sizin birer çalışanmızdır. Bu hak¬
kı kendinizde göreceksiniz. Çalışma¬
yan Belediye Başkanları, Osman ve
Botanlar gibi ağalığın mı peşindeler,
neyin peşindeler bunlar? Evet, o gün
gazetede okudum Osman şöyle diyor:
beni Türkiye’ye getirin, ben hizmet
vereceğim, katkı sunacağım diyor.
Bunlar hala gündemde kalmak için
kendilerini malzeme yapıyorlar. Eğer
onurlu olsalardı, bu durumda olmaz¬
lardı. Bunlar önemsiz, dikkate alın¬
maması gereken insanlardır.
Şimdi btr iki yasa değişikliğiyle,
anayasadaki bazı maddelerin değiş¬
mesiyle bu sorun çözülecek gibi değil.
Askeri yöntemle de şu anda çözülecek
gibi değil. Hukuki, askeri yöntem de
şu anda tıkanmış. Siyasetin tıkandığı
noktada iki yöntem de etkisiz kalır,
ikisi de gelip siyasete dayamyor. Ön¬
ce siyasetin önünü açmak gerekiyor.
Önce siyasetin önünü açacaksın ki
ondan sonra bir şeyler gelişsin. Her¬
kes kendinden doğru işini yapacak.
Hukukçular da çalışacak tabi, onlar
da üzerine düşeni yapacak. Gerilla da
işini yapacak. Ama siyasetin ön açıcı¬
lığı olmadan bir sonuç almak müm¬
kün değil ve siyaset de tıkanmış du¬
rumda. Şu anda siyasetçiler de tıkan¬
mış durumda. Ben bunun aşılması
için gündemimde bir iki pratik öneri
var yapacağım. Tabi bizimkiler de geç
anlıyor. Herkesin şimdi önce siyase¬
tin önünü açmaya çalışması gereki¬
yor. Yoksa askeri yöntemler devreye
girer o da çözüm değil. Yeni bir şey
değil. Ben siyasetin önünü açmak
için Türkiye’deki herkesin çabalama¬
sı gerektiğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı Gül’ün bir belir¬
lemesi var. Ulus içinde ulus adacık¬
ları yaratmak istediğimizi söylüyor.
Buna cevap vereceğim. Önce bunun
anlaşılması gerekiyor. Beni yanlış
anlatarak bizi siyasetin önünü tıka¬
maya alet etmeye çalışıyorlar. Buna
izin vermem. Benim ne söylediğim
açıktır. Bunu defalarca anlattım. Son
yol haritasında da bunu açıkça yaz¬
dım. Savunmalanmda da bunları be¬
lirttim. Gül, Erdoğan çözüm falan di¬
yorlar ama net olarak, tam olarak ne
olduğunu anlamış bile değiller. Ke¬
mal Karpat akademisyendir, Ameri¬
ka’da yaşıyor. O biraz anlamış. Şöyle
diyor; “Yeni bir ulus, yeni bir devlet
doğuyor”. Doğrudur ama onlarm an¬
ladığı anlamda değil, demokratik bir
ulus, demokratik bir devlet doğuyor.
Birkaç etnisite bir araya gelip ulus
yaratabilirler. Hatta bir etnitisite
farklı uluslar, farklı devletler yarata¬
bilir. Bizim yaratmaya çalıştığımız
ulus anlayışı etnisiteye dayanmaz,
demokratiktir. Demokratik ulusta
herkes yerini alır. Dünyada bunun
örnekleri var. İşte İngiltere. İngilte¬
re’de İskoçya’nm a}^! parlamentosu,
hükümeti var. Kuzey İrlanda’nın
özerkliği var. Galer’in kendi parla¬
mentosu var. ABD’de de buna benzer
bir sistem var. İspanya 17 bölgeden
oluşuyor. İtalya’da da buna benzer
bölgesel açılımlar var. Araplarda bile
bu kadar geri bir anlayış yok. Araplar
bile şu anda Türkiye’deki hâkim an-
layışm önündedir. Benim, senin dev¬
letinle, bayrağınla bir sorunum yok.
Dilinle bir sorunum yok. Herkesin
ortak vatanı diyeceksin bununla da
bir sorunum yok ama Kürdistan diye
bir yer var, O da ortak vatandır.
Bir halk ancak diliyle var olur
Bunlar neyi anlamıyorlar? Ben
‘92’den beri devletle, orduyla dolaylı,
dolaysız görüştüm. Onlara şunu
söylüyorum; Alparslan Silvan’a gelip
o zamanki Mervani beyliğiyle görü¬
şüp 15 bin Kürt savaşçısını alıp öyle
Bizans’la savaşmadı mı? Anadolu’ya
Türklerin girişini bu sağlamadı mı?
O zaman sen Kültleri nasıl inkâr
ediyorsun. Yavuz Selim, İdris-i Bitli-
si’yle görüşüp Kürtlerle anlaşıp, on¬
dan sonra seferlere çıktı. İdris-i Bit-
lisi’ye o dönem bölgede Kürtlerin
lO’u aşkın beylikleri vardı. Kendini¬
ze bir beylerbeyi seçin, İstanbul’da
S2
SERXWEBÛN I Ekim 2009
ben, Kürdistan’da O olsun, dedi.
Kürtler o dönem kendi aralarında
kavga ediyorlardı. Bir beylerbeyi se¬
çemediler, Yavuz onlara bir beyler¬
beyi atadı. Boş bir kâğıt gönderdi. Ne
istiyorsanız yazın, kabulümdür, de¬
di. Bu ittifakla Mercidabık, Ridaniye,
Çaldıran savaşlannı kazandı mı, ka¬
zandı. İmparatorluk iki kat büyüdü
mü, büyüdü. Hazine üç kat doldu
mu, doldu. Peki, sen, şimdi Kürtleri
nasıl bu topraklarda yok sayıyorsun.
Sen onlar olmadan böyle bir impara¬
torluk kurabilir miydin? Mustafa Ke¬
mal, Erzurum kongresini yaptı. Bir¬
çok Kürt beyine, mirine kardeşlik
mektupları yazdı. Mir Dengir Fırat’m
dedesi olmasaydı, Sivas Kongresi’ni
basıp Mustafa Kemal’i tutuklamaya¬
caklar mıydı? Sen şimdi Kürtlerin
haklarını bu cumhuriyette nasıl in¬
kâr edebilirsin, nasıl bunları tanı¬
mazsın! Tarih budur, tarihin doğru¬
su budur. Hatta ordudan bazıları
bunu sivillerden ve Erdoğan’dan da
Baykal’dan da daha iyi biliyor. Bay-
kal, Kürt’e hayır diyor, dilini kulla-
namazsm diyor, Kürt dili bile yok di¬
yor. Ne demek bu, sen ne demek is¬
tiyorsun? Bir halk ancak diliyle var
olur. Kendi dilini çocuğuna öğrete-
meyecek, eğitemeyecek, o zaman sen
nasıl insanlıktan, kardeşlikten bah¬
sedebiliyorsun? Bunu yapamayan
insan, insan değildir. Bir hayvanm
bile dili var. Bir hayvan kadar bile
değer vermeyeceksen sen nasıl kendi
insanlığından bahsedebiliyorsun.
Bunların milliyetçiliği aşılmış bir
milliyetçilik. Bu faşizmdir, nasyona¬
lizmdir. Bu bütün dünyada artık
aşılmıştır. Bütün dünyaya bakalım,
bu anlayış, bir tek Türkiye’de var.
Amerika’da da, Afrika’da da, Arap-
larda da, Latin Amerika’da da böyle
bir şey yok. Kemalist’iz diyorlar, Ke¬
malizm’de de böyle bir şey yok. Bun-
larm ki Türklük de değil. Beyaz Türk
diyorlar ya, asimda Türk de değil
bunların hiç biri. Bunun Türklüğe
de bir yararı yok. Ben bunların ne
olduğunu söylemek istemiyorum.
Temel İskit adında bir adamın ma¬
kalesi var, onu okusunlar, bu konu¬
da her şey orda yazıyor.
Dünyada artık karşılığı olmayan
bir milliyetçiliğe sığınıyorlar
Bunlar Kemalist de değil. Kemaliz¬
m’i de anlamıyorlar. Mustafa Kemal
diyorlar. Mustafa Kemal’de Kürt düş¬
manlığı yoktur. Bunlar gibi değildi.
Nutuk yazdı diyorlar. Ne zaman yaz¬
dırdınız? ‘30’lardan sonra! Mustafa
Kemal’in dönemi, pozitivizmin hâkim
olduğu dönemdir. O Fransız pozitiviz¬
minin etkisinde bir ulus yaratmıştır
ama Kürt düşmanlığı yoktur. Bu Bi¬
rinci Devrim’dir. Ama bağımsız dura¬
madı. İstediklerini yapamadı. Onun
yapmak istediği bunlar değildi. Kâzım
Karabekir’in İstiklal Mahkemesi’ndeki
yargılamasmda idam edilmek istendi.
Bütün önemli önemsiz generaller sivil
elbiselerle mahkemeye geldiler, buna
iz in vermeyeceklerini gösterdiler. İtti¬
hatçılar aslında Mustafa Kemal’i ku¬
şattılar, onu boğdular. İzmir suikas¬
tıyla Mustafa Kemal, bunlann gücü¬
nü gördü, bir çeşit Çankaya’ya çekil¬
di. Artık etkisi kalmamıştı. 1925’ten
sonra Kemalizm, Mustafa Kemal’in
Kemalizm’i değildir. Recep Peker fa¬
şisttir, CHP’nin başma geldi, İtalyan
Musollini yasalarıyla biliniyor. O
CHP, 1925’ten sonra artık Mustafa
Kemal’in CHP’si değildir. Mustafa Ke¬
mal, Çankaya’ya çekilmeden aslında
Serbest Fırka deneyimiyle demokrasi-
3 ri de denedi ama olmadı, kapattırdı¬
lar. MHP ve CHP, Kürt yoktur, diyor.
Nasyonalist, dünyada artık karşılığı
olmayan bir milliyetçiliğe sığmıyorlar.
Aslında bu milliyetçilikten dünya da
elini çekti. ABD, bunlan destekliyor¬
du, işte Ergenekon olayı ortada, des¬
teğini çekti. Nereye dayanacaklarını
bilemiyorlar, bu nedenle panik halin¬
deler. Aslında biraz yargmm içinden,
bürokrasiden, ordudan direnenler var
ama bir şey elde edemeyecekler. Üni¬
versiteler vardı, onlar bile ellerinden
gitti. Kem a l iz m diyorlar ama bu Ke¬
malizm değil. Mustafa Kemal şimdi
uyanıp gelse bile onlan kurtaramaz.
Artık pozitivizmin bilimsel olarak aşıl¬
dığı bir yerdeyiz. Kaldı ki Mustafa Ke¬
mal onlar gibi de düşünmüyordu.
Şimdi siyaset yapsa bu şartlara göre
siyaset yapardı. Böyle siyaset yapardı.
Demokratik ulus yaratmak gerekiyor.
Ben buna İkinci Devrim diyorum. Ta¬
rihin, geldiği yer, geleceği yer burası.
Bunlar, tarihin akışına ters duruyor¬
lar. Bunlarm yaptığı tarihin gidişatma
da uymuyor. Yol haritasında da ay-
rmtıh olarak anlattım. İlkelerini sekiz-
on tane koydum. O ilkelerden biri “ta¬
rih şimdidir, şimdi tarihtir. ’’
Kadının bu iktidardan sonsuz
boşanmasını öneriyorum
Gülüzar Akm’ın bir mektubunu da¬
ha aldım. Sağlığı kötü galiba. Kendisi¬
ne dikkat etsin. Yapılacak bir şey var¬
sa yapmak lazım. Bitlis’ten cezaevin¬
den mektup aldım. 11 kadm arkadaş
varmış orada. Bakırköy’den de vardı.
Cibranlı Halit’in yeğeni Mesil Demi-
ralp’m mektuplarım almıştım. Bunla¬
nn hepsine cevap vermek istiyorum
bugün. Bitlis cezaevinden bir erkek
arkadaşm da mektubunu aldım. Bit¬
lis tarihi üzerine yoğunlaşıyormuş.
Bitlis İdris-i Bitlis, Said-i Nursi gibi
isimler çıkarmış bir yer. Erdoğan da
bahsetti bu isimlerden. Bitlis’e ilişkin
bir belirleme yapmak istiyorum. As-
İmda Bitlis sadece bir il değil bir bölge
olarak Van girer mi girmez mi, tartışı¬
lır tabi. Tatvan’ı Van’dan mı Bitlis’ten
mi saymak gerekir. Ama Ahlat var,
Bitlis bir alandır, bir bölgedir. Bitlis
kadınları biraz farklıdır. Dersim Alevi
kadmlarmm uyanmış, bilinçlenmiş -
Kürt kadınlannm geneline göre söylü¬
yorum- durumu Bitlis kadınları için
de geçerli. O yöreyi biraz biliyorum.
Kadmlanmn duruşu farklıdır.
Kadm meselesini biraz daha tartış¬
mak istiyorum. Savunmalarımda tar¬
tıştım ancak çok öfkeleniyorum. Evde
kalmaktan söz ediyorlar. Ben daha
önce de söyledim. Tekrar şöyle ifade
etmek istiyorum. Sonsuz kavramını
kullanacağım ama anlaşılabilmek
için Sonsuzluğu şöyle sınırlandırmak
istiyorum. Beş bin yıllık kadmm ta¬
hakküm altına almdığı erkek ege¬
menlikli bir kültür yaratıldı. Buna te¬
cavüz kültürü diyorum. Ben kadmm
bu tecavüz kültürüne bo 5 aın eğdiğini.
Ekim 2009 | serxwebûn
53
eğmek istediğini düşünmüyorum.
Ancak buna karşı çıkmak, bu kültü¬
rün dışmda yaşamak o kadar kolay
değil. Bunu yırtmak, bunun dışında
erkekle ilişkilenmek. Erkekler için de
söylüyorum; beş bin yıllık tecavüz
kültürünü bilince çıkartmak, özgür
bir bilinçle, iradeyle bütün bunları
aşarak ilişkileneceklerse kadınla, ka¬
dınlar için de erkekle ilişkilenmelerini
söylüyorum. Yoksa öyle evde kalmak
falan değil. Kadın parti içinde de mec¬
lisler içinde de bu özgürlük iradesini
eyleme dönüştürmeleri, eylemsellik
içinde özgürleşmeleri gerekir. Bunu
başarmalannı diliyorum. Ben, yeni
bir kavram tartışacağım. Bu iktidar
erkek egemenliğine ilişkin. Bazı ya¬
zarlar da tartışmış. Bana çok yakm
şeyler söyleyen yazarlar da var. Özel¬
likle erkek egemenliği konusunda.
Kadımn köleleştirilmesini çok iyi tas¬
vir edenler var. Onlar da bu toprak¬
larda kadın köleleşmesinin başladığı¬
nı tespit ediyorlar ancak bu köleliğin
geldiği noktamn Avrupa uygarlığmda
doruk noktasına ulaşüğmı söylüyor¬
lar. Ben de aym şeyi söylüyorum. Bu
yazar Fransız, şu anda Fransa’da ka-
dmlann yaşadığı özgürlük falan di¬
yorlar ya bu kölelik, Ortadoğu’da bir
kadının yaşadığı kölelik kadar ağır¬
dır. Fransa’daki belki biraz daha kar¬
maşıktır, bir sürü şeyin içine sakla¬
mışlar ama Ortadoğu’daki kadına yö¬
nelik iktidar çok daha safür, kendini
açığa vurur. Bunun tasvirini iyi yap¬
mış ama çözümlemesini yapamıyor.
Kendisi de söylüyor zaten, ben bunun
siyasetini yapmak istiyorum. O sade¬
ce sosyologdur. Ama ben benzer so¬
nuçlara ulaştım ve boğazma kadar si¬
yasetin içindeyim. Jean Baudlierd,
bu incelemesinin sonunda kadmlar
için bir çıkış olarak, çok kötümser
yaklaşıyor, belki haklıdır; sonsuz aş¬
kı öneriyor. Kadmlarm bu iktidar iliş¬
kisinden sonsuz aşkla çıkabileceğini
söylüyor. Ama bu kadar naif bir kav¬
ramla, aşkla falan bu işin içinden çı¬
kılmaz. Ben sonsuz aşk değil, sonsuz
boşanma diyorum. Sonsuzluk derken
asimda beş bin yıllık eril iktidarla bu
sonsuzluğu smırlayabilirim. Buna
karşı kadının bu iktidardan sonsuz
“Kadının kendi özgürlüğünü
kurmak için siyasal bilinç ve
siyasal eylemlilik gerekiyor.
Kadın erkek ilişkisi öyle
romantik ya da sonsuz aşk
ya da cinsel özgürlükle elde
edilemez. Sonsuz aşkla
yaşayacaklarsa özgürlüğü bilince
çıkarmaları gerekiyor. Kadının
önce eril iktidardan sonsuz
boşanmasını söylüyorum,
sonsuz özgürlük diyorum”
boşanmasını öneriyorum. Kendi siya¬
setlerini oluşturmalı, bunun için eko¬
nomilerini oluşturmalı. Kadın kendi
ekonomisini oluşturmalı, siyaset aka¬
demilerini önermiştim.
Sonsuz aşkla yaşamak istiyorlarsa
özgürlüğü bilince çıkarmalılar
Kadının kendi özgürlüğünü kur¬
mak için siyasal bilinç ve siyasal ey¬
lemlilik gerekiyor. Bunu yaratmalan
gerekiyor. Kadın özgürlüğü ya da ka¬
dın erkek ilişkisi öyle romantik aşk
ya da sonsuz aşk ya da cinsel özgür¬
lükle elde edilemez. Sonsuz aşk diye¬
ceksek, romantik, günümüzde yaşa¬
nan aşk ilişkilerinden söz etmiyo¬
rum. Zaten bu aşk dedikleri şey, İn¬
giltere’de 17. 18. yüzyılda yaratılan
klasik romanlarda anlatılan bir kav¬
ram, romantik aşktan söz etmiyo¬
rum. Sonsuz aşkla yaşayacaklarsa
özgürlüğü bilince çıkarmaları gereki¬
yor. Yoksa cinsel tutkudan da söz et¬
miyorum. Cinsellik olacaksa bile bu
sonsuz aşk temelinde yaşanması ge¬
rekiyor. Kadmm önce eril iktidardan
sonsuz boşanmasını söylüyorum,
sonsuz özgürlük diyorum. Bu temel¬
de bana kadm arkadaşların yazdığı
mektuplara cevap olmak istiyorum.
DTP’ye yan çiziyor, diyorlar. Bunlar
DTP’yi yalnızlaştırarak teslim almak
istiyor. Bunlar DTP aracılığıyla Kültle¬
ri teslim almak istiyor. Bunlar Kürtler¬
le ilişki kurmak istemiyor. Kürileri
kandırmaya çalışabilirler ama beni
kandıramazlar. Beni kullanamazlar.
Beni burada lime lime bile edebilirler,
öldürebilirler ama kullanamazlar. Ben
Kürilerin metres ilişkisine girmesine
izin vermem. Bana bağlı beş milyon
Kürt var diyorlar. Siz bu Kürtleri ney¬
le kandıracaksmız? Böyle olursa çatış¬
malara yol açar. Ben tam on beş yıldır
nefes nefese bunu engellemeye çalışı¬
yorum. ‘92’den beri bunun için uğra¬
şıyorum. Özal biraz anlamıştı, cesur¬
du. Sorunun başka türlü çözülmeye¬
ceğini biliyordu. Özal yaşasaydı şimdi¬
ye kadar sorun çözülmüştü, bu kadar
kan dökülmeyecekti. Biz sadece Kürt-
1er için bir şey istemiyoruz. Demokra¬
tik bir ulusun inşasından söz ediyo¬
ruz. 1215’teki Magna Carta’sı gibi, Os¬
manlIdaki Sened-i İttifak gibi her ke¬
sim, her insan devletle ortak bir söz¬
leşme yapacak, sadece Kürtler değil.
Devlete diyecek ki ben seninle ancak
şu şu temellerde yürürüm. İşte ben si¬
yasetin önü tıkanırken bunu diyorum.
Yeni bir hücre cezası geldi. On gün¬
lük bir ceza. Sözde konuşmalanmda
hakaret etmişim. Ben hakaret etmem.
Ortadoğu tarihini iyi bümek lazım
Cengiz Çandar Kürt sorunun çö¬
zümünün geri dönülemez bir yola
girdiğini, bu yoldan geriye dönülemez
mi, diyor. Bir de PKK, kendisi aldığı
kararla ya da benim çağnmla dağdan
inse veya sınır dışına çekilse bile bu
sorun gerçek anlamıyla çözülemez.
Çünkü PKK’nin karakterinin değişti¬
ğini, bölgesel bir örgüt haline geldiği¬
ni ve sorunun bölgesel mutabakat ile
çözülebileceğini belirtiyormuş. Tabi,
tabi öyledir. Tabi Cengiz, Haşan Ce¬
mal onlar anlıyorlar, tanıyorlar, ya¬
kından takip ediyorlar. Cengiz’i tanı-
nm. Haşan Cemal’i de tanırım, bu
sorunlara ilgilidirler, biliyorlar. Cen¬
giz onlar Ortadoğu’yu biliyorlar. Or¬
tadoğu tarihini iyi bilmek lazım. Batı
uygarlığını da bu temelde iyi değer¬
lendirmek lazım. Ben savunmalarım¬
da Ortadoğu’nun kültürünü demok¬
ratikleştirmeye değindim. Cengiz
Çandar onlara verilebilir.
54-
Seyit Rıza barışçıl bir çözüm
umuduyla teslim oluyor
İMF toplantılanna cevaben kapita¬
lizm hakkmda bazı değerlendirmelerde
bulunacağım. Kapitalizm önce inşam
çürüttü, toplumu çürüttü, şimdi de
doğayı tahrip ediyor, yaşadığı doğayı
çürütüyor, doğayı bitiriyor. Yaşadığı
doğayla banşık olmayan bir sistem.
Asimda ben kapitalizmi dinazorlara
benzetiyorum. Biliniyor dinazorlar ön¬
ce kendi çevresindekilerle besleniyor¬
lardı, bunlan tükettiler sonra da yiye¬
cekleri bir şeyler kalmaymca kendi
kendilerini yemeye, tüketmeye başla¬
dılar. Kapitalizmin içine düştüğü du¬
rum da budur. Kapitalizmin şu anda
yaşadığı dönem, dinazorlarm son dö¬
nemine benziyor. Kapitalizm dinazor-
laşmadır. K. Marks’ı bu aralar daha iyi
çözümlemeye çalışıyorum. Şunun far-
kma vardım. Marks asimda kapita¬
lizmle birlikte yaşamamn teorisini yap¬
mıştır, Marks, kapitalizmle birlikte ya¬
şamamn büyük üstadıdır. Marks her
ne kadar kapitalizmi eleştirir gözükse
de kapitalizmle birlikte yaşamayı esas
alır. Benim kapitalizm çözümlemem
Marks’tan ziyade Nietzsche’ye daha ya¬
landır. Bu anlamda kendimi Nietzs¬
che’ye daha yakm görüyorum. Hegel’i
de, Max Weber’i de inceledim. Benim
felsefem Hegel’e yakm görünse bile as-
hnda ben Max Weber’in düşüncelerini
kendi düşüncelerime daha yakm bulu¬
yorum. Yine Gramsci var biliyorsunuz.
Eski İtalyan Komünist Partisi’nin lide¬
ridir. Daha sonra cezaevinde öldü.
Gramsci’nin sivil toplum örgüt anlayı-
şmı kendi anla 5 aşıma yakm buluyo¬
rum. Yine Frankfurt Okulu var, bili¬
yorsunuz. Bütün bunlan savunmala-
nmda işledim. Okunmak. Bölgede si¬
yaset yapanlar bunu okumalı. Bunlan
anlamadan bölgede siyaset yapılamaz.
Ben yol haritasmda da anlatmıştım.
Türkiye’nin yüz yıllık tarihini iyi
bilmek lazım. Ta Abdülhamit döne¬
minde başlayan günümüze kadar ge¬
len, yaşatılan zihniyeti iyi görmek la¬
zım. Abdülhamit’in başına gelenler
başlangıçtır. Bu zihniyet onu tahttan
düşürdü. Daha sonra Mustafa Ke¬
SERXWEBÛN I Ekim 2009
nayan İngilizler Mustafa Kemal’i sıkış¬
tırıp kendi alanlarma, siyasetlerine
çekerlerken dıştan da Lenin’in Sovyet-
lerin etkisinden kurtanyorlar, bağım
kesiyorlar. İşte 1925’den sonra Cum¬
huriyet tarihi arük İslamcılann, sos¬
yalistlerin ve Kültlerin tasfiyesi tarihi¬
dir. Mustafa Kemal’in o dönemlerdeki
durumu da biliniyor.
Beni öldürselerdi bile ör]
geçiremeyeceklerdi
mal’in başına getirilenler var. Mustafa
Kemal işte Koçgiri olaymda sorunu
görüşme ve uzlaşmayla çözme yanlı¬
sıydı. Alişer bu görüşmelere gönderil¬
mişti. Yine Mustafa Kemal Kültlere
muhtariyet verilmesinden yanaydı.
1921 Anayasası’nda var. Biz o döne¬
min 1920’lerin ruhunu esas alıyoruz.
Ama Mustafa Kemal’in çevresini sar¬
dılar, yalnızlaştırdılar, bunu engelle¬
diler. Mustafa Kemal, asimda bunun
farkmdadır. İşte Fevzi Çakmak ve İs¬
met İnönü örneği var. Fevzi Çakmak,
İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde dö¬
nemin savunma bakamdır.
Bunlar için Ankara’ya kaçtılar de¬
niliyor. Bunlarmki kaçış değildir.
Bunlar İngilizlerin eliyle Ankara’ya
gönderildiler. Ankara’ya ellerini kolla-
rmı sallayarak gittiler. Bunlar direniş¬
çi değillerdi, isyan için Ankara’ya git¬
mediler. Bunlarm Mustafa Kemal’e
suikast girişimleri oluyor. Biliniyor,
Topal Osman olayı var. Hatta Mustafa
Kemal bir keresinde kadın kılığma gi¬
rerek kurtuluyor. Tabi bu oyımlann
baş aktörü İngiltere’dir. Mustafa Ke¬
mal’i sıkıştırmaya çalışıyorlar; önce
Yunanlılan kullanıyorlar, üzerlerine
Yunanlılan saldırtıp, köşeye sıkışün-
yorlar. Sonra Yunanlıları geri çektirip
Mustafa Kemal’i kendilerine bağlama¬
ya çalışıyorlar. Koskocaman Yunan
Uygarlığı’nı böyle bitirdiler. 3 bin yıllık
uygarlığı denetim altma aldılar ve ne
hale getirdiler görüyorsunuz!.. İşte bir
taraftan bunu yaparken Kürtleri de
kullanıp, İsyana teşvik edip, Mustafa
Kemal’i içten sıkıştırmaya çalışıyorlar.
İşte Seyit Rıza olaymı biliyorsunuz.
Kendisi barışçıl bir çözüm umuduyla
teslim oluyor, amacı budur. Ancak
Mustafa Kemal’i kuşatan zihniyet, bu
ekip, Mustafa Kemal’i beklemeden şa¬
fak vaktinde Seyit Rıza’yı asıyorlar.
Şimdi de Kamer Genç gibileri var. Pi¬
yasada dolaşıyorlar. O 5 mzden diyo¬
rum ki Dersimliler kendi tarihlerini iyi
bilmeliler. Kendi katillerini iyi tanıma¬
lıdırlar. Bunu bilmezlerse, kendi katil¬
lerini tanımazlarsa orada doğru bir
demokratik siyaset anlayışını gelişti-
remezler. Yine Şeyh Sait olayı var.
Provokatif bir isyandır. İngilizler kul¬
lanmışlardır. Bütün bu oyunları oy-
Mustafa Balbay’m günlüklerindeki
ifadelerini biliyorsunuz. Biz yüzde
doksan dokuzuz, onlar 5 mzde birdir,
diyor. Aynı şey Mustafa Kemal’in du¬
rumu için de söz konusudur. O dö¬
nemde İttihatçı ekip yüzde doksan
dokuz, Mustafa Kemal yüzde birdir.
Abdülhamit ve Mustafa Kemal’den
bugüne ittihatçılar, Ergenekoncular
varlığmı devam ettirmektedir. Yüz yıl¬
dır bu zihniyet iktidardadır. İşte Men¬
deres olayı var, hemen ortadan kal¬
dırdılar. İşte yine gençleri idam ettiler,
birbirlerine düşürdüler, kullandılar.
Yine Hilmi Özkök’ün bir belirlemesi
vardı. Mustafa Kemal’in kurduğu
cumhuriyetin isminin Anadolu mu
Türkiye mi olduğunun tartışıldığı
ama aslında bunun kendisi için
önemli olmadığını, önemli olanın
cumhuriyetin içeriğinin olduğunu be¬
lirtmişti. MHP lideri Devlet Bahçeli,
Özkök’ün bu sözlerini “ihanet içinde¬
dir” şeklinde değerlendirerek, Türkiye
kelimesinin kutsal olduğunu belirti¬
yor. Burada Özkök’ün yaklaşımmm
farkı ortaya çıkıyor. Özkök’ün tespiti
sosyolojik-bilimsel bir tespittir. Bah-
çeli’nin yaklaşımı ise milliyetçi, nas¬
yonalist bir yaklaşımdır. İşte Özkök,
bunlardan farkh olduğu için, bu zih¬
niyete kendi döneminde direniyordu.
İşte darbe girişimlerinden bahsedili¬
yor. Özkök’ü darbeye zorladılar. ABD
ve AB de darbe istemiyordu, Özkök de
buna karşıydı. Ne iç dinamikler ne dış
dinamikler buna elvermiyordu ama
Ergenekoncular Özkök’ü zorluyordu.
Özkök içteki darbe girişimlerine karşı
direniyordu. Şimdi anlıyorum Özkök,
açık açık meydan okuyordu. Zehirlen-
Ekim 2009 | serxwebûn
55
me ihtimaline karşı evden yemekleri¬
ni getiriyordu. Uçağa ve denizaltma
tek başına binerek cesaret gösterileri
yapıyordu. Şimdi anlaşılıyor ki o dö¬
nemdeki bu tutumları bu zthntyete
karşı bir meydan okumaydı.
Bizde de bu zihniyetin uzantıları
vardı; Sakıklar, Çürükkayalar vardı.
Yine çocukluk arkadaşım Haşan Bin-
dal’ın öldürülmesi olayı var. Tamam,
biliniyor Şahin Baliç onu öldürdü. Şa¬
hin Baliç de öldürüldü, Mehmet Şener
öldürüldü. Ancak Haşan Bindal olayı
tam aydınlatılamadı, karanlıkta kalan
yönleri var. Burada hedef bendim, be¬
ni de öldürebilirlerdi. Ama beni öldür¬
memelerinin nedeni örgütü tam ola¬
rak ele geçirememeleriydi. Örgütü iç¬
ten ele geçirmiş olsalardı beni tasfiye
edebilirlerdi. Ama bu durumda beni
öldürselerdi bile örgütü ele geçbeme-
yeceklerdi. Tabi bizim kendi tedbble-
rimiz de vardı, engelledik bunları.
Bunların kendi bayraklarına
bile saygıları yok
Ytne bu sistem, zihntyet kendini
korucular içinde de yaşatmaktadır.
Bu Urfa’dakt ŞiKanlıoğullan aşireti gö¬
rüyorsunuz, yine Vbanşehir, Ceylan-
pınar’daki olaylan. Dinledim, Viranşe¬
hir’de bü 5 mk bir isyan var. Ha evet,
küçük kızları bile kaçırmaya çalışıyor¬
lar. Bunlar tehdit ediyorlar. Daha ön¬
ce de Ceylanpmar’da da iki kişi öldür¬
düler. Ytne '95 yılmda bu Şıxani aşire¬
tinin lideri, Abdullah Çatlı ve Sedat
Bucak beni imha etmek için beş ton
patlayıcıyı Suriye’de kaldığım yere gö¬
türüyorlar. Tabi burada Suriye istih¬
baratı da bunu önceden biliyordu. Ba¬
şarılı olamadılar. Bu aşiretler b a lkı
tehdit ediyor, ortalığı kanşünyorlar,
bbbirine katıyorlar. Her tarafta kız
kaçınyorlar. İşte ben bu yüzden halk
savunma birlikleri, öz savunma güçle¬
ri diyorum. Bu, bahsettiğim PKK’deki
savunma gücü değil, bu h a lkın varlı¬
ğını ve özgürlüğünü koruma, güven¬
ceye alma birlikleridir. Ben daha ön¬
ce de belirttim, yol haritamda da bu
konuyu işledim ama beni yanlış anla¬
dılar, korktular. Bu güçler h a l kın öz
savunma güçleridir. Ben gidin kimse¬
yi öldürün demiyorum ancak kendini¬
zi bekleyen tehlikeleri görün, üzeriniz¬
de oynanan oyunlann farkında olun,
tedbirlerin iz i alın anlamında diyorum.
İşte görüyorsunuz Urfa’yı karıştınyor-
1ar, kargaşa çıkarmaya çalışıyorlar.
Bunlara karşı güvenliği, müdahaleyi
devletten, polisten beklemeyin. Çün¬
kü devletin kendisi, kendini bu güç¬
lerden koruyamıyor. Basından duy¬
muşsunuzdur, Ergenekon davasmda
benim dava dosyalarım istenmiş.
Benim bahsettiğim, burada işle¬
mek istediğim konu Ergenekon, Kürt-
1er, Devlet ilişkisi. Savcılar gelip beni
dinleselerdi bunlarm hepsini burada
anlatacaktım, daha önce de söyledim.
Yüz yıllık tarih dediğimiz budur.
1906’daki darbeden başlıyor, günü¬
müze kadar devam ediyor. Bu tarih
anlaşılmalıdır. Kültler kendi öz sa-
vunmalarmı oluştursunlar derken bu
tarihsel perspektifle yola çıkılsın. Dev¬
let kendini bunlardan anndrramıyor.
İşte Bilge Köyü katliamı buna örnek¬
tir. Erkenden müdahale etmemiş ol¬
saydık, o katliamı da bize, PKK’ye mal
edeceklerdi. Ancak yapamadılar. Geç¬
mişte de çocuklan, kadmlan öldürüp
PKK yapü diyorlardı. Onlarca yüzlerce
böyle olay var. Daha önce de belirt¬
tim, Doğan Güreş’in zehblenme girişi¬
mi olayı var, bu olayı gerçekleştirip bi¬
ze mal etmek istediler. Yine Çiller’i öl¬
dürüp bize üstlenmemizi önerdiler,
biz kabul etmedik. İşte Mersin’deki
bayrak yakma olayını biliyorsunuz.
Bayrağı çocuğun eline tutuşturdular,
kendileri yaptılar, PKK, Kültler yaptı
dediler. Biliniyor ki, bunların kendi
bayraklanna bile saygıları yok. Kendi
bayraklarım yakıp “PKK bayrak yaktı”
diyorlar. PKK, bugüne kadar bir tane
Türk bayrağı yakmamıştır. Ama bu
Türkçü geçinenler, Ergenekoncular
kendi bayraklarım yakar, yakmıştır,
bunlann kendi bayraklanna bile say¬
gısı yoktur. İşte Beyaz Türkçü anlayış
bu. İşte bu zihniyetin ve tehlikenin
farkında olunmak. Bunlann Türklüğü
bu kadardır. Bu güçler provokasyonla
PKK adma bayrak yaktınyorlar! Kim¬
senin bundan haberi bile olmuyor.
Uyanık olmak lazım. Bu Ergenekon
zihniyeti, ittihatçı zihniyet böyle tehli¬
keli bir zihniyettir. Umarız üstüne gi¬
derler ama pek gidecek gibi görünmü¬
yorlar. İşte MHP zihniyeti, CHP zihni¬
yeti bu Ergenekoncu zihniyetin ikti¬
darda kalması mücadelesini yürütü¬
yor. AKP, bunun için cesaretli olmak
zorundadır. İşte Erdoğan’a da suikast
haberleri çıkıyor. Bunlardan korka¬
rak bu işleri halledemezler. CHP ve
MHP de bunu bildiği için o kadar
üzerlerine gidiyor. Ölümden korkar¬
san yol alamazsın. Bunlan göğüsle¬
mek zorundalar. Aksi taktirde AKP
boğuntuya getirilir. Sajnn Başbakan
hatta Cumhurbaşkanı bu konuda,
demokratik çözüm konusunda cesa¬
retli olmak zorundadırlar.
Bizim çözüm önerimiz
KCK modelidir
Davutoğlu’nu takip ediyorum, “sıfır
problem, sıfır sorun” sloganıyla hare¬
ket edip bölgesel sorunlan çözmeye ça¬
lışıyorlar. Gidip işte Suriye ile görüşü¬
yorlar. Ancak bu sorunlann çözümü
ulus-devletle olmaz. Ulus-devletin
kendisi bu sorunlann kaynağıdır. Dev¬
letlerarası menfaat çatışması ulus-
devlet mantığma dayanır. Barzant ve
Talabani’yt de bu şektide kendilerine
bağlamışlar. Bu ulus-devlet mantığı
sorunu Iraklaşmaya götürür. Görüyor¬
sunuz her gün karmaşa, kanşıklık, in¬
sanlar ölüyor. Ulus-devlet mantığımn
Filistin-İsrail sorunundakt çözümsüz¬
lüğü ortadadır. İşte Filistin’e bir ulus-
devlet sorunu çözmez. Hamas var, Ha-
mas gider. El Kaide gelir. Ben yol hari¬
tasında belirttim bu hususlan. B iz im
sunduğumuz çözüm; devleti, federal
devleti, smırlan içermeyen demokratik
bir çözüm modelidir. KCK, bu sorunun
çözümünün adıdır. Bizim çözüm öne¬
rimiz KCK modelidir. Kültlerin bir öz¬
nesi olmak zorundadır. Kürüerin özne¬
sinin adı KCK’dtr. KCK asıl olarak De¬
mokratik Sivil Toplum Projesidir. Da¬
ha önce de belirtmiştim. Kürtler eko¬
nomik, sosyal, siyasal, hukuk alamn-
da kendilerini örgütlemelidir.
Faik demokrasi hareketi içinde rol
alabilir. Kendisi resmi İslam tarihini
56-
çok iyi bilir. Bu konuda faydalı olabilir.
Kültlerin İslam’ı çok iyi bilmesi gereki¬
yor. Faik’in bu konuda çok iyi araştır-
malan var. Daha önce Urfa, Diyarbakır
için önerdiğim demokratik İslam Kül¬
türü Araştırma çalışmalannda görev
alabilir. Bu konuda rol oynayabilir.
Cevat Öneş yani çözüm konusun¬
da mutabakat var diyor, değil mi? Bir
de bölgesel ve küresel faktörlerin
PKK’nin silahlı mücadele yürütme
olanağını ortadan kaldırdığını belirti-
yormuş. Hayır öyle değil. Türkiye’de
yüzde seksen oranmda işsizlik var,
PKK, bu işsizlik zafiyetini bile deşse
iki milyon insanı örgütler, dağa kal¬
dırabilir. Sorunlar çözülmedikçe dağ
da silah da son bulmaz, kendini üre¬
tir. Bu bir tehdit değildir, sosyolojik
bir tespittir. Yol haritamda belirtti¬
ğim hususlar var. Devlet, sınır, bay¬
rak, bütünlük sorunumuz yok. Böl¬
müyoruz, demokratik çözümü, de¬
mokratik birlik ve bütünlüğü ortaya
koyuyoruz. Çözüm gelişmezse Devlet
de bir milyon Kürt’ü öldürebilir. PKK
de öldürür, devlet de öldürür ama so¬
nuçta iki taraf da kaybeder, kazana¬
maz. Türkiye Kürt’ü öldürmekle ken¬
dini öldürür, kendi vatandaşını öldü¬
rür, yani kurşunu kendine sıkar, ka¬
zanacağı bir şey olmaz. Bu sosyolojik
olarak da böyledir. Burada iki hafta¬
lık bir süre var, iki hafta kaldı. Her¬
kesin demokratik çözüm konusunda
çaba sarfetmesi gerekir. Ben burada
ısrarla söylüyorum, nefesim, gücüm
tükenircesine konuşuyorum, söylü¬
yorum, sorunu demokratik şekilde
çözelim. Yoksa yaşlıyım, hastayım,
daha fazla götüremem. PKK bölgede,
Avrupa’da, Türkiye’de ciddi, örgütlü
bir güç haline gelmiş. İşte tecrübeli
yaşlı kuşak var. Orta kuşak, genç
kuşak var. Kadmlar var. Dünyanm
birçok yerinde örgütlülükleri var.
Karayılan, Le Figaro ve uluslarara¬
sı basma verdiği demeçte eylemsizli¬
ğin devamının Türkiye’den gelecek
sinyallere bağlı olduğunu, siyasi se¬
çenek değil de askeri seçenek devreye
girerse buna da hazırhkh olduklarım
belirtmiş. Yani siyasi adım atılmazsa
askeri yönelimlere karşı da hazır ol¬
duklarını söylüyorlar değil mi?
Demokratik çözüm gelişmezse ya¬
ni siyasi adımlar atılmazsa askeri çizgi
kazanır. Çözüm gelişmezse savaş tır¬
manır. PKK kendini bü 5 mtür, tabi ben
çok iyi bilmiyorum ama büyümüşler¬
dir. Bunu devlet görmüyor, iktidar gör¬
müyor, muhalefet görmüyor, Türkiye
toplumu görmüyor. Bu görülmezse
tehlike büyük olur. Ben yol haritamda
bunlan belirttim. İşte iki hafta kaldı.
Ben on beş yıldır demokratik çözüm ve
barış için çabaladım, çabalıyorum.
Ama nereye kadara götürebiliriz! Her¬
kes demokratik çözüm için rol almah-
dır. AKP bu konuda cesur olmalıdır,
yoksa biter. AKP çözüm konusunda
cesaretli olmazsa Mart’ı bile göremez.
MHP ve CHP bu durumun da farkmda
olduğu için AKP’nin üzerine gidiyor.
Bilemiyorum belki hepsine çözümsüz¬
lük rolü de verilmiş olabilir. AKP’nin
hepsi için söylemiyorum, bir kısmı bu
oyuna dahil olabilir. Meclis, bu sorunu
derhal gündeme ahp çözmelidir. Bu si¬
yasi tıkanmışlık aşılmalıdır. Buradan
çağrı yapıyorum. Öcalan’dan Meclis’e
Çağrı; Demokratik siyasi çözümün
önünü açın. Demokratik siyasetin
önünü açm. Banşm önünü açm. De¬
mokratik Müzakerenin önünü açm.
Yeni barış grupları öneriyorum
Benim siyasetin önünü açmak, tı-
kanmışlığı aşmak için pratik önerim;
önceki barış gruplarına benzer bir
öneri olacak. Evet, Şeydi Fırat, Aysel
Doğan da çıktı. İkisinin de Barış Mec¬
lisinde yer aldığım, görevleri olduğunu
biliyorum. Askeri ve hukuki girişimler
sonuçsuz kaldı, tıkandı. Siyasetin ön
açıcı olması gerekiyor. Önce siyasetin
önünü açmak gerekiyor ki bunlar so¬
nuç versin. İkisinin de başkanhğmda
bir çeşit yeni banş grupları öneriyo¬
rum. Biri Avrupa’dan diğeri işte Mah¬
mur olur Kandilden olur o taraftan 20-
30 kişilik iki grup biri Aysel Doğan’m
öteki Şeydi Fırat’m başkanhğmda Tür¬
kiye’deki partilere. Meclise gehrier ve
siyaseten Kürtlerin taleplerini bunla-
rm önüne koyarlar. Mesela derler ki
benim çocuğum anadilde eğitim ala¬
mayacaksa ben Mahmur’dan niye çı¬
kıp geleyim? Siyaseten Kürtlerin temel
SERXWEBÛN I Ekim 2009
isteklerini koyarlar. Kürtlerin bu ülke¬
de nasıl yaşayacaklannı, yaşayabil¬
mek için olmazsa olmazlarım koyarlar.
İşte ellerinde kendilerinin hazırlayaca¬
ğı bir iki sayfa yazılı bir şeyleri olabilir.
Sen bunlar olmadan iki h a l kın birlikte
yürüyemeyeceğini görmelisin. Bu
gruplar, kadmlar, yaşlılar, çocuklar da
içinde yer alabüir. Mahmur’dan, Kan¬
dilden geleceklerin yasal sorunlannm
olmamasına dikkat edilir, zorlamaya¬
caklardan oluşsun. Araştırılsm, buna
dikkat edilsin. Cezaevlerine girsinler
istemiyorum. Ama 20’sinden önce
Mechs’teki bu Kürt şeyi tartışılmadan
önce her iki taraftan gelip Kürtlerin si¬
yaseten ne istediklerini Mechse, siyasi
partilere, bütün çevrelere açıklayabil-
meliler. Bunu anlayabilecek, kendini
iyi ifade eden, ağzı laf yapan, işte Kan¬
dilde o evlenenlerden de olabihr ama
değerlere uzak düşmeyenlerden olabi¬
lir. Geleceklerde garanti isterler. Ga¬
ranti almazlarsa Silopi kapısmdan ta¬
leplerini, evraklanm verirler, sakıncası
varsa girmezler, geri dönerler.
Aram Tigran’m eşi SiMa’ya çok özel
selamlarımı iletiyorum. Aram Tigran
için daha önce bir müze önermiştim.
Aram’m bütün eşyaları almıp bir eve
getirihp, ev müze haline getirilebilir.
Bu Diyarbakır’da da olabihr. Kasetle¬
rini toplayıp derliyorlar değil mi?
Sadece Dersim’de değil, Botan’da,
Kürdistan’da, bölgenin genelinde ya¬
pılan barajlara karşı h a lkın duyarlı ol¬
ması, demokratik tepkisini göstermesi
gerekir. Bu baraj inşaatlarına, doğa
kathamma karşı halk tepkisini inşaat-
lann yapıldığı yere giderek, makinele¬
rin önüne geçerek, set kurarak engel
olmaklar. Bunlar tarihimize, coğrafya¬
mıza yapılmış saldırı ve yıkımlardır.
Kemal Burkay benim hakkımda
basma demeç veriyormuş. Söylemeye
devam etsin. Kendisini ikna etsin, ik¬
na etmeye çalışsın bakalım halka na¬
sıl anlatacak! Evet, ben burada her¬
kesle, her kesimle Genelkurmayla,
Emniyetle, polisle, MİT’le soruşturma
aşamasında görüşüyordum, görüş¬
tüm. Zaten davam vardı, soruşturma
aşamasında görüştüm. Yazıktır diyo¬
rum, kendilerini bu şekilde bitirme¬
sinler, basitleştirmesinler.
Ekim 2009 | serxwebûn
57
^İATİKTE YAŞANAN lAYf LIKLA^
ZİHNİYET GEIİLİĞİNDİN ^YNAKLANİYO^
“Kadro demek, özgür ve demokratik yaşamda ölçü demektir; kadro demek, ahlaki ve politik duruşun en üst düzeyde
temsil edilmesi demektir. Yoksa katıldım deyip kadro olunmuyor. Madem kadro ölçü ve doğru temsil demektir, o zaman
ölçülere bakmalıyız. Önderliğin ortaya koyduğu ölçüler, PKK'nin ortaya çıkışından bu yana yarattığı ölçüler, binlerce
şehidin temsil ettiği ölçüler, toplumun benimsediği ölçüler çok farklı bir düzeydedir. Buna karşılık günlük olarak birçok
alanda temsil edilen ölçüler çok daha farklı ve geridir. Hatta bazıları bu ölçüleri reddediyor. Parti ölçülerini aslında
benimsemiyor veya doğru bulmuyor. Değişimi partiyi temsil eden ve halkı partiye çeken demokratik ölçülerin geriye
çekilmesi, aşındırılması ve değiştirilmesi olarak görüyor”
İdeolojik mücadele açısından bu
geçen sürecin en önemli olayı, Önder
Apo’nun geliştirdiği savunmalar oldu.
Bu savunmaları Demokratik Toplum
Manifestosu olarak bastık. Demokra¬
tik Uygariık Manifestosu olarak da ba¬
sılıp yayımlamyor. Bu kitaplar serisi¬
nin üçüncü kitabı olan Özgürlük Sos¬
yolojisi ile birlikte hem kapitalist mo-
demitenin ve ona bağlı olarak uygarlık
sisteminin kapsamlı bir eleştirisi ya¬
pılmış, hem de ona karşı demokratik
uygarlık sistemi tammlanmış bulunu¬
luyor. Bu temelde demokratik toplum
gerçeği çerçevesinde bütünlüklü bir
düşünce sistemi oluşturulmuş du¬
rumdadır. Bu, büjnık ve önemli bir
ideolojik gelişmeye, bir düşünce gelişi¬
mine işaret ediyor. Sadece bizimle ve¬
ya Kürt toplumuyla smırlı bir ideolojik
gelişmeyi değil, bütün demokratik in-
sanhğa yön verme iddiasına sahip bir
düşünsel gelişmeyi ifade ediyor.
Önder Apo yeni felsefî, teorik ve ide¬
olojik yaklaşımım derinleştirerek, bir
kere daha çok kapsamh bir biçimde
ifadeye kavuşturmuş bulunuyor. Baş¬
ta liberalizm olmak üzere bütün ideolo¬
jik eğilimlere karşı etkili bir çıkışı ve
mücadeleyi yaratmış ve geliştirmiş olu¬
yor. Dikkat edilirse, savunmalarda
hepsinin eleştirisi vardır. Hepsi çeşitli
yönleriyle değerlendirmeye tabi tutula¬
rak, onlan aşan yeni bir düşünce siste¬
minin oluşturulması söz konusudur.
Bunlarm b iz im açımızdan önemi,
daha çok zihniyet devrimini yapmaya
veya yaptırtmaya yöneltmesi yönünde¬
dir. Önderlik “Aniadım ki, sorunlar
zihniyet sorunudur; aramızdaki çeiiş-
kiier zihniyet çeiişkisidir" demişti. Biz-
deki pratik za 3 aflıklar zihniyet gerili¬
ğinden kaynaklamyor. Dolayısıyla sa¬
vunmalar zihniyet devrimini daha kök¬
lü ve derinliğine yaptırtmayı hedefle¬
yen bir ideolojik-teorik çıkış oluyor. Bu
anlamda çok daha yoğun bir biçimde
mevcut örgütsel duruşumuza ve parti
gerçeğimize bir müdahale anlamı taşı¬
yor. Bu ideolojik derinleşme ve teorik
çalışmalar pratikte yapmayan, yapa¬
mayan, doğru yapmayan, iş yapmanm
yolunu, yöntemini, planım ve tarzım
tutturamayan tutum ve davranışlara
karşı, onlan gidermek ve pratik başa-
nyı yaratmak üzere müdahale etmeyi
içeriyor. Bütün bu zayıflıklar esas ola¬
rak zihniyetten kaynaklandığı için.
Önder Apo zihniyet devrimini ve zihni¬
yet değişimini yaptırarak, pratikte ör¬
güt çalışmasmdaki bu za 5 aflıkları aş¬
tırmak istiyor. Bu, gelişmelerin önünü
açacak son derece önemli bir gerçektir.
Bu bakımdan Bir Halkı Savunmak
esas olarak provokatif-tasfıyeci, bölü¬
cü ve parçalayıcı eğilimlere karşı yeni
bir ideolojik, siyasi ve örgütsel çizginin
ilkelerini veren, PKK’nin yeniden inşa-
smm manifestosunu oluşturan bir de¬
ğerlendirmeydi. Bu değerlendirme esas
olarak provokatif-tasfıyeci eğilimlere
karşı bir müdahaleydi. Son savunma¬
lar da pratikte başarıyla iş yapamayan,
doğru bir tarz tutturamayan, örgütle-
nemeyen ve örgütü bÜ 3 mtemeyen bi¬
reyci, grupçu ve orta yolcu tutum ve
davramşlara karşı, bunları aştırtmak
üzere bir yeni müdahaleyi ifade ediyor.
Felsefi, ideolojik ve teorik olarak doğru
bir kadro duruşunu ve pratikleşmeyi
yaratacak zihniyeti veriyor. Savunma-
lann bizim açımızdan pratik-örgütsel
alanda böylesi bir anlamı ve önemi
vardır. Bunlar hazırlanıp örgüte ve
halka ulaştınidıkça. Önderliğin pratik-
örgütsel çahşmalarda yaşanan zayıf¬
lıklar üzerindeki eleştirileri de giderek
derinleşti. Eleştiriler boşuna bu kadar
somutlaşıp artmıyor. Önderlik zayıflık-
lan aşmanm yöntemlerini, araçlanm
ve zihniyetini ortaya koyduğu için, on¬
lan pratikte de gerçekleştirmek ama¬
cıyla bütün kadro yapışım zorluyor.
Bu anlamda Önderliğin genelde bütün
20. yüzyıl ideolojilerine karşı mücade¬
leyi geliştirme durumu söz konusu ol¬
makla birlikte, a 5 mı zamanda bir de
bizde yaşanan bu bireyci, orta yolcu,
günün görevlerini yerinde ve zamamn-
da yeterince göremeyen, kendini plan¬
lamayan, doğru bir tarzla et kili ve ör¬
gütlü bir biçimde başanyla jmrüteme-
yen tutum ve davramşlara karşı da bir
müdahale ve ideolojik mücadeleyi ifa¬
de ediyor. Savunmalan böyle ele alma¬
lı, okumalı, tartışmak ve bu temelde
sonuçlar çıkarmakyız.
Bu durum bizim için ideolojik geliş¬
me anlammda çok daha güçlü ve zen¬
gin bir duruşu ifade ediyor. 10. Parti
Kongresiyle birlikte yeniden partileş¬
mede önemk bir sorgulama, motivas¬
yon ve ruh hak ortaya çıkarıldı. Kuş¬
kusuz bunlar belk bir pratik mücade-
58-
leye ve zihniyet gelişimine dayamyor-
du. Önderliğin bu savunmaları ise bu
süreci çok daha güçlü, kapsamlı ve et¬
kili hale getirip içini doldurdu. Yeni¬
den partileşmeyi hangi zihniyet teme¬
linde, nasıl bir anlayışla, nasıl bir ah¬
laki ve politik yaklaşımla gerçekleştir¬
memiz gerektiğini ortaya koydu. Süre¬
ci ve görevleri doğru ve yeterli anlama
ve gereklerini yerine getirme imkânla-
nmızı katbekat arttırdı. Arük bundan
sonra da anlamaz ve iş yapamazsak,
bu demektir ki durumlarımız ciddi
sorgulamr bir nitelik arz etmektedir.
Bu, çok fazla işe yarar durumumuz ol¬
mayan bir konumu ifade eder. Bu sa¬
vunmaya doğru zihniyet ve pratikle
cevap vermezsek, bu bizden bir şey
çıkmaz anlamma gelir. Eğer bütün
bunları doğru anlayamaz, yeterince
bilince çıkaramaz, örgütleyemez ve ey¬
leme dökemezsek, bu durum bizden
daha fazlası olmaz anlamma gelir.
Geldiğimiz nokta, savunmalarm bizi
getirdiği nokta işte burasıdır. Bir kere
bunu iyi görmemiz gerekir.
Bununla birlikte bizim bunu anla¬
ma ve ideolojik mücadeleyi geliştirme,
bu temelde Önderliğin ortaya koydu¬
ğu felsefi ve ideolojik düzeyi topluma
taşırma, yeni bb ideolojik şekillenme
yaratma, toplumun yaşamını bozan
ve engelleyen ideolojik eğilimlere kar¬
şı etkili bir ideolojik mücadele geliştir¬
me durumumuzu bu gelişme sorgula-
üyor. İdeolojik mücadelede ne du¬
rumdayız sorusuna böyle bir sorgula¬
ma temelinde cevap arıyoruz. Bura¬
dan baktığımızda duruşumuz çok
dar, sığ ve yüzeyseldb. Asimda bütün
görev ve sorumluluklan Önderliğe
yükleyen, her şeyi Önderlikten bekle¬
yen, Önderliğin ortaya koyduğu zen¬
ginlikleri bile güçlü ve yeterli bir bi¬
çimde anlayarak uygulamaya koya¬
mayan, onlara da dar ve yüzeysel
yaklaşan, deyim yerindeyse fazla bb
şey anlamadan yaklaşım gösteren ya
da çok geç anlayan, çok erteleyen, çok
dar anlayan bir durumu ifade ediyor.
Bunu böyle görmeli, buna göre eleşti¬
rel ve özeleştirisel yaklaşmalıyız. Dik¬
kat edelim: Önderlik kendi savunma¬
larının basılıp yaymlanmasmdaki er-
telemeciliği ve zayıf yaklaşımı şiddetle
eleştirdi. Hala pratik uygulama dü¬
zeylerine bakıyor ve eleştbiyor. Pra¬
tikleri eleştirbken asimda zihniyet
duruşumuzu eleştirmiş oluyor. Yani o
pratiklerin geri bir zihniyet duruşun¬
dan kaynaklandığını çok iyi biliyor.
Önderliği anlama ve uygulama
zayıflıklarımız var
Önderliğin ideolojik çalışma, mü¬
cadele ve teorik üretim gücü karşı-
smda bizim duruşumuz ciddi bb
eleştiri-özeleştiri gerektiriyor. Bunu
tespit etmemiz gerekb. Onu sahip¬
lenme, anlama, zamanında topluma
ve kamuoyuna taşırma, özümseme
ve uygulamaya koymanm neresinde-
jdz? Bunları ne kadar yapıyoruz? Ne
kadar doğru yapıyoruz, ne kadar ye¬
terli ve zamanında yapıyoruz? Tüm
bunlar sorgulamayı gerektiriyor. “Bi¬
ze ne? Biz de bir şeyler anlamaya ça¬
lışıyor, anladığımız kadar da yaşayıp
gidiyoruz” diyemeyiz. Böyle militan¬
lık, böyle partililik olmaz. Önderlik
hareketine böyle katılım yapılamaz.
Önderlik karşısındaki duruş böyle
olamaz. Duruş zayıflıklarımız var. Bu
bakımdan hem Önderliği anlama,
uygulama ve yaymada, hem de bu te¬
melde ideolojik mücadeleyi geliştir¬
mede zayıflıklanmız vardır. Örgütlü
çalışmada zayıflıklarımız vardır. Ken¬
dine görelik, kendini esas alma, ken¬
di olarak kalma, kendinde ısrar etme
en fazla da Önderliğe ve örgütselliğe
yaklaşımda ortaya çıkıyor. Buradan
SERXWEBÛN I Ekim 2009
da bütün pratik alanlara yayılıyor.
İdeolojik duruş ve ideolojik mücadele
açısından önemü bir olgu olarak bu¬
nu görmemiz gerekiyor.
Diğer bb husus, PKK 10. ve PAJK 7.
Kongreleri ardından gelişen konfe¬
ranslar ve onlarm yol açtığı sonuçlann
değerlendirilmesidb. Bu da kadrolaş¬
ma ve örgütlenmeyi. Parti çizgisi teme¬
lindeki örgütlenme durumumuzu ifade
ediyor. PKK 10. Kongresinin ardından
kongrenin seçtiği Parti Meclisinin yap-
üğı toplanünm planlaması bir yıl içeri¬
sinde bütün alanlarda parti konfe-
ranslannı gerçekleştirerek var olan
tüm kadro yapısmı netleştirme, bu te¬
melde herkesi yeniden görev ve sorum¬
luluklar dah ili nde örgütlü bb çalışma
içerisine alma ve örgütlü çalışır haline
getirmeyi hedefliyordu. Geçen bir yıl
içerisinde bu hedef doğrultusunda ça¬
lışıldı. Dikkat edilbse, bu hedefi teknik
bakımdan tamamlayan önemli bb ça¬
lışma da jıürütüldü. Geçen bir yıl içeri¬
sinde hemen her alanda, bölgeler ve
genel alanlar düzeyinde parti konfe-
ranslan gerçekleştirildi. Parti konfe-
ranslannm yamnda çeşitli alanlar hem
parti hem de çalışma konferanslannı
ya da kongrelerini yaptılar. Yani 10.
Kongre’den bu yana geçen bb yıl içeri¬
sinde gerçekten de eğitim, toplantı,
kongre, konferans ve platformlar çer¬
çevesinde çok kapsamlı bb örgüt çalış¬
ması 5 mrütüldü. Bu bb gerçektb, bu
çalışmalar küçümsenmemelidb. Bun¬
lar ciddi ve önemli çalışmalardı; plan¬
lamayı hayata geçirmeyi öngören plan¬
lı ve disiplinli çalışmalardı.
Ekim 2009 | serxwebûn
59
Sonuçlar itibariyle değerlendirdiği¬
mizde, bu çalışmalann belli sonuçlar
verdiği rahatlıkla söylenebilir. Her
alanda aynı düzeyde olmasa ve aynı
sonuçlan vermese de, genel planda var
olan kadro yapısmm netleştirilmesi ve
yeniden çalışır temelde örgütlülüğe ka¬
vuşturulması yönünde önemli bir me¬
safe kat edildi. Bu mesafeyi küçümse¬
memeliyiz. Örgüt çalışmamız ve disipli¬
nimiz geçmişe göre bu bir yılda çok
ilerledi; çok güçlü ve ciddi gelişmeler
yarattı. Asimda önemli bir netlik oluş¬
tu. Birçok alanda kadro ve komuta ya-
pısmm netleşmesi, eleştiri-özeleştiri ile
kendisini sorgulayarak yenilemesi, dü¬
zeltmesi ve değiştirmesi gerçekleşti.
Fakat bu her yerde aym biçimde olma¬
dı. Bazı yerlerde daha ileri gelişmeler
yaşandı; bazı yerlerde çok teknik dü¬
zeyde kaldı, zayıf geçti ve üstünkörü
ele almdı. Bazı yerlerde geçiştirilmeye
çahşıldı; bazı yerlerde direnmeler ve
yüzeysel yaklaşımlar söz konusu oldu.
Bu nedenlerle iptal edilen, ertelenen
konferans çahşmalan da yaşandı.
Yaptıklarımız Önderlik gerçeğine
göre ciddi yetersizlikler içeriyor
Bir kere toplanülar her alanda tam
yeterli olmadı. İkincisi, kadro yapısm-
da küçümsenmeyecek bir ideolojik ge¬
lişme ve partileşmeyi yaratsa da, as-
İmda son Önderlik Savunmalarmm
ortaya koyduğu zihniyet, ahlak ve gö¬
rev düzeyi ele ahndıgmda, konferans¬
larla ortaya çıkardığımız kadrolaşma
düzeyinin bunun çok gerisinde kaldığı
rahatlıkla görülebilir. O bakımdan
yaptıklanmız bize göre bir gelişme ve
ilerleme olsa da. Önderlik gerçeğine ve
savunmalann ortaya koyduğu gerçeğe
göre zayıftır. Bu alanda ciddi yetersiz¬
likler vardır. Zihniyet, örgüt sistemi ve
tarz bakımmdan Önderliğin ortaya
koyduğu düzeyi gerçekleştirme karşı-
smda geri ve zayıf duruşumuz vardır.
Bu bakımdan yeterli görmek mümkün
değildir. Bu konferanslar bütün par¬
çalarda oldu, yurtdışmda oldu, bütün
örgütlerde oldu; kadın ve gençlik ha¬
reketinde, HPG’de çok değişik düzey¬
lerde gerçekleşti. Basm ve kültür alan¬
ları kendi konferanslarını yaptılar.
Yaygm bir örgütsel çahşmayı hamle
düzeyinde yürüttük. Bu bir kadrolaş¬
ma ve partileşme çalışmasıydı. Yeni¬
den partileşme hamlesinin gerçekleş¬
tirilmesine dönük bir çalışmaydı. Böy¬
le bir çaba ve çalışma içerisinde olduk.
Bunun sonuçları da ortaya çıktı. Fa¬
kat belirttiğimiz yetersizlikleri ve geri¬
likleri de söz konusudur.
Bu anlamda geçen bir yıl içerisinde
konferanslar temelinde 3 mrütülen ide-
olojik-örgütsel çalışmaya yaklaşımımız
iki yönlü olmalıdır: Bir, inkarcı olma-
mahyız. Yapılan çalışmaları küçümse¬
memek, hafife almamak, onun ortaya
çıkardığı gelişmeleri görüp kabul et¬
mek gerekir. Yoksa doğru yaklaşma¬
mış oluruz. İkincisi, bu çahşmalarm
eksi kli klerini ve zayıflıklannı da gör¬
memiz gerekir. Belli bir çaba harcan¬
mış, gelişme yaratılmış diye her şey
bitmiş, yeterli olmuş ve sonuca ulaşıl¬
mış biçiminde değerlendiremeyiz. Ya-
pılanlann zayıflıklan ve yetersizlikleri
vardır. Yetinmecilik her zaman büjaık
tehlikeleri içinde barmdıran bir yakla¬
şım olarak görülmelidir. Bu çerçeve¬
den bakıldığından hem pratikleşme
düzeyinde, hem de Demokratik Uygar¬
lık Manifestosu'nun ortaya koyduğu
ölçüler çerçevesinde zayıflık ve yeter¬
sizlikler ciddidir. Bu bakımdan onlan
da görmemiz, gidermemiz gerekiyor.
Burada şu iki sonucu görmemiz ge¬
rekiyor; Birincisi, ideolojik mücadeley¬
le, eğitimle, toplantılar ve konferans¬
larla önemli bir gelişme düzeyi yaratıl¬
mıştır. Bu önemlidir. İ kin cisi ise, zayıf¬
lıklar ve eksi kli kler vardır. Bir kesinti¬
ye düşmeden, geçen 5 nlda yapılam tak¬
lit etmeden, bu partileşme çalışmasım
yeni sürecin koşullanna ve özellikleri¬
ne göre devam ettirip geliştirmek gere¬
kir. Bu anlamda birincisi, Önderlik
Savunmaları temelinde zihniyet devri-
mini çok köklü ve derinli kli yaptırta¬
cak bir eğitim çalışmasım ve tartışma
sürecini örgüt ortamında mutlaka ge¬
liştirmemiz gerekir. Eğer geçen yılda
yaptığımız konferanslann ortaya çı¬
kardığı netleşmeyi önümüzdeki yılda
da Önderlik Savunmalan temelinde
güçlü bir zihniyet devrimini gerçekleş¬
tirecek bir eğitimle 3 mrütürsek, o za¬
man eksik ve zayıf kalan yanları aşabi¬
liriz. Kadrolaşmada, kadronun netleş¬
mesinde, yeniden partileşmede çok
daha güçlü bir düzey ve duruş ortaya
çıkarabiliriz. Geçen yıl yaptıklarımızın
içinde bulunduğumuz yılda devam et¬
tirilmesinin bir şartı budur. Her ba¬
kımdan gelişme yaratmanm en önem¬
li yolunun bu olduğunu bilerek bu
yönlü çalışmaları aksatmadan ve de¬
rinleştirerek 3 mrütmek gerekir.
İkincisi, örgütsel yönetimi ve deneti¬
mi geliştirmek gerekiyor. Yani sadece
netleştirme yetmez; sadece kadrolara
teorik olarak bir şeyler öğretmek ve
zihniyet değişikliği yaratmak yetmez.
Onlan örgütsel sistem içinde ve disip¬
lin içerisinde yeterli görevler çerçeve¬
sinde am anma pratiğe sokmak, bu te¬
melde kadrolan örgütlü ve çakşır kıl¬
mak, durumlarma ve öze llik lerine uy¬
gun biçimde boş bırakmadan uygun
tarzda görevlendirmek, görevini yürüt¬
mesi için desteklemek, görevinin so-
nuçlannı denetlemek, muhasebeye ta¬
bi tutmak, böylece yürütmeyi ve dene¬
timi gekştirmek gerekir. Bir de bu yol¬
la geçen yıl konferanslarla ortaya çı¬
kardığımız kadrolaşma düzeyini opor¬
tünizme düşmeden pratikleştirmek ve
pratik müitan haline getirmek gerçek¬
leşebilir. Bu denetim yaklaşımı olma¬
dan da mevcut potansiyeli doğru kul¬
lanmak ve başarıya götürmek müm¬
kün değildir. Tabii ki hem savunmalar
temelinde zihniyet devrimiyle, hem de
pratikte 5 mrütme ve denetimle kadrojm
örgütlü ve disipkn içerisinde çalışır kıl¬
mak durumundayız. Yeni dönemde
kadrolaşma sürecini geliştirmenin te¬
mel yol ve yöntemi bu iki husus oluyor.
Pratik-örgütsel çalışmalan köldü ele aldık
ve değerlendirdik
Biz bunlar çerçevesinde pratik-ör¬
gütsel çalışmaları değerlendirdik. Parti
Meclisi Toplantımızda daha çok örgüt¬
sel öncülük ve İdeolojik Merkez çahş-
malannı değerlendirdik. Propaganda
ve ajitasyon çahşmalarmı, teorik çalış-
malan, sanat ve edebiyat çalışmalarım,
eğitim çalışmalarım değerlendirmeye
tabi tuttuk. Çünkü partileşmenin ya-
60
SERXWEBÛN I Ekim 2009
ratıldığı esas alanlar bunlardır. Bu
alanlarda parti çalışmasının ne kadar
yürütüldüğünü ve ne düzeyde gelişti¬
rildiğini ele alıp değerlendirdik. Yürüt¬
me Konseyi Toplantısmda ise daha çok
KCK sisteminin örgütlenme çalışmala-
nnı değerlendirdik. Parçalarda ve yurt-
dışmda KCK sisteminin ne kadar ör-
gütlendirildiğini, ne kadar geliştirildiği¬
ni, ne kadar doğru bir sisteme kavuş-
turulduğunu, ne kadar taban örgütü,
halk örgütü haline getirildiğini değer¬
lendirdik. Önderliğin KCKnin örgüt¬
lenme ayakları olarak tanımladığı aka-
demileşme, kooperatifleşme, komün-
leşme ve meclisleşme değişik alanlar¬
da, dört parçada ve 5 mrtdışmda ne ka¬
dar geliştirildi? Yine bu çerçevede halk
savunma güçleri ne kadar bü 3 mtüldü,
ne kadar eğitildi, ne kadar yenilendi,
ne kadar değiştirilip yeniden yapılandı¬
rıldı? Meşru savunma stratejisinin bü¬
tün duruşlarım her koşulda başanyla
hayata geçirecek bir gerilla gücü, duru¬
şu, örgütlülüğü ne kadar yaratıldı?
Bunları tartışıp değerlendirdik.
Kendine göre bir çalışma parti çalışması
olamaz bu kazanım da yaratamaz
Tabii bu noktada çıkış ölçümüz,
son görüşmelerden birinde Önderliğin
ifade ettiği “KCK'nin adı var, kendisi
yok” tespiti oldu. Tabii bu bizim için
çok ağır bir ifadeydi. Yürüttüğümüz
partileşme ve örgütsel çalışmalann
Önderlik duruşu ve çizgisi karşısmda
neyi ifade ettiğinin anlaşılması açısm-
dan çok somut bir ölçüydü. Hatta Ön¬
derlik “KCK benimie başiadı, benimie
bitti” dedi. Yani kimsenin KCK siste¬
mine sahip çıkmadığım, sahip çıkıl¬
madığım, anlaşılmadığmı ve uygula¬
maya konulmadığmı ifade etti. Bunla¬
rı şimdiye kadar anlamadıysak, şimdi
nasıl anlamamız gerekiyor? Bunlar el¬
bette başkalan için değil, b iz im için
söylendi. Dolayısıyla elbette biz bunla¬
rı anlamaya çahşacağız, bu temelde
kendimizi sorgulayacağız. Bunların
gereklerini yerine getirme görev ve so¬
rumluluğu bize aittir. Bu tespitler ve
değerlendirmeler olunca, partileşme¬
nin örgütsel açıdan hangi düzeyde ger¬
çekleştiğini, buna dayalı olarak KCK
sisteminin örgütlenme ve HPG’nin ör¬
gütlenip kendisini geliştirme düzeyi¬
nin ne olduğunu çok daha farklı tar¬
tışmak elbette mümkün değildi. Ölçü¬
yü Önderlik koyduğu için. Önderlik öl¬
çüleri temelinde kendi durumumuzu
ele alıp değerlendirmemiz gerekiyordu.
Tabii ki geçen dönemde kimse boş
durmadı. Herkes kendine göre bazı
çalışmalar yürüttü. Eskisine göre da¬
ha fazla çaba harcandı. Fakat bütün
bunlar hangi sonuçlan verdi? Çizgiye
göre ne tür gelişmeler ortaya çıkardı?
Bu yapılanlarm ortaya çıkardığı geliş¬
me düzeyi nedir, ne kadar yeterlilik
arz ediyor, ne kadar geri ve zayıf du¬
rumdadır? Bunları da görmemiz gere¬
kir. Elbette çahşılmamış denilemez.
Bir çalışma ve çaba olmuş, bu doğru¬
dur. Ama esas olan ne kadar yeterli
çalışıldığı, ne kadar temel görevler
üzerinde çalışıldığı, ne kadar doğru
tarzda çalışıldığı, ne kadar örgütsel
sistem temelinde kolektif çalışma yü¬
rütüldüğü, çalışmaların hangi sonuç¬
ları verdiği, başarısınm ne olduğu,
yarattığı kazammlarm neler olduğu¬
dur. Hamal da çok çalışır, ancak ona
bir parti çalışması denmiyor, bu ça¬
lışma kendi sahibinin kammı bile do¬
yuramıyor. Hamal gibi çahşılmış olsa
bile, boş ve tali işler peşinde koşul¬
muşsa, kendine göre veya kendini ça¬
lışıyor göstermek için çalışılmışsa,
bunun bir parti çalışması olmayaca¬
ğı, dolayısıyla kazamm yaratmayaca¬
ğı ve sonuç vermeyeceği açıktır.
Bu bakımdan geçen yıl içerisinde
örgütsel çalışmalar 5 mrütülmüş, tar¬
tışmalar yapılmış, yoğun bir çaba
harcanmış, pratik çaba içerisinde de
olunmuştur. Ama dikkat edilirse bu
çabamn sonuçları az ve dardır, başa-
nsı yetersizdir. Bu sonuçların Önder¬
liğe yansıyışı. Önderliğin ifade ettiği¬
miz değerlendirmesini ortaya çıkardı.
Elbette biz ölçü olarak Önderlik belir¬
lemesini almak zorundayız. Kendimi¬
ze göre bir ölçü belirleyemez ve tespit¬
te bulunamayız. Bu bakımdan mev¬
cut durumun örgütsel çalışmalar açı-
smdan ciddi bir eleştiri-özeleştiriyi ge¬
rektirdiği açıktır. Önderliğin koyduğu
ölçüler, yine şehitlerimizin ve özellikle
geçen bir 50 ! içerisinde Kürdistan’m
dört bir yamnda direnerek, en zor ko¬
şullarda kahramanca mücadele edip
şehit düşen yoldaşlanmızm emekleri
ve çabaları ölçü alınarak örgütsel ça¬
lışma durumumuzun değerlendiril¬
mesi gerekiyor. Durumumuzun bun¬
lara denk ve yeterli olmadığı açıktır.
İdeolojik çalışmalar yapılmış. Önder¬
lik Savunmaları üzerinde eğitim ya¬
pılmaya çalışılmış, konferanslar ol¬
muş, platformlar yapılmış, belli bir
tartışma ve netleşme düzeyi ortaya çı¬
kartılmıştır. Ama geçen bir yılm ör¬
gütsel pratiğine baktığımızda, bunlar
örgütsel pratiğe fazla yansımış, so¬
nuçlan örgütsel alanda tam almabil-
miş değildir. Demek ki bu çalışmala¬
rımızda zayıflıklar, gerilikler, kendi¬
mize görelikler ya da kopukluk vardır.
Eğitimle, eleştiri ve özeleştiri ile pratik
arasmda kopukluklar vardır. Bu yan¬
lıştır, böyle olmaması gerekir. Fakat
pratiğe baktığımızda durum böyledir.
Pratik çalışmalarımızın zayıflıklarını
ve geriliklerini açığa çıkardık
Bunlar neden kaynaklanıyor? Ön¬
derliğin bu kadar güçlü bir teorik dü¬
zeyi önümüze koyduğu, hareketin de
bu kadar yaygın kongre ve konferans¬
lar yaparak eleştiri-özeleştiri plat-
formlarmı geliştirdiği bir ortamda,
pratik-örgütsel çalışmalanmız neden
bu kadar zayıf, geri ve başansızdır?
Bunlara yol açan etkenler nelerdir?
Ekim 2009 | serxwebûn
61
En temel etkenin parti öncülüğü, bu
temelde yönetim ilkeleri ve kadro öl¬
çülerinin oturtulması olduğunu orta¬
ya koyduk. Parti öncülüğünün bu te¬
melde doğru yönetim ilkelerinin uy¬
gulanmasının pratiğin başarısı için
olmazsa olmaz olduğunu vurguladık.
KCK sistemini de bu parti öncülüğü¬
nün ve 5 mkseltilmiş kadro ölçülerinin
geliştirebileceğini ve başanlı pratiğin
parti öncülüğüyle olabileceğini birçok
yönüyle ortaya koyduk.
Kadroların zihniyet, eğitim, kendi¬
ni yenileme, değiştirme, kendini ör¬
gütleme ve kolektif çalışma düzeni
içerisine alma, dolayısıyla pratik ça¬
lışmalara öncülük etme başarımn
temelidir. Pratik çalışmada başarı ve
başarısızlık parti öncülüğünün du¬
rumunu ortaya koyar. Bu da kadro¬
nun durumunu ifade eder. Bu an¬
lamda yetersizlikleri gidermek için
10. Kongre çizgisi ve kararlaşması
çerçevesinde her ne kadar konfe¬
ranslar olsa, eleştiri-özeleştiri plat¬
formları yapılsa, bu çerçevede hata
ve eksiklikler eleştirilse, bunlan aş¬
ma sözü verilse de, bu sözün gereği¬
ne uygun ve yeterli bir biçimde pra¬
tikleşme yönetimler ve kadrolar dü¬
zeyinde gelişmiş değildir.
Kadro ve yönetim düzeyinde hala
ciddi yetersizlikler yaşanıyor
Kadro duruşunda hala za 5 nflık ve
yetersizlik vardır. Yönetimler düze¬
yinde, genel düzeyde hala ciddi zayıf¬
lıklar ve yetersizlikler yaşanıyor. Yö¬
netimler yeterince kolektifleşmiyor,
yeterli bir kadro ve örgüt politikası iz¬
lemiyor, yürütme ve denetimi yeterin¬
ce yapamıyor. Doğru ve yeterli bir eği¬
tim sistemini geliştiremiyor. Kendini
uyumlu, ahenkli ve kolektif esaslara
dayalı bir karar ve yürütme gücü ha¬
line getiremiyor. Birçok alanda parça¬
lı, bireyci ve dağımk duruş, kendine
görelik aşılamamıştır. Hala denetim¬
sizlik, karar ve uygulama düzeyini
güçlü ve etkili bir biçimde geliştire-
meme sürüyor. Kendini başarıya ki¬
litleme ve bunu kolektif yönetimin
başansı olarak görüp bu temelde pra¬
tiğe yönelme yerine yönetime katıl¬
mayan, az katılan, bireyci kalan, yö¬
netim dışmda kalıp kendi bireyciliğiy¬
le başarı arayan duruşlar çok fazla
vardır. Bu da örgütsel öncülüğü, kad¬
ro öncülüğünü yeterince geliştirmi¬
yor. Yönetim ile yapı arasında kopuk¬
luk vardır. Yönetim ve komuta düze¬
yinde bireycilik, dar yaklaşımlar,
özerk tutumlar ve kendine görelikler
çok fazladır. Bu olduğu gibi kadroya
da yansıyor, herkesin birbirine ben¬
zemesine ve kendine göre bir pratik
çalışma yürütmesine yol açıyor.
Yönetim demek zaten çalışmamn
geliştirilmesi demektir. Yönetim-yapı
ayrımını bu kadar çok yapmak hem
parti, hem HPG, hem de KCK sistemi
açısından doğru değildir. Bu durum
yetkici ve bürokratik bir yaklaşımı
ifade ediyor. Oysa Önderlik çizgisi
yetkici, bürokratik yönetim tarzım
reddediyor. Önder Apo, yönetimi iş ve
rol koordinasyonu olarak tanımladı,
çalışmanın yönetimi olarak ortaya
koydu. Yoksa bizim yönetimlerimiz
öyle imkânların veya insanlann üze¬
rinde tasarruf yapan yönetimler ola¬
maz. Bu tür yönetim tarzları bürokra¬
tik devletçi yönetim tarzıdır. Demok¬
ratik yönetim tarzı kesinlikle işin yö¬
netimidir, görevin yönetimidir. Böyle
olduğu için de elbette yönetim-yapı
aynmı çok fazla doğru değildir. Fakat
pratikte yetkici, bürokratik, özerk, bi¬
reyci, kendine göre, kendini esas
alan, kolektifleşmeyen. Önderlik tarzı
üzerinde yoğunlaşmayan bir yönetim
duruşu çok fazla vardır. Böyle olunca
kadro duruşu da tamamen bu oluyor
ve öncülük yeterli ölçüde gelişmiyor.
Öte yandan bazı yönetim ve kadro an¬
layışları da ben işime bakarım, örgüt
ve yaşam beni ilgilendirmez gibi PKK'-
nin yönetim ve kadro anlayışmdan
uzak, geçmişte tasfiyeci dönemin et¬
kisini yaşar yaklaşımlar da ortaya
çıkmıştır. Eğer geçen yılda pratik-ör-
gütsel çalışmalar ve mücadele gerekli
düzeyde ortaya çıkmamış ve büyük
gelişmeler yaratmamışsa. Önderliğin
“İsmi var, cismi yok” dediği bir durum
ortaya çıkmışsa, bunda birinci dere¬
cede sorumlu olan öncülük düzeyidir;
yönetimin durumu, kadrolarm duru¬
mu, partinin durumudur; bu konuda
var olan yanlış eğilimler en kısa za¬
manda giderilmeli ve bu tür anlayış¬
lar terk edilmelidir.
Ne kadar konferanslar düzenleyip,
eğitim yapsak ve tartışmalar geliştir-
sek de parti öncülüğü hala yeterince
gelişmemiştir. Parti öncülüğü olmaz¬
sa hiçbir gelişme yaratılamaz, Kür-
distan’da yaprak bile kıpırdamaz. Her
şey parti öncülüğünün güçlü bir bi¬
çimde gelişmesine bağlıdır. Her şey
onun yaklaşımı, çabası ve üretimiyle
elde ediliyor. Öncülüksüz hiçbir geliş¬
me sağlanmıyor. Kim öncülük olma¬
dan ve parti öncülüğü gerçekleşme¬
den de demokratik örgütlenme geli¬
şir, toplum örgütlenir, demokrasi
mücadelesi verilir ve halk savunma
güçleri gelişir diyorsa o bir yalancıdır,
ona inanmamak gerekir, orada çar¬
pıtma var demektir. Geçen süreç bu
gerçeği çok net olarak gösterdi. Bu
anlamda hangi düzeyde olursa olsun,
kadro düzeyimizde hala çok fazla
kendine görelik ve keyfiyet vardır; bi¬
reycilik, dedikoduculuk ve grupçuluk
vardır, kolektivizmden uzaklık vardır,
ciddiyet zayıflığı vardır, titizlik azlığı
vardır, tutuculuk vardır.
Kendi kararını uygulama ciddiyeti
bile gösterilemiyor
Başta HPG olmak üzere bütün di¬
ğer alanlara baktığımızda şunu net
görürüz: Kendi kararını uygulama
ciddiyeti bile gösterilmiyor. Bol bol ko¬
nuşuluyor, kararlar almıyor, ancak
alman karar ertesi gün bir tarafa atı¬
lıyor. Kendine göre “Doğru budur” de¬
yip bambaşka bir şey uyguluyor. Ken¬
di kararım bile uygulamıyor. Örgüt
kararım hiçe sayıyor. Toplantı mı ol¬
muş, kongre mi olmuş, konferans mı
yapılmış, karar mı almmış, umurun¬
da bile değil. Kongre ve örgüt kararla¬
rım bir yana bırakarak, kendi doğru
bildiğini uyguluyor. Ondan soma da
“Doğru yaptım, ben örgüt militanıyım”
diyor. Ciddiyeti bu düzeydedir. Böyle
olur mu hiç? Böyle örgüt gelişir mi?
Örgütlü çahşma ortaya çıkar mı? Par¬
ti kararları hiçe sayılarak, bir yana iti-
62 -
lerek hiç parti militanı olunur mu?
Partileşme geliştirilebilir mi? Bu
mümkün değildir. Bunları basın ala¬
nında da kültür alanında da siyasi
alanda da görüyoruz.
Diğer yandan işleri umursamıyor,
işe göre bir çalışma yapmıyor, işbölü¬
münü ve görev taksimini işe göre yap¬
mıyor. İşe göre kendini örgütleyip dü¬
zenlemiyor. Bürokratik bir yapı kuru¬
yor; ondan sonra istediği işi yapıyor,
istemediğini yapmıyor. Örgüt planla¬
ma yapsa da, o istediği görevleri ka¬
bul ediyor, istemediğini etmiyor veya
istediği kadar kabul ediyor, istemedi¬
ğini reddediyor. Görevi bırakıp gidi¬
yor, işleri jıüzüstü bırakıyor. Keyfiyet
ve bireycilik düzeyi, örgütün abc’sini
reddedecek kadar ileri boyutlara varı¬
yor. Böyle olunca işler ortada kalıyor.
Görevler ve işlerin gereği yerinde ve
zamanında başarıyla yerine getirilmi¬
yor. İşlerin sonuçları derlenmiyor.
Örgütlü değildir, keyfidir; dolayısıyla
denetim yoktur, rapor vermiyor. Ra¬
hatlıkla bu işler yapılamamıştır diye¬
rek çekip gidiyor. Ondan sonra da da¬
ha fazla imkân ve yetki istiyor. Parti
benden hesap sorar demiyor. Kendi¬
ne göre en iyisini yaptığına inamyor.
İş yapmamayı hak görüyor, buna rağ¬
men yine de daha fazla yetki ve im¬
kân isteyebiliyor. Böyle anormal du¬
ruşlar, tuhaflıklar var.
Böyle olunca iş yapmamanm hesa¬
bı sorulamıyor. Denetim yoktur. Ra-
por-talimat düzeni işlemiyor, dolayı¬
sıyla işlerin sonuçlan derlenip toplan¬
mıyor. Bazı çalışmalar yapılsa da, ol¬
duğu yerde kalıyor. Daha önce belirt¬
tiğimiz gibi, gerçekten de kendine gö¬
re herkes çalışıyor; Bazdan esas işler¬
de çahşıyor, bazdan tali işlerde çahşı-
yor. Tabii çahşıyor görünmek için ça¬
lışanlar da vardır. Temel görev, asli
görev, karar ve planla ortaya konulan
görev bir yerde duruyor; bu görevi ya¬
pacağı yerde yapmaması gereken iş¬
lerde çalışıyor. Ardından da “Bakın,
görüyor musunuz, ne kadar çaba har¬
cıyorum?” diyor. Böylece kendini kan-
dınyor, bu biçimde örgütü de kandır¬
maya çalışıyor. Böyle çahşmalar da
vardır. Ama çahşmalann hepsi böyle
değildir. Niye bu durum ortaya çıkı¬
yor? Çünkü herkes bireyci çalışıyor,
herkes kendine göre çalışıyor, herkes
bir yerde çalışıyor. Örgütlü, disiplinli
ve kolektif bir çalışma yoktur. Dolayı¬
sıyla çalışmanın sonuçlan bir yerde
toplanmıyor. Her biri olduğu yerde
paramparça kahyor ve eriyip gidiyor.
Çok azı bir araya gehyor. Dolayısıyla
bir araya gelen yeterli olmuyor, isteni¬
len sonucu ortayı çıkarmıyor.
Fırsat ve imkânlar yeterince
değerlendirilmiyor
İşin üzerine gitmeyen, geriye çe¬
ken, pasif, düzeltilmezse oportünizme
gidecek duruşlar da mevcuttur. İster
yönetim düzeyi ister genel düzey ol¬
sun, örgütü büyütme, mücadeleyi ge¬
liştirme, fırsat ve imkânlan değerlen-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
dirme görevini kendi üzerinde görmü¬
yor. Şu anda kadro ve örgüt gerçeği¬
mizde bÜ 5 hık ölçüde böyle bir duruş
vardır. Fırsatlar ve imkânlan değer¬
lendirerek çalışıp değer yaratan, onun
üzerinde örgütü ve mücadeleyi büyü¬
ten, örgüte değerler aktaran bir duruş
ve çahşma tarzı yerine hep örgütten
isteyen, bekleyen, örgütten kadro, pa¬
ra silah, imkân ve ilişki alan, bunlan
kullanan, bunlarla yetinen ve bunlan
tüketen bir kadro duruşu vardır. İm¬
kânlar bu biçimde heder oluyor. Oysa
örgüt çalışması için, mücadeleyi geliş¬
tirmek için fırsatlar ve imkânlar çok
bü 5 nıktür. Halk ayaktadır. İstendiği
kadar örgüt kuruiabilir; istendiği ka¬
dar meclis, komün, akademi, koope¬
ratif ve demek kurulabilir. Gençliği ve
kadınıyla bütün halkın bu kadar
ayakta olduğu bir dönemde istendiği
kadar gerilla katılabilir, eğitilebilir, ör¬
gütlenebilir; istendiği kadar öz savun¬
ma yapılabilir. Hiç kimse bunlar için
gerekli potansiyelin olmadığını söyle¬
yemez. Potansiyehn azlığı bir yana,
tersine fazlalığı vardır. Fakat dikkat
edilirse, çok dar bir örgüt ve mücade¬
le dumşumuz vardır. Ne gerilla iste¬
nildiği kadar büyüyor, ne KGK sistemi
örgütleniyor, ne de yeni parti kadrola¬
rı alınıp eğitiliyor. Yani var olanı kom-
yup devam ettirmeye çalışan tutucu
bir dumş vardır. Tamam, geriye düş¬
müyor, yenilmiyor, direniyor, ama ge¬
lişen halk hareketine denk ve döne¬
min ihtiyaçlarını karşılayacak kadar
büyümüyor. Zafer kazanacak, de¬
mokratik toplumu örgütleyecek bir
parti, kadro ve örgüt dumşu da orta¬
ya çıkmıyor. Orta yolcu, idareci ve
mevcut durumu koruyan bir tutucu
dumş söz konusudur.
Bu kadro dumşu da içinde bu¬
lunduğumuz süreçte mücadeleyi ge¬
liştirmemize ve çalışmaları yürütme¬
mize çok zarar veriyor. Oysa imkân-
lann içinde olan kadrolardır, el atsa¬
lar bir sürü imkân ve ilişki bulacak¬
lardır. HPG ise yeni gerilla adaylan
bulacak, cephane bulacak, kadro
eğitecektir. Eğer halk çalışması yapı¬
yorsa ilişki bulacak, örgüt kuracak,
imkân yaratacak, eylem yapacaktır.
Ama bütün bunlan yapmıyor, seyre-
Ekim 2009 | serxwebûn
83
diyor, bekliyor veya en az haliyle ya¬
pıyor, daraltıyor, büyütmüyor. Bu
ciddi ölçüde dar, geri çekici ve tutu¬
cu bir yaklaşımdır. Görev ve sorum¬
luluklara doğru ve yeterli bir biçim¬
de sahip çıkmayan, cesaretle işlerin
üzerine yürümeyen, bürokratik, key¬
fi, tüketici ve maddiyatçı bir duruşu,
yaklaşımı ve tarzı ifade ediyor.
Bu tür yetersizliklere rağmen belir¬
li bir çalışma da yürütülmektedir. Bu
za 5 nflıklardan öteye bir de ters ve za¬
rar verici duruşlar vardır. Halkın üze¬
rinde kendini yaşatma gücü olarak
görenler var. Fırsatlar ve imkânları
halkın demokratik örgütlenmesini ve
mücadelesini geliştirmek için değil,
kendi yaşamı için kullanmayı esas
alıyor. Sözü zarar verici, davranışı za¬
rar verici, tutumu zarar vericidir.
Böylesi kadro ölçülerini oldukça aşın¬
dıran, geriye çeken ve zayıflatan du¬
ruşlar vardır. Militan kadro ölçülerin¬
de gerileme yaşanıyor. Çok duyarlı,
disiplinli ve eğitilmiş titiz bir militan¬
lığı ortaya çıkarmak yerine, gerçekten
de geri bir duruş yaşamyor. Bir mili¬
tan olarak toplumu eğitip örgütlemek
üzere eriyen değil, militan ölçüleri
kaybederek bireyci bir yaşama göz di¬
ken, fırsatlar ve imkânları o yönlü de¬
ğerlendiren tutum ve davramşlar da
çoktur. Özellikle toplumsal çalışma
alanında bu çok daha fazla ortaya çı¬
kıyor. Çevreden etkilenme çoktur, ka¬
pitalist modernitenin etkileri çok faz¬
ladır. Modemist yaşam tarzından et¬
kilenme, şu veya bu biçimde bu yaşa-
mm etkilerini taşıma, günlük yaşamı
ve çalışmaları buna göre ele alıp ör¬
gütleme birçok yerde aslında yaygın¬
ca yaşanıyor. Bu anlamda kadronun
ideolojik duruşu, ideolojik mücadele¬
si ve bu temelde örgüt ve yaşam öl¬
çülerini geliştirmesi zayıftır.
Kadro demek özgür ve demokratik
yaşamda ölçü demektir
Oysa parti kadro demektir, kadro
da ölçü demektir. Partililik hiçbir za¬
man kimlikle olmuyor; yetkiyle, isim¬
le, ünle, namla kadro olunmuyor.
Kadro demek, özgür ve demokratik
yaşamda ölçü demektir; kadro de¬
mek, ahlaki ve politik duruşun en
üst düzeyde temsil edilmesi demek¬
tir. Yoksa katıldım deyip kadro olun¬
muyor. PKK de reel sosyalist partiler¬
de olduğu gibi üye kaydedilip kimlik
almarak edinilen bir partileşme yok¬
tur. Apocu çizginin partileşmesi böy¬
le değildir. Madem kadro ölçü ve
doğru temsil demektir, o zaman öl¬
çülere bakmalıyız. Önderliğin ortaya
koyduğu ölçüler, PKK’nin ortaya çı¬
kışından bu yana yarattığı ölçüler,
binlerce şehidin temsil ettiği ölçüler,
toplumun benimsediği ölçüler çok
farklı bir düzeydedir. Buna karşılık
günlük olarak birçok alanda temsil
edilen ölçüler çok daha farklı ve geri¬
dir. Hatta bazıları bu ölçüleri redde¬
diyor. Parti ölçülerini aslında benim¬
semiyor veya doğru bulmuyor. Deği¬
şimi partiyi temsil eden ve halkı par¬
tiye çeken demokratik ölçülerin geri¬
ye çekilmesi, aşmdırılması ve değişti¬
rilmesi olarak görüyor. Kapitalist sis¬
temin kendi üzerinde yarattığı ölçü¬
leri Apocu çizginin Önderlik ölçüleri¬
ne ve özelliklerinin gereğine göre de¬
ğiştirme ve yenileme yerine. Önderlik
ve parti ölçülerini zayıf görme, küçük
görme, reddetme ve kendine göre öl¬
çüler oluşturma olarak ele alıyor ve
partiyi tasfiye etmeye çalışıyor.
Böyle bir iç tasfiyecilik vardır. Gizli
tasfıyecilik bu anlamda devam ediyor.
Kadro ölçülerine dönük her saldırı,
her geriletme ve aşındırma tasfıyecilik
demektir. Tasfıyecilik kadro ölçülerini
aşındırmak, geriletmek ve zayıflatmak
demektir; tasfiyecilik partiyi temsil
edememek demektir. Onun için de
gizlidir, içtendir; onun için de kolay
görünmez. Eğer doğru ölçüler tuttu¬
rulmaz, yaşama ve mücadeleye bu öl¬
çüler temelinde bakılmaz ve bu konu¬
da oldukça netleşmiş olunmazsa, ne¬
yin tasfiyeci olduğu, neyin olmadığı
görülemez. Hatta tasfiyeciliğe alet ve¬
ya zemin olunur. Bir de alet ve zemin
olmanın ötesinde tasfiyeciliği yaşa¬
mak vardır. Şu tasfiyecidir, bu tasfiye¬
ci değildir diye bir ayrım yoktur. Her¬
keste biraz tasfıyecilik, biraz da dev¬
rimcilik vardır. Hangisinin etkili oldu¬
ğu kişinin katılımı, çabası, militan
kadro ölçülerine yaklaşımı ve sahip
çıkma durumuyla belirlenir. Bu ba¬
kımdan bu mücadele bir anlık değil¬
dir, süreklidir, dışta değildir, herkesin
içindedir. Herkesin kendi kişilik ka¬
rakterine göre tasfiyeciliğe yatkm özel¬
likleri vardır. “Ne zaman bitecek de
kurtulacağız” yaklaşımıyla tasfiyecili¬
ğe karşı mücadele olmaz. Böyle yakla¬
şımlar tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi
zayıflatan yaklaşımlardır. Hareket
olarak kendimizi başarısız kılmamak
için tasfiyeciliğe karşı mücadele bay¬
rağı açmışız, jmrütmeye çahşıyoruz.
Ama öyle anlaşılıyor ki, tasfıyeciliğin
ne olduğu, nerede olduğu doğru ve ye¬
terince görülmüyor. Tasfiyeciliğe karşı
mücadelenin nasıl olması ve nasıl yü¬
rütülmesi gerektiği tam ve yeterli bir
biçimde görülemiyor, bilinemiyor ve
dolayısıyla mücadele edilemiyor. Hat¬
ta zaman zaman tasfiyeciliğe karşı
mücadele adı altında aslında bal gibi
tasfiyecilik yaşanabiliyor. Yani kadro
ölçülerinden uzak durma, aşmdırma
ve geriye düşme yaşanabiliyor.
Özeleştiriye yaklaşımda hatalar
ve yanılgılar var
Tuhaf bir özelliğimiz var. Herkes
başkasındaki yanlışlıkları mükem¬
mel görüyor. Yanlış gördüklerini ol¬
duğu gibi kendisi de yapıyor ve ken¬
dilerini hiç görmüyorlar. Kişinin
kendisindeki yanlışı kendisine çok
doğal geliyor. Bu anlamda özeleştiri¬
ye yaklaşımda hatalar ve yanılgılar
var. Özeleştirisel yaklaşım yeterli de¬
ğildir. Özeleştiri lafta kalıyor, bazı
kalıplarla sınırlı kalıyor, özlü ve de¬
rinlikli değildir. Çünkü başkasmdaki
bir hatayı görüp eleştiren, aynı hata¬
yı yapmaz ve yaşamaz. Eğer aynısını
yapıyor ve yaşıyorsa, o zaman kişi¬
nin özeleştirisel yaklaşımında bir sa¬
katlık ve eksiklik var demektir. Böy¬
le durumlar fazlasıyla vardır.
Birbirimizi değerlendirmede ve an¬
lamada aslında zayıf değiliz, bu ko¬
nuda fazla kusur yoktur, eleştiri gü¬
cümüz iyidir. Fakat özeleştiriye yak¬
laşımımız ve özeleştiri gücümüz aynı
düzeyde değildir, geridir, kendimize
64-
göredir. Kendi hata ve eksikliklerimi¬
zi adeta meşru görüyoruz. Bunlar
için çok gerekçe yaratıyoruz. Hemen
dışımızda gerekçe arıyoruz, nedenler
buluyoruz. “Şundan oldu, bundan
oldu, öbüründen oldu” diyoruz. Her¬
kesi suçluyor, kendi sorumluluğu¬
muzu görmüyoruz. Bu hatalı ve so¬
rumsuz bir yaklaşımdır. Kişi başka-
smda hatalar görerek kendisini geliş-
tiremez. Önderlik, Özgürlük Sosyolo-
jisi’nde, temel bir Önderlik prensibi
olarak çareyi kendinde bulmayı ilke
edindiğini söylüyor. Başkasından bir
şey beklemek yerine, çareyi kendin¬
de bulmak bir Apocu ilkedir. Çareyi
kendinden bulmak demek, sorumlu¬
luğu kendinde görmek demektir. Bu
başkasmda sorumluluk görmek yeri¬
ne, tam tersine kendini sorumlu gör¬
mektir. Ancak kendini sorumlu gö¬
renler, kendini çare yapabilecek bir
özeleştirel sorgulama, dolayısıyla ye¬
nilenme yaratabilirler.
Şimdi bu düzeyde bir öncülük so¬
runumuz vardır. Öncülükte zayıflık¬
lar yaşanıyor. Pratik-örgütsel çalış¬
maların zayıf ve yetersiz kalmasmm
en temel ve belki de tek nedeni öncü¬
lüğün yetersizliği ve zayıflığıdır, kad¬
ronun yetersizlikleridir, ölçü ve örgüt¬
lenme zayıflıklarıdır, dolayısıyla parti¬
leşme za 3 nflıklarımızdır.
Bununla birlikte örgütsel çalışma¬
da sistem sorunlarımız da vardır. Par¬
tide örgütlenme sorunları, parti komi¬
telerinin oluşması, görevlerine, so-
rumluluklarma ve rollerine sahip çık-
malan ve rol oynamalan, kolektif bir
çalışma düzeni haline gelmeleri, bü¬
tün yönetimlerimize öncülük edecek
ve Önderliğin yönetim tarzını taşıya¬
cak bir nitelikte olmaları önem taşı¬
yor. Mevcut duruma baktığımızda, ge¬
çen bir yıl içerisinde hem HPG’de,
hem de genel hareket içerisinde
önemli bir komite örgütlenmesi ve dü¬
zeni gelişmiş olmakla birlikte, bunlar
belli düzeyde rol oynasalar da, henüz
oynadıkları rol çok dar olup başansı
azdır. Öncülük bu anlamda yetersiz¬
dir, zayıftır. Oysa pratik şunu gösteri¬
yor: Parti öncülüğü, komiteleri geliş¬
tikçe, o alanda örgüt ve Önderlik ölçü¬
leri de gelişiyor; moral, istek, coşku.
cesaret, fedakârlık, kolektivizm, yol¬
daşlık gelişiyor. O anlamda parti ön¬
cülüğüne, somut olarak da komite ön¬
cülüğüne, parti örgütlülüğüne her
alanda ihtiyaç ve istek vardır. Pratik
en fazla da buna ihtiyaç duyulduğunu
gösteriyor. Fakat işin henüz çok ba-
şmda bulunuluyor. Bu alana da yak¬
laşımlar yetersizdir, za 3 nftır. Güçlen¬
dirilmesi, yayılması ve kesinlikle nite¬
likli hale getirilmesi gerekiyor.
Parti örgütlülüğüne her alanda
ihtiyaç vardır
Bununla birlikte KCK sisteminin
örgütlenmesinde zayıflıklarımız var¬
dır. Yani sisteme göre çalışma, siste¬
mi örgütleme, bütün örgüt ve eylem
çalışmalarını KGK sistemi dahilinde
yapma kesinlikle gereklidir. Her alan
KGK sistemine göre örgütlenmiyor.
Kendine göre duran ve işleri ele alan
alanlar vardır. Örneğin Güney ve hat¬
ta Doğu Kürdistan çabşmalan siste¬
mi esas almıyor. Bazı alanlar biçimsel
ele alıyor. Örneğin Batı Kürdistan’da
böyledir. Biçim vardır, özü veya içeri¬
ği yoktur, bunun gerekleri yerine ge¬
tirilmiyor. Kuzey’de fırsatlar ve im¬
kânlar çoktur. Birçok örgütlenme
adımı da atılıyor. Ancak bunlar biçim
ve içerik ba kım ından zayıf kaldığı gi¬
bi, sisteme kavuşmuş da değildir. Bu
anlamda görev ve sorumluluklar ce¬
saret ve fedakârlıkla üstlenilmiş de¬
ğildir; görev ve sorumluluktan kaçış,
zayıf yaklaşımlar ve kendine görelik-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
ler vardır. Yurtdışmdaki çeşitli alan¬
lar da yine öyledir. Bazı yerlerde ger¬
çekten de hiçbir engel yokken, yine
de örgütsel sistem geliştirilemiyor.
Örneğin BDT’de hiçbir yasal engel
yoktur. Olabileceği kadar fırsatlar da
vardır. Burada belki Kürdistan’ı kur¬
taracak bir örgüt ortaya çıkmayabilir,
ama KCK sistemi özü ve biçimiyle bu¬
rada tamamıyla uygulanabilir. Ama
bu bile başarılmış değildir.
Demek ki KCK sistemini anlama¬
ma, bu sisteme inanmama ve benim¬
sememe, bazı yönlerini alıp bazı yön¬
lerini almama vardır. Yoksa niye böy¬
le olsun? Uygulamamamn önünde
başka herhangi bir neden olabilir mi?
Anlaşılıp benimsense ve esas alınsa,
gerçekten uygulama önünde hiçbir
engel yoktur. Ne var ki, hiç engel ol¬
mayan yerlerde de uygulamaya giril¬
miyor. Engel olan, zorluk bulunan
yerler vardır. Oralarda bile “Uygula-
namayışı devletlerin engellemesinden
değil, esas olarak bizden kaynaklam-
yor” diyorlar. Bazı yerler için belki
baskı, tutuklama ve engel var denile¬
bilir. Ama engel olmayan, yasal mev¬
zuatı uygun olan alanlarda da aynı
durum yaşanıyor. Demek ki burada
tam katılmama vardır. Önderlik,
“KCK benimle başladı, benimle bitti"
derken, kendi sisteminin benimsen-
mediğini, dolayısıyla milliyetçi devlet¬
çi sistemin aşılamadığını ifade etti.
Hala sistem olarak devleti esas alma
aşılmamış ve devletçi zihniyet tüm¬
den bırakılmıştır. Demokratik konfe-
deralizme yaklaşım samimi, tutarlı ve
Ekim 2009 | serxwebûn
65
bütünlüklü değildir. Birçoğuna göre
hayal gibi geliyor ve uygulanmaz ola¬
rak görülüyor. Dışımızda bunu söyle¬
yenler var; bunlar yazıp çiziyor, pro¬
paganda ediyorlar. Belli ki onlarm
söyledikleri bizim ortamımızı da etki¬
liyor. Bazılan söylüyor, bazılan söyle¬
miyor, ama içten içe durum böyledir.
Serhıldana kalkan halk kendilerine
yol gösterilmesini istiyor
Bu konuda ikiyüzlülük de var,
böyle olmaz, samimi ve açık olunma¬
sı gerekiyor. Halk ayaktadır, halk bu
kadar cesaret ve fedakârlık gösteri¬
yor, serhıldana kalkıyor ve kendisine
yol gösterilmesini istiyor. Ama dikkat
edilirse bu görevler yerine getirilmi¬
yor. Kadro azlığı ve imkânlarm sınır¬
lılığı bunun için neden olarak göste¬
rilemez. En azından var olan kadro
ve imkânlar ölçüsünde örgüt yaratıl¬
ması ve temel kurumlann oluşturul¬
ması gerekir. Ama bunlar da yapılmı¬
yor. Demek ki burada ciddi bir anla¬
yış zafiyeti vardır. Devletçi zihniyeti
aşamama, demokratik konfederaliz-
mi anlamama, özümsememe ve be¬
nimsememe vardır. Dolayısıyla da
çalışmada istek ve çaba azlığı vardır.
Bu konuda kaygılar ve endişeler var¬
dır. Bunu itiraf etmekten çekinme¬
meliyiz. Bu tür yaklaşımlar bir bakı¬
ma doğal bir durumdur. Beş bin 30 !-
dır devletçi sisteme secde ediyoruz.
İnsanlığın ruhu devlet haline getiril¬
miş, herkes devletperest yapılmıştır.
Önderlik demokratik konfederalizm
deyince, hemen bir çırpıda “Devleti
bıraktık, demokrasiyi aldık” diyeme¬
yiz. Bu ciddi bir kavramayı, eğitimi
ve zihniyet değişimini gerektiriyor.
Bu öyle bir çırpıda hemen değiştim
diyerek olabilecek bir iş de değildir.
Bu bakımdan aslında durum an-
laşıhrdır. İstediğimiz kadar kendimi¬
zi gizleyelim, itiraf etmeyelim, ama
pratik kendisini ele veriyor. Yani ka¬
famızı kuma gömsek de gövdemiz dı-
şandadır, pratiğimizin sonuçları or¬
tadadır, herkes bunu görüyor. Ön¬
derliği İmrah’ya koydular, her tarafı¬
nı kapattılar. Ama Önderlik yine de
görüyor, yine de görmesini engelle-
yemediler. Çünkü yoğunlaşıyor,
amaca kilitleniyor ve o an yapılması
gerekeni yapıyor. Sonuç alma gerçe¬
ği bu kadar açıktır. Onun için bu
konuda daha samimi, daha dürüst,
daha gerçekçi bir yaklaşım içinde ol¬
maya ihtiyaç vardır. İşi daha doğru
dürüst, bütünlüklü ve derinlikle ele
alıp büyük bir çabayla kendimizi bu
konuda yenilememiz ve değiştirme¬
miz gerekiyor. Zihniyet değişiminden
kasıt budur. Önderliğin zihniyet dev¬
rimi için beş ciltlik kitap yazması
buradan kaynaklandı. Önderlik he¬
men anlamadığımızı gördü. Mevcut
bilincimizin öyle kolayca değişmeye¬
ceğini biliyor. Bunu saglatabilmek
için bu kadar çaba harcıyor, yazıyor,
konuşuyor, okuyor, inceliyor, araştı-
nyor, yoğunlaşıyor. Görmeden de bi¬
zi bizden daha iyi bilen ve an a liz
eden bir tutumu gösteriyor. Bu ba¬
kımdan sistem olmada, sisteme yak¬
laşımımızda da zayıflıklar vardır.
Önderlik kazanıp örgüt yaptı
biz kovduk veya kaçırttık
Ayrıca tarz sorunlarımız vardır.
Günlük pratiğin jnirütülmesi ve yö¬
netilmesi ve iş yapma tarzımızda so¬
runlar vardır. Önderlik, Özgürlük
Sosyolojisi’nde, “Politika görevleri be¬
lirleme sanatıdır, ahlak da onları ba¬
şarıyla yapma tarzıdır" diyor. Bizim
politik duruşumuzda da zayıflıklar
vardır. Ahlaki duruşumuzdaki zayıf¬
lıklar daha fazladır. Görev ve sorum¬
lulukları yeterli, doğru ve yerinde be¬
lirlemede zajaflıklanmız vardır. Da¬
raltıyoruz, kendimize göre yapıyoruz.
Örgütün belirlediklerini, kongre ve
konferansın kararlaştırdıklarını bir
tarafa bırakıyor, bu alanda kendimi¬
ze göreligi esas alıyoruz. Ama daha
çok da tarz sorunlarımız vardır. Be¬
lirlenmiş görevleri yerine getirmedeki
tarzım ız çok daha kötüdür. Bizi uçu¬
rumlara götürüyor. İmkânlar ve fır¬
satları heba ettiriyor. Toplumsal ça¬
lışma içerisinde, halk içerisinde ger¬
çekten halka zarar veriyor. Halkı
eğitmeyi ve örgütlemeyi bir yana bı-
“Hdı düşünme, derin düşünme
gücümüz yok. Bir de düşünmeye
ihtiyaç duymuyoruz. Kafamıza
nasıl eserse, aklımıza nasıl gelirse
hemen olduğu gibi yapmak istiyor
ve ardından uçuruma yuvadanıyoruz.
Kendimize zarar veriyoruz; en çok
da partiye, örgüte, çevremize ve halka
zarar veriyoruz. HPG'de savaşçılara
zarar veriyoruz. Bu kadar kayıp ve
şahadet bunun sonucunda yaşanıyor.
Bu anlamda bilançolar ağır oluyor”
rakahm, çoğu tarz halkı kaçırtıyor,
kopartıyor, uzaklaştırıyor. Yıllarca
partiye katılmış. Önderliğe sempati
duymuş ve hizmet etmiş insanları ör¬
gütten uzaklaştırıyor, kopartıyor.
Şimdi soruyoruz: 1980’den beri PKK
Ortadoğu’ya, giderek bütün dünyaya
açıldı, her yerde örgütlenmesini ge¬
liştirdi; kadrolarıyla birlikte kitlesi de
oldu. Önderliğin otuz yıl önce bütün
alanlarda başlatıp oluşturduğu iliş¬
kilerin durumu nedir? Araştıralım,
büyük çoğunluğu örgütte yoktur.
Önderlik kazanıp örgüt yaptı, biz
kovduk veya kaçırttık. Ortaya çıkan
sonuçlar budur. Bunlar yaşanıyor.
Meşru savunma alam da böyledir.
Acaba kayıplanmızm jdızde kaçı mü¬
cadelenin gereklerine göre olmuştur?
Yüzde otuzu, kırkı bile buna göre değil
diyorlar. Bunu HPG Konseyi ve Konfe¬
ransı böyle tammiıyor. Yüzde 60-70’i
tarz hatasmdan, kişisel yanlışlıklar¬
dan, kadro ve komutanm hatalann-
dan kaynaklamyor. Bu anlamda böyle
çok keyfi, bireyci, ölçüsüz, görevleri
doğru belirlemeyen ve onlan başanyla
hayata geçirecek yol ve yöntemi bula¬
mayan, günübirlik, düşünmeden, he¬
sap yapmadan ve planlamadan hare¬
ket eden tarzlardan kaynaklanıyor.
Böyle durumlar var mıdır? Evet, fazla¬
sıyla vardır. Bizde en yaygm olan tarz
budur. Zaten hızh düşünme, derin dü¬
şünme gücümüz yoktur. Bir de dü¬
şünmeye ihtiyaç duymuyoruz. Kafa¬
mıza nasıl eserse, aklı mıza nasıl gelir¬
se hemen olduğu gibi yapmak istiyor
66 -
ve ardından uçuruma yuvarlanıyoruz.
Kendimize zarar veriyoruz; en çok da
partiye, örgüte, çevremize ve halka za¬
rar veriyoruz. HPG’de savaşçılara za¬
rar veriyoruz. Bu kadar kayıp ve şaha¬
det bunun sonucunda yaşamyor. Bu
anlamda bilançolar ağırdır. İdeolojik,
örgütsel ve pratik çalışmalann önünde
engel olan hususlara ilişkin de bunla-
n belirtmek gerekir.
Halk müthiş direniyor gerilla
kahramanlık çizgisinde savaşıyor
Bütün bunlar bir örgütsel ve pra¬
tik çalışma yoktur, mücadele edilmi¬
yor, çalışılmamıştır anlamma gelmi¬
yor. Hayır, dişe dokunur bir mücade¬
le vardır, halk ayaktadır ve direniyor,
parti direniyor, gerilla direniyor, ce¬
saret ve fedakârlık dünyada hiç kim¬
senin sahip olmadığı kadar ileri dü¬
zeydedir. Çaba da, emek de, bütün
bunlarla gerçekleşen büyük bir mü¬
cadele ve direniş de vardır. Bunlar
zaten gözler önündedir. Bunlar var
olduğu için tek yanlı çatışmasızbk
sürecinde tanımladığımız kazanımla-
rı ortaya çıkardı. Bu nedenle dışımız¬
daki bütün güçlere Kürt politikasın¬
da değişimi dayatıyoruz. Onları kendi
yaklaşımlarını ve yöntemlerini değiş¬
tirmeye zorluyoruz. Bu zorlama hala
devam ediyor. Bu çalışma ve müca¬
dele var olduğu için bütün imha ve
tasfiye planlan yenilgiye uğratılmış,
boşa çıkanimış, başansız kılınmıştır.
Bunlar birer gerçektir. Bu anlamda
ideolojik mücadele de, askeri müca¬
dele de, siyasi mücadele de vardır.
Halk müthiş direniyor, çocuklar ve
kadınlar direniyor. Gerilla kahra¬
manlık çizgisinde savaşıyor. Üzerine
görev düştüğünde, meşru savunma
savaşım büyük bir cesaret ve feda¬
kârlıkla yürütüyor. Bunlar da birer
gerçektir. Mevcut eleştiriler bunları
yok saymıyor. Bu mücadeleler içeri¬
sinde ortaya çıkmış olan yetersizlikle¬
ri, hataları tanımlamayı ifade ediyor.
Böyle bir mücadele vardır; ama
dikkat edilirse bu mücadele zafer ya¬
ratabilmiş, inkâr ve imha sistemini
kırabilmiş değildir. Bu mücadele im¬
ha saldırılannı boşa çıkanyor, yenilgi¬
yi önlüyor, direnişi sürdürüyor. An¬
cak bununla sonuç alamadığımızı da
söyledik. Yürüttüğümüz mücadelede
istediğimiz ve almamız gereken so¬
nuçları henüz alamadık. Neden ala¬
madık? İşte bu hata ve eksikliklerden
dolayı alamadık. Öncüde, kadroda ve
parti örgütlülüğünde yaşanan zayıf¬
lıklar ve yetersizlikler nedeniyle ala¬
madık. Sistem zayıflıklarımız, tarz ha¬
talarımız nedeniyle alamadık. Bu ha¬
ta ve eksiklikler yüzünden kendim iz i
inkâr ve imha sisteminin iradesini
tümden kıran ve Kürt sorununun de¬
mokratik çözümünde zafer kazanan
bir noktaya getiremiyoruz. Bu neden¬
le ortaya koyduğumuz eksiklikleri, ye¬
tersizlikleri ve yanlışlıklan önemse¬
memiz gerekiyor. Eleştiri ve tartışma
yaparken, elbette olumsuzluklan aş¬
mak için bunları öne çıkarıyoruz.
Yoksa yapılan çalışmalan sıralayabili¬
riz. Fakat buna ihtiyaç yoktur. Bunlar
zaten örgütündür ve mücadele olarak
pratiğe de yansıyor, halk örgütlülüğü
olarak somutlaşıyor. Önemli olan da¬
ha bü 5 mğünü gerçekleştirmek, onu
yapabilmek için de önümüzde var
olan engelleri aşabilmek, hata ve ye¬
tersizlikleri giderebilmektir. Eleştiri-
özeleştiri bu nedenle gereklidir.
Bu nedenle pratiğin hata ve eksik¬
liklerine eleştirel yaklaşmamız gere¬
kiyor. Bu nedenle değerlendirmeleri
böyle eleştirel bir düzeyde ele aldık.
Yoksa pratik çalışmaların hiç olma¬
dığı, hiç çalışılmadığı söylenemez.
Tersine, 10. Kongre’nin ortaya çıkar¬
dığı partileşme iradesi. Hareketin ve
toplumun önüne koyduğu “Önder
Apo’ya Özgürlük” hedefi temelinde
en yoğun pratik-örgütsel çalışmalar
ve mücadele bu geçtiğimiz yıl içeri¬
sinde yürütülmüştür. Herkes böyle
bir mücadele içerisinde yer aldı, bu
mücadeleyi etkili bir biçimde geliş¬
tirmek için de çalıştı. Fakat dikkat
edilirse, böyle yapmamıza rağmen,
çalışmalar içerisinde ciddi bir yeter¬
sizlik durumu söz konusudur. Bunu
biz de görüyoruz, halk da görüyor.
Önderlik gerçeğimiz de gördü ve ifa¬
de etti. Dolayısıyla pratiği bu biçim¬
de değerlendirerek, zayıflıklar ve ye-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
tersizliklere yol açan hata ve eksik¬
likleri bulup gidermemiz gerekiyor.
İzlenen politikanın başarı imkânları
kadar riskleri ve tehlikeleri de vardır
Sonuç olarak 2009 yılı siyasi mü¬
cadele ağırlıklı bir yıl oldu. 29 Mart
seçim sonuçlan bu durumu ortaya
çıkardı. Yönetim ve hareket olarak
13 Nisan tarihinde tek yanlı çatış-
masızhk sürecini ilan ederken de
yaklaşımımız bu yönlüydü. Yılm bu
düzeyde geçeceği az çok belliydi. Biz
kendimizi buna göre hazırladık, ça¬
lışmalarımızı bu temelde planladık.
Bu çerçevede mücadele ederek başa-
nlı olacağımıza ve kazanacağımıza
inandık. Elbette her izlenen politika¬
nın başan imkânları kadar riskleri
ve tehlikeleri de vardır. Biz bunlan
da gördük, değerlendirdik. Mevcut
politikanm başarı yönünün daha
fazla ve güçlü olduğuna inanarak,
böyle bir politika izlemeyi uygun
bulduk. Geldiğimiz noktada izlediği¬
miz bu politikanm sonuçlarını kap¬
samlı bir biçimde değerlendirdik. İfa¬
de ettiğimiz gibi hala da değerlendi¬
riyoruz. Süreç tam sonuçlanmadı,
kesin bir netlik oluşmadı; fakat bü¬
yük ölçüde netleşmiş ve sonuçlan¬
mış bir durum da yaşanıyor.
Bu çerçevede önemli kazanımlar
ortaya çıkmıştır. Biz bunları dikkat¬
le ele alıyor, önemsiyor ve küçüm¬
senmemesi gerektiğine inanıyoruz.
Fakat yapılması gereken işler daha
çoktur; eksik ve zayıf kalan yönleri¬
miz de vardır. Bu zayıflıkları ve ek¬
siklikleri gidererek yapılmamış olan¬
ları yapmamız gerekiyor. Olası sal¬
dın yaklaşımlarına karşı en küçük
bir duyarsızlık ve zayıflık gösterme¬
den, her an etkili bir biçimde diren¬
meye hazır olmak durumundayız.
Çünkü devlet fırsat bulduğu an kap¬
samlı bir askeri harekâtla bize dar¬
be vurmaya çalışacaktır. Dolayısıyla
gerektiğinde meşru savunma alanı
başta olmak üzere her alanda kıya¬
sıya bir mücadele yürüteceğimiz de
görülmeli ve buna göre kendimizi
hazır tutmalıyız.
Ekim 2009 | serxwebûn
67
Geçen aylarda siyasal mücadeleyi
esas alan ve demokratik çözümü zor¬
layan böyle bir politika izlediğimiz için
pişman değiliz, hatalı olmadığma ina¬
nıyoruz ve şimdiye kadar önemli geliş¬
meler yarattığımızı düşünüyoruz.
Eğer bu süreci derinleştirecek bir ör¬
gütsel duruş ve mücadele ortaya ko¬
yabilirsek elbette kazanımlar artacak¬
tır. Ama bu durum aym şeyler yapıla¬
cak anlamına gelmiyor. Önümüzdeki
süreçte ortaya çıkacak her türlü deği¬
şiklik ve gelişmeye göre uygun ve ye¬
terli tutum ve davramş gösterdiğimiz,
onun gereklerine göre hareket ettiği¬
miz ölçüde başarı kazanacağız.
Şu ortaya konuldu: Asimda mevcut
durumda ortaya çıkan gelişmelere da¬
yanarak demokratik siyasi mücadele
geliştirilebilir. Demokratik siyasi çö¬
züm için, Türkiye’nin demokratikleş¬
mesi için ortam belirli düzeyde olgun¬
laşmıştır. Toplum bu yönlü istekli ve
açıktır. Kürt toplumu eyleme de geçi¬
yor, fakat tam örgütlü değildir. Türkiye
toplumu ise eyleme geçemiyor, çünkü
örgütsüzdür. Bunlarm hepsini mevcut
devlet zihniyeti ve özel savaş yaklaşımı
engelliyor. Ashnda demokratikleşme¬
nin ve demokratik siyasi çözümün
önünde bu güçler engel oluşturuyor.
Bu gerçeği iyi görmemiz, duyarlı olma¬
mız, devlet gerçeğine ve onun gerekle¬
rine göre hareket etmemiz gerekir. Biz
bunları gördüğümüz ve buna uygun
hareket ettiğimiz ölçüde, bu süreçten
de başarılı çıkacağımıza inamyoruz.
Yani siyasi mücadeleyi derinleştirerek
sürdürmek, propaganda ve ajitasyon
çalışmalarını geliştirmek, toplumun
demokratik örgütlülüğünü ilerletmek
ve meşru savunmamızı güçlendirmek
bizi her koşulda daha aktif mücadele
etme ve kazanma sonucuna götüre¬
cektir. Bu temelde hem önümüze çıka¬
cak fırsatlar ve imk â nları doğru ve ye¬
terli bir biçimde değerlendireceğiz,
hem de bize yöneltilen saldırılara karşı
etkin ve aktif cevap vereceğiz. Bunu
böyle yürütebildiğimiz, gelişmeleri anı
anma izleyip doğru degerlendirebildigi-
miz, yeterli bir duyarlılıkla yaklaşıp
doğru tespitler yaparak süreci başarıy¬
la yönetebildiğimiz ölçüde, pratik ola¬
rak başarılı olacağımız açıktır.
Bunun için katılımcılık gerekiyor.
Yani bu konuda herkese sorumlu¬
luk düşüyor, herkesi katmak ve so¬
rumlu kılmak gerekiyor. Herkesin
böyle bir duyarlılıkla hareket etmesi
şarttır. Bu olmazsa, sadece bazı ör¬
gütlerimizin ve güçlerimizin yaklaşı¬
mıyla, yeterli ve doğru kararıyla iş¬
ler yürümez. İkincisi ise, anlayış dü¬
zeyimizin yükseltilmesi ve kavrama
düzeyimizin geliştirilmesi gerekir.
Bu da eğitimlerimizin daha güçlü ve
daha yetkin olmasmı gerektiriyor.
Mevcut eğitim çalışmalarımız önem¬
lidir, küçümsenmemelidir. Eğitimler
hem yaygınlaştı, hem de savunma¬
lar temelinde teorik düzey bakımın¬
dan daha da güçlü hale geldi. Ama
pratik bakımdan durum öyle değil¬
dir. Yani eğitimlerimizin pratikten
kopuk olma durumu vardır.
Sadece bir bilgi edinme eğitimi
yapmıyoruz militan yetiştiriyoruz
Bu durum birkaç şeyden kaynakla-
myor olabilir. Birincisi, tartışmalar çok
fazla teorik kalıyor, pratiğe indirgene¬
miyor, örgütsel ve eylemsel çahşmayla
bütünleştirilemiyor. Bu b a kımdan
pratikten çok kopuktur. Oysa tartış¬
malar pratiğin sorunlanyla bütünlük¬
lü olmalı, değişik alanlardaki pratikle¬
ri irdeleyip değerlendirmelidir. Her eği¬
tim devresi bir kongre gibi olmalıdır.
Konferans bir alam ifade ediyor; dola¬
yısıyla konferans gibi değil de kongre
gibi olmalı, her alanm pratiğini irdele-
melidir. İkincisi, günlük yaşam eğiti¬
me dönüştürülebilmelidir. Bu konuda
da zayıflıklar vardır. Özellikle bazı şey¬
ler, güvenlik nedenleri, dolayısıyla üs¬
lenme ve çahşma tarzımız gerekli dü¬
zen ve disiplini sağlamada eksiklik ya¬
ratıyor ve gedikler ortaya çıkanyor.
Eğitimler eskiden daha derli topluydu,
öyle sorun yoktu. Kişisel özellikler ve
davramşlar daha net açığa çıkıyor, bu
temelde eleştiri-özeleştiri, denetim ve
disiplin daha fazla gelişiyordu. Şimdi
bu konuda da eksiklikler vardır.
Yönetim ne ortaya çıkarmış, so¬
runları ne kadar çözmüş, ne kadar
öğretmiş, ne kadar tarz ve üslup ya¬
ratmış, ne kadar kişilikleri değiştirip
dönüştürmüş? Bununla ne kadar il¬
gili olmuş, başarmış? Bunlar üzerin¬
de durmak gerekir. Bunlar olmazsa,
sadece toplantılar, tartışmalar ve bil¬
gi edinmekle eğitim yeterli olmaz.
Kuşkusuz bunları küçümseme¬
mek gerekir. Biz sadece bir bilgi
edinme eğitimi yapmıyoruz, militan
yetiştiriyoruz. Taktik eğitim yapıyo¬
ruz, görev insanı ortaya çıkarıyoruz.
Hangi görevler vardır? Görevler or¬
tadadır. İşte planlamamızı ortaya
koyduk. Bu planları hayata geçire¬
cek insan var mıdır? Böyle bir insan
hazır mıdır? Herkes bir ölçüde hazı¬
rım diyor. Fakat isüfacıhk ve kendi¬
ni geri çekmeler çokça vardır; pra¬
tikte işin gereği yerine getirilmiyor.
Bir de şöyle bir durum var; Kimse
kimsenin yaptığını beğenmiyor. Pra¬
tikte çekiştirme ve didiştirme çok
fazladır. Bu yanlıştır, hemen her şe¬
yi dıştan beklemekten kaynaklanı¬
yor, kendini yeterli, görevli ve so¬
rumlu görmemekten kaynaklanıyor
Partileşmede, mücadelede ve ör¬
gütlenmede bir hamle yapmayı önü¬
müze koyduğumuza göre bunu eği¬
timden başlatmalıyız. Ancak eğitim
sistemimizde bir gelişme yaratarak,
eğitimimize bir hamle yaptırarak pra-
tik-örgütsel çalışmalarda bir hamle-
sel durumu ortaya çıkarabiliriz. Du¬
yarlı olan, değerlendirme yapan, sü¬
reci değerlendirerek doğru karar ve¬
rip pratiğe geçirebilen kadroyu ancak
bu temelde ortaya çıkarabiliriz. De¬
mek ki süreci başarıya götürmenin
önemli bir alanı eğitim çalışmaları¬
mızı güçlü ve başarılı yürütmektir.
Bu süreçte bu çalışmalan küçümse¬
memeliyiz. Gerçekten de elimizde bü¬
yük bir hazine vardır, ciddi bir fırsat
vardır. Bu savunmalar kimin eline
geçse, bunlara dayanarak zafer üstü¬
ne zafer yaratır. Eğer biz böyle bir
durumu ortaya çıkaramazsak, en kö¬
tü olmayı hak etmiş oluruz. Oysa bu¬
na layık değiliz, h a kkımız bu değil¬
dir. Bu kadar fedakârlık ve cesaretin
sonucu bu olamaz. Böyle cesaret ve
fedakârlık içinde olanlar, onu göste¬
renler, büyük başarının yaratıcısı da
mutlaka olmalılar.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Kültür sanat çalışmaları
bir halkm yaşam faaliyetleridir
“insanlığın tümünü hedefleyerek saldıran kapitalist modemite sistemi ile bir uzlaşı içinde, Kürt kültürüne
soykırım dayatan başta Türk devleti olmak üzere tüm egemen devletlere karşı kültür sanat cephemiz yeni döne¬
min gereklerine göre kendini örgüüemeli ve Apocu tarzda yaraücıhğım konuşturmahdır. Önderliğimize ve onun
şabsmda tüm kutsal değerlerimize her taraftan saldıranlara karşı kültür sanat çahşmalanmız toplumsal görevleri
içinde olan ajitasyon ve propagandayı her zamankinden daha güçlü yapmahdır. Tüm değerlerimizi sanat üslubu
ile estetize etmek bunları topluma taşırmada daha fazla incelikli ve hassas olmak dönem görevlerimiz içindedir”
4. TEV-ÇAND Konferansı Sonuç Büdtgesi
4. TEV-ÇAND Konferansı ülkemiz¬
de ve bölgemizde yoğun siyasi ve top¬
lumsal gelişmelerin yaşandığı bir dö¬
nemde gerçekleşti. Konferansımız
kültür sanat faaliyetlerimizi geliştir¬
mek için yaşanan sorunları aşmaya
dönük derinlikli tartışmalar yapıp
önemli kararlar alarak başarılı bir şe¬
kilde tamamlandı. Önderliğimizin
Kürt sorununa demokratik siyasal
yöntemlerle çözüm bulma amaçlı ha¬
zırladığı yol haritasmm gündemde yo¬
ğunca tartışıldığı bir dönemde ger¬
çekleşen konferansımız, olası geliş¬
melere cevap olmak açısmdan kültür
sanat cephesinde bir hazırlık toplan¬
tısı da oldu. Konferans hazırlık çalış-
malannı yürütürken bü 5 mk sanatçı
Aram Tigran’ı yitirdik. Anısma bağlı¬
lık konferansımıza güç katü.
4. Konferansımız, 3. TEV-ÇAND
Konferans tespitleri, kararları ve 10.
Parti Kongresi’nin kadro ölçüleri ve
çalışma tarzını esas alarak gerçek¬
leşmiştir. Bu anlamıyla 4. TEV-
ÇAND Konferansı 3. Konferansımı¬
zın yerine getirilemeyen felsefik ideo¬
lojik sanatsal ve örgütsel hedeflerini
10. Parti Kongre kararlığıyla yerine
getirmeyi amaçlamaktadır. Bu te¬
melde konferansımız yeni kararlara
gitmiştir. 3. TEV-ÇAND Konferans
çizgisinin çalışma alanlarında pra¬
tikleşmesine karşı kültür sanat ala-
mnda, karşı bir direniş ile karşılaştı¬
ğını tespit eden 4. Konferansımız bu
direnişi aşıp kendi çizgisinde faaliyet
yapma konferansı olmaktadır.
4. TEV-ÇAND Konferansı Önderli¬
ğimizin Demokratik Uygarlık Manifes¬
tosu adı altmda kaleme aldığı son sa¬
vunmalarım kültür sanat faaliyetleri¬
miz için bir manifesto olarak kabul et¬
ti. Konferansımız bu anlamda Komü-
nal demokratik kültür değerlerimizi
Apo’cu tarz ve tempo ile Önderlik fel¬
sefesi temelinde işlemeyi çizgisi ola¬
rak kabul etmiştir. Konferansımız
Kürdistan gerçeğinde sanatı TEV-
ÇAND çizgisinde geliştirmek için baş¬
ta şehit anneleri olmak üzere yurtse¬
ver Kürt kadını ve toplumunun duygu
ve düşüncelerini anlamaktan geçer
belirlemesini yapmıştır. Sanat çizgi¬
mizin somut temsili şehit sanatçı yol-
daşlanmızdır. Bu temel değerlerimizle
buluşmadan doğru bir sanat ve sa¬
natçı anlayışına ulaşmak mümkün
değildir. Bu gerçekleşme kültür sanat
faaliyetlerimizin temelidir.
Konferans ımı?: TEV-ÇAND’m
yeni dönemin gerillası
olduğunun tespitini yapmıştır
Kürt kültür değerleri insanhğm kök
kültürünü teşkil etmektedir. Önderli¬
ğimizin paradigması çağımızda yaşa¬
nan sorunlara h a lkların özgür gelece¬
ğini kurarak çözüm bulma paradig¬
masıdır. Bunun ideolojisi ve toplum
sistemini ihtiva etmektedir. Kültür sa¬
nat alam kadro ve çalışanları bu ger¬
çeklik doğrultusunda tarihi sorumlu¬
luklarla karşı karşıyadırlar. Yaşanan
sorunlar bu anlamda önemli bir eleş¬
tiri ve özeleştiri düzeyiyle ele ahnarak
giderilmek durumundadır. Bu çarpıcı
gerçeklikle uyuşmayan sanat anlayış¬
ları, duruş, katılım, yaşam ve müca¬
dele tarzı yanında ortaya çıkan sanat
ürünlerinden dolayı konferansımız şe¬
hitlerden ve h a lkımızdan özür dilemiş
ve özeleştiri verme karan almıştır. Ya¬
şanan eksiklik ve geriliklerin aşılması
için tedbirler almış bunun sözünü
vermiştir. Bu karar tüm TEV-ÇAND
çalışanları ve kadrolarmm kendilerini
bir daha çok ciddi bir tarzda gözden
geçirmeleri düzeltmeleri ve geçmiş
pratikte yaşananlarm tekrarlanma¬
ması temelinde ele almaları sorumlu¬
luğunu yüklemektedir. Bu yaklaşım
4. Konferansımızın düzeltmeye dönük
karar ve kararlılığı olarak anlaşılmak
durumundadır.
Kültür sanat çalışmalan bir h a l kın
yaşam faaliyetleridir. Kültür sanat ça-
lışmalannın bu özelliğinden dolayı
başta kadın ve gençlik olmak üzere
tüm halkımızm kültür sanat çahşma-
lanna demokratik ulus kimliği ile sa¬
hiplik etmesi ve duyarh olmasım ge¬
rektirir. Kültür sanat çalışmalanmızm
TEV-ÇAND çizgisinde geliştirilerek
h a l kım ıza mal edilmesi için Özgürlük
Hareketinin tüm kadrolarmm da du¬
yarh bir yaklaşım içinde olması PKK’li
olmalarmm bir gereğidir. Sanat çalış¬
ması sadece dar bir kesimin kendi be¬
cerisi ve anlayışlan ile yaptığı bir yara-
üm değildir. Toplumun her üyesi sa¬
natsal yaratıcılıkla ürünler vermese de
sanat ürünü herkesi doğrudan ilgilen-
69-
dilmektedir. Doğru bir kültür sanat
çalışması için her insanın beğeni ölçü¬
lerinin demokratik toplumculuk anla-
mmda 5 nıksek olması gerekir. Kürdis-
tan gerçeğinde h a lkım ız a dayatılan
kültürkırımdan dolayı tüm Kültlerin
kendi öz değerlerini ve direniş kültü¬
rünün özelliklerini sanat ürünlerinde
görmesini talep etmesi özgür gelecek¬
leri için de aynca bir anlama sahiptir.
İçinde bulunduğumuz dönem müca¬
delesinde kültür sanat alanımız daha
önce gerillanm oynadığı rolün bir ben¬
zerini ojmamak durumundadır. Bu
anlamda konferansımız TEV-ÇAND’m
yeni dönemin gerillası olduğunun tes¬
pitini yapmıştır. Dolayısıyla kültür sa¬
nat sahası hem yaşanan gelişmeler¬
den doğan yeni görevler hem de 4.
Konferansm her kadro ve çalışana
yüklediği yükümlülüklerin yerine geti¬
rilmesi için her zamankinden daha
fazla önemli bir hale gelmiştir.
Günümüzde kültür sanat
faaliyetlefinin genel durumu
Günümüzde yaşanan gelişmeler
önümüzdeki on yıllan belirleyecek bir
karakterde seyretmektedir. Bugün
toplumlann, halklann yaşadığı sorun¬
lar bu sorunlann çözümüne dönük
arayışlar tarihin her hangi bir döne¬
miyle mukayese edilerek anlaşılamaz
içeriktedirler. Günümüzde yaşanan
tüm gelişmeler beş bin yılık iktidar
kültürünün, devlet-toplum sistemati¬
ği içinde birikip yığılan sorunlardır.
Halklar sorunlarla yüklü bu kültür
geleneğinin son temsili olan kapitalist
modemitenin eklediği daha derin ve
köklü sorunlarm h â kim olduğu bir or¬
tamda yeni bir çıkış aramaktadırlar.
Ağır toplumsal sorunlardan sorumlu
bu sistem, yarattığı kaosla toplumu
kendi iktidarına ve yaşam tarzına
mahkûm etmek istemektedir.
İnsan toplumsal bir varlıktır. İn¬
san toplumu ikinci doğa denilen kül¬
tür değerlerini yaratarak kendini gö¬
rünür kılar, biçim alır. Bu anlamda
toplumun tarihi ve gelişimi, toplum¬
da yaşanan değişim ve dönüşümler
aynı zamanda kültürel alamn tari¬
hini, gelişimini, değişim ve dönüşü¬
münü de ifade eder. Dolayısıyla top¬
lumsal sorunlar aynı zamanda kül¬
türel yaratım alanmda yaşanan so¬
runlar olmaktadır.
Önderliğimiz toplumsal sorunlarm
toplumun temel dinamiklerini parça¬
layan sebeplerden kaynaklandığını
belirtmiş ve tanımlamıştır. Toplum¬
sallaşmak insanın biyolojik yapısm-
dan kaynaklı zayıflıklarını aşma, do¬
ğa içinde yaşadığı zorluklan giderme
ihtiyacından ortaya çıkmıştır. Ancak
bu öylesine harika bir çıkıştır ki so¬
nuçları ikinci bir doğa yaratacak ka¬
dar etkili sadece insana mahsus yeni
yaratımlara yol açmıştır. Demek ki
toplumsal bir varhk olmak sorun ya¬
ratacak nedenlere çözümler bulmak
demektir. Toplumsallık güçsüzlüğü
güce çevirme organisazyonudur. Top¬
lumsallık yaratıcı olmak, yaratımlan-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
m, emeğini başkalarıyla paylaşmak
ve kalıcılaştırmanın diğer bir adıdır.
Dünyamızın sorunlu olmayan
tek bir bölgesi kalmamıştır
Ancak özellikle günümüzde yaşa¬
nanlara, bu yaşamdan kaynaklı orta¬
ya çıkan sonuçlara bakıldığında be¬
lirtilen toplumsal tanımlamaya ve
özeliklerine zıt bir durum yaşanmak¬
tadır. Bugün dünyamızın sorunlu ol¬
mayan tek bir bölgesi kalmamıştır.
Sorunsuz tek bir topluluk, halk yok¬
tur. Yaşammdan memnun insan bi¬
reylerinin sayısı temel insani değerle¬
re vurulduğunda yok denecek kadar
azdır. Bir kez daha dikkat çekmek
gerekir ki sürdürülmesi zor bu du¬
rum bizzat insanların kendilerince
ortaya çıkarılmıştır. Çünkü söz ko¬
nusu olan çekilmez yaşam doğal
afetlerin yol açtığı sorunlardan kay¬
naklanmamaktadır. Tümüyle top¬
lumsallık içinde insanların kendi
eliyle inşa ettikleri siyasal sistemleri¬
nin ve onun egemen biçiminin yol aç¬
tığı sorunlar olmaktadır. Günümüz¬
de yaşananlara toplumsal bir varlık
olan insana ait bir yaşamdır’ demek,
insanlığm soy damarlarını inkâr et¬
mek demektir. Tarihin hiçbir döne¬
minde olmadık kadar bugün yaşam-
sızlık ‘en özgürlükçü yaşam’ adı al¬
tında insanlığa sunulmaktadır. ‘Bü¬
yük toplum yalanı’ hiç bu kadar ege¬
men hale getirilmemiştir. Bunalımlı
ruh halleri, stres, şiddet, savaş, yok¬
sulluk, adaletsizlik, bulaşıcı hasta¬
lıkları bir çırpıda mevcut tabloyu an¬
laşılır kılacak sorunlar olarak sırala¬
mak mümkündür. Duygulu akıllı bir
varhk olarak insan, ortaya çıkabile¬
cek sorunları çözme kabiliyetindey-
ken onun bu mevcut durumundan
kim ve kimler sorumludur? Mevcut
sorunların anlaşılır kılınması için
kültür sanat cephesinden nasıl bir
değerlendirme yapılmalıdır? Bu ve
benzer sorular günümüz yaşam ger¬
çekliğinin anlaşılması için cevaplan-
dınlması gereken sorular olmaktadır.
Toplumsal doğanın yapısı gereği,
özelikle günümüzde karşılaştığımız
biçimiyle insanın geleceğini tehdit
Ekim 2009 | serxwebûn
70
edecek, fiziki doğayı yok edebilecek
kadar tehlikeli sorunlar yaratması
mümkün değildir. Günümüzde yaşa¬
mı her yandan sarmış olan ekono¬
mik, siyasal, bilimsel ve sanatsal
alanlarda ortaya çıkmış sorunlar
toplumsallığın gelişmesinden ileri
gelmiyor. Toplumun inşa edilirken
aldığı biçimlerden kaynaklanıyor.
Toplumsal sorunlara, insanı kendi
toplumcu özüyle karşıt hale getiren
genelde iktidarın maddi manevi kül¬
türü, özelde de bunun kapitalist bi¬
çimi sebep olmuştur.
Toplumsal kanserleşme bu sistemi
sürdürülemez noktaya getirmiştir
İnsanlık, son beş bin yıllık sınıflı
devletçi ve şehir merkezli uygarlığın
kültür geleneği içinde toplumsal so¬
runlarla tanışmıştır. Smıflı uygarlı¬
ğın köleci biçimiyle başlayan bu dö¬
nem günümüzde tam bir kaos halini
almıştır. Dolayısıyla bu sorunlar ik¬
tidar kültürünün toplumun komü-
nal demokratik kültürünü bastırıp
saptırmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu
geleneğin günümüz temsili olan ka¬
pitalist modernite de bu sorunlara
yenilerini eklemiştir. Bu gelenek, so¬
runlu ve sahte yaşamı, yaşamdan
saymamn adı olmaktadır. Sorunlarla
yüklü bu “yanlış hayat” kurgulama¬
larını insanlığa kabullendirmek için
baskı ve zorunu eksik etmemiş olan
bu gelenek, köleliği ve egemenliği in¬
sanlara kader diye belletmiştir. Bu¬
nun kültürel ve sanatsal İfadesi ise
en bariz şekilde arabesk yaşam ve
kültür sanat biçiminde yaşanmakta¬
dır. Sorumsuzluk, geçmişi ve top¬
lumsal değerleri inkâr, kendini koy
vermek, nihilizm bu kültürün bugün
ortaya çıkmış sonuçları olmaktadır.
Toplumsal sorunlar söz konusu ol¬
duğunda her ne kadar beş bin 5 allık bir
gelenekten bahsedilecekse de bunda
kapitalizmin kendine özgü yanlarmm
olduğunu bilmek gerekir. İktidar kül¬
türünün son temsili olan kapitalist bi¬
çimini anlamadan onunla bir mücade¬
leye girip onu aşmadan, yeni bir kültür
yaratmak ve yaşamımızı sanatla güzel¬
leştirmek mümkün olmaz.
Kapitalizmin kendisine özgü iktidar
yapısmm yol açtığı toplumsal kanser¬
leşme bu sistemi sürdürülmez bir
noktaya vardırmıştır. Günümüzde
sistemin yaşadığı zorlanma genelde
kültür değerlerine özelde de sanat ala-
mna el atış tarzım farkhlaştırmıştır.
Bu yaklaşımı yaşanan sorunları daha
da derinleştirmektedir. Bunun için al¬
ternatif bir kültür sanat faaliyetine
yönelmek ahlaki bir tutum özgür in¬
san olmamn bir gereğidir.
Kapitalizm toplumu yönetirken
de değerlerini pazarlar
İktidar kültürünün köleci ve feodal
biçiminde toplumu kendine bağlamak,
toplumun ezici bir kesimini dolaylı yol¬
larla egemenliğine tabi tutup toprak ve
iş gücünü sömürmek esas olmuştur.
Ancak kapitalist sistem kendi sistem
çıkarı için varlık nedenimiz olan toplu¬
mu parçalayarak iktidar olmuştur.
Kapitalizm parçaladığı toplumsal de¬
ğerleri pazara sunarak yok etmeyi
esas alır. Kapitalizm toplumun maddi-
manevi kültürünü parçalayıp satışa
çıkarmca satıcı ve alıcı bulacak bir ki¬
şiliğin daha doğrusu bir kültürün ya-
ratılmasmı amaçlamıştır. Maalesef bu
amacmda epeyce yol aldığım belirtmek
gerekir. Kapitalizm toplumu yönetir¬
ken de değerlerini pazarlar.
Hem kölecilikte hem de feodalizm
de beli bir kutsallık kültürü olduğu
için insanlar arasında paylaşım, da-
yamşma, birbirini kollama sevgi-saygı
gibi toplumsallığm kendisi olan öze¬
liklerin yaşanmasına belli oranda mü¬
saade edilmiştir. Kapitalizmde kutsal
olan hiçbir değer bırakılmamıştır.
Bundan dolayı kültür değerlerinin sa-
üşından bugün muazzam bir kültür
endüstrisi yaratılmıştır. Kültür en¬
düstrisi; toplum içinde herkesin bir
şekilde alım satım konusu olmaktan
kendini kurtaramadığı bir durumdur.
Bu gerçeklikten dolayı para denilen
değişim metası yaşamın “komutanı”
olmuştur. Günümüzde insanlarm mı
yoksa para denilen şeyin mi daha de¬
ğerli olduğu konusu tartışılmaya de¬
ğer bir konu olmaktadır. Her şeyin da¬
ha çok para kazanmaya kilitlendiği.
para kazanmak için insanlarm savaş¬
larda birbirilerini yok etikleri her gün,
değişik sahnelerde sergilenen aym ti¬
yatronun tekran gibidir. Zaman, sah¬
ne, oyuncular ve seyirciler değişse de
oyun hep 03011 oyun! Dolayısıyla bu
sistem kuralları içinde paranm insan¬
dan daha değerli bir olgu haline çıkar¬
tıldığım söylemek abartı sa 3 olmamalı-
dır. Bir kez daha üpkı putlar gibi insa-
nm kendi eliyle yaraüklanna tapması
ona kul köle olması gerçeği ile karşı
kaşıya olduğumuzu kim inkâr edebi¬
lir? Öyle ki parayla kültürel kimlikler
bile değiştirilebilinir olmuştur. Kürt¬
lüklerini inkâr edenler bu çarpıcı ger¬
çeğin bugünün kurallarıyla hareket
edenlerine iyi bir örnek olmaktadırlar.
Parayla insanhğa karşı yapılamaya¬
cak ihanet yok gibidir.
Toplumun refahı ve mutluluğunu
sağlayan manevi değerlerdir
Tarihin hiçbir döneminde bütün
değerlerin para karşılığmda pazara
sunulmasına müsade edilmemiştir.
Bu konuda da birincilik kapitalizm¬
dedir. Her zaman toplumun refahı
ve mutluluğunu sağlayan manevi
değerleri olmuştur. Toplum Önderli¬
ğimizin tanımlamasıyla esasta poli¬
tik ve ahlaki bir olgudan ibarettir.
Sade bir dil ile politika insanın yaşa¬
mak için yaptığı herhangi bir iş de¬
mektir. İnsan çahşmca da iyi işler
yapmak ister bu da ahlaki değer de¬
mektir. İyi olan şey toplumu bir ara¬
da tutan manevi değerleri demektir.
Kapitalizm esasta iyi demek olan ah¬
laki yapıyı vurmaktadır. Bu vuruş¬
larla toplumsallık parçalanmakta¬
dır. Ahlak parçalanması manevi de¬
ğerleri daha rahat satışa çıkarmaya
yol açmaktadır. Bundan dolayı bun¬
ca bilimsel teknik gelişmeye maddi
üretim bolluğuna rağmen yaşam da
bir türlü refah, zenginlik, mutluluk
gelişmemektedir. Kapitalist sistem
bir azınlığın koca bir toplumu ve do¬
ğayı sömürmesi ve bitirmesidir. Bu¬
nun için de kapitalist sistem toplu¬
ma çok özel ve özgün köleleştirici
yöntemlerle yaklaşmaktadır. Kapita¬
list modernite yöntemi sonunda.
71-
ruhsuz geçmişinden kopuk, gelecek
ütopyası olmayan bireyci insan tipi
ortaya çıkarmıştır. Bu tipin yaşamı
TV ekranlanndaki gibi mekaniktir ve
gerçeğin taklidinden ibarettir. Yara¬
tıcılığın ölümü olan bireycilik kül¬
türsüzlüktür. Bireycilik aynı zaman¬
da kapitalist kültür ile donanmış in¬
san demektir. Bu kişilik komünallık
adına ne varsa tersini yaparak ya¬
şar. Heyecansız, coşkusuz ve üre-
timsiz olan bu kişilik basit bir duy¬
gusu, güdüsü için insan öldürme de
dahil her türlü tehlikeyi göze alacak
kadar sapmış ve saptırılmıştır. Gü¬
nümüzün sıkça yaşanan şiddet ve
savaş olaylan bunun kanıtıdır.
Bireycilik kapitalist siste min
diğer bir kimlik ifadesidir
Kapitalizm bir sistem olarak kül¬
tür yaratmaz, toplumun yaratıcı gü¬
cünü kullanan insanlarm yaratıkla¬
rına el koyma kültürünü geliştirir.
Kültür değerlerini parçalayarak or¬
taya çıkan tabloyu çeşitlilik ve fark¬
lılık diye insanlara sunar. Günümüz
insanlarının ezici bir çoğunluğunun
farklıhğmı duygu ve düşence dünya¬
sından kaynağını alan yaşam tarzla-
n yerine biçime yüklenerek göster¬
mesinin nedeni budur. Sistem bu
çıkmazını çağımız imaj çağı deyip
propaganda etmektedir. İmaj yarat¬
ma adı altmda boyama, restore et¬
me, kılık değiştirmeyi farklı bir kişi¬
lik olarak ortalığa sunması ve bu¬
nun beli düzeyde kabul görüyor ol¬
ması, toplumsal bir varlık olan insan
bireyinin iflasıdır. Bu iflas marka,
moda, günü birlik değişim, zevkler
ve renkler tartışılamaz vb ideolojik
propagandanın hâkimiyetinden ötü¬
rü yeni bir pazar sahası da açmıştır.
Kapitalist kültür iflas edeni satacak
kadar maneviyattan düşmeyi ifade
eden bir kültürdür. Bu kadar derin
bir saptırılmışhk içinde toplumu
açık hapiste tutmak ancak onu tari¬
hinden koparıp güncelik içinde bo¬
ğuntuya getirmekle mümkün olmak¬
tadır. Bu hapis yaşamı özgürlük sa-
mp yaşamak için de ‘at gözlüklü te¬
neke yürekli insan’ yaratılmıştır.
Aşın teknikleşmiş monoton bir yaşa¬
ma razı olmak demek olan bireycilik
bu sistemin diğer kimlik ifadesidir.
Egemen erkek kültürünün son smı-
n olan kapitalist modemitede zirve ya¬
pan diğer bir hususta kadım öz değer¬
lerinden uzak düşürme gerçeğinde ya¬
şananlardır. Genelleşmiş ve derinleş¬
miş köleci sistem olan kapitalizm
esasta kadmla toplumu vurarak bunu
yapmaktadır. Kadım kutsallığmdan
kopartıp pazara sunarak kadın bedeni
üzerinden de para kazanmaktadır. Ka¬
pitalist sistem kadmı ‘metalarm krali¬
çesi’ yapmıştır. Kadın üzerinde ki hâ¬
kimiyet kadınm kendi kendini pazarla¬
yacak kadar dibe vurmuş ve bunu öz¬
gürlük sunacak kadar kutsal ana kül¬
türünden uzaklaşünimıştır. Kadın sa-
üşa çıkanlan tüm kültür değerlerinin
aracı reklam figürü haline getirilmiş¬
tir. Sanat alanmda cinselliği en çok
sunulan da kadm olmaktadır.
Kültürel değerlere yaklaşımı için
ana çerçevesini oluşturmaya çalıştığı¬
mız kapitalist egemen sistemin sanat
alamna ve sanatçılara yaklaşımı da
diğer tarihsel süreçlerden farklı ol¬
maktadır. Kapitalizmin kadın, toplum
ve kültürleşme gerçeğine karşıtlığı
yapısal olduğu gibi sanat karşıtlığı da
yapısaldır. Nasıl ki daha çok satmak
için daha fazla tüketmek kaçınılmaz
ise ve bu kapitalizmin varlık gerekçe¬
si ise bu sistemin temel insani değer¬
lere karşıtlığı da toplumun ahlaki ya-
pısmı dağıtmasmdan dolayı kaçınıl¬
maz olmaktadır. Kapitalizmin temel
kültürü satışta rekabet, tüketimde
yarıştır. Dolayısıyla sistem her bireyi
ve toplumsal alanların tümünü bu il¬
keye göre ele alır. Kendi güvenliği için
kapitalist egemenlik tüm yaratım sa¬
halarını kendi yapısal özüne göre dü¬
zenler. Dolayısıyla sanat alanını da
önemli oranda buna göre düzenlemiş
ve kendi hizmetine almıştır.
Kapitalizmin günümüzde sanat
alanmda da bir hâkimiyeti söz konu¬
sudur. Kapitalist manada sanat de¬
mek bireyciliği övmek komünaliteyi
yermek, alım satım kültürünü meş¬
rulaştırmak demektir. Toplumsal
arayışlara yol gösteren sanat yok ol¬
muş “dalga geçen sanat” oluşmuştur.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
“Güleriz ağlanacak halim iz e” deyimi
en çok günümüzde sanat alanı prati¬
ği için söylenmiş gibidir.
Sanat alanı toplumsaUığın
yeniden yaratılması alamdır
Toplum karşıtı olan kapitalizm
toplumsal kültür değerlerine ters iş¬
ler. Güzel olan toplumsal olandır.
Güzel toplumsal hafızada kalıcı iz bı¬
rakandır. Güzel, tarihe mal olan,
ölümsüzlüğü içinde banndırandır.
Güzelin bu temel ilkeleriyle karşılaş¬
tırıldığında kapitalizm çirkinlik üre¬
ten bir sistemdir. Dolaysıyla kapita¬
listçe olana çirkin demek salt bir
propaganda ya da bir abartı sayılma¬
malıdır. Bu gerçeklikten hareketle
günümüzde işi güzel olan manada
sanat kalmamıştır. Kendini bu işin
gereklerine göre yatıran sanatçı kişi¬
liklerde hemen hemen yok gibidir.
Güzel denilebilecek neredeyse tek
bir şeyin kalmadığı dünyamızda sis¬
tem karşıtı sanat hareketlerinin ol¬
mayışı sanat üretimindeki kısırlık ve
kendini tekrarın nedeni kapitalist
sistemin sanata karşıtlığından ve
kendini buna yatıran sanatçılardan
ileri gelmektedir.
Sanat alanı toplumsallığın yeni¬
den yaratılması alanıdır. Toplumsal
faaliyetin ruhunun yaratılması sana¬
tın işidir. Günümüzde sanat sahası
kapitalizmin bireyci kişiliklerince sa¬
natçılık adı altmda işgal edildiği için
sanat toplum karşıtlığı rolüne bü¬
rünmüştür. Toplumun komünal ru¬
hunun yaratım sahası olan sanat
kendini özgür sanan bireycilerin elin¬
de ‘kral so 5 danlarınm yalaka davra¬
nışları’ derecesine indirgenmiştir.
Günümüz sanatı kaos yaşayan kapi¬
talist sistemin özgürlük değerleri te¬
melinde aşılmaması için toplum ve
bireye boyun eğdirme faaliyeti tarzın¬
da işlemektedir. Tümüyle duygulann
terbiyesi, yeni bir ruh yaratma, dü¬
şüncede zenginliğe yol açma, yaşa¬
mın beğeni ölçülerini yükselterek gü¬
zel kılma alanı olan sanat, günümüz¬
de ruhsuzlaştırılmış ve mekanüdeşti-
rilmiştir. Sanata yaratıcılığa yol açan
manevi güç kalmadığmdan bunun
Ekim 2009 | serxwebûn
72
yerine aşırı teknik kullanılarak öze
değil biçime ağırlık verilerek bu so¬
run giderilmek istenmektedir.
Sistematik olarak sanatm
tükenişi gerçekleştirilmektedir
Toplum için ruh alam olan sanat
tam bir ruhsuzluğa mahkûm edilmiş¬
tir. Sanaün tarihle bağı koparılıp TV
ekranlanna, salonlara ve galeri duvar-
larma hapsedilmiştir. Mal pazarlayan
reklâmlara dönüşen sanat, kökenini
aldığı kutsal değerlerin satışına hiz¬
met etmektedir. Güzeli bulma ve ya¬
ratma kaygısı yerini ‘ne kadar para ge¬
lecek ne kadar satacak’ kaygısı almış¬
tır. Günümüzde güzel olanm, onu ya¬
ratan sanatçı kişiliğin kimliği için öl¬
çü, ne kadar sattığı ve ne kadar para
getirdiğidir. Sanatm paraya indirgen¬
mesi yüce duygu ve düşüncelerin ürü¬
nü ve yaraücısı olmaktan uzaklaştırıl¬
ması sanatı eğlencelik bir konuma dü¬
şürmüştür. Artık günümüzde eğlence
kültürü adı altmda sanat toplumu,
sorunlarından sıkıntılarından kısa
süreliğine deşarj edip pasifıze etmekte
de kullanılmaktadır. Narkoz misali
acıyı bir süreliğine de olsa unutturma,
sarhoş etme de sanatm işleri arasına
girmiştir. Bu durum kendisiyle birlik¬
te ticari bir sektör de yaratmıştır. Kı¬
sacası günümüzde çok yoğun ve siste¬
matik olarak sanat eliyle sanatm tü¬
kenişi gerçekleştirilmektedir.
Maddi uygarlığm zirvesi olan kapi¬
talizmin manevi kültürü bitişe doğru
götürdüğü bir gerçektir. Maddi kültür
ile manevi kültür arasmda ilk defa bu
düzeyde bir dengesizliğin oluştuğu il¬
gili herkesin ortak vurgusudur. Yaşa¬
nan gerçekliğe toplum kınm olarak
isim koyan Önderliğimiz kurtuluşun
yolunun felsefeye dönüş ile beraber in-
sanlarm kendilerini bilinçlendirerek,
bu sisteme karşı politik görevlerini ah¬
laki bir ödev olarak yerine getirmekten
geçtiğine vurgu yapmaktadır.
Kapitalist sistem yaşadığı sosyal,
siyasal, ekonomik, sanatsal vb so¬
runlardan dolayı eskisi gibi sürdürü¬
lemez bir duruma ulaşmıştır. Bu yeni
bir insanlık durumudur. Aynı zaman¬
da bu yeni politik arayışlarm günde¬
“Teknolojik alandaki gelişmeler özelikle sanat alanmda
insan yaratıcılığına büyük darbe vurmaktadır. Günümüzde
yaratıcılık için derin bir hissiyat, coşkulu duygular ve
sorumlu yaratıcı düşünce yerine, makineleri ustaca
kullanmak almıştır. Kısacası kapitalist bireycilik ve onun
kültürü sanatı da sanatçıyı da ölüme götürmektedir”
me girmesi demektir. İçinde bulun¬
duğumuz dönemin temel siyasal özel¬
liği budur. Sistemin egemenleri bu
gerçeği bildiklerinden kendi çıkarları
için kültür sanat sahasına her za¬
mankinden daha yoğun ve derinlikli
bir tarzda el atmış bulunmaktadırlar.
Yaşanan güncel durum aynı zaman¬
da yeni yaşam arayışlanna kapı ara¬
lamayı da beraberinde getirmiştir. Bu
da yeni bir kültür yaratmak demektir.
Bu gerçeklikten ötürü sistem kendi
varhgmm devamı için h a lkların arayı¬
şına karşı başlattığı savaş cephesinin
ileri ucuna kültür sanatı yerleştirmiş¬
tir. Dolaysıyla günümüzde topluma
karşıt en tehlikeli saldınlann sanat
adı altında gelişiyor olması tesadüf
değildir. Önderlik bunu 3-S (sanat,
spor ve seks) formülü ile tanımladı.
Kuşkusuz sistem karşıtı olmaya
çalışan sanatçılar da vardır. Sistemi
eleştiri konusu yapan Hiphop ve Pro-
test müzik gibi sanat tarzları da mev¬
cuttur. Ancak bunlarm örgütsüz olu¬
şu etkisiz, plansız ve hedefsiz olmala-
nna yol açmaktadır. Dolayısıyla sanat
alanı baştan sona sanatçı adı altmda
sisteme hizmet edenlerce doldurul¬
maktadır. Toplumun vicdanmın sesi
olan sanatçılann toplumu öz değerle¬
rinden uzaklaştırarak kınma tabi tu¬
tan genelde iktidar kültürü özelde de
bunun kapitalist biçimine karşı dur¬
maları varlık gerekçeleridir. Sistem
yaşadığı sorunlara rağmen meşruluğu
için toplumu yönlendirmede sanatı
önemli bir güç olarak değerlendirmek¬
tedir. Bunda sanatm ajitasyon ve pro¬
paganda özelliğini an be an kullandı¬
ğım bilmek durumundayız. Açıktır ki
buna gerçek anlamda sanat değil sis¬
temin kendini tüm hastahklanyla ço¬
ğaltması demek daha doğrudur. Öze¬
likle edebiyat alanmın iflasıyla bera
ber ruhsuz kalan sanat, günümüzde
kendisine has özelliklerini de zorlaya¬
rak sanattan başka her şeye benze¬
mektedir. Artık beyne ve yüreğe değil
göze hitap etmek esas olmuştur. Tek¬
nolojik alanda ki gelişmeler özelikle de
sanat alanmda insan yaratıcılığına ve
estetik ölçülerine bÜ 3 mk darbe vur¬
maktadır. Günümüzde yaratıcılık için
derin bir hissiyat, coşkulu duygular
ve sorumlu yaratıcı düşünce yerine,
makineleri ustaca kullanmak almış¬
tır. Kısacası kapitalist bireycilik ve
onun kültürü sanatı da sanatçıyı da
adım adım ölüme götürmektedir.
Bu olumsuz gidişata karşı durmak
ahlaki bir tutumdur. Özcesi sanatm
yeniden kendi özüne dönüşü için her
tarafta kutsal mekânlar yaratmak ge¬
reklidir. Gerçek sanatçı kişilikler için¬
de bu kutsal mekânlarda büyümüş
özgür bireylerin varhgma her zaman¬
dan daha fazla ihtiyaç vardır.
Taımça kültürü
toplum yaratma kültürüdür
Kürt kültürü komünal demokratik
kültürün kök kültürüdür. Toplumun
yerleşik yaşama geçişi ile başlayan
kültürleşmenin tüm ilklerinin yara¬
tıldığı yer Kürdistan, buna öncülük
edende Kürt kültürü olmuştur. Kürt
kültürünün diğer bir özelliği de ka¬
dın yaratıcılığının belirleyici etkisini
taşıyor olmasıdır. Kürt kültürü tanrı¬
ça kültürüdür. Tannça kültürü kut¬
sal ananın tüm özelliklerinin kendi
etrafında toplum yaratması kültürü¬
dür. Kürt kültürü toprağa düşen to¬
hum gibi sürekli büyüyen ve ürün
veren bir karaktere sahiptir. 20.
yüzyılın özellikle ikin ci yarısmdan
73-
sonra arkeolojik kazıların destekledi¬
ği tarihsel toplumsal araştırmalar bu
gerçekleri her geçen gün daha çarpı¬
cı bir şekilde kamtlamaktadır. Ön¬
derliğimizin tüm savunmalarının da
bu çarpıcı ve yaratıcı gerçeklikler
üzerine kurulduğunu biliyoruz. Bu
anlamda Kürt kültürü ilk orijinal
kültür değerlerini ihtiva etmektedir.
Kürtlük bir etnik yapmm ismi olması
kadar kültürel bir olguyu da ifade et¬
mektedir. Smıflı devletçi iktidar kül¬
türünün karşıt kutbunda yer alan
insanlık değerlerinin ezici bir kısmı
Kürt kültür değerlerinden oluşmak¬
tadır. İlk tarım, köy, etnik yapılan¬
ma, sanatlar, tapınma biçimleri, ya¬
şamı düzenleyen ahlak kuralları, bi¬
lim, üretim araçları, çanak çömlek vs
ilk defa Kürt kültürünün orijinalliği
içinde ortaya çıkmıştır.
Kürt kültürü komünal toplumsallığı
geliştiren bir kültürdür
Bu gün temsilini kapitalizmin yap¬
tığı devletçi uygarlığın özü itibari ile
komünal demokratik kültürü saptı-
np baskı altına alarak biçim kazandı¬
ğı dolayısı ile bunun aynı zamanda
Kürt kültür değerlerine de bir tezat
oluşturduğunu bilmek kültürel bir
duruş olmaktadır. Kürt toplumunun
en çok da kapitalist uygarlık döne¬
minde asimile olması parçalanması
ve büyük zorluklarla karşı karşıya
kalarak dilini de kullanamayacak du¬
ruma düşürülmesi görüldüğü gibi öz-
sel bir durumdur. Çünkü Kürt kültü¬
rü demokratik komünal toplumsallığı
geliştiren bir kültürdür. Kapitalizm
sistem olarak toplumsallıgm kimliği¬
ni oluşturan kültüre karşıtlığı ifade
eder. Kürt kültür değerlerinin özellik¬
le bu sistemin baskısı altmda bitişe
götürülmek istenmesinin bir nedeni
de bu tarihsel gerçekle bağlantılıdır.
Kürt toplumunun kapitalizme kar¬
şı direnişi aynı zamanda kültürel bir
olgu olan PKK ile gerçekleşti. Uygar¬
lığın köleci karakterine karşı Zer-
düştlük, Newroz ve Demirci Kawa
destan kültürü, feodalizme karşı Ba-
bek, Ebu Müslüm-i Horasani çıkışla¬
rı, Ezidilik ve Alevilik kültürü dire¬
SERXWEBÛN I Ekim 2009
nişçi Kürt kültürünün zirvesi olmuş¬
lardır. Tıpkı bu çıkışlar gibi PKK mü¬
cadelesi de günümüzde kapitalizme
karşı çağdaş Kürt kültür direnişçiligi
olmaktadır. Kürt kültürünün özellik¬
lerinden dolayı kültürel olmayı ifade
eden her çıkışın etkisi evrenselliği
barmdırmaktadır. Önderliğimiz bu
gerçekliği “Kürdi olan evrenseldir" bi¬
çiminde vurguladı. Bunun için Kürt-
lerin tarih bo 5 mnca verdikleri önemli
mücadelelerin tümü evrensel bir et¬
kide bulunmuştur. Dolayısıyla Kürt
toplumu hemen hemen tarihin tüm
belirleyici süreçlerinde egemenlerin
geniş bir ittifak gücü karşısmda
kendini bulmuştur. Bunun en çarpı¬
cı ve son örneği Önderliğimizi hedef¬
leyen uluslararası komplo gerçeği ol¬
du. PKK ve Kürtler Ortadoğu’yu etki¬
ler duruma geldiklerinde birçok dev¬
letin içinde yer aldığı saldırılar başla¬
tıldı. Önderliğimiz etrafında Özgür¬
lük Hareketimiz ve h a lkımı z
tarafından ateşten bir çember oluş¬
turularak bu komplonun ilk planları¬
nı ve hedeflerini boşa çıkartı. Önder¬
lik şahsmda direnişçi Kürt kültür de¬
ğerlerinin oluşturduğu yaşama saldı¬
ranlar bundan tam sonuç alamayın¬
ca saldın dalgasmı daha geniş bir
alana yayarak PKK saflanna sızmaya
çalıştılar. İçimizde bir tashyecilik ve
ihanet örgütlediler. Çalışmalarımızın
bulunduğu her sahayı her kurumu
yurtsever halkımızı hedefleyen bir
karşı saldırıya geçtiler.
Kürt kültür değerleri devletçi uy¬
garlığın saldırılan karşısında kendini
korumak ve geliştirmek için sürdür¬
düğü uzun soluklu mücadelesinden
kaynaklı direnişçi bir öz kazanmıştır.
Eldeki ilk yazılı destan olan Gılgamış
destamnda da görüldüğü gibi dağla¬
rını terk etmek istemeyen Hu-va-va
direnişi yanında uygarlık merkezi
şehrin baştan çıkartıcı yaşamına,
düşürülmüş kadınla ihanete yatan
Enkidu olgusu sınıflı uygarlığın daha
ilk dönemlerinde Kürtlere saldırısı
yanmda içte ihaneti de örgütlediğini
göstermektedir. Bu acı ve trajik du¬
rum da tarihin uygarlık aşamasmda
hep yaşana gelmiştir. Böylece devlet¬
çi uygarlıkla beraber direniş ve iha¬
net ikilemi toplumsal yapımızm gös¬
terdiği diğer bir realite olmuştur.
Uluslararası komplonun Özgürlük
Hareketi içinde ihaneti örgütlemesi
PKK’de yeniden ortaya çıkan direniş¬
çi Kürtlüğü iç ihanetle vurma hare¬
keti idi. Tarihsel toplum gerçeğimiz¬
den öğrendiğimiz diğer bir husus ise
önemli toplumsal çıkışlanmızın ye¬
nilgilerinde de iç komplo ve ihanetin
belirleyici rol oynadığıdır.
Tasfiyeci çetecilik
kültür sanat ala nını
Kürt halk tarihinin ve kültürünün
özelliklerinden dolayı Özgürlük Hare¬
ketimizin öncülük ettiği yeni dönem
Kürt kültürleşmesinin güncelde neyi
ifade ettiğini bilmeden özgür Kürtlük¬
ten bahsetmek doğru olmaz. 4. TEV-
ÇAND Konferansmm kültür sanat faa¬
liyetlerimizi geliştirmek için en fazla
üzerinde durduğu husus bu olmuş¬
tur. Kürt kültürünün msanlığm kök
kültürü olduğunu, PKK’nin de bu
köklere uzanan bir kültürleşme mü¬
cadelesini verdiğini anlamadan, sa¬
natsal yaratım için ise bu gerçekliği
iliklerine kadar hissetmeden, bunu
sanatçı inceliği ile ele almadan tüm
çaba ve uğraşlann kültür sanat faali¬
yetimiz olarak ifade edilmesi kendini
kandırmaktan başka bir anlama gel¬
mez. 4. TEV-ÇAND Konferansmda or¬
taya çıkan en çarpıcı durum özel lik le
sanat faaliyetinde bulunan arkadaşla-
nm ız ın bu realiteden habersiz olmala¬
rı olmuştur. Yine bu alanda çalışan
kadrolarım ız ın bu kadar derin ve kök¬
lü tarihsel doğruya rağmen yaşadığı
yüzeysellik durumu da vardır.
Uluslararası komplo ve ardında
geliştirilen tasfiyeci çetecilik tüm
mücadele alanlarımız içinde ilk önce
kültür sanat alanını vurmuştur.
Komplo Kürtleri öz değerlerinden
uzaklaştırıp özgürlüklerini kuracak
PKK kültürleşmesinden kopartıp
kendi hizmetine almayı hedefledi. İç
tasfiyecilik bu emelin gerçekleşmesi
için yoğun çalıştırıldı ve çalıştı. Kül¬
tür aym zamanda yaşamın kendisi
demektir. Kültür; düşünce, beğeni ve
ahlaki yapı üzerinden yaratılır.
Ekim 2009 | serxwebûn
74
Kültür sanat alanındaki
sorunların temelinde felsefik
ideolojik sorunlar yatmaktadır
Son on yılda yaşananlara baktığı¬
mızda kültür sanat alanmda görülen
yaşam ve ölçülerinin direnişçi özgür
Kürt kişiliğini, kültürünü, sanat anla¬
yışını özünden kopanp geriye çekmiş
olduğu, 3. TEV-ÇAND konferansından
sonrası iki yılık pratikte ise bu karşıt-
lıgm bir direniş içine girdiği tespit edil¬
miştir. 3. TEV-ÇAND Konferansmm
bunu sistem içileşme, özünden uzak¬
laşma biçiminde tanımlayıp mahkûm
etmiş olmasına rağmen halen ortam-
lanmızda ağırlıkta yaşanan bu mah¬
kûm edilen tutum ve anlayışlar oldu¬
ğunu bilmek durumundayız. 4. TEV-
ÇAND Konferansı bu duruşlarla sade¬
ce kültür sanat yapamama değil ken¬
di kimliğimizle yaşamamn da müm¬
kün olamayacağım belirtmiştir. Kon¬
feransımız kültür sanat alamnda ya¬
şadığımız sorunlarm temelinde felse-
fık, ideolojik sorunlarm yattığmı tespit
ederek Önderlikle doğru buluşma
kendini Önderlik ideolojisiyle eğitme
ve örgütsel tedbirler almayı şart koy¬
muştur. Bu adımlar atılmazsa alanda
yaşanan erimelerin önüne geçilemeye¬
ceğini herkesin bilmesi gerekir. Bakış
açısmdaki kaymadan doğan bu sorun
sistem içileşmeden kurtulmamanm ve
üretimsizliğin de nedenidir. TEV-
ÇAND’da sanatçılarm kendini ele ahş
tarzında, sanata, kurumlara, sanat
ürünlerine bakışta kapitalist sanatçı
anlayışı daha fazla geçer akçe olmuş¬
tur. Yaşamda ciddi aşınmalann oldu¬
ğu TEV-ÇAND çalışmalannda, aym
zamanda Kürt kültüründen uzaklaş-
mamn da yaşandığı ortak bir tespit ol¬
muştur. Kürt kültür değerlerinin özel¬
liği, bu özelliğin Önderlikte dile gelen
güncel gerçeği ile kültür sanat alanına
bakıldığmda 3. Konferansm tespit et¬
tiği tersine gidişin tümüyle önünün
alınmadığı ortadadır.
3. Konferans kadro duruşu, kültür
sanat çizgisi başta olmak üzere TEV-
ÇAND’ın demokratik komünal bir kül¬
tür sanat örgütü olması için önemli
kararlar almıştı. Ancak bu konferans
alanlarda bazı kadrolann bilinçli, ba-
zılannm bilinçsiz, kimilerinin de güç
getirememesinden dolayı istenen dü¬
zeyde pratikleştirilmemiştir. Bu zayıf¬
lık faaliyet alanlarında 3. Konferans
çizgisine karşı yaşanan sistem içileş-
miş anlayışların direnişlerini aşarak,
konferans çizgisini oturtmamış, he¬
deflerini tam olarak gerçekleştireme¬
miştir. Böylece yaşanan sistem içileş-
miş anlayışlann içimizde ömürlerini
uzatmasına imkân vermiştir.
Özgürlük mücadelemiz yeni bir
direniş kültürü yaratmıştu*
4. TEV-ÇAND Konferansı kültür
hareketimizde, kültür sanat çizgimize
karşı bir direnişin olduğunu bunun
aşılması gerektiğini tespit ederek ka¬
rarlar aldı. 3. Konferansm istenen
düzeyde pratikleşmemesinde başta
kültür sanat komitesi ve TEV-ÇAND
koordinasyonu olmak üzere tüm kad¬
ro ve çalışanlar sorumludur. 4. Kon¬
ferans bu anlamıyla yeni örgütsel ted¬
birler alarak 3. Konferansı hem ta¬
mamlayan hem de yeni adımlar ata¬
cak bir konferans olarak gerçekleş¬
miştir. 3. Konferansla başlayan 4.
Konferansla da derinleştirilip sürdü¬
rülmesi kararlılığı bir kez daha vur¬
gulanan kültür sanat çizgimiz, pra-
tikleştirilmez ise halk ve hareket ola¬
rak ciddi sorunlarla karşı karşıya ka¬
lacağımız bilinmelidir.
36 yıllık özgürlük mücadelemiz,
Kürdistan’da yeni bir direniş kültürü
ortaya çıkarmıştır. Bu kültür. Önderli¬
ğimizin yeni paradigması ile de özgür¬
lük temelinde kurumlaşma sürecini
yaşayarak büyümektedir. Kürt halkı-
mn kültürünü, dilini inkâr ve imha et¬
meyi hedefleyen sistem. Özgürlük mü¬
cadelemizin kazammlan karşısında
Kürdistan’da eski meşruluk biçimini
kaybetmiştir. Yeni mücadele dönemin¬
de işgal ve sömürgeciliğini başka meş¬
ruluk araçlarma başvurarak sürdür¬
mek istemektedir. Kürt toplumu bir¬
kaç yıl öncesine kadar da ağırlıkta as¬
keri, siyasi zor araçlarma dayalı yön¬
temlerle baskı altında tutulup kontrol
edilmek isteniyordu. Gerilla öncülü¬
ğünde kahramanlıkl a rla dolu yürütü¬
len mücadele ile inkâr ve imhanm bu
biçimi yenilmiştir. Bunun için inkârcı
ve imhacı sistem bu defa da ağırlıkta
kültürel alandan saldırıya geçmiştir.
Yani, Kürt halkımn kendisine ait olan
tüm yaşam alanları sömürgeci güçler¬
ce, özgür Kürtlüğe karşı kullanılmak
istenmektedir. Yeni inkâr ve imha sis¬
temi Kürtlüğü kültürel, sanatsal, siya¬
sal, toplumsal bir yaşam tarzı olarak
Kürtlerin kendisine yasaklarken, öz¬
gür Kürt kimliğine saldıracak güçlere
serbest bırakmaktadır. Böyle bir saldı-
nya karşı en ön mevzi’de olacak olan
kuşkusuz ki kültür sanat alanı ola¬
caktır. Bunun için 4. TEV-ÇAND kon¬
feransı özgürlük mücadelemizin yeni
dönem gerillası kültür sanat kadrosu
ve çalışanları olacaktır demiştir. Dola¬
yısıyla kültür sanat çahşmalarmı her
dönemden daha fazla ciddiye almak
zorundayız. Kültür sanat kadro ve ça-
lışanlan üzerine düşen bu tarihsel yü¬
kümlülük karşısmda tüm dönemler¬
den daha çok ciddi olmak zorundadır¬
lar. Ciddi olmak; nerde yaşadığım, ne
yapması gerektiğini bilmektir. Sorum¬
luluğunun derin bilincinde olmaktır.
4. Konferansımız kültür sanat alam-
nm görev ve sorumluluklanm yerine
getirmesinde ciddiyet sorununu yaşa¬
dığım da vurgulamıştır.
Bireycilik
sanat ve sanatçının ölümüdür
TEV-ÇAND çalışmalarımn misyo¬
nunu yerine getirmemede önemli bir
engel de kültür sanat çalışmalarımıza
bireyci, maddiyatçı yaklaşımdır. Bu
faaliyet alanı tarihin tüm dönemlerin¬
de olduğu gibi bu gün de komünal ya¬
ratım alamdır. Bireycilikle kültür ya¬
ratılamaz. Bireysel olarak toplumları
ile doğru bağ kuranlar sanat yapabi¬
lir. Ancak bireycilik sanat ve sanatçı-
nm ölümüdür. Bu vurgu aynı zaman¬
da 4. Konferansım ız ın temel sloganla-
rmdandır. Sistem içileşmenin en çıp¬
lak dışa vurulduğu, bireyci, maddiyat¬
çı anlayış, öz kimlik değerlerinden
kopmak demektir. Kültür sanat ala¬
mnda Önderlik ve PKK gerçekliğinin
ortaya çıkardığı duygu ve düşünceler¬
den uzaklığm bir nedeni de içimizde
yaşanan bireyciliktir, kültür sanat de-
75 -
ğerlerine maddiyatçı yaklaşımdır. Yi¬
ne sistem sanatçısı gibi olma hevesle¬
ridir. Konferansımız özellikle sanatçı-
lanmızda bir ölçü olarak şehit kızını
Kürdistan gelini olarak, şehit oğlunun
eline kma yakarak gömen analarımı¬
zın duygu ve düşüncelerini anlamayı,
hissetmeyi ve ürünlerine yansıtmayı
koymuştur. Aym zamanda ruhsuzluk
demek olan bireyci, maddiyatçı yakla-
şımlann, hem TEV-ÇAND’m örgüt ol-
masım engellediğine hem de komünal
değerlerimizden koparak bü 5 mk ada¬
letsizliğe yol açtığına dikkat çekmiştir.
10-15 yıl önce tek bir sanatsal mesle¬
ki becerisi olmadığı halde kurumlan-
mıza gelip kendini geliştirip, örgütsel
kimliğimizi kullanarak halka giden
bazılanmn maddi ve yaşamsal olarak
halkımız ile aralarmda bir mesafenin
açıldığım ama aynı zamanda bazıları¬
nın da yoksulluktan üretemeyecek
kadar zorlandığını belirtmek gerekir.
Herkes bilmelidir ki en büyük çizgi
sapması bu durumun kendisidir. Yoz¬
laşma, çürüme bu demektir. Anti de¬
mokratik ve iktidarcı olmak budur.
Konferans ımız şehitierimizden
ve halkımızdan özür dilemiş
özeleştirisini vermiştir
Kimileri Önderliğimizi, gerillayı, şe¬
hitleri ve yurtseverliği bir argüman
olarak kullanırken esasta bununla
kendini h a lkımıza kabullendirip daha
sonra gizledikleri sistem anlayışlarım
yaşam ve sanatlarıyla toplumumuza
vermeye çalışmaktadırlar. Bu tarz,
sistem sanat anlayışım içimize taşıma
olduğu gibi özgürlük mücadelesinin
ölçülerini de sistemle uzlaştırmaya da
yol açmaktadırlar. Kültür sanat ala-
mnda bu biçimiyle objektif ajanlık di¬
yebileceğimiz bir durum yaşanmakta¬
dır. Bu adaletsiz, çıkarcı, kapitalist bi¬
reyci kişiliklere karşı mücadelede baş¬
ta kültür sanat alam sorumludur. 4.
TEV-ÇAND Konferansı bu durumun
düzeltilmesi kararlıhğınm adıdır. Te¬
melini bundan alan ve eleştiri konusu
olan daha birçok PKK karşıtı Kürt
kültür değerlerinden uzak duygu, dü¬
şünce ve anlayışlar, birer kutsal me¬
kân olması gereken kültür kurumları-
mızı halkımız nezdinde gidilmemesi
gereken yerlere çevirmiştir. Bu ve
benzer durumlardan dolayı 4. Konfe¬
ransımız şehitlerimizden ve halkımız¬
dan özür dilemiş ve özeleştirisini ver¬
miştir. Tüm kültür sanat alanı, kadro
ve çalışanları bu karardan gerekli so¬
nuçlan çıkarmalıdır. Kabul edilemez
bu tür anlayışları düzeltmek için kon¬
feransımızda verilen sözlerin gerekle¬
rine göre bir pratik sergilemelidirler.
PKK özgür gelec^ kurma felsefesi
ideolojisi ve yaşam tarzıdır
4. TEV-ÇAND konferansı kültür ha¬
reketimizin Önderliğin yeni paradig¬
ması ile pratikleşme sözünü vermiştir.
Bunun için yeni kararlar almıştır.
Başta kadrolar olmak üzere, tüm sa¬
natçı arkadaşlarm. Önderlik gerçeğini
PKK tarzı Kürt kültürleşmesini, ahla-
kmı doğru ve derin anlaması gerektiği¬
ne bir kez daha vurgu yapılmıştır. Ön¬
derlik çizgisi ve onun pratik ifadesi
olan PKK, Önderliğin son savunmala¬
rı çerçevesinde Kürt halk kültürünün
kökleri ile daha güçlü bir buluşmayı
yakalamıştır. TEV-ÇAND bu buluşma-
nm sanatsal ifadeye kavuşturulma-
smdan sorumlu bir örgüt gerçeğine
göre olmak durumundadır. Dolayı¬
sıyla TEV-ÇAND çizgisinde sanatçı de¬
mek en asgari ölçüleriyle PKK yurtse¬
verliğinin ölçülerinde yaşamak ve mü¬
cadele etmek demektir. PKK, Önderlik
yaşam ve mücadele tarzından dolayı
sanatsaldır. Bu son otuz altı yılık mü¬
cadelenin Kürdistan’da yarattığı deği-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
şimin kendisinden bellidir. PKK yarat¬
tığı değişimle hem tam bir sanat hare¬
keti olduğunu göstermiş, hem de sa¬
nata kaynak olacak değerler, ölçüler
yaratarak sanatın Kürdistan’da geliş¬
mesine bÜ 3 mk katkılar sağlamıştır. Bu
çok bariz gerçeğe rağmen PKK’yi sade¬
ce askeri ve siyasi bir parti olarak ele
alan yaklaşımlann TEV-ÇAND içinde
var olduğunu bunların hızla aşılması
gerektiğini belirtiyoruz. Önderliği ve
PKK’yi klasik devrimci, ulusalcı ve li¬
beral anlayışlarla ele alan bu yaklaşım
en iyisinden devlet sanatçısı biçiminde
bir sanatçı duruşu ile çahşmaktadır.
Tüm bu yaklaşımlar PKK’yi anlama¬
maktır. Bu aynı zamanda PKK ve Kürt
kültür tarihi arasında güncelde kurul¬
muş bağdan bihaber olmak demektir.
PKK’nin Kürt halkmm kendi kültür ve
kimliği ile özgür geleceğini kurma fel¬
sefesi, ideolojisi, yaşam ve mücadele
tarzınm ismi olduğunu herkesin ilikle¬
rine kadar hissetmesi gerekir.
Özellikle bazı sanatçı arkadaşlar
“biz sanatçıyız, siyaset ile ne işimiz
var” diyerek kendileri ile PKK ve TEV-
ÇAND örgütü arasına mesafe koyabil¬
mektedirler. “Siyasetle-örgütle ne işi¬
miz var” sözünün altmda PKK tarzın¬
da bir kişilik olmak istememe, PKK
tarzında sanatçı olmak istememe ve
Kürt h a lkına hizmet etmek istememe
olduğunu herkesin bilmesi gerekir.
PKK, sanatçılardan TEV-ÇAND örgü¬
tü çerçevesinde belirttiği tarzda sa¬
natsal yaratıcılıklarını geliştirmelerini,
güçlü eserler vermesini istemektedir.
Yeni sanat ekolü olabilecek sanatsal
Ekim 2009 | serxwebûn
76
yaratıcılık PKK’nin sanatçıların önüne
koyduğu temel bir hedeftir. Sanat
yapmak, toplumsallık anlammda en
güzel işi yapmak demektir. Bizde top¬
lumsal işler denildiğinde, özgürlüğü
geliştirecek, kurumsallaştıracak işler¬
den bahsedilmektedir. Önderlik felse¬
fesinde iş, sürekli yaratıcılık isteyen
eylemsellik halidir. Yaratıcı olan ko-
münal olan her iş, özgürlük felsefesin¬
de, geleceği örmek demektir
Toplumsal özgürlüğü sağlayan
tüm eylemler politiktir
Tüm özgürlük işleri nihayetinde
politik işlerdir. Politik işler bildik an¬
lamda sadece siyasetçiler olarak ta¬
nımlanmış kişilerin yaptığı faaliyet¬
ler değildir. Bu anlayış, özgürlük fa¬
aliyetlerini iktidar kültürü ile ele al¬
mak demektir. Toplumsal özgürlüğü
sağlayan tüm eylemlerin, toplumun
politik yanını ifade ettiğini bilmek.
Önderlik paradigmasının ideolojik
hattı gereğidir. Ortamlarımızda sa¬
nat faaliyeti ve sanatçılık anlayışı
ağırlıkta kapitalist modem ideolojik
çerçevede biliniyor. Bu ideolojik
alanda muğlâk olmak demektir. Bu
kendi değerlerimize yabancılaşma¬
mıza yol açıyor. Bunu gidermek, doğ¬
ru bir sanat faaliyeti ve sanatçı kişi¬
liği için ilk yapılması gereken iş oldu¬
ğunu herkesin bilmesi gerekir.
Konferansımız Önderliğim iz in De¬
mokratik Uygarlık Manifestosu adı al-
tmda yaymlanan son savunmalarını
TEV-ÇAND’m manifestosu olarak ka¬
bul etmiştir. ‘Nasıl bir sanatçı ve sa¬
nat çizgisi’ somsuna son savunmala¬
rıyla daha güçlü tammlar getirmiş
olan Önderliğim iz in ideolojik çizgisi
esas almmak dummundadır. Felsefe¬
miz, ideolojimiz, sanat anlayışımız
son savunmalarla her dönemden da¬
ha derin ve güçlü olarak ortaya konul¬
muştur. Sorunlanmız kesinlikle Ön¬
derliği tam ve doğm algılamamadan
kaynaklanmaktadır. Önderlik okun¬
muyor. İşi çözümleme olan sanat ala¬
nı, bunu Kürdistan’da en derinlikli
yapan Önderlik kitaplarını okuyup
yoğunlaşmalar gerçekleştirilmiyor.
Eğitim ciddi ele alınmamaktadır. Kişi¬
lik çözümlemeleri Önderlik tarzında
yapılamıyor. Dolayısıyla kültür sanat
alanımız kadro ve sanatçılar şahsın¬
da, bunca değer ve Önderliğin zihin ve
duygu patlamasına yol açan son sa-
vunmalarma rağmen kuruluğu yaşa¬
maktadır. Pratikte yaşanan sorunla-
nn temel nedeni budur. Üretimsizlik
kaynağım kesinlikle bundan almakta¬
dır. Sonuçta bu durum tüm maddi ve
manevi değerlerimizden uzak düşme¬
ye yol açmıştır. Önderlikle tam ve doğ¬
ru bir buluşmayı sağlamak 4. Konfe¬
ransımızın amaçlannın başmda gel¬
mektedir. Dolayısı ile 4. TEV-ÇAND
Konferansı Önderlikle ve değerlerle
tam ve doğru buluşmayı sağlayacak
konferans olarak anlaşılmalıdır. Buna
gelmeyen kim olursa olsun kültür sa¬
nat faaliyetlerimiz içinde yerinin ol-
mayacağmı bilmek durumundadır.
Ortadoğu kültür geleneği
manevi yam güçlü bir kültürdür
4. Konferansımız kültür sanat ala-
mnda yaşanan sorunlarm bir nede¬
ninin de manevi değerlerden kopmak
olduğunu belirtmiştir. Manevi değer¬
lerden koparak, maneviyata dayalı
paylaşım yerine, maddiyatı esas al¬
mak kapitahst kültürün bir hastalığı¬
dır. Ortadoğu kültür geleneği manevi
yanı güçlü bir kültürdür. Önderliği¬
miz kendisini ve PKK’yi Ortadoğu’nun
bu özelliğinden ötürü İbrahimi gelene¬
ğin devamcısı olarak tammladı. Ve 20.
yüz 3 al dünyasımn kapitalist ve reel
sosyalist kültürleri ile çok fazla bir ba-
ğımn olmadığını belirtti. Günümüzde
özellikle küresel sermaye sisteminin
bölgemize yerleşmesi ve hâkim olması
için tıpkı egemen devletlerin Kürt kül¬
türüne saldırısına benzer tarzda ulus¬
lararası güçler de Ortadoğu’nun ka¬
dim halk kültür değerlerine çok yoğun
bir saldın 5 mrütmektedirler. Bu saldı-
nda ihtiyaç duyduklan yeni imajı da
daha çok sanatçılar ve sporcular üze¬
rinden topluma basm yoluyla yaymak
istemektedirler. Böylece bölgemizde
Batı hayranlığı, taklitçiliği geliştiril¬
mektedir. Böylece birçok sanat dalı
yeni adı altmda çok sistemli bir şekil¬
de yaygınlaştınimaktadır.
Sanatçılarmıi2 orta s ınıf yaşam
anlayışlarmdan uzak durmalıdır
TEV-ÇAND Kürt ve Ortadoğu Rö¬
nesans’ına öncülük edecek bir sa¬
nat örgütü olması gerekirken bu
yönlü sanat faaliyeti temel amacı
iken. Batı tarzı kültür sanat anlayış¬
larının kapitalizme hizmet eden bi¬
çimlerinin etkisi altma girebilmekte¬
dir. Özellikle tasfiyeci sürecin ya¬
şam özelliklerinin ve anlayışlarmm
hâkim olduğu dönemde mücadele¬
mizin olduğu her alanda kendini da¬
yatan orta smıf yaşam anlayışı bu
olumsuz gidişatı daha da derinleş¬
tirmiştir. Özgürlük mücadelemize
uzak duran halk değerlerimize ya¬
bancı olan kimi sanatçıları tüm ek¬
sikliğine rağmen yine de çabası olan
sanatçılarımıza yeğ tutan, değer ve¬
ren, olanak sunan bu orta sınıf an¬
layışa karşı mücadele edilmesi kaçı¬
nılmazdır. Bu mücadeleye sanatçı¬
larımızın öncülük etmesi gerekir. Bu
orta sımf yaşam anlayışı sanatçıları¬
mızı kapitalist modern kültür anla¬
yışına karşı savunmasız bırakmak¬
tadır. Aynı anlayış bu özelliklerin¬
den ötürü kültür sanat faaliyetleri¬
mizin Mezopotamya gerçekliğinden
uzaklaştırılıp yönünün Batı’ya dön-
dürülmesine de zemin sunmaktadır.
Kök kültür değerlerimizden, onun
bugünkü temsili olan PKK kültür ve
ahlaki ölçülerinden kopmak demek
kabul etmediğimiz kültür sanatın
içimizdeki objektif ajanı olmak de¬
mektir. Böylesi bir durumun özellik¬
le orta sınıf yaşam anlayışına sahip
kesimlerce geliştirilmek istendiğini
bilmek gerekir. Dolayısıyla sanatçı¬
larımızın bu orta sınıf yaşam anla¬
yışlarından uzak durmaları, sanat
anlayışımızın bir gereğidir. Sanatçı¬
larımız orta smıflarm beğeni ölçüle¬
rini, halkın beğeni ölçülerine tercih
etmemelidirler. Olanak diye sağa so¬
la savrulan değerler şehitlerin ka¬
nıyla ve halkımızın kendi mücadele¬
si ile yaratılan değerlerdir. Bu de¬
ğerlere sahip çıkmak, korumak, ola¬
nakları halka daha iyi hizmet etmek
için değerlendirmek, en başta da sa¬
natçıların görevi olmaktadır.
77
TEV-ÇAND sanatçısı olmak
yaf atıcılığm zirvesinde olmaktır
TEV-ÇAND Önder Apo’nun felsefe¬
sini, ideolojisini, yaşam tarzım ve örgüt
anlayışım esas alan bir kültür sanat
hareketidir. Bu harekette yer alan her
kadro PKK-PAJK kadro ölçülerine gö¬
re, yurtseverler de yurtseverliğin ölçü¬
lerine göre yaşar ve çalışır. TEV-ÇAND
bu anlayışa karşı duranlann varlığım
kabul etmez. TEV-ÇAND örgüt anlayı-
şmı, sanat felsefesini ve tarzım sistem¬
le uzlaştırmak isteyenlerle mücadele
etmelidir. Önderliğe, şehitlere, halka,
maddi, manevi değerlere bağhyım de¬
yip, sanatsal yaratıcılıklarım geliştir¬
memek, rahata kaçmak, çıkarcı yak¬
laşmak, TEV-ÇAND çizgisine aykmdır.
TEV-ÇAND sanatçısı olmak, sanatsal
yaratıcılığm ve özgür yaşam değerleri¬
nin zirvesinde olmak demektir. Gerçek
sanat ve sanatçılık, TEV-ÇAND üzerin¬
den önder Apo ve PKK ile buluşmak
demektir. En büjdik hizmet, insanlık
değerlerinin kök kültürü olan kültürü¬
müzü işlemek, bu kültürün, bugünkü
dili, tarzı olan PKK kültür değerlerini
işlemektir. Kuşkusuz sistem karşıtı
olan sanatlannda sisteme muhalif du¬
ruş sergileyen dostlanmız da olacaktır.
TEV-ÇAND sanatçısmm temel bir
amacı da sanatçı anlayışı, sanat ürün¬
lerinin etkileyiciliği yanmda yaşam ve
mücadele tarzları ile, başta dost sanat¬
çılar olmak üzere herkesi etkilemek,
onlan TEV-ÇAND çatısı altmda özgür¬
lük mücadelesine sanatları ile hizmet
eder konuma getirmektir. ^
TEV-ÇAND içinde yapılan ve yapı¬
lacak olan çalışmalarda özgür kadı¬
nın ölçülerini esas almak sanat çiz¬
gimiz gereğidir. Kültür sanat faali¬
yetlerimizin ağırhkta kadınlarca ya¬
pılıp geliştirilmesi doğru bir yakla¬
şımdır. Öncelik ve öncülük kadında
olmalıdır. Kadın arkadaşların bu
misyonlannı PAJK çizgisinde yerine
getirme çabası TEV-ÇAND’ın çizgi¬
sinde gelişip güçlenmesi demektir.
Bu konuyla bağlantılı diğer bir hu¬
sus ise kültür sanat faaliyetlerimizde
genç yoldaşlann durumudur. Bu alan¬
da ister özgün jdirütülen çalışmalar
olsun ister genel içinde olan arkadaş¬
lar olsun diriliş kültürünü en iyi tem¬
sil etme potansiyeline sahip oldukları¬
nı bilmelidirler. Taklit olabilecek sa¬
natsal yaklaşımlardan uzak durarak
demokratik ulus kimliğim iz i geliştire¬
cek tarzlara yönelmelidirler. Otantik
değerlerimize yabancılık bu sahada ol¬
mamalıdır. Genç sanatçı ve sanat
emekçisi otantik değerlerimizi kendisi¬
ne kimlik kazandıran PKK kültürü ile
en harika derece buluşturup sentezle-
yebilir. Gençlik çalışmaları hem h a lkla
bağ kurmada bir köprü hem de TEV-
ÇAND’m örgüt olma zemini döşemede
güçlü bir rol sahibi olabilir. Devrimci
sanat daha fazla da Apo’cu gençliğin
duygu ve düşüncelerinin ürünü ola¬
caktır. Devrimci sanat dağdaki sesin
ovalardaki yankısıdır. Yeni dönem ça-
lışmalannda sivil toplumcu, öğrenci
gençliğin arayışlanm devrimcilik yeri¬
ne ikame eden toylukları da aşarak
daha sağlam ve sonuç alıcı pratik tar¬
za ulaşalım. Önümüzdeki süreçte
gençlik koordine merkezleri ile genel
çalışmalar arasındaki bağı sağlam tut¬
mak geçmişte yaşanan sorunlara yol
vermemekte önemli olmaktadır.
Dayatılan kültürkınma karşı
meşru savunma içinde olunmalıdır
Kültür sanat alamnda da meşru
savunma içinde olmak gerekir. Kültür
sanat sahasında meşru savunma bi¬
linci kimlik değerlerini ne pahasına
olursa olsun savunmaktan geçer. Kül-
-târ değerlerimizi demokratik ulus bi¬
linci ile ele almayı özgün yanlarım sü¬
rekli geliştirmeyi bilmek a 5 mı zaman¬
da meşru savunma h a kkı gereğidir.
Dayatılan kültürkınma karşı mücade¬
le içinde olmak aym zamanda her
Kürt için savunma h a kkı da doğur¬
maktadır. Kültür sanatla ilgilenen in¬
sanlarımızın bir özelliği de faaliyet
alanlannı meşru savunma stratejisine
göre ele almasını bilmek olmalıdır.
TEV-ÇAND sanatçısmda kendini ve
ürününü eleştirmek, özeleştirisini
vermek esastır. TEV-ÇAND sanatçısı,
sanatı toplumsal bir yaratım alanı
olarak görmelidir. TEV-ÇAND sanatçı¬
sı bu sanat anlayışı ile h a l kın a ve top¬
luma hizmet etmeyi esas almalıdır. Bu
SERXWEBÛN I Ekim 2009
hizmeti gerçekleştirmek için sanat ya¬
par. TEV-ÇAND’a sanatçı olmak sade¬
ce sözle değil yaşam pratiğinde de ko-
münal yaşamak demektir. TEV-ÇAND
çatısı altında kolektif tarzda sanat
yapmak en uygunudur. Özellikle iki
binli 5 nllardan sonra gurup çalışmala-
nnı dağıtan tek kişilik sanatsal çahş-
malardan ortaya çıkan sonuç, bazıla-
rmm sistem anlayışına daha kolay ve
erken kaymalarına zemin olduğunu
göstermiştir. Gurup çalışması içinde
kimi şahsiyetlerin kendilerini ifade et¬
meleri, yeteneklerini diğer arkadaşla-
nyla paylaşmaları en doğru olandır.
Sanat toplumun ürün verdiği her
alanla ilişkili olmak zorundadn
TEV-ÇAND sanatçısı sanaü kendisi
için bir sığmak olarak görmemelidir.
Sanat anlayışımızda sanatçmm sığı¬
naklar araması değil, toplumun yaşam
alanlarmdan sanatsal yaratıcılığı geliş¬
tirecek, duygu ve düşünceleri büyüte¬
cek, ondan güç alacak bir mekân ola¬
rak yaklaşması esastır. Sanat alam,
toplumun kendini gerçekleştirirken
ürün verdiği her alanla ilişkili olmak
zorundadır. Hasadm halaya, kahra-
manhğm türküye yansıması ve desta-
mn oyunlaşüniması örneklerinde ol¬
duğu gibidir. Sanatı iktidar mekaniz¬
ması içinde ele alan, ondan para ka¬
zanmayı temel hedef seçen, bunun
içinde yalan yanlış teorilerle sanatı,
sanatçıyı yere, göğe sığdırmayan böy-
lece sanatçıhk adı altmda, sahtekârca
bir yaşam süren, bireyci, bencil, de¬
ğerlerden kopuk kişi ve kurumlar,
TEV-ÇAND’m karşısmda olduğu, mü¬
cadele verdiği gerçeği ifade ederler. Sa¬
nat anlayışımızda bencilce bir heves
içinde popüler olmak amaçlı sanat
yapmak, sanatı kendi bireysel çıkan
için kullanmak demektir.
TEV-ÇAND tıpkı neolitik dönemde¬
ki gibi bir kez daha Kürtlerin kendi
coğrafyasında, tüm insanlığa komü-
nal demokratik, özgür bir yaşamm yo¬
lunu gösterecek, buna öncülük ede¬
cek bir kültür sanat hareketidir. De¬
mokratik konfederalizm sistemi içinde
görev ve sorumluluğu bü 5 mk olan
TEV-ÇAND, kendi kadro ve çalışanla-
Ekim 2009 | serxwebûn
78
rının bir filozof kadar entelektüel bir
birikim, fedai gibi keskin bir duruş ve
derviş misali, sabırla sürekli olan bir
mücadeleyi esas almalarını ister. An¬
cak böyle bir yaklaşımla, doğru bir sa¬
nat ortaya çıkaracağımız bilinmek du¬
rumundadır. Ayrıca bu gerçekliğin
içinde yaşadığımız çağm sorunları ile
mücadele ederken, mutlaka temel öl¬
çülerin olması gerektiğini bilmek du¬
rumundayız. Böyle olmazsa, sistemin
dayatmalarma teslim olur, kendi ger¬
çeğimize ters düşmüş oluruz. Bu da
kutsallığı banndıran gerçeğe ihanet,
kültür değerlerimize ve Apo’cu tarzm
büyüklüğüne ters düşmek demek
olur. İnsanlığın kazanmasımn. Kült¬
lerin PKK tarzmda zafere gitmesi ile
çok yakm bir ilişkisi vardır. Bunun da
kültürel değerlerimizin özünden kay¬
naklı bir gerçeklik olduğunu bir kez
daha hatırlatmak istiyoruz.
Edebiyat çalışmalarının
geliştirilmesi gereklidir
Kültür sanat faaliyetlerimizin yaşa¬
dığı sorunlarm bir nedeni de edebiyat
alanında yaşanan zayıflıklardan kay¬
naklanmaktadır. Nasıl ki sanat top¬
lumsal yaşamın içinde ruh olma göre¬
vini görüyor ise sanat alam için de
ruh edebiyattır. Konferansım ız Kürt
edebiyatmda yaşanan sorunlara da
dikkat çekmiştir. Özgürlük mücadele¬
miz Kürt dili üzerindeki baskı ve asi¬
milasyonu fiili olarak ortadan kaldır¬
mıştır. Başta TV, yazılı basm yolu ile
olmak üzere dil eğitimleriyle Küriçeyi
geliştirmeye ayn bir özen verdiği bilin¬
mektedir. Bu kendisiyle hatm sayılır
bir Kürtçe okur kitlesi oluşturmuştur.
Edebiyat çahşmalarımızm hem dilimi¬
zin geliştirilmesine hizmet etmesi hem
de sanaümıza doğrultu kazandırması-
nm gerekli olduğu bilinerek edebiyat
çalışmalarmm geliştirilmesinin her
zamandan daha çok gerekli hale geldi¬
ği bilinmek durumundadır. Mevcut
durumda kültür sanat faaliyetlerimiz
adeta tek ayak üzerinde ilerlemekte¬
dir. Özgürlük mücadelemizin ortaya
çıkardığı örnek kişiliklerin toplumda
kültürleşmesi ve demokratik ulus
kimliğimizin gelişmesi için h ız la el atı-
“Kültür sanat faaliyetlerimizin yaşadığı sorunlarm bir
nedeni de edebiyat alamnda yaşanan zayıflıldardan
kaynaklanmaktadır. Nasıl ki sanat toplumsal yaşamm
içinde ruh olma görevini görüyor ise sanat alam
için de ruh edebiyattır. Konferansımız Kürt
edebiyatmda yaşanan sorunlara da dikkat çekmiştir”
hp geliştirilmesi gereken bir alan da
edebiyat alam olmaktadır.
Yeni dönem görevlerini başarmak,
her şeyden önce TEV-ÇAND’m kendi¬
sini kapitalist kültür ve sanat anlayışı¬
na karşı mücadele verecek temelde ör¬
gütlemesinden geçer. 3. TEV-ÇAND
Konferansmda dile gelen “felsefesiz,
ideolojisiz sanat olmaz, örgütsüz kül¬
tür sanat hareketi gelişmez” belirleme¬
sine denk bir pratik son iki yılda orta¬
ya çıkmadı. Yoğun kapitalist sistem
saldınlannı kendimizi örgütlemeden
karşılamak mümkün olamaz. Örgüt¬
lenmenin hem yaratmak için hem de
kendi değerlerimizi korumak için ol¬
mazsa olmaz bir duruş olduğunu bil¬
mek gerekir. Başta TEV-ÇAND’ı örgüt¬
lemeden sorumlu Kültür Sanat Komi¬
tesi olmak üzere alan 3 mrütmelerimi-
zin de içinde olduğu koordinasyon,
tüm yönetimler, kadro ve sanatçılan-
mız 3. Konferans çizgisinin gereklerini
tam olarak yerine getiremediler.
Kültür Sanat Komitesi en başta
kendini doğru örgütlemeyerek TEV-
ÇAND’m ihtiyaçlarma cevap olmamış¬
tır. Komite her ne kadar 3. Konferans¬
tan sonra geçmişe oranla bir çaba için¬
de olmuşsa da tüm alanlar ile aym dü¬
zeyde ilgilenme, çalışma alanlarım ta¬
kip etme, gerekli perspektif ve gücü
sunmada ciddi yetmezlikler yaşamıştır.
En başta da komite bir örgüt komitesi
olarak kendi içinde bir çalışma ve pra¬
tikleşme tarzım oturiamamışür. Çalış¬
ma tarzmda istikrarh sonuç alıcı tarz
ortaya çıkmamıştır. Tarz ve temposun¬
da ciddi za 3 aflıklar ortaya çıkmıştır. Bu
da sorunlan zamamnda tespit etme¬
meye yol açmıştır. Tempo zayıflığı, za-
manmda tespit edilen sorunlara da geç
müdahale etmeye yol açmış bu da çö¬
zümsüzlüğe neden olmuştur. Komite
bir tarzsızhğı yaşamış, sorunlarm çö¬
zümsüzlüğünün yaratmış olduğu duX..^
rum bazen radikal bazen de liberal bir
duruş sergilemesine, giderek çalışma
alanlan ile ilişkilerin daralmasma ve
hâkimiyet kaybma yol açmıştır. En so¬
mut örneği. Kuzey Kürdistan TEV-
ÇAND çalışmaları ile ilişkilerinde orta¬
ya çıkan ve bir sinema çalışmasma ge¬
rekli müdahaleler yapılmadan gösteri¬
me çıkmasma neden olan örgütü işle-
tememe durumu sonrasmda geliştiri¬
len soruşturma ile ortaya çıkmıştır.
Konferansımız güçlü bir ko mit e
örgütlendirmesine gitmiştir
Kültür Sanat Komitesi başta Kuzey
Kürdistan olmak üzere faaliyet alan¬
larında özellikle kadrolar şahsmda 3.
Konferans çizgisine karşı yaşanan di¬
renişi uygun yöntemlerle ve zamanm-
da aşmaya dönük mücadelede zayıf
kalmış, yeterli desteği sunamamıştır.
Bu direniş karşısında komite, sorun¬
ları zamana yayarak konferans çizgisi
karşısındaki direnişin uzamasına ze¬
min sunmuştur. Komite kendi tarzı
ile TEV-ÇAND Koordinasyonunu da
tam olarak işletememiştir. Geçmiş iki
yıllık pratikte TEV-ÇAND Koordinas¬
yonu, örgüt olmayı başaramamıştır.
Bu da yönetim birliğini sağlayıp faali¬
yetlerinde ortak kararlar alıp uygula¬
masında sorunlara yol açmıştır. Do¬
layısıyla 3. Konferans çizgisinin tüm
alanlarda istenen düzeyde pratikleş-
memesinden birinci dereceden so¬
rumlu olan komite pratiğinden hare¬
ketle 4. Konferansımız çıkarılan so¬
nuçlar üzerinden daha güçlü bir ko¬
mite örgütlendirmesine gitmiştir.
3. Konferans Kuzey Kürdistan saha-
smı kültür sanat faaliyetlerimiz açısm-
dan stratejik alan olarak tespit etmişti.
Kuzey sahası hem özgürlük mücadele-
79 -
si açısından hem de TEV-ÇAND açısm-
dan önemli bir sahadır. TEV-ÇAND’da
yaşadığımız sorunlarm önemli bir kıs¬
mı bu alanda yaşanmaktadır.
Kuzey’de bir yönetim olarak değil
kişilere bağh faaliyet yürütüldü
3. Konferansta seçilen alan yöneti¬
mi daha ilk günlerde alanda bir dire¬
niş ile karşılaşmıştır. Yönetimin bu
direnişi kırması gerekirken 3. Konfe¬
rans çizgisinde tam net olmamaları
zorlamalarına, ikircikli, kaygılı ve
kendine güvensiz olmalarına yol aç¬
mıştır. Bu durum alandaki kimi kişi¬
lerin bilinçli karşı duruşlarma, kimi
sorunlarm zamanmda aşılmamasma
ve ortamı zorlamasma yol açmıştır.
Doğru bir yönetim örgütlemesinin ya¬
pılmadığı Kuzey Kürdistan’da ilk yıl
belli bir çalışma jnirütülmek istendi.
Fakat alan yürütmesinin kültür sa¬
nat çizgisinde tam net olmaması, mü¬
cadeleci olmayan bir tarza yol açtı.
Alanda bir yönetim yerine kişilere
bağlı bir faaliyet jmrütüldü. Bu tarz
süreç ile alan yönetiminin tek tek ki¬
şilerin tarzmm h â kim olduğu grup¬
laşmalara yol açtı. Dolayısıyla alanda
giderek 3. Konferans çizgisi sahipsiz
bır a kıldı. Bundan hareketle genel ör¬
gütün yaşadığı gelişmeler ve bu geliş¬
melerin yarattığı havanın olumlu et¬
kileri dışmda alan yönetimi ve kadro
gerçeğinin kendi örgüt anlayışları ile
ciddi bir düzeltmede bulunduklarım
söylemek zordur. Kimi arkadaşlarm
çabası örgütsel olmayan bireysel tarz-
lanndan dolayı istenen düzeyde so¬
nuçlar ortaya çıkaramamıştır. Alan¬
daki faaliyetlerimiz bir TEV-ÇAND ör¬
gütlemesinden ziyade “kurumlar koa¬
lisyonu” şeklinde devam etmektedir.
Alan çalışmalarımız kendini örgüt¬
leyecek tarzı henüz yakalamamışür.
Her ne kadar son yıllarda kurumlan-
mıza karşı bir ilgi gelişmişse de ku-
rumlardaki yaşam tarzı, gelen insan¬
larla ilgilenmeme, felsefik, ideolojik
eğitim ile insanlan harekete bağlama,
bunun üzerinden sanat faaliyetine yö¬
neltme olmadığı için kurumlar kendi¬
sine karşıt bir kültür sanat faaliyeti¬
nin zeminini yaratmaktadır.
Mücadele ve halk değerlerimizden
kopmanm getirmiş olduğu kendi kim¬
liğini yaratamama, bu kimliği sanat
anlayışı ile güçlendirmeme sorunları
varlığım devam ettirmektedir. İdeolo¬
jik mücadelenin gerekçesi olan bu du¬
rum alanda yeterince hissedilip görül¬
memektedir. Bu mücadelesizlik alan¬
da hem kültür sanat içinde orta smıf-
lann güçlenmesine hem de alan gene¬
linde yaşanan orta smıf anlayışların
dayatmalarına sebep olmaktadır.
Alanda yaşanan maddi sorunlann ne¬
deni ve çözümüne dönük ele almış
tarzma bakıldıgmda orta sınıf anlayış-
larm kültür sanat alanmda nasıl ya-
şandıgmı görmek mümkündür.
Alanda ciddi bir kurumsal güç ol-
masma rağmen TEV-ÇAND örgütlendi-
rilmedigi için kummlarm birbirine des¬
tek sunması zayıf kalmakta bu da kül¬
tür sanat politikamızı pratikleştirmede
sorunlara yol açmaktadır. Halbuki el¬
deki olanaklar sadece Kuzey’i için de¬
ğil, doğru kullanılması halinde tüm
Kürdistan’ı besleyecek düzeydedir.
3. Konferans Avrupa çalışmalanna
müdahale ederek yeniden örgütlendi-
rilmesine dönük kararla almasma rağ¬
men geçen iki yıllık süreçte, alanda 3.
Konferansa karşı direnişin de ötesinde
boşa çıkarıldığı alan olmuştur. Alan 4.
Konferansa delege göndermemiş faali¬
yet raporları da kabul edilmemiştir.
Avrupa alamnda kültür sanat faa¬
liyetlerimizin tıpkı Şehit Sefkan ve
Şehit Mizgin yoldaşlarımızm ilk dö¬
nemlerdeki tarzına benzer tabandan
örgütlemesi gerekmektedir. Avrupa
alanmda kültür sanat faaliyetlerimizi
birkaç tane müzisyenin şahsında gö¬
ren anlayış mahkûm edilmiştir. Bu
anlayış üzerinden TEV-ÇAND faali¬
yetlerine yaklaşan kültür sanat kad¬
ro ve çalışanları TEV-ÇAND’ı örgütle-
yemedikleri gibi genel hareket içinde¬
ki kimi kadro ve çalışanlann da ben¬
zer anlayışları ile bilerek ya da bilme¬
yerek TEV-ÇAND’ı TEV-ÇAND ol¬
maktan çıkaran sanatçılara ve kişi¬
liklere zemin sundukları bilinmelidir.
Avrupa TEV-ÇAND’ı bilinen kurum
ve kimi şahıslardan oluşmamaktadır.
Avrupa’da TEV-ÇAND demek tüm
kültür demeklerimizde az çok yürü-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
tülmeye çalışılan kültür sanat faali¬
yetlerinin TEV-ÇAND perspektifi ile
bir örgütlülüğe kavuştumiması de¬
mektir. Bunu hedeflemeyen oradaki
h a lkımızı n yüzünü ülkeye çevirme¬
yen, yaşanan asimilasyonun önüne
geçecek kültür sanat faaliyetlerini
esas almayan, gerillanın direnişçi m-
hunu ve şehitlerin bağlılığını esas al¬
mayan faaliyet, kişi ve kurumlar
TEV-ÇAND faaliyeti olamaz. Dolayı¬
sıyla kültür sanat faaliyetini birkaç
kişinin sahneye çıkması ile değerlen¬
diren anlayışlar kültür sanat çizgimi¬
zin kabul etmediği anlayışlardır. Bu
anlayışlar mücadele değerlerimize çı¬
karcı yaklaşanlarm anlayışlandır.
Kadro duruşundaki yetersizlikler
örgütsel sorunlara yol açmaktadu*
Özgürlük mücadelemiz için her
zaman önemli olan Güneybatı Kür-
distan, TEV-ÇAND çalışmaları için
önemli bir alan olarak 3. Konferans
sonrası örgütlendirilip geliştirilmesi
gereken bir saha olarak planlanmış¬
tı. Güneybatı Kürdistan alam tasfi¬
yeci sürecin etkisinin yoğun yaşan¬
dığı bir alan olmuştur.
Alanda KCK sisteminin örgütlendi¬
rilip kummlaştınlmasına engel olan
kadro duruşunun ciddi örgütsel so-
mnlara yol açtığı örgütsel bir tespit ol¬
maktadır. Alandaki genel örgüt sorun-
larımızm bir parçası da TEV-ÇAND’da
yaşanan sorunlar olmaktadır. Alan
kültür sanat çalışmalarımızda ortaya
çıkmış sorunlarm bir bo 3 aıtu genel so¬
runlann yol açügı tarzdan kaynaklan¬
maktaysa bir boyutu da kültür sanat
çalışmalannda bulunan kadro arka-
daşlann ka t ılım ve duruşlanyla yol aç-
ügı sorunlardır. Bu durumlann yol aç¬
tığı tarzsızhgm alanda TEV-ÇAND faa¬
liyetlerini mevsimlik olmaktan çıkara-
madıgmı belirtmek gerekir.
3. Konferans sonrasmda alana dö¬
nük alınan kararlann başında yeni
çalışma tarzı temelinde, halk örgütlü¬
lüğünü geliştirecek, kültür değerleri¬
mizi asimilasyona karşı koruyacak
kültür ve sanatı halk içinde ele alacak
şeklinde olmuştu. Önderliğin bÜ 3 mk
emekleri ve yüzlerce şehit yoldaşımı-
Ekim 2009 | serxwebûn
80
zın çabalan sonucu örgütlendirilen bu
sahada, TEV-ÇAND faaliyetleri açısın¬
da da son iki yılık pratikte cevap olu¬
namamıştır. Alanda son yıllarda dev¬
letin uyguladığı kültürel yozlaşmaya
cevap olacak bir yanıt verilememiştir.
Kültür sanat çalışmaları açısmdan da
yoğun bir potansiyel banndıran saha
faaliyetlerimizin yeniden ele alınıp ör¬
gütlendirilmesi ihtiyacı vardır.
Güney’de arabesk ve popüler
bir kültür geliştirilmektedir
Irak’ta Baas rejiminin yıkılmasıy¬
la Güney Kürdistan’da ortaya çıkan
durum kültür açısından tam bir
yozlaştırma seyri izlemektedir. Mev¬
cut durumda Kürt kültürü için en
tehlikeli durum Güney’de yaşanan
gelişmelerden doğmaktadır. Bütü¬
nüyle arabesk ve popüler kültür içe¬
rikli kalitesiz bir gidişat mevcuttur.
Adeta fırsatı yakalayan herkes sah¬
neye çıkmaktadır. Daha tehlikeli
olanı bunun hükümet eliyle ve des¬
teği ile yapılıyor olmasıdır. Özellikle
Türkiye’deki en dip şeylerin muhte¬
melen bilinçli ve örgütlü bir şekilde
buraya akıtılması söz konusudur.
Kültür sanat alanında işin para ve
popülerlik peşinde olanlarm rağbet
gösterdikleri bu durumun önü alm-
maz ise egemen devletlerin yasakçı
ve asimilasyoncu politikalarından
daha tehlikeli sonuçlara yol açacağı¬
nı bilerek buna alternatif bir kültür
sanat faaliyetinin geliştirilmesi kaçı¬
nılmazdır. Bu ciddi riske rağmen
uzun bir dönemdir Kerkük sahasın¬
da yürütülen kurum çalışmalarımız
son iki yılda bir gerileme yaşamıştır.
Güney’de belirtilen gidişat içinde en
azından değişik bir mekân olması
gereken kültür kurumumuz bunu
da başaramamıştır. Çok dar bir gu¬
rupla yetmen kurum rutin bazı ça¬
lışmaların dışına çıkamamıştır.
Kültür sanat faaliyetlerimiz Er¬
menistan sahasında rutin bir şekil¬
de devam etmiştir. Maxmur saha-
smda ise bir dönem işleyemez duru¬
ma düşen kurum çalışması sonra¬
dan bir toparlamayı yaşayarak belli
bir düzelmeyi yaşamıştır.
Sonuç olarak; PKK öncülüğünde
yürüttüğümüz Özgürlük Mücadele¬
mizin yakaladığı düzey ve toplumsal
yapımızda yol açtığı sonuçlar yeni
bir döneme girmemize yol açmıştır.
Önderlik bu toplumsal durumu
Fransız ve Rus devrimlerinin gerçek¬
leştiği dönemlere benzeterek dikkat
çekmiştir. Girilen yeni aşamada ne
askeri ve siyasi çalışmalarımız ne de
kültür sanat faaliyetlerimiz eskide
en iyi olduğu dönemlerdeki gibi de
yürütülemezler. Bu yeni bir tarz ve
sorumlluk düzeyi demektir. Sadece
bir konferans yaptığımız ve kararlar
aldığımız için özeleştiri verip eleştiri¬
ler yapmadığımızı her arkadaşın bi¬
lince çıkarması tarihi sorumluluğu
gereğidir. 4. TEV-ÇAND Konferan¬
sında sadece sorunlar yaşandığı için
değerlendirmeler yapılmadığı karar¬
lara gidilmediği bilinmelidir.
İnsanlığın tümünü hedefleyerek
saldıran kapitalist modernite sistemi
ile bir uzlaşı içinde Kürt kültürüne
soykırım dayatan tüm egemen dev¬
letlere karşı kültür sanat cephemiz
yeni dönemin gereklerine göre ken¬
dini örgütlemek ve Apo’cu tarzda ya¬
ratıcılığını konuşturmalıdır.
Önderliğimize ve onun şahsmda
tüm kutsal değerlerimize her taraftan
saldıranlara karşı kültür sanat çalış-
malanmız toplumsal görevleri içinde
olan ajitasyon ve propagandayı her
zamandan daha güçlü yapmak zo¬
rundadır. Sadeliği içinde güzel olan
değerlerimizi sanat üslubu ile estetize
etmek bu değerlerimizi topluma taşır¬
mada daha fazla incelikli ve hassas
olmak dönem görevlerimiz içindedir.
Bu konuda son yıllarda yaşadığımız
kısırlığı ve sığhğı aşmak gerekir.
İçinde bulunduğumuz dönemde
çok yoğun saldırılar ile hedeflenen ve
yapılmak istenen diriliş değerlerimizi
asimile etmektir. Bununla da Önder¬
likle PKK Kürt halkından kopartılmak
istenmektedir. Türk devletinin açılım
adı alünda esasta bunu hedeflediğini
bilmek gerekir. Özellikle Kürdistan il¬
lerinde gençleri çocuklan hedefleyen,
alttan ve çok ince bir şekilde Apo’cu
Kürtlükten koparma operasyonları
yürütülmektedir. Metropoller Kürt
mezarlığına çevrilmek istenmektedir.
Bu anlamda İstanbul şehri “en bü 5 mk
Kürt mezarlığı” olmaktadır. Tüm bu
saldınlan en sağlam ve başarılı karşı¬
layacak kültür sanat alam olacaktır.
Halkımızın Önderliğine
gerillasına şehitierine bağlılığı
her zamankinden daha büyüktür
Önderliğimizin özellikle son sa-
vunmalan ile PKK ve Kürtler olarak
herkesten daha güçlü, çözümle 5 dci
ve zengin bir özgürlük düşüncesine
ideolojisine kavuşmuş bulunmakta¬
yız. Yaşamın her alamna bu ideoloji
ile verecek yamtlanmız eskisinden
daha derin ve nettir. PKK olarak her
zamandan daha derli toplu ve netiz.
Yine Önderliğe daha yakınlaşmış bir
duruşa sahibiz. Halkımızın Önderli¬
ğine ve gerillasına bağlılığı şehitleri¬
ne sahiplik etmesi ve anılarına yakı¬
şır coşkusu her zamandan daha bü¬
yüktür. Uluslararası koşullarda da
uygun bir durum söz konusudur.
Başta Türk devleti olmak üzere tüm
egemen devletler büyük çelişkiler ya¬
şamaktadırlar. Ciddi ekonomik kriz¬
lerle boğuşmaktadırlar. Nereden ba¬
kılırsa bakılsın Kürtler olarak başar¬
mak için nedenlerimiz çoktur. Eğer
Güneyli güçler ulusal birlik konu¬
sunda düşmana hizmet edecek bir
duruma girmezlerse mevcut koşullar
içinde hiçbir güç Kültlerin önünü
alamaz. Böylesine uygun bir kon¬
jonktürde daha fazla ve zorlanma¬
dan kazanmak için defalarca ispat¬
landığı gibi Apocu tarzda örgütlen¬
mek ve çalışmak esastır. Kültür sa¬
nat alanımızda bu dönemde güncel
görevlerin yanında önümüzdeki on
yıllarda da etkili olacak eserler ver¬
mek için 4. Konferansın ruhuna gö¬
re bu sürece dahil olunmalı demok¬
ratik ulus mücadelemizde öncülük
görevi yerine getirilmelidir.
BİJÎPKK
Bijî TEV-ÇAND’a ku xeta Yekta û
Dehlan dı tevdigeri,
Bijî şehîden qada çand û hünere
BİJÎ ReberApo
Ekim 2009 | serxwebûn
81
Akademiler Neden Gerekli
“Mevcut toplumdaki ahlaki çöküntüyü gören Sokrates, okulunda toplıuna yeni ahlak vermek için dersler verdi, daha
çok da gezgin bir halde bunu yürüttü. ‘Kendini Bil’i okulımım kapışma yazdırdı, sonraları gençlerin beynini yıkadığı
gerekçesiyle, baldıran zehiri içmek suretiyle yaşamına son vermek zorunda bnakıldı. Öğrencisi Platon ilk de£a
‘Akademi’ admı kullanarak bu geleneği devam ettirdi. Sonrasmda Hnistiyanbk ve diğer dinlerde manastirlar,
medreseler hep bu geleneğin yapısal örnekleri oldu. Esasmda aym şeyi vermeye çalıştılar, toplumsal ahlakı güçlü
tutmak istediler. Diğer yandan da devleüi yapılar daha çok üniversitelerle kendi eğitim kurumlanm oluşturdular’’
“Hiçbir toplum varoluş hakkını
ve bunun için gençlerini eğitme gö¬
revini başka bir güçle paylaşamaz,
devredemez... Aksi halde kendini
egemenlik tekellerine teslim etmiş
sayılacaktır."
Güçlü ve kurnaz adamm icraatı köle
üretme ve köleleştirme icraatıdır
Önderliğimizin uzun zamandan
beri gündemde tuttuğu ve oluşumu
için hayli ısrarlı olduğu akademiler
konusunda bir adım atıldı ve akade¬
milerin açılışına giriş gerçekleştirildi.
Bu gelişmenin çok bü 3 mk bir dayat¬
ma sonucu, biraz da zoraki olduğu
bilinmektedir. Bu gerçekleşmenin
ihtiyacı karşılamaktan son derece
uzak olduğu, bu yönlü çabaların da¬
ha da arttırılması gerektiği açıktır.
Zira Kürt Halk Önderi’nin bu dayat¬
ması boşuna değildi. Dayatmasının
gerekçeleri ortadan kalkmış değildir.
Peki, bu dayatmanın altında yatan
gerçeklik nedir? Gerçekten de aka¬
demilerin oluşumu olmazsa olmaz
kabilinde midir? Akademilerin yapa¬
cağı şeyler acaba gerçekten de diğer
kurumlar, okullar, üniversiteler üze¬
rinden gerçekleşmiyor mu veya ger¬
çekleştirilemez mi? Daha da uzatıla¬
bilecek olan bu sorunlara verilecek
cevap, içinde yaşanılan sistemin an¬
laşılma durumuyla bağlantılıdır.
Toplumun doğru temelde ve ger¬
çek anlamda bilinçlenmesini sağla¬
yacak bir eğitime ihtiyacının çok yo¬
ğun bir şekilde olduğu açıktır ve bu,
yaşanılan sistemin yapısı nedeniyle¬
dir. Çünkü bugün devletli bir çağı
yaşamaktayız. Devletli çağm başlan¬
gıcı ve günümüz toplum karşıtlığı
temelinde gelişmiştir ve bu işlemek¬
tedir. Önderliğimizin belirttiği güçlü
kurnaz adamdır devleti ve ona götü¬
ren yolu yaratan. Toplum içrnde ay¬
rıcalıklı, bir üst toplum yaratma en
temel yaklaşımı olmuştur. Gücünü
toplumun hizmetine sunmak yerine,
toplumun önce bir kesimini, zaman¬
la da tümünü kendi hizmetine koş¬
turmak için kullanmıştır. Kafasını
ve tüm yeteneklerini kendine hiz¬
metçi yaratmak için kullanmıştır.
Nitekim bunu ilk devlet olan Sümer
mitolojisinde bir zihniyete dönüştü¬
rerek de bilinçlere kazımıştır.
İlk ve kök toplum olan, ‘doğal’ ve¬
ya ‘ahlaki ve politik’ toplum olarak
tammlanan, ama esasmda insan ol-
manm özünü temsil eden, gerçek an¬
lamda insan denilebilecek insanların
bulunduğu toplum, bu yeni çıkışla
parçalamr. Eskiden yetenek, cins,
tecrübe vb eşitsizlikleri olmasma
karşın, komünal zihniyet nedeniyle
bir toplumsal eşitlik yaratabilen bu
toplum yapısı yerini gittikçe, parçalı,
birbirini tamamlamayan bir topluma
bırakacaktır. Bu yönüyle hiyerarşi ile
başlayan ve sonraları devlet olan
güçlü kurnaz adamm icraatları, top¬
luma karşıtlık temelinde gerçekleş¬
miştir ve bu nedenle de sapkınlıktır.
Toplumun komünal olan özünden
gerçekleşen bir kopmadır. İşte bu
sapkın sistemin çağdaş versiyonu
yaşanmaktadır günümüzde. Bu çağ¬
daş versiyona, kapitalist modemite
denmektedir. Önceki devletçi moder-
nitelerden farkı, hiçbirinin ulaşama¬
dığı genişlikte ve derinlikte egemenli¬
ği, iktidarı, devleti yayabilmiş, güç-
lendirebilmiş olmasıdır. Zaten Ön¬
derliğimiz hiyerarşi de dahil, tüm
devletli dönemi kölecilikın farklı dö¬
nemleri diye adlandırdı. Kapitalist
modemite dönemini adlandırırken de
genelleşmiş ve derinleşmiş kölelik'
tanımlaması yaptı. Özcesi devletli dö¬
nem bir köle üretme dönemidir. Bu
şu anlama gelir: toplumda kölelik
ekilmiştir, biz insanlar pek çok yönü¬
müzle köleleştirilmiş durumdayız,
köleyiz. Güçlü ve kurnaz adamm ic-
raatlan köle üretme, köleleştirme ve
karılaştırma icraatıdır. Nev-i şahsına
münhasır ve sadece kendisine ait
olan hiç kimse olmadığına ve hepimiz
tarihin bir ürünü olduğumuza göre
bu sistem günümüz inşam ve toplu-
munda yaşanmaktadır. Hiyerarşik
devletçi sistem, kendi çıkarları teme¬
linde bir toplum ve insan yetiştirdi¬
ğinden bunun yansımaları, etkileri
toplumu kirletmiştir, hastalıklı hale
getirmiştir. O kendi toplumunu ve
insanını yetiştirmiştir ve bu durumu¬
nu da sürdürmek istemektedir. Bu¬
nu yaparken gücünü en çok zihni¬
yette kendini kurumlaşürmasmdan
almaktadır. Hiyerarşik devletçi sis¬
tem tekel olma özelliğini bir an için
bile olsa elden bırakmamıştır, bırak¬
maz da. Her şeyde tekel olduğu gibi
en çok da bilgide, düşünce gücünde
tekel olmayı sürdürmüştür. Sistemin
kuruculan bilgiyi, bilimi toplumdan
uzak yerlerde, devletin adeta yaratı¬
cısı olan zigguratta, hem de onun en
üst katında yani halka en uzak yerde
bunu yapmışlardır. Bilginin sınırlan
olarak kendi mekânlarını ve egemen
sınıfı belirlemişlerdir. Örneğin tarihte
ilk yazı olarak bilinen Sümer yazısı
bile herkesin yazısı değildir. Belki
önemli bir icattır, ancak o herkesin
değildir, bililerinin, toplumun dar bir
kesiminin yazdığı ve okuduğu bir
gerçekliğe tekabül etmektedir. Ege¬
men sınıfla sınırlı kalmıştır. Yine mi¬
tolojik ve dini düşünüşte önemli btr
yer tutan cennette her şey serbesttir,
ancak bilgi agacmm me 3 A^esini ye¬
mek yasaktır. Cennetin sahipleri ve
yasağı koyanlar egemenler iken, ken¬
disine bilimin yasaklandığı kesim ise
halktır, toplumdur. Yunan mitoloji¬
sinde bilgelik tannçası Metis’i yuta¬
rak ondaki tüm bilgeliği gasp eden ve
ondan edindiği bilgi ile de kendi er¬
kek egemenlikli sisteminin amansız
savunucusu olan erkek kılıklı ‘kadı-
m’ -Athena- kendi kafasından yara¬
tan, Zeus’un yani devletçi sistemin
baş tannsmm kendisidir. Ortaçağda
toplumun bilinçlenmemesi için kü¬
tüphanelerin, bilgi kaynaklarının,
dogmatikçe inanılan kutsal kitapla¬
rın topluma kapatıldığı bilinir. Günü¬
müzde de hiyerarşik devletçi siste¬
min çıkarlarını bilimsellik kisvesi al¬
tında çok sistematik bir şekilde top¬
luma yaydığı ve toplumun tümünü
kendi eğitiminden geçirerek istediği
şekle soktuğu görülmektedir.
Devletçi sistem toplumu
gasp etmiş durumdadır
Esasında toplumsallaşmamn ken¬
disi bir eğitim işidir. Toplumlar ken¬
di toplumsallaşmalarım yaratırlar¬
ken, bunu özellikle de çocuklara,
gençlere verdikleriyle yaparlar. İlk
toplumdan günümüze kadar tüm
sistemler kendi zihniyetlerine göre
birikim ve tecrübelerini toplumun
üyelerine aktarırlar. Böylelikle kendi
zihniyetlerine uygun bir toplum ya¬
ratırlar. İlk toplumsallaşmanın etra-
fmda geliştiği ana-kadm da çocu¬
ğuna toplumun ahlakını vermek su¬
retiyle eğitmiştir, günümüzdeki hiye¬
rarşik devletçi sistem de a}mı şe 3 ti
yapmaktadır. Ancak zihniyetler fark¬
lı olduğundan, yetişen neslin dola}^-
sıyla toplumun özellikleri de farklı
olmaktadır. Toplum öncülerine göre
şekil almakta ve eğitimle biçim ve öz
kazanmaktadır. O nedenle de gele¬
cek ve toplum anlamma gelen ço¬
cuklarını, gençlerini kimse başkala¬
rına teslim etmek istemez. Toplu¬
mun kendi varlığım sürdürebilmesi
için kendisinin olan çocukların ve
gençlerin kendi denetimlerinde ol¬
ması ve eğitilmesi gerekmektedir.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Toplumsallaşma ancak böyle gerçek¬
leşebilir. Ancak bugün devletçi sis¬
tem, toplumu gasp etmiş durumda¬
dır. Toplumsal doğaya uygun bir şe¬
kilde eğitilmesi gereken çocuklar, be¬
yinler, toplum bunu gerçekleştire¬
mediğinden, devletçi güçler de toplu¬
mu ancak böyle ele geçirebilecekleri¬
ni bildiklerinden iktidarcı güçler ta-
rafmdan eğitilmektedir. Böylelikle de
topluma akması gereken güç, devlet-
çi-iktidarcı güçlere akmaktadır. Bu
da toplumun garantisi olan gelecek
nesilleri toplumun olmaktan çıkar¬
makta, iktidara sürüklemektedir.
Böylelikle de köleleştiren sistem, de¬
vamlılık kazanmaktadır.
İktidarcı sistem, günümüzde
okullu olmayı zorunlu bir hale bağla¬
yarak toplumu aslında kendisine
doğru sürüklemektedir. Okullarda
onlara kendi çıkarları ve doğrulan
temelinde bilgiler vermekte ve böyle¬
likle de kendisi için tehlike teşkil et¬
meyen, hatta kendi sistemi için kul¬
lanabileceği be 3 tinler yaratmaktadır.
Topluma ait olanı, ondan önce eğitim
adı altmda almakta, sonra da ona
karşı kullanmaktadır. Önderliğimi¬
zin “Görünüşte Türkiye’nin en eski
ve tanınmış Siyasal Bilgiler Okulu¬
nun son sınıfına kadar üstün başa¬
rıyla tırmanmıştım. Sonuç, öğrenme
yeteneğinin ölümcül bir darbe yeme-
siydi. " belirlemesi tam da bu anlama
gelmektedir. Bu toplumu aslında
teslim almaktır, çünkü toplumun
varlığının garantisi olanlar, toplum
karşıtı bir örgütlenme olan ve güçlü
kurnaz adamın kafasından çıkmış
olan bir klik tarafmdan kendilerin¬
den çalınmaktadır. Çocuklar toplum
karşıtı bir sistemin kafa yapısıyla
eğitildiklerinden çocuklar a}mı za¬
manda kendi özlerine ters ve yaban¬
cı bir şekilde yetiştirilmektedir. Alm-
tıdan da anlaşıldığı gibi neredeyse
her zaman okullu olan, kendi top¬
lumsal gerçekliğini küçük ve geri
görmeye başlar, ondan utanır. Kayış
çok hızlı ve köklü olur, yabancılaşma
büyük olur. Enderun Mektepleri Os¬
manlI tarihinde meşhurdur, 19.3mz-
yılda Osmanlıda Kürtler için uygula¬
nan Aşiret Mektepleri a}mı amaçladır
Ekim 2009 | serxwebûn
83
ve esasında devletli geleneğin bir ger¬
çekleşmesidir. İnsanlar önee toplum-
larından alınmış, devlet zihniyetine
göre şekillendirilmiş, hatta devletin
önemli bürokratları haline getirilmiş
sonra da kendi toplumlanna karşı
kullanılmıştır. Bunun örneklerini
bugün de fazlasıyla görmekte 3 dz.
En kutsal işler toplum dışı
kesimlerce yürütülmektedir
Bunu bilimselliğin güeünü, im¬
kânların çokluğunu ve iktidareilıkta
ulaştığı derinliğin yarattığı güçsüz in¬
san halini de arkasma alarak en çok
işleyen günümüz devletçi sistemidir.
Eğitim faaliyetleri bugün toplum üze¬
rinde kurulan hâkimiyetin en güçlü
şeklidir. Sistem bu eğitimlerle, kendi
sanat, kültür, felsefi yaklaşımını top¬
luma taşmr. Günümüzün okuma-
yazma, okullu olma hali neredeyse
toplumun tümüne ya 3 nlmış durum¬
dadır. Bu, devletçiliğin, iktidareı yak¬
laşımın tüm topluma ya 3 nlmış olması
anlamma gelmektedir. Bu anlamıyla
hiçbir dönem, devletçi sistem bu ka¬
dar toplumun içinde yer etmemiştir.
Devletçi sistem, önee zorunlu eğitim
adı altında çoeukları kendi sistemi
içine almakta, sonrasında da okuma-
lannm işe yaramasının yolunun üni¬
versitelerden geçtiği manüpilasyo-
nuyla herkesi daha fazla kendisine
dahil etmektedir. Bu toplumun, top¬
lumdan alınması pahasına gerçek¬
leşmektedir. Bu nedenle de topluma
karşı en bÜ 3 nik suçlar, toplumda ya¬
ratılan en bü 3 nik tahribatlar eğitim
adı altındaki faaliyetlerle gerçekleşti-
rilmektedir. Toplumun geleeeği, top¬
lumdan çalınmakta, toplumun en
kutsal işi en toplum dışı olan kesim-
leree ele geçirilmektedir.
İşte Önderliğimizin özelde akade¬
miler genelde de eğitim faaliyetleri
konusundaki ısrarmm altında yatan
temel etken, toplumun bu en kutsal
işinin toplum tarafından yapılması
gerektiği gerçekliğidir. Çünkü ege¬
menler toplum karşıtı olduklarmdan
kendileri için tehlikeli olabileeek be¬
yinlerin olmasını istemezler, eğitim
“Eğitim, toplumtm hiyerarşik
devletçi sistemin yarattığı insanlık
dışı şeylerin temizlenmesi için
gereklidir. Bu yönüyle akademiler
özgülünde eğitimler, toplumun
tekrardan kendisi olma çabasıdır.
Kendini güç yapmasmm yolu,
toplumun kendi eğitimini kendisi
yapar hale gelmesinden geçer.
Başkalarmm zihniyetlerinden
beslenen grup veya kişilerin sisteme
karşı durması mümkün değildir”
kurumlannda düşünemez duruma
getirilmiş insanlar yaratırlar. Bu ne¬
denle de toplumun özüne uygun,
toplumsal doğanın eşitlikçi, özgür¬
lükçü özünü gerçekleştiren nesille¬
rin yetişmesi için eğitim gereklidir.
Eğitim, toplumun hiyerarşik devletçi
sistemin yarattığı insanlık dışı şeyle¬
rin temizlenmesi için gereklidir. Bu
yönüyle akademiler özgülünde eği¬
timler, toplumun tekrardan kendisi
olma çabasıdır. Kendini güç yapma¬
smm yolu, toplumun kendi eğitimini
kendisi yapar hale gelmesinden ge¬
çer. Başkalarmm zihniyetlerinden
beslenen grup veya kişilerin sisteme
karşı durması mümkün değildir.
Önderlik de kendi felsefesini, ya¬
şam tarzını örgütlemek, sistemini
kurmak ve geleceğe taşırmak için
tüm faaliyetlerini bir akademi tarzm-
da yürütmüştür. Bu yaklaşımm gele¬
ceğe de taşıniması için, bu akademi¬
lerin daha da geliştirilerek, derinleş¬
tirilmesini istemiştir. Bu akademiler,
demokratik komünal değerler teme¬
linde Apocu felsefe ve yaşam tarzını
geliştirip derinleştirerek topluma ve¬
recek yerler olmalıdır. Bu, akademi¬
lerin gerçek anlamda özüne dönmesi,
3 mzünü halka çevirmesi anlamma da
gelecektir. Bu konuda Önderliğimiz
şunlan belirtir: “Ortaçağların kilise
ve camileri bu geleneğin devamıdır.
Yeniçağın doğuşunda bu gelenek
okullar ve üniversiteler biçiminde ad¬
landırılarak ve içeriği gittikçe bilimsel
gelişmelere kavuşturularak sürdü¬
rülmüştür. Bu geleneğin gücü olma¬
dan, uyğarlıksal gelişmelerden bah-
sedilemeyecegi açıktır.
Mahsum Korkmaz Akademisi
deneyimi dalga dalga her alana
taşınimıştır
“Çok smırlı da olsa, ulusal akade¬
miler dönemini sağlayacak çalışmala¬
ra da çok önem ve yer verilmiştir. Ta¬
rih boyunca derya kadar kan akıtma-
mn ve çaba harcamanm yetmediğine,
gerekli olamn anlam gücü ve derinliği
olduğuna inamlarak, halk ve öncüle¬
ri için yaygm okullar dönemi başlatıl¬
mıştır. Yaşadığım her evi, bulduğum
her çalışma sahasmı bir okula dö¬
nüştürmek, yaşamımın ayrılmaz bt
özelhği ve parçası olmuştur. İlkçağ ü-
lozoflan gibi her duvann dibi, her
ağacm altı bir okul haline getirilmiş¬
tir. Halkımızın en eksik yanmm beyin
gücü olduğu bilinerek, bu çalışmala¬
ra yüklenilmiştir. Mahsum Korkmaz
Akademisi deneyimi dalga dalga her
alana, her insan grubumuza taşınl-
mıştır. Sadece askeri ve politik alan¬
da değil, tarih, dil ve sanat alanların¬
da da akademi düzenine geçişin alt¬
yapısı ve zihni temeli ortaya çıkarıl¬
mıştır. Kürtlerin kültürel varlığına ve
özgürlüğüne giden yolda tarihsel bir
dönem olan akademik düzeyde eğitim
sistemi bir gerçektir. Yapılması gere¬
ken, ilgili her alanda var olan olanak¬
ları birleştirip öz okuluna kavuştur¬
maktır. Politikadan dile, tarihten fel¬
sefeye, sanattan ekonomiye kadar
her alanda yaratılan ulusal akademik
düzey bir olanaktır. Büyük inanç ve
çabayla bu yönlü çalışmalarımıza
katkıda bulunmak kişileri yüceltir ve
halkımıza özgürlük getirir. Bu yönlü
görevlerini başaramayanlarm çağdaş
uygarlık içinde yer tutmaları müm¬
kün olamaz. Düşünce hâkimiyeti ve
sanat yeteneği, yaşam pratiğinde ba¬
şarı, iyilik ve güzellik demektir... ”
Önderliğimiz İmrah’daki yoğun¬
laşmalarıyla tarihte mevcut hiyerar¬
şik devletçi sisteme karşı mücadele
3 mrüten, kendisini ‘bilimlerin bilimi’
olarak tanımlayan Marksizm de da-
84 -
hil tüm hareketlerin sistemiçileş-
mekten, erimekten kurtulamamala-
nnm nedeni olarak hâkim sistemin
bilme uikunu aşamama, onlann pa-
radigmalarmm sınırlarında seyretme
olduğunu gösterdi. Yoksa kimse ta¬
rihte demokratik toplum diye adlan¬
dırılan devlet dışı toplumsallığın be¬
del ödemediğini, mücadele yürütme¬
diğini söyleyemez. Hatta Önderliği¬
miz eski paradigma temelinde ger¬
çekleşebilecek bir başarının, bizi
KDP ve YNK’ye benzeteceğini, bunun
da ulaşılması istenen bir durum ol¬
madığını belirtirken, zihniyet devri-
minin önemine vurgu yapmış olu¬
yordu. Hareket olarak da bugünkü
anlamda yeni paradigmaya ulaşma¬
mış olsak da Önderlik şahsında
mevcut sistemin bir dişlisi olmama
yönünde özenli bir çabamn gösteril¬
diği bilinmektedir. Önderlik de ken¬
dini ve yoldaşlarını yaratmaya, ka¬
lıpların içine girmemeye büyük özen
göstermiştir. Devletçi paradigmayı
aşma yönünde her zaman bÜ 3 mk ça¬
ba sahibi olmuştur. Bunun için de
eğitimi, özgün bir zihniyeti geliştir¬
meyi her şeyin merkezine yerleştir¬
miştir. İmkânları beklemek yerine
alıntıda da belirtildiği gibi, en küçük
bir olanak, herhangi bir imkân, al¬
ternatif bir yaşam ve zihniyet yarat¬
ma, bunu yayma için değerlendiril¬
miştir. Nitekim PKK’nin grup döne¬
minin tüm kadrolarının Ankara’da
kiralanan bir evin bodrum katında
eğitildikleri, ilk derslerini oradan al¬
dıkları hep söylenir ve bilinir. Bir
eğitim akademisi biçiminde kullanı¬
lan bu evde alternatif bir yaşam ku¬
ruluşunun öncülerinin iyi yetiştiril¬
dikleri, PKK’nin tüm mücadele tari¬
hine ve günümüze bakıldığmda ra¬
hatlıkla anlaşılabilir. Hareketin çe¬
kirdeğinin güçlü oluşturulduğu,
sonrası dönemde çok açık bir biçim¬
de görülmüştür. Bu, bir tarza dö¬
nüşmüş ve günümüze kadar gelmiş¬
tir. Ancak bu tarzın çok tersine işle¬
yen bir yaklaşımın sonucu olarak
gerektiği kadar akademinin örgüt¬
lendirilmesi, açılması çok sancılı ve
zor olmuştur. Yer sorunu, maddi
olanaklar sorunu, kadro sorunu vb
sorunlar uzadıkça uzamıştır. Daha
çok yapı ile ilgilenilmiştir. Hâlbuki
işlevselliği esas almak gerekliydi ve
halen de gerekli olan budur. Önemli
olan yapısallık değil, işlevselliktir.
Eğitimin egemenlerin 4i olmaktan
çıkarılması gerekir
Devletçi sistem çok şatafatlı ya¬
pılar içinde toplumun canına oku¬
maktadır. Toplum karşıtlığında en
başarılı olduğu kurum, eğitim ku¬
rumlan oluyor. İlk terbiyeci, eğit¬
men olan ana-kadmm belki de özel
olarak bir eğitim kurumu yoktu,
ancak yaşamın tümü bir eğitimdi
ve toplumun tüm fertleri anlık ola¬
rak toplumsal ahlak temelinde bir
eğitimden geçirilmekteydiler. Ve ta-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
rihin toplumsal doğaya uygun en
terbiyeli insanlarını yetiştirmesini
bildi. Öyle ki bugün insanların uğ¬
raştığı hiçbir toplumsal soruna o
toplumda yer yoktu. En ahlaklı, en
politik, en özgürlükçü insanlar ye¬
tiştirildi ve insan-toplum olmanın
temel yaşamsal ilkeleri oluşturul¬
du. Özü belirledi, kriter koydu.
Kurumlaşma daha sonraları oldu,
Sümerlerde Eduba Okulu açıldı. Sis¬
temi aşıladı, sistem için çalıştı. Son-
ralan mevcut toplumdaki ahlaki çö-
küntü 3 m gören Sokrates, okulunda
topluma yeni ahlak vermek için ders¬
ler verdi, daha çok da gezgin bir hal¬
de bunu }nirüttü. ‘Kendini Bili oku¬
lunun kapısına yazdırdı, sonraları
gençlerin beynini 3 akadığı gerekçe¬
siyle, baldıran zehiri içmek suretiyle
yaşamına son vermek zorunda bıra¬
kıldı. Öğrencisi Platon ilk defa ‘Aka¬
demi’ adını kullanarak bu geleneği
devam ettirdi. (Derslerini Atina Kapı-
sı’nm karşısmdaki Akademos Tepe-
si’nde verdiği için okulunu da bu şe¬
kilde adlandırdı.) Sonrasında Hıristi¬
yanlık ve diğer dinlerde manastırlar,
medreseler hep bu geleneğin yapısal
örnekleri oldu ve bunu sürdürdüler.
Esasında a 3 nıı şeyi vermeye çalıştı¬
lar, toplumsal ahlakı güçlü tutmak
istediler. Diğer yandan da devletli ya¬
pılar daha çok üniversitelerle kendi
eğitim kurumlarım oluşturdular, sis¬
temlerinin insanlarını orada yetiştir¬
meye çalıştılar. İşte devlet dışı top¬
lumsallığın, toplumsal ahlakı koru¬
ma ve güçlü tutma çabasında olanla-
rm kulvarmda olan hareketimizin ta¬
rihi de buna uygun gerçekleşirken,
güncelde Önderliğimizin ısrarlanna
rağmen yaşananlar buna çok da uy¬
gun olmamıştır. İlle de yapı dayat¬
ması geliştirilmiştir. Hala da bunun
tam aşıldığı söylenemez. Bunun Ön¬
derliğimizin toplum eğitimi ve toplu¬
mun egemenlere ait olmaktan çıka¬
rılması hususundaki duyarlılığıyla
hiç de örtüşmediği, ters düştüğü
açıklıkla görülmektedir.
Demek ki duyarlılığımız, toplumu
eğitme, bilinçlendirme noktasmdaki
istemimiz Önderliğimizinki kadar
güçlü değil. Demek ki hiyerarşik dev-
Ekim 2009 | serxwebûn
85
letçi sisteme olan öfkemiz Önderliği-
mizinki kadar güçlü değil. Demek ki
sistem karşısında 3 nirütülmesi gere¬
ken mücadelede tembellik, erteleme-
cilik yapabiliyoruz. Demek ki toplu¬
mun devlete ait olmasından Önderli-
ğimizinki kadar rahatsız değiliz. De¬
mek ki devleti toplumdan uzaklaştır¬
mak için çok acelemiz yok. Demek ki
mevcut durumumuzdan çok da ra¬
hatsız değiliz, işleri böyle de yürütebi¬
leceğimizi düşünüyoruz. Demek ki
böyle kaldığımız ölçüde sistemin birer
yaratımı olmaktan kurtulamayacağı¬
mızı derinden hissetmiyoruz. Özcesi
demek ki kapitalist modemiteye olan
öfkemiz yetersiz. Demek ki tarzımız,
takip ettiğimizi söylediğimiz Önderli¬
ğimizin tarzma u 3 mıuyor. Hâlbuki bu
hareket hiçbir zaman olanaklarla iş
yapma}^ benimsememiştir. Bu hare¬
ket bir Önderlik hareketi olduğun¬
dan, Önderliğine göre şekillenmiştir.
Onun tarzı, yaşam anla 3 aşı, mücade¬
le felsefesi temel ilkeler olarak benim¬
senmiştir. Nitekim Önderliğimiz sü¬
recin uzatılması, ertelenmesi karşı¬
sında “bir ağacın altında bile olabilir.”
şeklinde tutum belirlemiştir.
Mademki hiyerarşik devletçi sis¬
tem, insanı insan olmaktan çıkarı¬
yor, toplum karşıtı bir yapıdır ve Öz¬
gürlük Hareketi de bu sistemin bir
parçası olmak istememekte, onu aş¬
maya çalışmaktadır. O halde bu na¬
sıl gerçekleşecektir? Mademki öngö¬
rülen ve devleti toplum yaşammdan
uzaklaştırmayı amaçlayan, halkın
örgütlü sistemi olan demokratik
konfederalizmi inşa etmek istiyoruz,
o halde bu nasıl gerçekleşecektir?
Mademki teorik tespitlerde tüm top¬
lumun ve herkesin hiyerarşik devlet¬
çi sistemin köleleştiren etkilerini ya¬
şadığını belirtiyoruz, o halde toplu¬
mu ve kendimizden başlamak üzere
herkesi bu insanlıktan çıkaran siste¬
min elinden nasıl kurtaracağız, köle¬
liğin etkilerini nasıl atacağız? Ma¬
demki toplumsal gerçeklikler inşa
edilmiş gerçekliklerdir ve her birey-
toplum zihniyet gücüyle yaratılıyor,
o halde bunu nasıl ve hangi zihniyet
gücüyle gerçekleştireceğiz? Madem¬
ki toplum kendi eğitimini kendisi ya¬
pamadığından geleceği gasp edilmiş
haldedir, o halde insanları insanlık
düşmanı olan devlet yapısallığından
nasıl uzaklaştıracağız? Daha da uza¬
tılabilecek olan bu gerekliliklerin
mevcut tarz ve yaklaşımla gerçekleş¬
tirilemeyeceği açıktır. <\
İnsanlaşmak için sistemin^y
etkilerinden kurtulmak gerekiyor
Toplumun kendisi olma, iktidarcı
klikten kurtarılması gibi çok temel
bir sorunu vardır. Mevcut durumda
toplumsal yaşamda devlet ve iktidar
yaşamın her karesinde adeta kendi¬
liğinden üretilir haldedir. İktidarca
canma okunmuş toplum, kendi cel¬
lâdına sevdalanırcasma karşıtını
kendinde yaşatmaktadır. İktidarın
öznelliği altında inim inim inleyen ve
nesneleştirilen, karılaştırılan top¬
lum, egemenlerinden aldıkları terbi¬
ye' ile a 3 mı sistematiği kendi içinde
işletmekte, özne-nesne zihniyetini
hep canlı tutmaktadır. Devletlerin
ek bir çabaya girişmelerine ihtiyaç
yoktur. Bu çark hiyerarşinin ortaya
çıkışından beri kurulmuştur ve ken¬
di içinde sistematik ve yetkindir.
Karşısında mücadele yürüttüğümüz
sistem çok güçlüdür. Yarattığı insan
tipi onun en büyük gücüdür.
Bunun yanı sıra her gün sistem öm¬
rünü uzatabilsin, çıkarlarını devam
ettirebilsin diye binlerce think-
thank kuruluşu, sa}aları neredeyse
milyonları bulan ve toplum karşısın¬
da herhangi bir sorumluluk duyma¬
yan yalancı bilginler sistem için ça¬
lışmaktadır. Okul sistemleri de za¬
ten en mükemmel bir şekilde işle¬
mektedir. Ve insanlar oralarda ger¬
çekten de bilim ve hakikati öğren¬
diklerini sanmaktadırlar.
Bunların yanı sıra hiyerarşik dev¬
letçi sistem. Önderliğimize kızgındır,
kendilerine benzemediği için kızgın¬
dır. Tüm eritme çabalarına rağmen
bunu gerçekleştirememenin öfkesini
yaşamaktadır. Maskelerinin düş¬
müş olması nedeniyle öfkeliler. Ön¬
derliğimizin demokratik toplum ge¬
leneğinin sistemiçileşmemiş belki de
tek temsilcisi olduğunun çok iyi bi¬
lincindedirler. O nedenle amansız
saldırmaktadırlar. Topyekün saldır-
maktalar ve bir sistem halinde yö-
nelmekteler. Sistemi etkileyen ve or¬
tadan kaldırılması gereken bir kişi¬
lik ve çizgi olarak görmektedirler.
Tüm bunların bilincinde olarak ha¬
reket etmek, sırf Özgürlük Hareke-
ti’nin herhangi bir yerinde olundu¬
ğundan dola}a değil, gerçek insan
olabilmek için bir gerekliliktir. Çün¬
kü var olan sistem, insanlıktan
uzaklaştıran bir sistemdir ve günü¬
müz insanlığı bundan önemli oran¬
da nasibini almıştır. İnsanlaşmak
için sistemin bu etkilerinden kurtu¬
labilmek gerekir. Toplumun öncüle¬
ri, tüm bu saldırılan karşılayabil¬
mek, dahası karşı saldınya geçebil¬
mek için bir eğitim seferberliği ru¬
huyla hareket etmek zorundadırlar.
SERXWEBÛN I Ekim 2009
insan toplumuyla
toplum ahlakıyla ayakta durur
“Eylem harekettir. Hareket sürekli akış halinde olmaktır. Sürekli akan ırmak
gihi olmak için sağlam kaynaklardan heslenmek gerekir. Bu kaynak insan
için toplumu ve toplumım enerji adası olarak ahlakıdır. Toplumsal sorunları
görmek, çözüm yollarım ortaya koymaya çalışmak ve daha çok da insanlık
sorunlar karşısmda duyarh olmaya yöneltmek insani hir görevdir. Bu gör^iS^
yükleyen ahla kilik durumu olarak sorıımlııluk hilincidir”
Evrende varlık olma}^ başarmış
her olgunun bir anl a mı vardır. Evren¬
de anlamsız herhangi bir şe 3 dn var ol¬
duğunu düşünmek mümkün görün¬
memektedir. Denilebilir ki, anlam sa¬
hibi olmak evrensel bir yasadır. Han¬
gi gücün neden ve niçin varoluşa yol
açhğmı sormak ve bu soru}^ yanıtla¬
mak başka bir konudur. Yamh ol¬
dukça zor bir sorudur bu. Bu soru¬
nun binlerce 3 nldır tüm insanhğm ka¬
fa yorduğu ve yamtlamak istediği te¬
mel bir soru olduğunu biliyoruz: Beni
kim, neden yarattı; ben nasıl yaratıl¬
dım? Bu ve benzeri sorulan sadece
insan mı sorar, bunu tam bilmiyoruz.
Ancak başka varhklann bu soruyu
sorup sormadığı sorusunu soranm
sadece insan olduğunu kendimizden
hareketle iyi biliyoruz.
Varoluşun nedenlerini ve yaratanı
tartışma konusu geniş bir konudur.
Ancak her varoluşun kendisini bir
anlam ile ortaya serdiğini belirtmek
mümkündür. Bildiğimiz kadarıyla
anlam işiyle en çok ilgilenen de yine
insandır. Anlamm sırrma ermeye ça¬
lışırken anlam kazanan da yine in¬
sandır. Dolayısıyla şimdiye kadarki
insanlık serüvenine anlamı bulma
yürüyüşü denilebilir.
Anlam gücü
in sanı temel özne yapar
Yaradılış konusunda sorulsa da ya¬
nıtlanması kolay olmayan sorular
çoktur. Sorularm çokluğu ve derinliği
bu konu 3 m adeta içinden çıkılmaz ha¬
le getirebilmektedir. Ancak toplumsal
varoluş ile anlam konusu bizzat insa¬
nın kendi hayat serüveni içinde ger¬
çekleşmeye başladığından, insanlar
bu konuyu kendi yaşam dönemlerine
göre tartışmışlar ve yanıt bulmaya ça¬
lışmışlardır. İnsan bu temel özelliğin¬
den ötürü hem yaşar, yaşamak için
çaba harcar, hem de kendisini gerçek¬
leştirmeye yönelir. Bu durum insanm
tüm algılamalanmn merkezine kendi¬
sini ko 3 mıasma neden olmaktadır. İn¬
san temelde kendisini tanıyarak çev¬
resini tanımaya başlamıştır. Kendisin¬
den bağımsız duran nesnelerin an¬
lamsallaştırılması da insanm kendi
hafızasmm bir sonucudur. Her şe 3 t
tanımlayan insan olduğuna göre, doğ¬
ru ya da yanlış anlamlara yol açan da
yine insan olmaktadır. İnsanm bu an¬
lam gücüne sahip olması onu en azm-
dan doğamn temel bir öznesi yapmış¬
tır. Bu öznenin doğru tanımlanması,
daha doğrusu bu öznenin kendisini
doğru tanımlaması diğer tüm tanımla¬
maları bire bir etkiler. İnsan kendi
kendisini tanımlayan ve anlamlandı¬
ran bir varlıkhr. Tüm tanımlamaların
doğru olanla özgürlüğe akması, en
başta insanm kendisini ‘insanca’ ta¬
nımlamasına doğrudan bağlıdır.
İnsana kendi dışmdaki diğer olgu¬
ları tanımlama olanağını veren şey
esasta onun toplumsallığıdır. İnsan
toplumsallıkla anlam gücüne kavuş¬
tuğu gibi, başka varlıkları tanıma ve
anlamlandırma gücüne de toplum¬
sallığı sayesinde kavuşmuştur. Bu
temel ilkeden dola}^ insanlığın evren¬
sel varoluş içindeki anlam ka 3 nıakla-
nnı onun toplumsallığında aramak
en doğrusudur. En çok su 3 aın bu¬
lunduğu yeri arayan kimsenin bunu
okyanusta, yeryüzünün en yüksek
noktasmı bulmak isteyen birinin bu¬
nu dağlarda araması gibi, insanı da
toplum denilen olgunun içinde ara¬
mak temel bir doğrudur.
Toplumun ne olduğu ve nasıl orta¬
ya çıküğı sorusunun cevabı da insa¬
nm kendi yaşam değerleriyle verilme¬
lidir. İnsanm maddi ve manevi ya¬
şamı, toplum denilen varhğm görünür
kılıp anlam dünyasmı sunduğu me¬
kânlardır. İnsanlık için bu yaratılış ve¬
ya varoluş biçimi, nereden bakılırsa
bakılsın, onu doğada temel bir özne
haline getirmiştir. Yani bizzat insan
bire 3 dnin kendisi değil, içinde yaşadığı
toplumsallığı ve toplumun insan bire¬
yinde dile gelen maddi ve manevi de¬
ğerleri inşam doğada özne haline ge¬
tirmiştir. Bunun için insana anlam
kazandıran toplum denilen olgunun
temel yapısmı bilmek, buna göre ya¬
şamak insanlığımız için kaçınılmaz ol¬
maktadır. Madem insan bir varlık ola¬
rak toplumu ile evrende anlam kaza¬
nıyor, varhklaşmayı başarıyor, o halde
insanm içinde yaşadığı toplumu tam-
ması önemli olmaktadır. Özellikle top¬
lumu toplum yapan ahlak ve politika
gibi alanları kendi işleyiş yasalarıyla
tanımak ve buna göre yaşamak, insan
nedir sorusuna verilecek başlıca yanıt
olmaktadır. Toplumsal yaşam pratiği
içinde esas olarak insanhğm kendi öz
değerlerini yaratarak bugüne geldiğini
SERXWEBUN I Ekim 2009
“Toplumu ahlaki yamyla ele alarak tanımaya çalışmak, verilen
olgularm doğaları gereğidir. İnsan bireyinin kendi toplumu ile
ilişkisine benzer bir ilişki toplumsal olgu ile ahlak arasmda vardır.
İnsan tüm gücünü içinde yaşadığı toplumdan alarak dev amlılığım
sağlamaktadır. Toplumun da gücünü ve dev amlılığını
ahlaktan aldığmı vurgulamak gerekir”
87 -
biliyoruz. Zaten bu değerlerden ba¬
ğımsız insanı düşünmek, insanı an¬
cak biyolojik varlık düzeyinde tanıma¬
ya olanak sağlar. Bu da anlamı toplu¬
mun içinde arayan, bu arayışı ile ken¬
dini yaratan insan olmaz.
Tümvarbklar
ikiU bir yapı gösterir
İnsamn kendisinde bulunan an¬
lamlandırma gücünü doğada özne ol-
masma neden olan özelliğinin temeli¬
ne koyabiliriz. İnsamn kendi dışmda-
ki varlıklan neden ve nasıl tanım¬
ladığı, içinde yaşayıp kendisini ger¬
çekleştirdiği toplumuyla ilişkilerinin
bir sonucudur. İnsanın başka bir
varlığı ta nım ası ihtiyaçtan doğmuş¬
tur. İhtiyaç toplumsallığm bir özel¬
liğidir. İhtiyaç başka bir varlığı tanı¬
maya yol açar. Tammak, dar anlamda
sadece ‘nedir’ sorusuna cevap vermek
demek değildir. Tanımak için birçok
eyleme gereksinim vardır. Tanımanın
kendisiyle getirdiği birçok sonuç da
bulunmaktadır. Tanımak en başta
kendinden taviz verme 3 d gerektirir.
Tanımak, tanımaya çalışhğımız şeye
yakınlaşmayı gerektirir. Tanımak de¬
ğiştirmek olduğu gibi, kendinde deği¬
şimi de kabul etmek demektir. İnsan
sorumluluğundan dolayı tanır. Tanı¬
ma aynı zamanda insanm kendisini
sorumluluk altma almasma da yol
açar. İnsan neden kendisini sorumlu
görmekte ve sorumlu kılm a ktadır so¬
rusunun cevabı toplumsallığmm de¬
vamlılığında gizlidir. Toplumsallığm
devamlılığı için başka şeyleri tanımak
gerekir. İnsanm doğada bulunan en
becerikli özne olmasım, en iyi şekliyle
onun başka şeyleri tanıma ve onlar¬
dan yaşam sahalan kurma davranı¬
şında görebiliriz. Bu özellik insanm
koca bir kültür dünyasmı yaratacak
kadar emek ve çaba harcamasına gö¬
türmüştür. Bu ve benzer birçok insan
özelliğinin yol açüğı sonuca toplum di¬
yeceğimiz gibi, insanm bu özellikleri
kazanmasma neden olan mekâna da
toplum denilebilir.
Tüm varlıkların ikili bir yapı göster¬
diği ispatlanmıştır. Anlam da bir olgu¬
dur. Bu olgunun varlık kazanması
için de gerekli olan şey ikili yapmm
varlığıdır. Dualistik yapmm ahengi
varhğm oluşumuna neden olurken,
her varlığın tamnması için ise kendi
karşıtma ihtiyacı vardır. Bu karşıtlık¬
ta iki karşıt şeyin varlığı birbirine
karşı negatif gibi görünüyorsa da,
karşıtlar birbirini anlamlandırdığı için
pozitif olabilmektedirler. Bu tanımla¬
madan hareketle toplum denilen var¬
lık için de bazı hususlar belirtilebilir.
Tammlamaya toplum denilen olgu¬
nun nasıl işlev kazandığmdan başla¬
yabiliriz. Örneğin toplumun onu canlı
bir organizmaya dönüştürüp eylemsel
kılan yanı nedir? Toplumu maddi bir
kütle olmaktan çıkaran, ona doğadaki
diğer varlıklardan başka başka özel¬
likler 3 mkleyen özelliği hangisidir?
Tüm bu ve benzer sorulann cevabı
toplumu aktifleştiren, onu görünür
kılmaya sevk eden iç eneıjisi olarak
ahlak denilen olgudur. Önderliğimizin
deyimiyle, ahlak olmadan toplum ku¬
rulmaz. Topluma maddi bir olgu ola¬
rak bakıldığında, ahlak da onun ma¬
nevi yanıdır. Toplum esasta manevi
olan özellikleri sonucunda maddileş¬
mektedir. Toplum beden ise, ahlak
onun ruhu olmaktadır. Ruh canlılığm
işaretidir. Toplum canlı bir varlıktır.
Ahlak toplumun gören gözü, işiten
kulağı, hisseden 3 mreğidir. Yukarıda
verilmeye çalışılan ‘tanıyan ve tanı¬
nan’ arasmda belirtilen hususları işle¬
ten güç de ahlak olmaktadır.
Demek ki insanı evrensel varoluşu
içinde insan yapan toplumu ise, top¬
lumu da toplum yapan esasta ahlak
denilen olgudur. İnsanlık toplum
içinde anlam kazanmakta, anlam¬
landırdığı diğer tüm varlıkları da top¬
lumsal yaşamlanmn ihtiyaçları so¬
nucunda anlamlandırmaktadır. İn¬
san, toplum ve ahlak ilişkisinden do-
la}^, çok rahatlıkla denilebilir ki, ‘ne
kadar ahlak, o kadar işlevsel toplum
gerçeği’ doğmakta; ‘ne kadar fazla
toplumsal işlevsellik, o kadar da de¬
ğişip dönüşen insan gerçeği’ ortaya
çıkmaktadır. Değişim ve dönüşüm
toplumsal ahlakilik gereğidir. Çünkü
toplumsal olan, kendi rotasında deği¬
şendir. Değişim temel yaşam yasası¬
dır. Yaşam yasalanna göre olmak ah¬
lakilik açısmdan olmazsa olmaz bir
şeydir. Burada temel bir soru nasıl
bir değişim noktasında ortaya çık¬
maktadır. Değişim nasıl olacak, kim
nerede nasıl değişecek, değişmesi ge¬
reken nedir gibi birçok sorunun bu
konuda sorulup yanıtlanması gere¬
kir. Bu hususta sorulann peşi sıra
gelmesi konuyu zorlaştırmamakta-
dır. Çünkü ahl a kilik olgusu insan
için adeta bir terazi gibi ölçü verdi¬
ğinden, çok soru sorulsa da işimizi
sadeleştirebilmektedir. Örneğin ken¬
disini sorumlu görmeye başlamış bir
insan için yapılacaklarm önemli bir
kısmı tamamlanmış gibidir.
Toplumlar gücünü ve
dev amlılığını ahlaktan ahr
Toplumu ahlaki yanıyla ele alarak
tanımaya çalışmak, verilen olgularm
doğalan gereğidir. İnsan bire 3 dnin
kendi toplumu ile ilişkisine benzer
bir ilişki toplumsal olgu ile ahlak
arasmda vardır. İnsan tüm gücünü
içinde yaşadığı toplumdan alarak
devamlılığını sağlamaktadır. Toplu¬
mun da gücünü ve devamlılığını ah¬
laktan aldığını vurgulamak gerekir.
Başka bir de 3 dşle toplums a llığım ız ın
güvenliğini sağlayarak ona devamlı¬
lık kazandıran şey ahl a kın kendisi
olmaktadır. Evrende kendi özsel de¬
ğerleriyle toplum ve insan olarak iç
Ekim 2009 | serxwebûn
içe iki varlık anlam kazanmışsa,
bunda ahlakın belirleyici rol 03nıadı-
ğmı belirtmek insanlık kimliğimiz
gereğidir. Evrendeki her varlığın an¬
lam sahibi olduğunu belirtirken, in¬
sanlığın bu evrensel yasaya göre ol-
masma olanak tanıyan en önemli şe¬
yin ahlak olduğunu belirtmek yerin¬
de olur. İnsan nedir sorusunun bir
cevabı “insan toplumsal bir varlıktır"
şeklinde olurken, diğer bir cevabın
da “insan ahlaki bir varlıktır" tarzm-
da verilebileceğini bilmek gerekir.
İnsan ahlaki bir varlık olarak ahlak
ile en iyi olan ne ise onu tanımakta¬
dır. En İ3d, insana layık olandır. İn¬
sanın kendisinin doğada yaptıkları
iyi olan şeylerdir. İnsan ‘iyi’ olanı
esas alır. Burada haklı olarak 130 ne¬
dir sorusu sorulabilir. Biz bu soruya
cevaben, “toplumsal olan, insana gö¬
re olan iyidir" diyebiliriz. Bencillik,
bireycilik kötüdür. Komünal düşün¬
mek ve yaşamak İ3ddir. Barış iyidir,
savaş kötüdür. Bu ikilemleri daha
da arttırabiliriz. İnsan olgusunu ve
yaşam değerlerini iyi nedir, ne tür
şeyler İ3ddir sorulan ile boğmaya ge¬
rek yoktur. İnsan toplumu doğru ve
özgürce yaşama yolunda götürecek
iyi olanlan esas almaya başlandığın¬
da, bu yaklaşımıyla yaşam içinde
binlerce olması gereken 130 olanlan
da kendiliğinden netleştirmiş ve ye¬
nilerini yaratmış olacaktır.
Ahlak ile insan kendini var kılmak
için önemli bir enojiye kavuşmuştur.
Bu eneıji insanm en iyi şekilde çalış-
masma da yol açmaktadır. İnsan top¬
lumsal bir varlık olduğu için çalışır,
emek verir. İnsana böyle olması ge¬
rektiğini söyleyen şey ahlakiliktir. İn¬
san nasıl çalışmalı, hangi çalışma top¬
luma daha faydalıdır konusunda da
ölçüyü ahlak vermektedir. Çalışmak,
emek vermek insamn değişim ve dö¬
nüşümünü hızlandıran temel özelliği¬
dir. İnsanlarm hareket edip yaşam yo¬
lunda yeni hayatlar kurduklarım
emeklerinden anlarız. Tüm bu yeni
olanlarm insanca bir yaşam tarzmda
anlam kazanması da ahlakm bütün¬
leştiren gücüyle olmaktadır. İnsanlar
emek verince, ait olduklan yere ve
topluma bağlanırlar. Bu bağlanma
kendi içinde insanı sorumlu kılmakta¬
dır. Buradaki bağlanma tümüyle kişi¬
yi insan olarak neler yapması gerekti¬
ği konusunda sorumlu kılmış demek¬
tir. Tüm bu belirlemelerle insan deni¬
len varhğm nasıl anlam kazanmakta
ve anlam derinliğine yol açmakta ol¬
duğu bütün ana batlarıyla ortaya
çıkmış olmaktadır.
Konumuzu daha somut ele almak
için toplumsal görevler bağlamında
toplumsal yaşam ve birey olgusunu
güncellik içinde ele alabiliriz. Bu bize
insan ve toplumunun ahlakilik açı-
smdan verilen tammlamaya göre ne¬
rede durduğunu görme olanağı verir.
Bir kez insanm kendi görevlerine sa¬
hiplik etmesi, doğru3m ve İ3ti olam
esas alarak insanca olan yol içinde
hareket etmesi için vicdan sahibi ol¬
ması gerekir. Vicdan insanı sorumlu
kılarken, a3mı zamanda sorumluluk
duygusuyla da insan kendi vicdanmı
bÜ3mtmektedir. Vicdanı bÜ3mk insan,
eneıjisi çoğalmış insandır. Vicdan, in¬
san için en önemli eylemsel güçtür.
Vicdanı olmayanlarm eyleme geçmesi
tümüyle mümkün olmaz demesek de
çok zordur. İnsan en başta vicdanlı
olduğu için haksızlıklara karşı bir du¬
ruş ve davramş içine girmektedir. İn¬
san en kolay haksızlıklara karşı hare¬
kete geçiren vicdanı sayesinde insan¬
lık ölçüsünü ortaya koyabilmektedir.
Günümüz insanlık durumu için ken¬
di anlamsalhğmm neresinde durdu¬
ğunu bu özellikleri ele vermektedir.
Bunca toplumsal sorunların varlığma
rağmen sorunların çözümüne ilişkin
gerekli çaba ve mücadele verilemiyor¬
sa, ahlak olgusundan hareketle bu
durum tanımladığımız insanlıkta bir
sorunun yaşandığmı gösterir.
Aidiyet ve sorumluluk
arasmdaki kopmaz bağ
Doğru bir vicdan -ahlak- için en
başta ‘insan’a ihtiyaç vardır. İnsan
toplum içinde gerçekleşen bir varlık
olduğu içindir ki, vicdanlı olmak iste¬
yen insan öncelikle kendisini doğru
ve İ3d ortaya koyacağı bir toplum orta¬
mına ihtiyaç duyar. Bunun için vic¬
danlı olan, en başta iyi bir insan ol¬
- 88
mak için bireyin ait olduğu toplumun
üyesi olması fikrine inanması gerekti¬
ğini bilir. Toplumsal yaşamm ölçüleri
ve kurallarmm da kendi bire3tini de¬
mokratik ve komünal özellikte yetiş¬
tirmesi gerekir. Kuşkusuz toplum
kendi bire3tini bu temelde yetiştir¬
mektedir. Ancak reel gerçeklik teme¬
linde bakıldığmda, hâkim yaşam tar-
zımn bire3ti tanımsız bırakabileceği de
görülebilmektedir. Toplumsallık var¬
dır. İnsan toplumsuz yaşayamaz. An¬
cak hâkim olanlann toplumu nasıl
ele aldıkları, yaşanacak olanlan doğ¬
rudan belirlemektedir.
Bire3tin kendisini toplumuna ait
hissetmesi ile sorumluluk duygusu
arasında kopmaz bir bağ vardır. İn¬
şam sorumiuluk altma alan, bunu
hatırlatan, bu anlamda insanm deği¬
şim ve dönüşüme yönelmesine neden
olan şey insanm 3mkümlülük bilinci
olarak ahlakıdır. Vicdanı ve ahlakı
kalmamış bir insan, herhangi bir
haks ız lık karşısında sorumluluk duy¬
maz. Bu insan toplumdan kopmuş
bireyci insandır. Dolayısıyla bir insan
bire3ti için toplumsal ahlakilikle yaşa¬
mayı başarması bireyciliği reddetme¬
siyle başlar. Günümüzde yaşanan te¬
mel bir sorun, daha doğrusu tüm so-
runlarm temelini döşeyen sorun, top¬
lumsal yapmm parçalanmış yapısmm
kendi üyesini komünal temelde an-
lamlandıramamasıdır. Bugünün top¬
lumsal yaşamı, yaşadığı ahlaki eroz¬
yondan dolayı anlam yitimine uğra¬
mıştır. Anlam yitimi insanm yitimidir.
Çünkü anlamlandıran, anlam için
anlam yaratan insandır. Anlam 3tiümi
yaşamış olmak, iyi ve kötünün birbi¬
rine karışması anl amın a da gelmekte¬
dir. Bu da yaşamm çirkinlik içinde
geçmesi demektir. Sade bir tabirle
buna yaşamm ölçülerini kaybetmesi
denir. İnsan için bu ahlaksızlık oldu¬
ğu gibi kimlik siz liği de ifade etmekte¬
dir. Toplumsal kimlik yitimi demek,
insanm bireycileşmesi demektir. Bu¬
nun için duyarsızlık, kendini yaşa¬
mak ve sorumsuz davranmak hem
ahlaksızlık hem de insan olarak ken¬
di anlam dünyasından kopmaktır.
Bireycilik toplumsal sorumlulu¬
ğun bitişidir. Toplumsal sorumlulu-
SERXWEBÛN I Ekim 2009
ğun insan vicdanıyla direkt bağı
vardır. Bu anlamda bireyci olmak
sorumsuz olmak demektir. Bireyci
kendisine karşı ancak günübirlik
felsefeye göre sorumluluk duyabilir.
Bireycilik başka bir insanın diğer bir
insanı tanımasını, tanımlamasını da
engeller. Günümüzde yaşanan iliş¬
kisizliğin bir nedeni de budur. Top¬
lumsal ilişkilerin darlığı, asosyallık
nedeni olan bu durum ahlaksızlığın
da boy verdiği ortamdır. Bunun için¬
dir ki, aynı apartmanda veya a3nıı
sokakta 3nllarca beraber yaşadıkları
halde, insanların birbirini tanıma¬
maları şurada kalsın, selâmlaşma¬
maları da normal bir insan dav¬
ranışı olarak görülebilmektedir. İn¬
sanların birbirlerini tanımaması
normalleşmiştir. Oysa insanın evre¬
ni, onun yaratılış sırlarını tanıma,
bu sırlan anlama iddiası vardır. Bu
tir. Ortadoğu’nun ‘bir lokma, bir hır¬
ka’ felsefesinin derviş ve bilgeliğini
esas almak iyi ahlak için esasür. Bu
yaklaşım doğru ve i)n ahla kın nerede
başlayacağını ortaya koymaktadır.
Her varlığm tanımlanması için sahip
olduğu temel ilkeleri vardır. İnsanlık
için iyi ahlakın varlık ilkesi ise top¬
lumsallıkla başlar. Çünkü ahlak ol¬
madan toplum, toplum olmadan da
ahlak olmaz. Toplum ve ahlak olgu-
lan etle kemik gibi birbirine yapışık¬
tırlar. Ama ikisi arasmdaki bağ bu¬
nun da ötesindedir.
İyi ahlakı bir de toplumsal eylem-
sellik halinde görmekte3nz. İ3n ahlak
toplumsallığa karşı saldınlarm oldu¬
ğu yerde yerinde durmaz. İ3d ahlak
sorumluluk duygusu biçiminde yan¬
sır. Sorunların yaşandığı yerde 130
ahlak insanı arayışa götürür. Sorun¬
ları çözme gücünü ve cesaretini ve¬
ötürü rahatlıkla söylenebilmektedir.
Bu yalan ahlaka inceden ama keskin
kılıçla bir saldırıdır. Yaşamda hâkim
olan da bu düşünce olduğu için yaşa-
mın paramparça olmuş hali rağbet
görebilmektedir. Günümüz yaşamm-
da bütün bu parçalanmışlıklann ya-
ratüğı tablo insanda köklü tammsız-
lıklara neden olmuştur.
Yaşanan realiteden ötürü insanm
kendi sosyal gerçekliği karşısmda ca¬
hil olduğu söylenebilir. Tamyan ve ta¬
nımlayan insan, hâkim olan toplu¬
mun 3mrütülüş tarzmdan dolayı ken¬
disini tanımlamayacak duruma geti¬
rilmiştir. Günümüz insanhğımn so¬
runları belirtilmeye çalışılırken, bu¬
nun nedenlerinden bir tanesinin de
bu parçalılık olduğu bilinmelidir. Bu
ruhsal parçalanmadan ötürü insan
çok ciddi toplumsal sorunlar karşısın¬
da bile tepkisiz kalabilmektedir. Tepki
canlılığın bir işaretidir. İnsanm tepki¬
si razı olunmayan şeye karşı olur. İn¬
sanda tepkisizlik her şeye razı olduğu
anlamına gelir. Her şeye razı olmak,
boyun eğmek demektir. İnsan en iyisi¬
ne bile kolay kolay razı olm az ken kö¬
tüye bile razı ise, bu durum insamn
ne derecede boyun eğdiğini veya insa¬
na bo3am eğdirildiğini gösterir. Boyun
eğmek köle olmaktır. İnsan bir en iyi¬
sine razı olur, bir de köleleştirilince
kendisine sunulan her şeye razı olur.
Bu durum en fazla da günümüzde ya¬
şanmaktadır. İnsanlığın yaşadığı ge¬
lişmeler insanm en iyisini seçebilme
ve yapma olanağım verebilmektedir.
Buna rağmen tarihin en kötü ve çirkin
yaşamı da gerçekleşmiş derin kölelik¬
ten ötürü yaşanabilmektedir.
Bugün toplumsal yapmm parça¬
lanmışlığından ka3nıaklı ahlaksızlık
hâkim bir realite olduğu için, tüm kö¬
tülükler ‘kuzu postuna bürünmüş
kurt’ misali kendisini sunabilmekte¬
dir. Bu durumda görünen maalesef
sadece post olmaktadır. Postun için¬
de gezen kurt görülmemektedir. İmaj
çağının ve onun temel tarzı biçimcili¬
ğin özünden koparttığı kutsal hayaün
trajik hikâyesidir bu! İnsanhğm mev¬
cut hali ve ahlak sorunlarından do¬
layı kurt uluyarak saldırdığı halde,
bu kuzuların melemesi şeklinde algı-
“Günümüz putçuluğu kapitalist yaşam kalıplandır. Kapitalizmin
topluma va^eçilmez olarak sunduğu yaratunlandır. Bireyci olmak
bir putçuluktur. Sorumsuzluk bir putçuluk durumudur. Her şeyin
maddi bir karşılı ğının olması da putçuluktur. Kapitalist dil bu
putçuluğun sunum biçimidir. Tıpkı zaman gibi pudarm da sadece
biçimlerinin değiştiğini bilmek ve buna inanmak ahlaki olmakür”
bÜ3mk çelişkiyi yaşadığı halde, bu¬
nu normal gören duruma ahlaksız¬
lık veya kötü ahlak demek, 130 ahlak
sahibi olmanın bir gereğidir.
Ahlak toplumun
bilinç durumudur
İnsan sadece birbirine karşı değil,
her şeye karşı sorumludur. Çünkü
tamyan ve tammlayan kendisidir.
Bunun için insan varlığının anlam
3mceliği başka insanlarca tanımlan-
ma3a gerekli kılmaktadır. Bu tanım-
lamaya yol açan etkenlerin başında
ise, tan ım lananın ahlaki duruşu gel¬
mektedir. Ahlaki olmak, başkaları
için de yaşama sarılmayı gerekli kı¬
lar. Ahlaklı olmak, yaşamı başkalan
için kurmaktır. Yaşama kurucu ola¬
rak katılmak yaşanacak bir şey varsa
onu başkalanna bırakmak ahlakilik-
ren de özünde insanm ahlaki yanı¬
dır. Çünkü ahlak a3nıı zamanda top¬
lumun denenmiş ve yaşamı geliştire¬
ceği ispatlanmış bilinç durumudur.
.Ahlaki bilinç pratikleşme gücüdür.
Toplumsal pratik sadece yeni şeyler
yapmak demek değildir. Toplumsal
pratik yeni şeyler yapmak olduğu
kadar, ahlaki olmayan durumları or¬
tadan kaldırmayı da gerektirir.
Çünkü ahlaklı olmayı engelleyen bir
durum yaşandığından, özellikle bu¬
gün için ahlaklı olmak için işe ahlak¬
sızlığı deşifre etmekle yola ko3aılma-
lıdır demek yerindedir.
Günümüzde temel sorun insanh-
ğm ahlaki sorunlar yaşadığma insan¬
ları inandırmaktır. Adeta toplumsal
sorunlann varlığı ahlakiliğin yoklu¬
ğundan değil de insanların birbirleri¬
nin işlerine çok kanştığmdan oluyor¬
muş gibi bir yalan ahlaksızlıktan
Ekim 2009 | serxwebûn
90
lanmaktadır. Sorunlara yol açan bu
algılanış değiştirilmezse ve bir şekilde
bu sorunlar çözülüp aşılamazsa insa¬
nın kendi sonunu getirebileceği söy¬
lenmektedir. Ahlak bir de bu bakım¬
dan bizim açımızdan önemlidir. İnsa¬
na bütünlüklü bir yaklaşımı geliştire¬
bilmek, yaşanan sorunlara eğilebil-
mek için de ahlak sahibi olmak ge¬
reklidir. Çünkü ahlak insana insani
olanı seçme imkânı verir.
Bugün itibariyle ahlaki olmanm te¬
mel bir ölçüsü de toplumsal sorunlar
karşısında duyarlı olmak ve insanları
duyarlı kılmaktır. Duyarlı olmak aynı
zamanda devrimciliktir. Diğer insan¬
ları duyarlı kılmak, eyleme geçirmek
devrimciliğin ilk adımıdır. Ahlaki ol¬
ma noktasmda yaşanan sorunlardan
dolayı tarihin devrimcileşmek için en
fazla ihtiyaç duyduğu zaman bugün¬
dür. İnsanlık adına ahlan her adım
bugün itibariyle devrimciliktir. Kendi¬
ni bilmek devrimci olmakhr. Devrim¬
ci olmak sürekli bir devingenlik için¬
de olmaktır. İnsamn sürekli devin¬
genlik içinde olması, kendi kişiliğini
sorgulaması anlamına gelir. Bu an¬
lamda devrimci olmak kişilik kazan¬
mak, toplumsallaşarak kendi görev
ve sorumluluklannm ne olduğunun
bilincini diri tutması ve geliştirmesi
demektir. Bu da her zaman eylem ha¬
linde olmak demektir.
Eylem harekettir. Hareket sürekh
akış halinde olmaktır. Sürekli akan
ırmak gibi olmak için sağlam kay¬
naklardan beslenmek gerekir. Bu
kaynak insan için toplumu ve toplu¬
mun eneıji adası olarak ahlakıdır.
Toplumsal sorunları görmek, çözüm
yollarım ortaya koymaya çalışmak ve
daha çok da insanlan sorunlar karşı¬
sında duyarlı olmaya yöneltmek in¬
sani bir görevdir. Bu görevi 3hikleyen
ahlakilik durumu olarak sorumluluk
bilincidir. Günümüzde h â kim olan
bireycilik insanın bu görevlerini yap¬
masını engelliyor. Bundan dola}^
toplumdan kaçışın somut ifadesi so¬
runlardan kaçmak biçiminde görülü¬
yor. Toplumsal görevlerinden kaçış,
a3nıı zamanda insanlığından kaçıştır.
Toplumsal sorunlar, toplumun ahla¬
ki yapısmm bozdurulmasıyla ortaya
çıkmış sorunlardır. Buna yol açan
ise devlet ve iktidar olgusudur. Top¬
lumsal sorunlardan kaçış toplumsal¬
lıktan kaçıştır. Toplumsallıktan kaçış
devlete iktidara doğru kaçışür. Top¬
lumun tümü iktidar sahibi olamaya¬
cağı için de devlete kaçış köleliğe ka-
çışür. Toplumsal sorunlardan kaçış
sorunları görmezden gelmekten kay¬
naklanmaktadır. Sorunları görmez¬
den gelmek, anlam gücünü ve vicda¬
nını kaybetmekle ilişkilidir.
Devr im cilik toplumsal düşünmek
ve yaşamaktır
Bunca toplumsal sorunlarm ya-
şanmasma rağmen, sanki hiç kimse¬
nin sorunlan yokmuş gibi bir durum
yaşanmaktadır. Sorunlan başkalan
yaşıyor denilerek, insanlann her gün
defalarca karşı karşıya kaldığı sorun¬
lar karşısmda bile duyarsız kalmala-
nna neden olunmuştur. Bu ise top¬
lumsallık anl amın da bir hastalık du¬
rumudur. Tüm bu hastalıklı durum¬
lar kesinlikle insanm toplumsal ger¬
çeğinin parçalanması ve vicdanlan-
nm yara almasıyla direkt bağlantılı¬
dır. Her sorun toplumsal bir ihtiyacın
karşılanmamasından doğmaktadır.
İnsanm duyarsızlığı, bu ihtiyaçlann
giderilmesinde rol üstlenmemesine
neden olmaktadır. Bu da insanm en
temel özelliği olan yaratıcıhğmı kay¬
betmesine yol açmışhr. Artık yaratıcı-
hğm olduğu alanlar bilgisayar prog¬
ramlan ile yaratılan animasyon film¬
leri ve simülasyon alanlandır. Yaşam
tekrarm ve mekanikleşürilmişliğin te¬
neke halinden çekilmez hale gelmiş¬
tir. Bunu bilmemek, bilip de gerekle¬
rini yerine getirmemek ahlaki boşlu¬
ğun yaşanmasından kaynaklanmak¬
tadır. Bütün toplum üyelerinin yaşa-
nanlan görmesi ve görüp karşı koy¬
masının ilk adımı vicdan sahibi olma-
lanndan geçer. Bugün en fazla da vic¬
danı ayaklandırmak ve eyleme geçir¬
mek gerektiği ortadadır.
Devrimci eylemselliğe yol açacak
ahlaka sahip olmaya ekmek ve su¬
dan daha fazla ihtiyaç duyduğumuz
bir süreçte yaşamaktayız. Devrimci¬
lik toplumsal düşünmek ve yaşa¬
maktır. Çünkü maddiyatçıhk ve bi¬
reycilik temel insan değeri haline ge¬
tirilmiştir. İnsan için en zor iş top¬
lumda hâkim hale getirilmiş düşünce
ve yaşam kalıplarım aşmaktır; insan¬
lan yeni zihniyete, yeni bir vicdana,
yeni bir toplumsal sisteme alıştır¬
maktır. Bunun en zor iş olması top¬
lumsal mantığm dogmatik özellikler
göstermesinden kaynaklıdır. Tanı¬
mak ve tanımlamak aynı zamanda
dogmatik olmaya da yol açar. Dog-
matikliği aşmak put kırmaktır. Her
dönemin putlan olmuştur. İnsan bi-
re3ti üzerinde kurulacak en bÜ3mk
baskı toplumsal baskıdır. İnsanlar
en kolay toplumsal baskı altında ezi¬
lir ve yenilirler. Toplumsal baskının
devletçi karakteri a3mı zamanda put
yapmaktır. Putçuluk ahlaki düşüş¬
tür. Ahlaki düşüş olmadan insanlar
putlara inanmazlar. Tüm insanlık
dışı uygulamalar birer putçuluktur.
En çok toplumsal sorunlar bugün
yaşandığı için, en çok putçuluğun bu
dönemde yaşandığmı rahatlıkla ileri
sürebiliriz. En çok putçuluk bu dö¬
nemde yaşanıyorsa, en fazla ahlak¬
sızlık bu dönemde yaşandığı içindir.
Günümüz putçuluğu kapitalist
yaşam kalıplandır. Kapitalizmin top¬
luma vazgeçilmez olarak sunduğu
yaratımlarıdır. Bireyci olmak bir
putçuluktur. Sorumsuzluk bir put¬
çuluk durumudur. Her şe3tin maddi
bir karşıhğmm olması da putçuluk¬
tur. Kapitalist dil bu putçuluğun su¬
num biçimidir. Tıpkı zaman gibi put-
lann da sadece biçimlerinin değişti¬
ğini bilmek ve buna inanmak ahlaki
olmaktır. Devrimcilik her açıdan ka¬
pitalist putçuluğa meydan okumak
ve toplumsal ahlaka dönüşü sağla¬
maktır. Bunun yolunun ‘kapitalist
din’den çıkmak olduğunu bilmekten
geçtiğine inanmak gerektiğini belirt¬
mek özgürlük getirecek ahlakilik ge¬
reğidir. Bunun başlangıç duasının
insanm kendisine varoluşunun an¬
lamına soru yöneltmekten geçtiğini
bilmek gerekir. Bu bilinci edinmiş
olanlarm da kendini değiştirmek ve
yanı başındaki insanları değiştirip
dönüştürmekle sorumlu olduklarını
bilmeleri en kutsal insanlık işidir.
Ekim 2009 | serxwebûn
91
EĞİTİM ZAMANI
“Yürüyüşten dönüp noktaya ulaştığımızda, günlük mutfak görevlisi olan grubumuzun en
genç üyesi ve Doğu Kürdistanlı olan Xeyri arkadaş, çaylarımızı çoktan hazırlamıştı. Onun
bu tavrı arkadaşları çok mutlu etmişti. Herkes ona teşekkür ediyordu. Çünkü böyle bir
görevi olmamasına rağmen, fedakârlık yaparak dört manganın da çaylarını hazırlamayı
kendine görev bilmişti. Bu durum grubumuzun kaynaşma derecesini de gösteriyordu.
Kahvaltılıklarımızı masanın üstüne koyarak, çaylarımızı doldurduk”
“Kişilikte zafere ulaşan bireyin
dev rim de geri adım atması mümkün
değildif'
ReberApo
Güneş gittikçe kendini daha şid¬
detli hissettirmeye başlamıştı. Ha¬
valar ısınmış, ilkbahardan yaz mev¬
simine yavaş yavaş geçiliyordu. Ar¬
tık akşamlan üşümeden yatılabili-
niyordu. Yapraklar iyiden iyiye bü¬
yümeye başlamıştı. Her yer yemye¬
şil bir örtüyle kaplanmış, küçük de¬
reciklerden gelen bahar suları tü¬
kenmeye başlıyordu. Esas kaynak¬
lar ise daha canlıydı.
Rojbaş ile beraber içtima yapılıp,
spora başlandı. Daha ilk günler ol¬
masından kaynaklı spor bize sıkıcı
geliyordu. Fakat zaman ilerledikçe
spor bizim için olağan bir hale gel¬
miş, vücudumuz da açılmıştı. Ger¬
çeği söylemek gerekirse, ben bir tür¬
lü spora ısınamadım, aslında sevmi¬
yordum. Spor bittikten sonra herkes
timlere gidiyordu. Timlerin sayısı
dört veya beş civarında değişiyordu.
Bazı arkadaşlar ağaç getirirken, di¬
ğer arkadaşlar da su ve ateş işleri ile
ilgileniyorlardı. Genel de her işte bir
iş bölümü ve kolektivizm hâkimdi.
Her tim kahvaltısını yaptıktan sonra
eğitim için son hazırlıklarını tamam¬
lıyordu. O gün, havalarm bozuk ol¬
masından dolayı, eğitimi görmek
için beş dakika uzaklıkta olan kış
kampının okuluna gittik. Hava bu¬
lutlu ve yağmurlu olduğundan, oku¬
lun içi karanlıktı. Ama komisyonda
modem gerilla üzerine eğitim veren
Numan arkadaşm sesi hem karanlı¬
ğı yırtıyor, hem de yağmur gürültü¬
sünü bastmyordu. Komisyon anla¬
tım sırasmda birden durdu ve Or¬
han arkadaşı ayağa kaldırdı. Orhan
kısa boylu, esmer ve gmbumuzun
doktomydu.
Komisyon “sence modem gerilla
nedir?” diye sorunca Orhan arkadaş
“tekniği iyi bilen, taktik ustalığa sa¬
hip olan, aynı zamanda tekniği tak¬
tiğe uyarlayabilen, etkin ve sonuç
alıcı vuruş tarzı ve kabiliyeti serğile-
yendir. Ayrıca beş parmak formülü¬
nü (gizlilik, hareketlilik, inisiyatif,
hızlılık ve ani vumş) bütün ciddiyeti
ile eksiksiz yerine getiren ğerilladır"
diye cevap vermişti. Komisyon “Hel-
west arkadaş sen ne diyorsun? Ku¬
zey sahasmdan en son gelen sensin”
dedi. Ben birden heyecanlanmaya.
kızarmaya başladım. Ne diyeceğimi
bilemiyordum. Ama artık ayaktay¬
dım ve bir şeyler belirtmem gereki¬
yordu. “İnsan bir şeyi başarmak ya
da bir görev yerine getirmek istiyor¬
sa, o şeye aşk derecesinde bağlı ol¬
ması şarttır. Gerillacılık da bir aşk¬
tır. Aşkı ne derecede yaşarsan, o dü¬
zeyde gereklerini yerine getirir ve za¬
fere koşarsın”höylece görüşümü be¬
lirttikten sonra derin bir nefes ala¬
rak yerime oturdum. Bu seferlik de
kendimi kurtarabilmiştim.
Modem gerilla dersi, iki aylık eği¬
timlerle yoğun tartışma ve diyalog
neticesinde sonuca vardı. Hemen
hemen bütün arkadaşlarda genel ve
ortak bir anlayış sağlanmıştı.
O günkü subay; esmer, saçları ge¬
nelde dökülmeye başlamış bir arka¬
daştı. Subay erzakın geldiğini haber
verip, bizden bir buçuk saat uzaklık-
92
SERXWEBÛN I Ekim 2009
ta olan, lojistik kurumuna gidilmesi
için arkadaşların görevlendirilmesi
gerektiğini söyledi. Böylece her tim¬
den iki kişi olmak üzere, 10 kişi ile
göreve gidildi. Görevden kaynaklı o
gün eğitim yoktu. Biz de kalan arka¬
daşlar olarak noktayı değiştirip yeni
manga yapımı ile uğraştık. Çünkü
bahar sulan kurumuş olduğundan,
asli kaynaklarm yakınına nokta kur¬
mamız gerekiyordu. Artık naylonlara
ihtiyaç olmadığmdan, naylonlar kal-
dınldı. Her tim çardak yaptı. O gün
adeta tabiri caizse, doğa katliamı ya¬
pıldı. Çünkü çardaklar için, ağaç
dallarına ve yapraklanna ihtiyaç var¬
dı. Yapraklan çok gür olan ağaçlar,
bir iki saat içinde adeta çıniçıplak
bir duruma gelmişlerdi. Bu sırada
arkadaşlar görevden geliyorlardı.
Yorgun, argın, ter içinde mesafeli
olarak noktaya ulaşıyorlardı. Lojis-
tikçi olan Amed arkadaş gelen erzakı
düzenlemek ve denetlemek için mut¬
fağa gitti. Amed, iri yarı bir yapıya
sahipti. Tipik Amed kişiliğine sahip
özellikleri olup, sesi her zaman bir
şeyleri bastırmak istercesine yük¬
sekti. Birden mutfaktan yüksek ses¬
lerden oluşan, bir kalabalık gürültü
işitildi. Tabi herkes bunun Amed ar¬
kadaştan kaynaklı olduğunu biliyor¬
du. O akşam, lezzetli bir yemek ye¬
dikten sonra, televizyon saatinin gel¬
mesiyle, isteyen arkadaşlar televiz¬
yona gidip gelişmeleri takip ediyor¬
du. Sonra da televizyondan geri ge¬
len arkadaşlar diğer arkadaşlara ha¬
berleri aktarıyordu. ^
Kendimizi Amed eyaletinde
dolaşıyormuş gibi hissediyorduk
Bugün ki eğitim Amed Eyaleti’nin
tarihi, coğrafyası, mücadeledeki ro¬
lü ve ileriye dönük görevleri üzeri¬
neydi. Komisyon Numan arkadaştı,
kendisinin Amed’li olması ve uzun
süre orada pratik yürütmesi, Amed’i
yol yol, köy köy dağ dağ, bölge bölge
tanımasını sağlamıştı. Gerçekten de
aradan uzun bir süre geçmesine
rağmen, patikaları hatta su kaynak¬
larını bile çok iyi hatırlıyordu. Ağır¬
lıkta alanda görev yapmış olduğun¬
dan, her noktaya ilişkin mutlaka bir
anısı bulunuyordu. Bu bizim için de
avantaj ve büyük bir fırsattı. Numan
arkadaşın anlatımıyla bir an kendi¬
mizi Amed eyaletinde dolaşıyormuş
gibi hissediyor ve gitmek için daha
da sabırsızlamyorduk. Fakat yalmz-
ca Akdağ (Zazaca Koy Spi) alanmı iyi
bilmiyordu. Ben o alanda görev yap¬
tığım için o alan hakkmdaki bilgileri
daha çok ben açtım. Akdağ alanı
Amed eyaletine bağlıysa da asimda
Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı, bir
bölgeydi. İki günlük eğitimden son¬
ra, teorik düzeyde de olsa Amed coğ¬
rafyasını, halkını, mevzilenmesini
tammış, genel bir bakış açısı ve yak¬
laşım tarzım kazanmıştık. Eğitim¬
den sonra Amed’e bir an önce ulaş-
_ m^eyecam ve coşkusu bütün dü-
^jjlmcemizi sarmıştı.
^ Eğitim süreci ile beraber silah,
çanta, raxt, elbise, mermi, bomba,
cihaz, dürbün gibi askeri teçhizatla¬
rımızı da temin etmeye çalışıyorduk.
Malzemelerin sağlam ve çok daya¬
nıklı olmasına çok dikkat ediyor¬
duk. Çünkü önümüzde uzun ve zor¬
lu bir yol bizi bekliyordu. O yüzden
hazırlıklanmızm tam ve eksiksiz ol¬
masına çok dikkat ediyorduk.
Eğitim süresi Ana karargâhtan Zo-
zan arkadaşın gelişiyle birlikte tüm
hızıyla devam ediyordu. Zozan arka¬
daş 1 Haziran H a mlesi üzerine iki
günlük bir seminer verdi. Bu seminer
esnasında 1 Haziran Hamlesi sıra¬
sında Kuzey’de yer alan arkadaşlarda
pratik tecrübelerini, görüşlerini be¬
lirttiler. Eğitim bittikten sonra voley¬
bol sahasmı, bayan arkadaşlara bı¬
rakarak, biz erkek arkadaşlar futbol
sahasma gittik. Futbol maçı her za¬
manki gibi gürültülü ve çekişmeli ge¬
çiyordu. Kıyasıya mücadeleden sonra
karanlığın yavaş yavaş bastırmasın¬
dan kaynaklı, maç sona erdi. Futbol¬
dan kaynaklı her yerimizde, bütün
kasları mız da ağrılar başlamış, zor
bela mangalara ulaşmıştık.
Savaşın bir gerçekliği vardır ki
o da ilk hata son hatadır
Sabahlan artık spor yerine bir sa¬
atlik yürüyüş yapıyorduk. Bu sabah
da yürüyüşle birlikte, Erzurum gru¬
buna pusu kuracaktık. O çerçevede
Boğaz’da mevzilenerek Erzurum
grubunun gelmesini bekledik. Bir
süre sonra grup gözüktü. Kendi hal¬
lerinde ağır ağır birazdan olacaklar¬
dan habersiz, rutin yürüyüşlerini
yapıyor olmanın rahatlığıyla, bize
doğru geliyorlardı. Tabii ki sorumlu
düzeyde olan arkadaşın pusudan
haberi vardı. Fakat grubun haberi
yoktu. Öncülerinin bizi geçmesine
izin verdik. Grubun yarısını da bizi
geçene dek bekledik, bizim gözümüz
pusu grubunun sorumlusu Kahra¬
man arkadaştaydı. Göz işareti ile
vur emrini vermesiyle Erzurum gru¬
bunun yansını “imha” ettik. Bu eği¬
tim amaçlı olduğundan hem gülü¬
yorduk, hem de Erzurum gücündeki
Ekim 2009 | serxwebûn
93
arkadaşlarla tartışıyorduk. Bazıları
pusuyu fark ettiklerini söyleyerek,
durumu kurtarmaya çalışıyordu.
Ama savaşın bir gerçekliği vardır ki
o da ilk hata son hatadır. Bu her za¬
man için geçerlidir. Çünkü düşman
hiçbir zaman karşısındakini affet¬
mez, elinden gelse bir kaşık suda
boğar. Eğitimde olsa herkes bunun
ciddiyetinin farkındaydı. Zaten Er¬
zurum gücü de yaptığı toplantıda;
pusu eğitiminin sonuçlarını tartışıp
sonuç çıkararak verdikleri önemi
göstermişlerdir. Yürüyüşten dönüp
noktaya ulaştığımızda, günlük mut¬
fak görevlisi olan grubumuzun en
genç üyesi ve Doğu Kürdistanlı olan
Xeyri arkadaş, çaylarımızı çoktan
hazırlamıştı. Onun bu tavrı arka¬
daşları çok mutlu etmişti. Herkes
ona teşekkür ediyordu. Çünkü böy¬
le bir görevi olmamasına rağmen, fe¬
dakârlık yaparak dört mangamn da
çaylarım hazırlamayı kendine görev
bilmişti. Bu durum grubumuzun
kaynaşma derecesini de gösteriyor¬
du. Kahvaltılıklarımızı masanın üs¬
tüne koyarak, çaylarımızı doldur¬
duk. O esnada Numan arkadaş elin¬
de bir demet tüzik ile kahvaltı masa-
sma gelip oturdu. Numan arkadaş
“arazide o kadar tüzik varken masa¬
ya tûziksiz oturulur mu? Bana ba¬
kın elim boş gelmiyorum” diyerek
takılmıştı yaşlı yoldaşımız. Amed ar¬
kadaş (gülerek) “biz noktaya yakın
yerlerdekini toplamaya tenezzül et¬
meyiz. En az bir iki saat uzak olan
yere gideriz. Bir demet değil torbay¬
la toplar getiririz. Ayrıca senin gibi
bireyci de değiliz” diyerek o da ken¬
dince cevaplamıştı.
Numan arkadaş “O zaman, gidin
toplaym ve getirin. Konuşmaya ge¬
lince mangalda kül bırakmıyorsu¬
nuz” demişti.
Haki arkadaş
askeri kanunla beni kaldırdı
Kahvaltımızı ve hazırlıklarımızı
yaptıktan sonra Haki arkadaşın top¬
lantı yapacağı yere gittik. Bir süre
sonra saçlarının çoğu ağarmış ve
düzgün askeri bir duruşa sahip olan
Haki arkadaşın gelmesiyle ayağa
kalktık. Selamlaşmadan sonra yeri¬
mize oturduk. Haki arkadaş “arka-
daşlarm bildiği gibi, Kuzey’e gitmek
için hazırlık yaptığımız bu süreçte,
hazırlıklarımızın ne düzeyde oldu¬
ğunu eksik ve yetmez yanlarımızın
hanği noktalarda çıktığına dair soh¬
bet etmek için, buraya toplandık”.
Belli bir süre arkadaşların söz alıp
konuşmasını bekledi. Fakat kimse
konuşmadı. Haki arkadaş askeri ka¬
nunla beni kaldırdı. Haki arkadaş
“Hehvest arkadaş seninle başlayalım
senin görüşün nedir?” Ben hazırlık¬
lı olmadığımdan dolayı ayağa kalk¬
tıktan sonra belli bir süre bekledim.
Ve çevreme bakındım. Ne konuşaca¬
ğımı ölçüp biçtikten sonra kısık bir
ses tonuyla konuşmama başladım.
“grubun hazırlık düzeyi belli bir aşa¬
madadır. Her arkadaşm çabası ve
azmi var, tabii ki eksiklikler de var,
burada yapılan eksiklikler belki faz¬
la zarar vermez ama Kuzeyde zor¬
lanmalar yaşatır”. Bu esnada ben
kendimden bir örnek vererek “ben
Kuzeyde iki defa bir şey olmaz man¬
tığıyla hareket ettim, her ikisinde de
ölümden kıl payı kurtuldum” diye¬
rek anlattım. Böyle sohbet havası
içinde diğer arkadaşlar da görüşleri¬
ni belirttiler. Genelde hazırlık süre¬
cinin ciddiyeti ve verilmesi gereken
önemi üzerine tartışmalar gerçek¬
leşti. Hazırlık sürecinin Kuzey’de
hareket ediliyormuş gibi sürdürül¬
mesi gerçekliği üstünde, herkesin
hem fikir olduğu bir toplantı oldu.
Haki arkadaş genel toparlanma ya¬
parak toplantıyı sonuçlandırdı.
94
SERXWEBÛN I Ekim 2009
m mtı
mmi
“Hep, ‘biz devrim yolunun yoldaşlarıyız* derdi. ‘Birbirimize bir yaklaşımımız olâcaKsrrymaaşça
olmalı, bizi birbirimizle tanıştıran bu devrimse bu devrime yakışır olmalı* diyordu sürekli. Sağlam bir
ideolojik duruşa sahip bir arkadaştı. Amed arkadaş, ‘insan PKK*de büyüyeeekse emeğiyle büyümeli*
diyerek emekten yana devrimci duruşunu ortaya koyuyordu her zaman. İnsanın kendi öz emeğine
çok değer verirdi. Hem yaşam boyutuyla hem ideolojik anlamda herkesin kendisini eğitebilmesinin.
kendi kendine yetebilmesinin gerektiğini ve bunların temel noktalar olduğunu bize öğütlerdi**
Biz de onların hikâyelerinin üzerine
yeni hikâyeler ekleyecektik
Adı, namı, tarihteki kadim ye¬
riyle bilinen Zagroslarda gerillaeı-
lık yapıyordum. Gerillaya katılma¬
dan öneede Zagroslar hakkında
çok şey okumuş ve duymuştum.
Çoeukluk günlerimde ninem Zag-
roslara ilişkin anlattığı hikâyelerle
bizi uyuturdu. Tabii bunları o za¬
man anlamıyordum.
Büyüyüp dağlara bir gerilla ola¬
rak geldiğimde ve Zagroslarda geril-
laeılık yapmaya başladıktan sonra
ninemin bizi uyutmak için anlattığı
hikâyelere anlam vermeye başla¬
dım. Sadeee ninemin anlattığı hikâ¬
yelere anlam vermeye çalışmıyor¬
dum. Aynı zamanda yeni hikâyele¬
rin birer kahramanı olarak bu dağ¬
larda yaşamaya başladığımızm da
farkına vanyordum. Çünkü artık
bundan böyle Zagroslara ilişkin an¬
latılan hikâyelere bizim de hikâye¬
miz ekleniyordu. Zaten bizden önee
o dağlarda yürü¬
yen, müeadele
eden yüzleree,
binleree yoldaşı¬
mızın hikâyeleri
bu hikâyelere
yenisini eklemiş¬
ti. Biz de onlann
hikâyelerinin
üzerine yeni hi¬
kâyeler ekleye-
eektik. Ve gele-
eek tarihi kesit
bu kez bizim hi¬
kâyelerimizle
dolu olaeaktı.
Hareket olarak
yeni bir tarih
yazmak amaeıy-
la yola çıkmamış
mıydık? Ters
yüz edilen tarihi
ayakları üzerin¬
de doğrultmak
için kadim tari¬
hin yaşandığı ve gerçek yaşam ala¬
nı olan yerleri mekân tutmamış
mıydık? Ama ne yazık ki eski tarih¬
te olduğu gibi yeni tarih de büyük
aeılarla yazılaeaktı. Zaten bizden
önce canını feda eden yoldaşlarımı¬
zın acıları bunu kanıtlamıştı bile.
2006 yılında Zagrosun güzellikle¬
rini yaşayarak mücadelemize de¬
vam ediyorduk ve etmeye devam
edecektik. Ama düşmanımız geçmiş
tarihte olduğu gibi günümüzde de
bize Zagroslarm güzelliklerini ya-
şatmamaya kararlıydı. Çünkü dur¬
madan bizi imha etmek amacıyla
operasyonlar gerçekleştiriyordu. Bi¬
zi kendi ülkemizin dağlanndan ko¬
parmak için her şeyi yapıyordu. Bi¬
zi vurmak, Kürt halkının acılarına
yeni acılar eklemek için her şeyi ya¬
pıyordu. Bu amaçla yazın sonlarına
doğru gerçekleştirdiği bir nokta
baskını operasyonuyla altı arkada¬
şımızı şehit düşürmüştü. Söz konu¬
su operasyonda Levent, Zilan, Şa-
ho. Latif, Agit, Seyvan adında altı
arkadaşımız şehit düşmüştü. Geril¬
la ne ahım ne de intikamını yerde
bırakmamıştı bu güne kadar ve bu
günden sonra da böyle olacaktı. O
yüzden biz de onlann intikamını al¬
mak için yemin ettik. Hiçbir yolda¬
şımızın kanını yerde bırakmadığı¬
mız gibi bu yoldaşlarımızm da kan¬
larını yerde bırakmamaya kararhy-
dık. Ki birçok arkadaş bu arkadaş¬
ların intikamını almadan yiyeceği¬
miz yemek bize haramdır diyordu
95
SERXWEBÛN I Ekim 2009
Zaten Zagroslarda da Cilo gücü
olarak hareket ediyorduk. Ve o sıra¬
da Geliye Zap taraflarında kalıyor¬
duk. Arkadaşlanmızın intikamını al¬
mak için yönelebileceğimiz hedefler
arasında Geman karakolu vardı. Yö¬
netimdeki arkadaşlar o karakola yö¬
nelik bir intikam eylemi yapmamızı
kararlaştırdılar. Geman’a intikam
eylemi için gidecektik. Bu eylem
uzun zamandan sonra Zagrosta ya¬
pılan ilk saldırı eylemi olacaktı. Ey¬
leme kol komutanı olarak çok değer
verdiğim Amed arkadaş geliyordu.
Amed arkadaş eski bir arkadaştı
Amed alanından yeni gelmişti. Zag¬
roslarda daha önce kalmıştı. Ancak
Amed Eyaletine gidip geldikten son¬
ra Zagroslara geri dönmüştü. Eyle¬
min temel amacı şehit düşen arka¬
daşlarımızın intikamını almaktı.
Ama bu eylemin benim açımdan çok
farklı anlamları vardı. Birincisi bu
katılacağım ilk eylem olacaktı. O he¬
yecanla gidecektim. İkinci ve asıl
olanı ise arkadaşlarımızın intikamı¬
nı almak amacıyla gerçekleştireceği¬
miz eylem olmasıydı. Eylem yerine
varmak için üç dört günlük yol yü¬
rümemiz gerekiyordu. Eylem kara-
nyla birlikte eylem yerine gitmek
için dört gün yürüdükten sonra ey¬
lem yapacağımız Geman karakolu¬
nun yakmlanna vardık.
Savaş an meselesidir yakaladığın
anda bir şeyler yapmak zorundasın
Eylem gerçekleştirmeyi planladı¬
ğımız gün 1 Eylül 2006 ’ya denk ge¬
liyordu. Yani eylemimiz o geceye
denk gelmişti. Eylem öncesi böyle
bir tarihte böyle bir şey olabilir mi
diye tartışmıştık. Hatta eylemi bile
yapıp yapmama konusunda da tar¬
tışmalar yürüttük. Ama üç dört
günlük 3nirüyüş gerçekleştirmiştik,
her şey planlanmıştı. 1 Eylül Dün¬
ya Barış gününde böyle bir eylem
yapmak ideolojimize de yakışmı¬
yordu. Hepimiz bunun bilincindey-
dik ama koşullarımız zamanı ayar¬
lamak için uygun değildi. Realite¬
miz istediğimiz zaman eylem yap¬
mamızın önünde biraz zorlayıcı
oluyordu. Çünkü bir eylem planla¬
mak, gerçekleştirmek için hazırlık¬
lar yapmak o kadar kolay bir şey
değil. Büyük riskleri göze alarak
bunların hepsini yapıyorsun. O
yüzden ertelemeyi de düşünmedik.
Çünkü bir daha öyle bir fırsat ya-
kalamayabilirdik. Kaldı ki savaş
zaten an meselesidir. Yani yakala¬
dığın anda bir şeyler yapmak zo¬
rundasın.
Önceleri tarihi çok iyi hesaplaya¬
mamıştık, arkadaşlarımız şehit
düşmüştü ve biz onların intikamını
almak istiyorduk.
Yolda Amed arkadaşla bu duru¬
mu epey tartıştık. İçimizdeki en
tecrübeli arkadaş oydu. Hani içi¬
mizde mayınlama ya da suikast ey¬
lemlerine katılanlar olmuştu ama
içimizde onun kadar tecrübeli olan
yoktu. Onun dışında öyle ciddi ey¬
lemlere katılan yok denecek kadar
azdı. Gemana vardıktan sonra bir
saldırıyla eylemi başlattık. Uzun
yıllardan sonra gerçekleşen ilk sal¬
dırı eylemi olduğu için düşman bir
şoku yaşıyordu. İlk saldırıdan son¬
ra düşman kısa süre içinde yaşadı¬
ğı şoku atlattıktan sonra eylem ça¬
tışmaya dönüştü. Ancak düşman
şoku atlatana kadar 10 ölü 12 ya¬
ralı vermişti. Yaklaşık bir saat ka¬
dar çatışma sürdü. Eylemden ala¬
cağımız sonucu almış ve artık geri
çekilme yapmamız gerekiyordu.
Noktaya ulaştıktan sonra kaybımızın
ağırlığı üstümüze çökmeye başladı
O sırada eylem koordine cihaz¬
ları durmadan Amed arkadaşa ça¬
ğrı yapıyordu. Ama Amed arkadaş
cevap vermiyordu. Hepimizde bir
panik, bir merak yaşanmaya baş¬
ladı. Hepimiz acaba Amed arkada¬
şa bir şey mi oldu diye kendi ken¬
dimize sormaya başladık. Biz ses¬
lenerek çağıralım dedik çünkü se¬
simiz gidecek kadar yakın mesafe¬
deydik. Çağırdık ama bize Amed
arkadaş değil de başka bir arka¬
daş cevap verdi. Artık yavaş yavaş
geri çekilmeye başlamıştık. Amed
arkadaşın bulunduğu kol biraz
ağır geri çekiliyordu. Geldiklerinde
yanlarında Amed arkadaşın yerine
onun cenazesinin olduğunu gör¬
dük. Korktuğumuz ama hiç kimse¬
ye söylemeye cesaret edemediğiz
şey başımıza gelmişti. Kol komuta¬
nımız Amed arkadaş şehit düş¬
müştü. Durumu koordineye aktar¬
dık. Koordine acil bir şekilde Amed
arkadaşın cenazesini alıp geri çe¬
kilmemizi istedi. Bu saldırı esna¬
sında yaralananlar da olmuştu.
Yine kol komutanlarımızdan Rıfat
arkadaş yaralanmıştı. İki yaralı¬
mız ve bir şehidimiz vardı. Çok
ağır bir şekilde geri çekilme yapı¬
yorduk. Düşman bunu fırsat bile¬
rek her yerden bize saldırmaya
Ekim 2009 | serxwebûn
96
başladı. Mermi yağmuru altında
çekiliyorduk. Eylem gerçekleştirdi¬
ğimiz karakol ve tepe Hakkâri’ye
çok yakın olduğu için erkenden
kobralar da geldi. Saldırılar yo¬
ğunlaşınca artık cenazeyi götüre¬
mez olduk. O yüzden Amed arka¬
daşın cenazesini sakladık. Ardın¬
dan yaralılarımızı alıp hızla ora¬
dan uzaklaştık. Geri çekilmemizi
sağlam bir şekilde gerçekleştirdik
ve noktaya ulaştık. Noktaya ulaş¬
tık ama bir eksikle ulaşmıştık.
Noktaya ulaştıktan sonra kaybımı¬
zın ağırlığı daha da çok üstümüze
çökmeye başladı. Çünkü Amed ar¬
kadaşın şahadeti hiçbirimizin bek¬
lemediği bir kayıptı.
Biz devrim yolunun yoldaşlarıyız
Amed arkadaş, yaşam duruşu,
komutanlık tarzı ideolojiye yaklaşı¬
mı ve kadın özgürlük hareketine
yaklaşımıyla farklı ve çok müteva¬
zı, her davranışıyla örnek alınabi¬
lecek bir arkadaştı. Hep, “biz dev¬
rim yolunun yoldaşlarıyız” derdi.
Birbirimize bir yaklaşımız olacaksa
yoldaşça olmalı, bizi birbirimizle
tanıştıran bu devrimse bu devrime
yakışır olmalı diyordu sürekli. Sağ¬
lam bir ideolojik duruşa sahip bir
arkadaştı. Amed arkadaş, insan
PKK’de büyüyecekse emeğiyle bü-
yümeli diyerek emekten yana dev¬
rimci duruşunu ortaya koyuyordu
her zaman. İnsanın kendi öz eme¬
ğine çok değer verirdi. Hem yaşam
boyutuyla hem ideolojik anlamda
herkesin kendisini eğitebilmesinin,
kendi kendine yetebilmesinin ge¬
rektiği ve bunların temel noktalar
olduğunu bize öğütlerdi.
Bunları bize söylerken kendi ya¬
şam tecrübesinden aktardığı için
hepimiz onu dinlemekten onun
dediklerini uygulamaktan heyecan
duyardık. İç eyaletlerde çok kal¬
mıştı, zaten en son olarak da
Amed eyaletinden gelmişti. Yol¬
daşlığında sınır tanımazdı. Nerede
bir yoldaşının ona ihtiyacı olsaydı
bayan erkek ayrımı yapmadan ya¬
nında olurdu. Yaşamda üstten bir
duruşu olmadığı için herkes onu
kendisine çok yakın bulurdu.
Amed arkadaş bir dağ ve dağlar
içinde de bir Zagroslar sevdalısıydı
Amed arkadaş sigara içerdi. Yi¬
ne bölüğümüzde de birçok arka¬
daş sigara içiyordu. Amed arkada¬
şın farklılığı şöyleydi; Sigara var¬
ken kimseye sigara ikram etmezdi.
Sigara olduğu dönemler kendi ce¬
binden sigarasını çıkarır kimseye
ikram etmeden içerdi. Ama sigara¬
mız olmadığı zaman o hemen siga¬
rasını cebinden çıkarır arkadaşla¬
ra ikram ederdi. Biz merak ederdik
neden bize sigara olduğu zaman
ikram etmiyorsun da böyle olma¬
dığı zamanlar ikram ediyorsun di¬
ye sorduğumuzda, O “sigara var¬
ken ben arkadaşlarımı zehirlemek
istemem ama bir ihtiyaea dönüştü
mü arkadaşlarımın ihtiyarını kar¬
şılarım” diye cevaplardı.
Yoldaşlıkta bencilik yoktur diye¬
rek PKK gerillalarının yoldaşlığının
sınırlannı çiziyordu.
O geri çekilmeden sonra iki üç
defa Amed arkadaşın cenazesini
almak için gittik her seferinde pu¬
suya düşüp geri gelmek zorunda
kaldık. Ama hiçbir zaman cenaze¬
sini almaktan vazgeçmedik. Kışa
kadar cenazesini alma mücadele¬
sini verdik. Kışa doğru gittiğimizde
cenazesini aldık. Getirip adına
Zagroslarda yaptığımız şehitliğe
gömdük. Amed arkadaş bir dağ ve
dağlar içinde de bir Zagroslar sev-
dahsıydı. Çok sevdalısı olduğu
dağlarda yıllarca yaşadı. Yanında
yüzlerce arkadaş şehit düşmüştü.
Bu arkadaşların hepsinin acısı
Amed arkadaşın yüz hatlarını
oluşturuyordu. İnsan yüzündeki
hüznünden arkadaşlarına olan
bağlılığını görürdü. Zaten sonuçta
yine şehit düşen arkadaşlarımız
için gerçekleştirdiğimiz bir eylem¬
de şehit düştü. Yoldaşlarımızın in¬
tikamını almak için canını verdi.
Kendisini toprağa emanet etti. Ve
yüreklerimizde büyük acılar bıra¬
karak aramızdan ayrıldı. Yürekle¬
rimize bir fide olarak ekildi. Yarı¬
nın meyve veren ağacı olarak yeşe¬
recek. O hep yüreğimizde yaşaya¬
cak. Yoldaşı için canını veren bir
yoldaşı bırakalım unutmayı ona
layık olmadan yaşamayı bile asla
hiçbir Kürt gerillası düşünemez.
Gerilla yaşamımda hiçbir zaman
unutamayacağım bir anım bu olur¬
ken, hiçbir zaman unutamayaca¬
ğım bir komutanım da bu eylemde
şehit düşen Amed arkadaş oldu.
Berivan SİİRT
Adı, soyadı: Necmeddin Xıdır
Kod adı: Necml
Doğum yeri ve tarihi: Piranşehir 1986
Şahadet tarihi: 20-27 Eylül 2009 Zap Medya
Savunma Alanları
Adı, soyadı: Gurbet İlhan (Arzu)
Kod adı: Xurbet
Doğum yeri ve tarihi: Şunak 1983
Şahadet tarihi: 21 Eylül 2009
Yüksekova/Hakkari
Adı, soyadı: SunuUah Kesercl
Kod adı: Sipan Şervan
Doğum yeri ve tarihi: BltUs 1976
Şahadet tarihi: 7 Ekim 2009 Çaldıran/Van
Adı, soyadı: Necmeddin Ahmet Haşan
Kod adı: Necml A&ln
Doğum yeri ve tarihi: A&ln Reco 1977
Şahadet tarihi: 7 Ekim 2009 Çalduan/Van
Tut ki ben yokum, sen yoksun
Tut ki hiç gelmedik hu
dünyaya
Orada-burada kalmış
gözlemlerle
Tut ki ^^sîncı öldük
şu dağların
Toprak kokulu bir dünyayı
Yüreğine sığdırmış
içine umutlan derli-toplu
koymuş
Göz kapaklan gözlerine
sevdalı
Her biri diğerine vurgun
Bir tutam saç
Bir sözcükte buluşmuş
Ağız dolusu bir sevdadır
GERİLLA!..
Adı, soyadı: Muhammed Hamudl
Kod adı: Ferhat Silvan
Doğum yeri ve tarihi: Afiln 1984
Şahadet tarihi: 17 Ekim 2009 Cudi/Şımak
Adı, soyadı: Nuhat Akkojrun
Kod adı: Gahar Batman
Doğum yeri ve tarihi: Batman 1980
Şahadet tarihi: 13 Ekim 2009 Gabar
Adı, soyadı: Özdal Kaplan
Kod adı: Baran Blüls
Doğum yeri ve tarihi: Ahlat/BltUs 1980
Şahadet tarihi: 24-27 E)ylül 2009 BltUs